2020 Avrupa Futbol Şampiyonası Elemeleri C, E, G ve I gruplarında oynanan 10 karşılaşmayla başladı. Fenerbahçeli Eljif Elmas’ın 2 gol bulduğu gecede, 8 maçı ev sahibi takımlar kazandı.
Avrupa futbolunun milli takımlar düzeyindeki en prestijli organizasyonu 2020 Avrupa Futbol Şampiyonası (EURO 2020) elemeleri, C, E, G ve I gruplarında oynanan toplam 10 maçla başladı.
Öne çıkan karşılaşmalarda, C Grubunda Hollanda, ikincisi penaltıdan olmak üzere 1. ve 55. dakikalarda Memphis Depay, 21. dakikada Georginio Wijnaldum ve 86. dakikada Virgil van Dijk’in golleriyle konuk ettiği Belarus’u 4-0 mağlup etti.
E Grubu’nda ise son Dünya Kupası finalisti Hırvatistan, konuk ettiği Azerbaycan karşısında geriye düşmesine rağmen mücadeleyi 2-1 kazandı.
Hırvatistan’ın gollerini 44. dakikada Borna Barisic ve 79. dakikada Andrej Kramaric kaydederken, Azerbaycan’ın tek golü 19. dakikada Ramil Sheydaev’den geldi.
ELJİF ELMAS’TAN 2 GOL
Türk hakem Halis Özkahya’nın yönettiği G Grubu karşılaşmasında ise Kuzey Makedonya, Fenerbahçe’de forma giyen Eljif Elmas’ın iki gol attığı maçta konuk ettiği Letonya’yı 3-1 mağlup etti.
Kuzey Makedonya’nın 11. dakikada Ezgjan Alioski’nin ağları sarsmasıyla 1-0 öne geçtiği mücadelede, oyuna 23. dakikada dahil olan Elmas, 29. dakikada takımı adına farkı ikiye çıkaran gole imza attı.
Letonya, 87. dakikada Darko Velkoski’nin kendi kalesine attığı golle skoru 2-1’e getirerek umutlanmasına rağmen sahneye 90+3. dakikada bir kez daha çıkan Eljif Elmas, takımının sahadan 3-1 galip ayrılmasında önemli rol üstlendi.
Letonya’da Andrejs Ciganiks, 90+1. dakikada ikinci sarıdan kırmızı kart görerek takımını 10 kişi bıraktı.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, CHP’nin sorusunu yanıtladı: Ödenemeyen borçlar nedeniyle son iki yılda 14.3 milyon abonenin elektriği, 5,4 milyon abonenin de doğalgazı kesildi.
Ekonomik krizin bir başka göstergesi, ödenemeyen faturalardan dolayı milyonlarca abonenin elektrik ve doğalgazının kesilmesi oldu.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, CHP Ankara Milletvekili Ali Haydar Hakverdi’nin Bilgi Edinme Yasası kapsamında yönelttiği sorularını yanıtladı.
Sözcü’den Başak Kaya’nın haberine göre, bakanlık, ‘Elektrik faturası ödenmemesi dolayısıyla Türkiye genelinde 2017-2018 yıllarında toplam 14 milyon 314 bin 375 abonenin elektriği kesilmiştir’ bilgisini verdi. Doğalgazda ise 2014-2018 yılları arasında toplam 5 milyon 386 bin 338 abone borcunu ödeyemedi.
CHP Milletvekili Ali Haydar Hakverdi “Bizzat devletin resmi verileri yaşanan krizin boyutlarını ortaya koyuyor” diyerek şunları söyledi:
“Bir yıl içinde elektriğe yüzde 45 ve doğalgaza yüzde 37 zam geldi. Vatandaş kesilen elektriğini açtırmak için de bedel ödüyor. Elektrik için 33 lira 80 kuruş açma kapama bedeli ve yüzde 2 gecikme faizi veriyor. Doğalgazda da açma kapama bedeli 28 lira 32 kuruş ve yüzde 2 de gecikme faizi var.”
