Hafta Sonu

[Arada Bir] “Öyküleriyle Türküler” ve “TRT yitikleri”– Yaşar Özürküt

0

Yeşil Gazete’yi istemeyerek de olsa ihmal etmek zorunda kaldım. Ama iyi ki yazılarımın yayımlandığı köşemin adını; ”Arada Bir” olarak seçmişim de, sürekliliği sağlayamadığımda göğüsleyecek bir mazeretim, sığıntım olmuş…

Ama değerli okurlarımızın hoş göreceğini umduğum bir gerekçem var: TRT kurumundan dışlandığımdan tam 38 yıl sonra, İstanbul Radyosu yönetiminin önerisi ile mikrofonla yeniden buluşma olanağım oldu. Birikimim olan bir alanda, benden bir program önerisi istendi. Ta 1974’lerde Ankara Radyosu’nda ürettiğim, dinleyicilere ulaştırdığım Öyküleriyle Türküler programını, daha zengin bir içerikle, TRT TÜRKÜ kanalında yayınlama şansı doğdu. Çocuklar gibi sevindim. Şundan ki; bir kere elimdeki belgeleri ve belleğimdeki birikimleri, TRT arşivi kanalıyla, gelecek kuşaklara ulaştırabilecektim. Ki bunlar arasında, gerçekten çok özgün, çok değerli belgeler, söyleşiler var.

İkinci olarak da, doğduğum Ceyhan’ın Mercimek Köyünden sonra, ikinci doğum yerim ve aşk ile, sevgi ile bağlandığım TRT mikrofonlarına, siyasal çalkantılar nedeniyle, sürgünler, ayrılıklar yaşadığım ve doyamadığım mesleğime ucundan, kıyısından da olsa, yeniden ulaşmış olacaktım.

Gerçi, 38 yıllık TRT dışılığa rağmen, ben kendimi hep orada duyumsamıştım. 12 Eylül sonrası, en güç yaşam koşullarında bile; gizli yaşam günlerinde, binlerce kilometre uzaklıktaki mültecilik dönemimde, kendimi hep Ankara Radyosu koridorlarında hissediyordum. Kılıç artığı, meslektaşlarımın programlarını izliyor, kendimce eleştirilerini, övgülerini yapıyordum.

Türkiye’ye gelemediğim dönemde, mesleği fiilen uyguladığım dönemlerim de oldu… İsveç Radyosu Türkçe yayınlar servisi Merhaba’da bir süre çalıştıktan sonra, evimizin olduğu (Stockholm) Nacka semtinde, ortak bir yerel radyo kuruluşuna katılarak, ailece haftada bir Türkiye bağlantılı haber program üretimini yürüttük. İzmir Radyosu program eski Müdürü, prodüktör Aslan Alp ile bağlantılı canlı yayınlar yaptık.

Uzun sayılacak bir ayrılıktan ve de ceza yasasının 141-142’nci maddelerinin kaldırılmasından sonra, 1991 yılında Türkiye’ye döndüm. Mesleğe dönmem için yoğun girişimlerim oldu. Tabii ilkgözağrım, “meslek okulum” TRT ilk başvuru hedefim oldu. Ama olmadı… Olamadı. Siyasal geçmişim, hep kamburum gibi sırtımda oldu.

101’ler olayı ile kurum dışı olan arkadaşlarım, dava açarak kuruma dönmüşlerdi. Ben 101 değildim. Çünkü o süreçte can derdindeydim. Evi, işi terk ederek, gizli yaşama geçmiştim. Süreç uzadıkça uzamış; üç yıla yakın bir süre, ele geçmeden ülkemde yaşayabilmiştim. Ama hem giderek daralan siyasal alanım; hem sağlık koşullarım yurt dışına çıkmam için zorladı beni. Barış Derneği ve Dünya Barış Konseyi üyeliğim, siyasal bağlarım destek oldu yurt dışına çıkışıma. 1984 yılı, Mart ayında mültecilik süreci başladı.

Ve Türkiye’ye dönme fırsatını yakaladığım, 1991’de gelebildim ülkeme. Ama birçok arkadaşımın, TRT yönetim kademelerinde görev almış olmalarına karşın, ne eski kadroma dönüş, ne de dışarıdan program yapma olanağım olmadı. Prof. Anıl ÇEÇEN, aracılığıyla açtığım davaları da kaybettim. Özel kanallarda çalışma gibi bir istemim hiç olmadı. Düşünmedim.