1993’ten bu yana kutlanan 22 Mart Dünya Su Günü’nün bu seneki teması suya erişimde ‘Kimseyi Geride Bırakmamak’. Birleşmiş Milletler tarafından 2010 yılında kabul edilen suya ve hıfzıssıhhaya erişme hakkı herkesin günlük 50 ila 100 litre arası suya erişmesini garanti altına alırken, bu suyun temiz, güvenli, uygun fiyatlı (hane gelirinin %3’ünü aşmayacak kadar) ve fiziksel olarak ulaşılabilir (suyun kaynağının en fazla 1000 metre uzaklıkta bulunması ve suyu taşımak için yarım saatten fazla zaman gerekmemesi) olmasını da şart koyuyor. Ancak gezegenimizde suya erişimde geride bırakılmış çok insan var. Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre 2017 yılı itibariyle 2,1 milyar insanın güvenli su hizmetlerine erişimi sağlanabilmiş değil. WHO ve UNICEF’in 2015 verilerine göreyse yılda 5 yaşın altında 340 bin çocuk kirli su kullanımına bağlı ishalli hastalıklardan hayatını kaybediyor. Özellikle düşük gelirli ülkelerde kadınlar ve kız çocukları eve su taşımakla ve temizliği ve hıfzıssıhhayı sağlamakla yükümlü oldukları için eğitim haklarından mahrum kalıyor. Su kaynağı bulunmayan her on evden sekizinde su taşıma görevini kadınlar ve kız çocukları yerine getiriyor (WHO/UNICEF 2017). Su kıtlığından ve kirliliğinden en şiddetli biçimde yoksullar, kadınlar ve çocuklar etkilenip yaşam mücadelesinde geride kalıyor.
Türkiye’de suya erişim
Türkiye’de ise durum daha farklı. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2016 yılı verilerine göre içme ve kullanma suyu şebekesi ile hizmet verilen belediye nüfusunun Türkiye nüfusu içindeki payı %92,2[1]. Bu oran, gelişmekte olan ülkelerle kıyaslandığında oldukça yüksek sayılır. Peki, fiziksel olarak büyük oranda erişebildiğimiz suyun ekonomik erişilebilirliği ne durumda? Örneğin İstanbul’da asgari ücretle geçinen dört kişilik bir aileyi düşünelim. Suyunu tasarruflu bir biçimde kullanan bu ailenin ayda 10 metreküp su kullandığını var sayalım. Birinci kademe tarifeden suyun metreküpü için belirlenen 4,59 TL’den[2] hesapladığımızda aylık su kullanım bedeli 45,9 TL oluyor. Ancak su faturaları hesaplanırken sadece abonenin kullandığı su bedeli değil, vergiler ve başka ek maliyet unsurları da ekleniyor. İstanbul’da birinci kademe sınırları içersinde evsel su kullanımı olan abonelerin su faturalarının yaklaşık %20’sini bu vergi ve ek maliyet unsurları oluşturuyor. Yani 45,9 TL’lik su kullanımı olan abonenin su faturası 57,4 TL civarında geliyor. Ancak su masrafı bununla bitmiyor. Türkiye’de çoğu büyük şehirde musluk suyu içilecek kalitede ve lezzette olmadığı için onun yerine ambalajlı su tüketiliyor. Günde kişi başına 2 litre su içildiğini hesaba kattığımızda 4 kişilik bir ailenin aylık içme suyu 240 litreyi buluyor. Yani 4 kişilik bir aile bir ayda fiyatı ortalama 8 TL olan damacanalardan yaklaşık 13 tane tüketiyor. Bunun aylık mali karşılığı İstanbul şartlarında 104 TL tutuyor. Şebeke suyu ve ambalajlı suyu birlikte ele aldığımızda asgari ücretle geçinmeye çalışan 4 kişilik bir ailenin aylık masraflarının %8’inin sadece suya (içme ve kullanma suyu birlikte) gittiği ortaya çıkıyor. Birleşik Devletler Çevre Koruma Ajansı’na (EPA) göre su masrafı hane giderlerinin %2’sini geçmemeli[3]. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’na (UNDP) ve Birleşik Krallık Çevre, Ulaşım ve Bölgeler Departmanı’na (DETR) göreyse bu oran %3’ü aşmamalı. OECD de benzer şekilde su masrafının aile bütçesinin %3-5’i arasında olması gerektiğini savunuyor[4]. Demek ki İstanbul’da ve Türkiye’nin pek çok büyük kentinde suya ödediğimiz para sadece sokaktaki vatandaşa göre değil uluslararası standartlara da göre de pahalı. İşin kısası Türkiye’de suya fiziksel erişimde iyi bir noktaya gelinmiş olsa da ekonomik erişimde henüz yürünecek uzun bir yol var. Bu da yoksulların geride bırakıldığının önemli bir ispatı.
Gelecek nesiller de geride bırakılmasın
İklim değişikliği şiddetlenirken, dünya nüfusunun artması ve su talebinin büyümesiyle suya erişimde daha fazla insanın geride kalması kaçınılmaz görünüyor. Eğer bu gidişatı durdurmazsak hem dünya da hem de Türkiye’de geride bırakılanlar sadece şimdiki nesillerin yoksulları, kadınları ve çocukları olmayacak. Yok edilen ve kirletilen su varlıklarımızla ve şiddetlenen iklim değişikliğiyle birlikte gelecek kuşaklar da geri bırakılmış olacak. Ancak bu değiştirilemez bir kader değil. Suyu daha tasarruflu ve verimli kullanarak su varlıklarımız üzerindeki büyüyen talep baskılarını azaltmak, su tutan ekosistemleri bütün olarak korumak ve iklim değişikliğini azaltacak enerji politikalarını hayata geçirmek ile işe başlamak gerekiyor.
Konda Araştırma ve Danışmanlık Şirketi’nin yaptığı çevre bilinci ve çevre koruma temalı Konda Barometresi raporuna göre AKP’ye oy verenlerin yüzde 50’si nükleer santral istemiyor. Rapora göre Türkiye’de en çok dert edilen çevre sorunu ise hava kirliliği.
Araştırma, çevre sorunları, çevre konusunda öncelikler, iklim değişikliği ve enerji konularında sorular ile Türkiye’nin meseleye bakış açısını yansıtıyor.
Türkiye genelinde 2 bin 595 kişiyle yüz yüze yapılan görüşmelerden elde edilen veriler ile geçen yıl mart ayında yapılan ve bugün kamuoyu ile ilk kez paylaşılan araştırmanın başlıca bulguları şöyle:
Türkiye’de en çok dert edilen çevre sorunu hava kirliliği:
Özellikle hava kirliliği toplumun en çok arttığını düşündüğü sorun olarak ön plana çıkıyor.
Hava kirliliği yüzde 16 ile insanların ‘çevre sorunu’ deyince aklına ilk gelen başlık.
Hava kirliliği aynı zamanda yaşadığımız yerde hayatımızı en çok etkileyen sorun olarak ifade ediliyor.
Altyapı sorunları ve çevre kirliliği de yine aynı şekilde insanların hem ilk aklına gelen hem de yaşamlarını etkilediklerini düşündüğü öncelikli sorunlar arasında.
Aynı zamanda, toplum kalkınma için hava kirliliğine katlanmak istemiyor. Katılımcıların yüzde 68’i “Ekonomik kalkınma için fabrika bacalarından çıkan dumana, hava kirliliğine katlanmak gerekir” şeklindeki yargının yanlış olduğunu ifade ediyor.
Kömür, Nükleer, HES? Hayır, İstemez:
Türkiye’nin yüzde 66’sı “Riskli olduğunu açıkça bile bile nükleer santral yapılmamalıdır” diyor. “Gerekiyorsa yapılmalıdır” diyen ise sadece yüzde 34.
AKP’ye oy verenlerin yüzde 50’si de aynı şekilde nükleer enerjiye karşı çıkıyor.
Yine aynı şekilde insanların HES’ler hakkındaki görüşleri de olumsuz. Yüzde 67’si “Doğaya ve köylüye çok zararı olacak, kesinlikle kurulmamalı” diyor.
Kömür konusunda ise neredeyse konsensüs var. Türkiye’nin yüzde 88’i kömür üretilmesine karşı çıkıyor.
Toplumun sadece yüzde 5.2’si “Evet, kömür santrali isterim” derken nükleerde (yüzde 4.5) de HES’lerde de (yüzde 5.7) bu oran yine çok düşük.
Toplum çevreye zarar verilmesi karşı çıkıyor
Çevreye dair görüşleri sorulan birkaç soruya verilen cevaplar, toplumun çevre sorunlarının çok büyük oranda farkında olduğunu ve çevreye zarar verecek politikaları ve uygulamaları desteklemediğini gösteriyor:
Yüzde 76: Son yıllarda sel, fırtına, aşırı sıcaklık ve kuraklık gibi düzensiz hava olayları arttı.
Yüzde 68: Son yıllarda yaşadığım yerde hava kirliliği arttı.
Yüzde 68: Baraj yapmak için bazı bitki ve hayvan türleri feda edilemez.
Yüzde 68: “Ekonomik kalkınma için fabrika bacalarından çıkan dumana, hava kirliliğine katlanmak gerekir” ifadesi yanlış.
Yüzde 69: Çevre kirliliğinin nedeni büyük şirketlerin kaynaklarını sınırsız kullanmalarıdır.
Yüzde 89: Çevreyi kirleten şirketlere, daha caydırıcı cezalar verilmelidir.
Güneş ve rüzgar önceliklendirilmeli
Araştırma kapsamında çevre konusunda öncelikler ve görüşler de soruldu:
Toplumun yüzde 69’u çevre kirliliğinin nedeni olarak büyük şirketlerin kaynakları sınırsız kullanmaları olduğunu ve yüzde 89’u çevreyi kirleten şirketlere daha caydırıcı ceza verilmesi gerektiğini düşünüyor.
‘Güneş, rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının tercih edilmesi’ toplumun yüzde 85 ile en öncelikli gördüğü konu oldu. Diğer hiçbir konuda Türkiye ortalamasından daha yüksek bir cevap vermemiş olan ev kadınlarının en öncelikli gördüğü konu da yüzde 82 oranıyla yine yenilenebilir enerji.
Toplumun yaşadığı yerin yakınına yapılmasını istediği enerji santrali de yine güneş santralleri. Toplumun yüzde 70.5’i güneşi öncelikli tercih olarak ifade ederken, sadece 1.6’sı bu santrallere karşı çıkacağını ifade etti.
Dört kişiden üçü iklim değişikliğinden endişeli
İklim değişikliği öncelikli çevre sorunları arasında kendine yer bulmamasına ragmen, doğrudan sorulduğunda insanların yüzde 75’inin iklim değişikliğinden endişeli olduğu ortaya çıkıyor.
Toplumun yüzde 87’si yine iklim değişikliğinin yaşandığını ifade ediyor.
ÇHD’li avukatların yargılandığı davada mahkeme apar topar ceza yağdırdı. Bu duruma tepki gösteren barolar, “Tarihe geçsin: Bırakınız adil yargılanmayı, bu bir yargılama bile değildir!” dedi.
ÇHD’li avukatların davasında gizli tanığın 141 davada gizli tanık olduğu ortaya çıktı. Açlık grevindeki tutuklu avukatlar duruşmaya katılmadı, diğer avukatlar savunma yapmadı.
KHK ile kapatılan Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) ve Halkın Hukuk Bürosu (HHB) üyesi 6’sı tutuklu 20 avukatın yargılandığı davada mahkeme, avukatlara 3 ile 18 yıl arasında ceza yağdırdı.
Tutuklu avukatların ve müdafilerinin katılmadığı duruşmada kararı açıklayan mahkeme, ÇHD Başkanı Selçuk Kozağaçlı’ya “Silahlı terör örgütüne üye olma” suçlamasıyla 11 yıl 3 ay hapis cezası verdi.
“BU BİR YARGILAMA BİLE DEĞİLDİR”
Barolar ortak bir açıklama yaparak, mahkemenin hukuksuz bir karara imza attığını belirtti. Yapılan ortak açıklama şöyle:
Dün, İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından, 18 meslektaşımız hakkında, 3 yıl dokuz aydan 18 yıl dokuz aya kadar varan hapis cezaları verilmiş, iki meslektaşımız hakkındaki dosya ise tefrik edilmiştir.
Soruşturmanın en başından bugüne kadar kamuoyunca yakından izlenen süreç, olağandışı ve olağanüstü hukuk düzenlerinde bile benzerine rastlanmayan bir şekilde gelişmiştir.
Düzenlenen iddianame sonucunda yargılamaya konu eylemlerin birçoğu ile ilgili görülmekte olan derdest bir dava varken, tartışmalı bazı kanıtlar eklenmek suretiyle yeni bir soruşturma başlatılmış, meslektaşlarımız bir yıla yakın tutukluluk süresinden sonra mahkeme önüne çıkabilmişlerdir.
Günler süren duruşma sonunda, iddia makamının tutukluluğun devamına ilişkin mütalasına karşın, suçun vasıf ve mahiyetinin değişme olasılığına, AİHM’in uzun tutukluluk sürelerine ilişkin kararlarına ve yargılanan kişilerin avukat olmalarına özel vurgu yapılarak, meslektaşlarımızın tahliyelerine oybirliğiyle karar verilmiş, savcılığın itirazı üzerine, aynı mahkeme heyetince, henüz bir gün bile geçmeden, bu kez, tahliye edilen meslektaşlarımızın bir kısmının yeniden tutuklanmasına ilişkin yakalama kararı verilmiştir. Bu kararın hemen ardından, mahkeme heyeti üyelerinin bir kısmının görev yeri değiştirilmiştir.
“Doğal hakim ilkesi yerle bir edildi”
Görev yerleri değiştirilen mahkeme heyetinin yerine, soruşturma aşamasında verilen tutuklama kararı altında imzası bulunan hakimler atanarak, doğal hakim ilkesi yerle bir edilmiştir.
Nitekim, yeni atanan heyet doğal bir heyet olmadığını devam eden durusmalardaki tavrıyla göstermiştir.
Şubat – Mart 2019 aylarında yapılan tutukluluğun incelenmesi oturumlarında; sanık müdafilerinin, sanıkların duruşmada hazır edilmelerine yönelik talepleri reddedilmiş, bunun üzerine yapılan reddi hakim talepleri de yerinde görülmeyerek sanık müdafiileri duruşma salonundan çıkarılmış ve “sanki mahkûmiyet hükmü kurulmuşcasına gerekçelendirilerek” sanıkların tutukluluklarının devamına karar verilmiştir.
“Savunmasız yargı yaratma çabası..”
Mahkeme heyeti, duruşmalar sırasında birçok kez savunma makamını duruşma salonundan çıkartarak adeta savunmasız yargı yaratma çabası içine girmiştir.
İkinci duruşmanın ara kararıyla savunma makamına 18 Mart 2019 tarihli duruşmaya kadar kovuşturmanın genişletilmesi ve tanık beyanlarına karşı beyanda bulunmalarına ilişkin süre verilmiş olmasına karşın bu sürenin bitmesi sanık ve müdafilerinin talepte bulunması beklenmeksizin dosya mütalaa icin savcılığa gönderilmiştir. Görevli savcının mütalaa vermemesi üzerine mahkemece mütalaa talebi yenilenmiş, bu talebin, duruşma savcılığınca yerine getirilmemesi üzerine, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca duruşma savcısı değiştirilmek suretiyle, yeni görevlendirilen savcı tarafından mütalaa verilmesi sağlanmıştır.
18 Mart 2019 tarihinde, henüz duruşma başlar başlamaz, yargılamayı yapan mahkeme heyeti tarafından alelacele oluşturulan ara kararla, ikinci duruşmadan sonra geçen 35 günlük sürede beyanda bulunulmadığı, makul sürede kovuşturmanın genişletilmesi talebinde bulunulmadığı gerekçe gösterilerek; celse arasında dosyanın esas hakkında mütalaa için savcılığa tevdi edildiği, tüm bu sebeplerle de kovuşturmanın genişletilmesi taleplerinin reddine karar verildiği açıklanmıştır.
Ancak, yargılama yapan mahkemenin, bir önceki celse kurmuş olduğu ara kararında yer almamasına ve tevsii tahkikat talepleri sunulmamış ve henüz tevsii tahkikat hususunda karar verilmemiş olmasına rağmen, mahkeme heyeti tarafından adeta zorla mütalaa aldığı gerçeği gözlerden kaçmamıştır.
Özetle, mahkemece, sanık meslektaşlarımız ve müdafileri tarafından, gerek UYAP üzerinden ve gerekse duruşma sırasında kovuşturmanın genişletilmesi talepleri konusunda değerlendirme yapmak bir tarafa, okumaya dahi gerek duymaksızın “makul sürede beyanlarda bulunulmadığı” gerekçesiyle, savunma makamının bütün talepleri reddedilmiştir.
“Mahkeme heyeti adeta kendi hukukunu yaratmış”
Mahkeme heyeti adeta kendi hukukunu yaratmış, ceza usul hukukuna, olmayan bir makul süre kavramı hediye etmiştir.
16’sı Baro Başkanı, üçü TBB Yönetim Kurulu üyesi olmak üzere, yüzlerce avukat arasından, her bir sanık için sadece bir avukata ‘lütfen’ söz verilmiş, dile getirilen ısrarlı talepler yine mahkeme heyeti tarafından reddedilmiştir.
Duruşmanın ikinci gününde söz verilen sanıklardan Av. Selçuk Kozağaçlı, “Arama tutanağında yer almayan delillere dayalı olarak yargılama yapılmaya çalışıldığını, 20’yi aşkın belgenin sahte olduğunu, sahte belgelerle karar verilemeyeceğini, hakimlerin devletin emrinde ve devlet erki içinde yer aldığını fark ettiğini; ama, bu erkin yargı erki olmadığından emin olduğunu, bu sebeple hakimleri reddettiğini” ifade etmiş, bunun üzerine mahkeme başkanı sanık ve müdafilerini duruşma salonundan çıkararak duruşmaya ertesi güne kadar ara vermiştir.
“Boş salona mahkumiyet hükümleri açıklandı”
Dün de duruşma salonunda sanık ve müdafileri olmaksızın, boş salona mahkumiyet hükümleri açıklanmıştır.
Özetle, polis fezlekeleri mahkeme kararı haline getirilerek, meslektaşlarımız hakkında mahkumiyet kararları verilmiştir. Ceza Usul Kanununda yer alan, ceza yargılamalarında geçerli olan sözlü duruşma ve sözlü savunma yok sayılmıştır. Bağımsızmış, tarafsızmış gibi bile davranmayan, yargının görüntüsünü bile katlanılmaz kılan, adil yargılama bir yana, yargılama bile yapılmadan gerçekleştirilen bu hukuk katliamını görünür kılıyoruz. Tarihe geçsin: Bırakınız adil yargılanmayı, bu bir yargılama bile değildir!
Bu nedenle 20.03.2019 tarihinde açıklanmış olan mahkeme ilamı hukuka aykırı tesis edilmiştir. Adil yargılanma hakkı ile ceza usul kanunu ve mevzuat hükümleri mahkeme heyeti tarafından defalarca ihlal edilmiştir. Adalet arayışında olduğumuz bugünlerde meslektaşlarımız hakkında kanunsuz yöntemlerle hüküm kurulduğundan, bu açıklamayı yapma zaruretimiz doğmuştur. Savunma susmayacak, susturulamayacaktır. Kamu oyuna saygı ile duyurulur.
Hollanda’da Çarşamba günü gerçekleştirilen seçimlerde, sandık çıkış anketleri Mark Rutte başkanlığındaki koalisyon hükümetinin senatoda çoğunluğu kaybettiğini gösteriyor.
Bu sonuç, hükümetin istediği yasal düzenlemeleri hayata geçirmesini zorlaştırması bekleniyor. Zira, meclis tarafından kabul edilen yasalar, senatonun onay vermesinden sonra yürürlüğe giriyor.
Çarşamba günü gerçekleştirilen, 75 kişilik senato üyelerini de belirleyen yerel parlamento seçimlerinde en büyük sürprizi, aşırı sağcı Demokrasi İçin Forum Partisi (FvD) yaptı. FvD, Yeşil Sol Parti (GL) ile birlikte oylarını en fazla artıran parti oldu.
Katı bir göçmen politikası uygulanmasını ve Hollanda’nın Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılmasını savunan parti, ilk kez katıldığı seçimlerde büyük oy patlaması yaptı.
Ipsos’un sandık çıkış anketlerine göre, aşırı sağcı parti senatoda 10 sandalye elde edecek.
FvD, eyalet parlamentolarında da ikinci parti konumuna yükseldi. Aşırı sağın diğer temsilcisi olan Geert Wilders liderliğindeki Özgürlük Partisi (PVV) ciddi oy kaybı yaşadı.
Koalisyon ortakları Demokratlar 66 (D66) ile Hıristiyan Demokrat Parti (CDA) de, geçen seçimlerde elde ettiği sandalyeleri koruyamadı.
Başbakan Rutte’nin başında olduğu Liberal Sağ Parti (VVD) oy kaybı yaşasa da hem eyalet parlamentolarında hem de senatoda birinci parti olmayı sürdürdü.
Rutte, senatodaki çoğunluğunu kaybetmeleriyle ilgili,”Bu, çok fazla kahve içmek, daha fazlasını aramak demek” yorumunu yaptı. Rutte, bu sonuca rağmen ülkenin yönetilebilir olmaya devam edeceğini ifade etti.
Hükümet ortakları arasında oylarını arttıran tek parti, muhafazakar Hıristiyan Birliği (CU) oldu.
Sandık çıkış anketlerine göre, koalisyon ortaklarının senatodaki üye sayısı 38’den 31’e geriledi.
Muhalefetteki sol partiler arasında kazanan ise, Yeşil Sol Parti (GL) oldu. Yeşiller, kesin olmayan sonuçlara göre yerel parlamento ve senatodaki üye sayısını iki katına çıkardı.
Image captionRutte başbakanlığındaki koalisyon hükümeti senatoda çoğunluğu kaybetti
Utrecht’te seçime katılım arttı
Sosyalist Parti (SP) ise, bir önceki seçimlere göre oylarının yarıdan fazlasını kaybetti. Sosyal demokrat eğilimli İşçi Partisi’nin (PvdA) oylarındaki erime de devam ediyor.
Türkiye ve Fas kökenli seçmenlerin tercih ettiği Denk Partisi ise, ilk kez senatoya 1 üye gönderecek.
Çevre ve hayvan haklarını savunan Hayvan Partisi (PvdD) ve orta yaş ve üzerinin haklarını savunan 50Plus Partisi de oylarını arttırarak, senatoda 3’er sandalye elde etti.
Pazartesi günü tramvay saldırısının yaşandığı Utrecht kentinde seçime katılım oranı, önceki yıllara oranla artış gösterdi.
Amsterdam, tercihini yine soldan yana yaptı. Yeşil Sol Parti, başkentte oyların yaklaşık yüzde 24’ünü aldı.
Hollanda Başbakanı Rutte, seçimlerin en büyük kazananın, Demokrasi İçin Forum Partisi olduğunu söyledi. Siyasi yorumculara göre FvD, ağırlıklı olarak Rutte’nin partisi VVD ile Wilders’in liderliğindeki PVV tabanından oy aldı.
Image captionGeert Wilders’in partisi oy kaybına uğradı
FvD’nin seçim vaatleri neler?
Hukuk ve tarih eğitim alan 36 yaşındaki Thierry Baudet’in liderliğindeki FvD, ilk kez katıldığı 2017 genel seçimlerinde 2 milletvekilliği kazanmıştı.
Göç ve İslam konusundaki sert çıkışlarıyla bilinen FvD’nin seçim vaatleri arasında, “Daha az göç, alım gücünün arttırılması; eğitim, güvenlik ve bakım hizmetlerinin iyileştirilmesi, AB’den daha fazla egemenlik” gibi öneriler yer alıyordu.
Hükümet partilerini, “halkın parasını sol muhalefetle birlikte saçma iklim değişikliği politikaları için harcamakla” suçlayan FvD lideri Baudet, Hollanda’nın AB’den ayrılması için referanduma gidilmesini de savunuyor.
Baudet, seçim sonuçlarına ilişkin değerlendirmesinde, seçmenin hükümet partilerinin “kibrini ve aptallığını cezalandırdığını” savundu.
Aşırı sağcı lider, “Cepheye çağrıldık, çünkü mecburuz. Çünkü ülkenin bize ihtiyacı var” dedi.
Ekonomik kriz nedeniyle durgunlaşan tüketimi canlandırmak için KDV ve ÖTV indirimi ikinci kez uzatıldı. Beyaz eşyada ÖTV sıfırlanırken, ticari araçlarda yüzde 1 KDV uygulanacak.
31 Mart tarihinde sona erecek ÖTV ve KDV indirimi, Cumhurbaşkanı kararıyla 31 Aralık 2019 tarihine uzatıldı. Söz konusu Cumhurbaşkanlığı kararı Resmi Gazete’de yayımlandı.
Kararla, otomotiv, beyaz eşya ve mobilya alımlarında uygulanan vergi indirimi uygulaması ikinci kez uzatıldı.
Vergisiz fiyatı 70 bin liranın altında olan otomobillerde ÖTV oranı yüzde 45’ten yüzde 30’a, fiyatı 70 bin ile 120 bin arası olan araçlarda yüzde 50’den yüzde 35’e düştü. Otomobillerdeki ÖTV indirimi 30/06/2019 tarihine kadar uzatıldı.
Ticari araçlarda KDV oranı yüzde 1 olarak 30/06/2019 tarihine kadar sürecek.
Motosikletlerdeki 250 cc ve altında bulunanlar için ÖTV’nin sıfırlanması 30/06/2019 tarihine kadar sürecek.
Konutta KDV’nin yüzde 8 olarak uygulanması da 31/12/2019’a kadar devam edecek.
Tapu harçlarında yönelik indirim düzenlemesinin de süresi uzatıldı. Düzenlemeyle, konut alımında KDV, yüzde 18’den yüzde 8’e, tapu harçları da yüzde 4’ten yüzde 3’e düşürüldü.
Beyaz eşyada ÖTV sıfırlanırken, mobilya da ise KDV oranı yüzde 8 olarak sürecek. Uygulama 30/06/2019 tarihine kadar geçerli.
Kararlar 1 Nisan 2019 tarihi itibariyle yürürlüğe girecek.
Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern, Christchurch kentindeki iki camide 50 kişinin hayatını kaybettiği, 50 kişinin de yaralandığı terör saldırısının ardından yarı otomatik askeri tarz ve saldırı silahlarının yasaklandığını duyurdu.
Başbakan Ardern, Polis Bakanı Stuart Nash ile birlikte başkent Wellington’da düzenlediği basın toplantısında, ülkedeki silah yasalarında yapılan yeni değişikliklerle ile ilgili açılamada bulundu.
Christchurch’teki korkunç terör eyleminden 72 saat sonra hükümetin Pazartesi günü bir araya geldiğinde yasaları değiştirmeyi kabul ettiğini belirten Başbakan Ardern, “Şimdi de bu saldırıdan 6 gün sonra, tüm askeri stil yarı otomatikleri silahları ve Yeni Zelanda’daki saldırı tüfeklerini yasakladığımızı ilan ediyoruz.” ifadesini kullandı.
‘TARİHİMİZ SONSUZA DEK DEĞİŞTİ’
Ülkedeki silah sahiplerinin silahlarını çıkartılacak af kapsamında bedelleri ödenerek teslim alınacağını bildiren Ardern, “15 Mart’ta tarihimiz sonsuza dek değişti. Şimdi de yasalarımız olacak. Bugün, tüm Yeni Zelandalılar adına, silah yasalarımızı güçlendirmek ve ülkemizi daha güvenli bir yer haline getirmek için harekete geçtiğimizi ilan ediyoruz.” dedi.
YENİ SİLAH YASALARI
Yeni Zelanda Genel Valisi’nin onayıyla bugün öğleden sonra yürürlüğe giren yeni silah yasaları kapsamında, silah sahipleri internet üzerinden sahip oldukları silahların bilgilerini polisle paylaşacak. Silahların teslimi için verilen yasal sürede gerekli bildirimde bulunmayan ve silahlarını teslim etmeyenlere 3 yıla kadar hapis veya 4 bin dolara kadar da para cezasına çarptırılabilecek.
Ülkedeki mevcut yasalara göre silah ruhsatı, herhangi bir suç geçmişi olmayan, 16 yayışından büyük, geçerli bir nedeni olanlara polis tarafından veriliyordu.
NE OLMUŞTU?
Yeni Zelanda’nın Christchurch kentindeki Al Noor ve Linwood camilerine, 15 mart Cuma günü yapılan terör saldırasında 50 kişi hayatını kaybetmiş, 50 kişi de yaralanmıştı.
Saldırının hemen ardında Başbakan Jacinda Ardern, ülkedeki silah yasalarının değiştirileceği sözünü vermişti.
Avrupa Genç Yeşiller Federasyonu, Avrupa Parlamentosu’nun Yeşil üyelerine gönderdikleri mektupla Türkiye ile müzakerelerin resmen askıya alınmasına karşı olduklarını belirttiler. Böyle bir hamlenin Türkiye’deki Avrupa yanlısı, demokratik güçleri ve sivil topluma zarar vereceğini, AB’nin Türkiye’ye sırtını döndüğünü göstereceğini düşündüklerini ifade eden Genç Yeşiller; şu anda Türkiye’deki demokratik güçlerin AB’nin desteğine her zamankinden daha çok ihtiyacı olduğunu da belirttiler.
Aynı zamanda bundan üç yıl önce AB ve Türkiye arasında imzalanan Geri Kabul Anlaşmasını mülteci krizine çözüm olarak sunan politik grupların bugün, Avrupa Parlamentosu seçimlerinden iki ay önce, Türkiye’nin AB ile müzakerelerin bitirilmesi yönünde oy kullanmasını da manidar bulduklarını da mektupta vurgulayan Genç Yeşiller; “Bu gruplar bundan üç sene önce AKP hükumeti Güneydoğu bölgesinde yüzlerce sivilin ölümüne neden olan saldırısı esnasında, binlerce kişi gözaltına alınır ve tutuklanırken, sokağa çıkma yasağı uygulanırken, tüm haklar askıya alınmışken sessizlerdi, şimdi ses çıkarmalarının nedeni insan haklarına, demokrasiye, hukukun üstünlüğüne vs. saygılı olmalarından değil seçim fırsatçılığı yapmalarındandır.” diyerek yapılacak oylamaya yönelik tavırlarını ortaya koydular.
Oylama sırasında Avrupa Yeşilleri bir değişiklik önerisi vererek müzakerelerin askıya alınması yerine mevcut durum olan dondurulmasını önerdi, ancak bu öneri kabul edilmedi. Oylamanın sonuçlarına göre Avrupa Yeşilleri’nin çoğunluğu çekimser oy kullandı.