O nedenle, şimdi zevkle, özlemle ve korkunç bir koşturuyla, teknik ekip ve sunucumuzun da büyük katkıları ile ürettiğimiz ve her pazartesi günü, saat 12.30-13.00 arasında yayınladığımız ÖYKÜLERİYLE TÜRKÜLER programı, tüm zamanımı alıyor. Okurlarımızın anlayışına sığınarak, zaman zaman da ‘ARADA BİR’ demeye çalışacağım.

Bizim Adana yöresinde bir laf vardır:”Çerçi başındakini satar” derler. Benim başımdakilerin çoğu da TRT üstüne… Mültecilik üstüne. Türkü öyküleri üstüne. Zaman zaman da, doğduğum köye, çocukluk günlerine gidiyorum.

Bugün TRT yitikleri üstüne yazmak istiyorum

TRT DER, İzmir, 1 Mayıs 1979
 

2014 yılının, 20 Nisan günüydü. TRT-DAŞ’larıma bir çağrı yaptım. TRT’yi TRT yapan, ana kadromuzdaki yitikleri anmak ve olanaklar ölçüsünde bir kitapçıkla arkadaşlarımızı belgeleyerek gelecek kuşaklara aktarmak istedim. Çağrım şöyleydi:

BİR ÇAĞRI…

24.Nisan.2014 B.Ada

Değerli Dostlar, Meslektaşlar, TRT’daşlar!


Yaşadığımız siyasal çalkantılı yıllar, hepimizde derin izler bıraktı. Günden güne azalıyoruz. Bitip tükenmeden bir araya gelip, yitiklerimizi birlikte anmayı öneriyorum. Yitiklere ilişkin anılarımızı tazelemeyi, hatta koşullar elverirse anlatılanları belgelemeyi, bizden sonraki kuşaklara yaşanmışlıkları aktarmayı öneriyorum. TRT’nin tekel olduğu, hatta sadece”Mikrofon” olduğu dönemden başlayıp, 12 Mart ve 12 Eylül baskıcı dönemleriyle TRT’den tasfiye olan,101’lerden olan, 1402’lik olan, 1402’lik bile olamayan, hapislere düşen, işkenceler gören, mültecilik yaşayan, ya da ekonomik güçlükler içinde, geçim kaygısıyla ayakta durmaya çalışan birçok arkadaşımız oldu… Türlü türlü baskılar, yaşam koşulları belli kopuklukları getirdi. Kırgınlıklar, dargınlıklar oldu. Kendi adıma, ihanetçilerin, ispiyoncuların, işbirlikçilerin ötesindekilerle sorunum yok!

Örgütsel, siyasal farklılıklar; hatta günümüzde bile çok ayrışmış olan siyasal yelpazedeki tercihlerin anlayış ve sabırla karşılanmasını diliyorum.


“DEMOKRATİK ÖZERK TRT” ve “TÜM KAMU ÇALIŞANLARINA GREVLİ TOPLU SÖZLEŞMELİ SENDİKAL HAK!” savaşımını verdiğimiz günler çok gerilerde kaldı. Hem, TRT tekeli yok artık; hem de dünyadaki sosyal, ekonomik ve sınıfsal gelişmeler, yeni söylemler gerektiriyor. Yüreğimiz ve beynimizle benimsediğimiz, severek uğraş verdiğimiz ve de yaptığımız programlarla katkıda bulunduğumuz demokratik savaşım yöntemleri artık çok değişik. Dinleyicilerimiz, seyircilerimiz de farklıydı. Çok kanallı yayın yaşamındaki TRT’nin yayın stratejisi de artık çok farklı.


Aslında bunları değerlendirmek değildi muradım. Ama sözüm kaydı, nerelere vardım. Diyorum ki, yaz sıcakları basmadan, millet deniz kıyısına kaçmadan, daha da eksilmeden, İstanbul’da Büyükada’da bir araya gelelim. Hem yitiklerimizi analım, hem de anılarımızı tazeleyip, kopukluğu giderelim. Var mısınız? Size hangi tarih uyar? Gününü anketle saptayalım ve tüm arkadaşlara duyuralım. Benim facebok sayfasına, ya da;
[email protected] sayfama yazarsanız sevinirim. Ayrıca saptayabildiğim kadarıyla yitirdiğimiz arkadaşların listesini ekte sunuyorum. Benim bilmediğim adları ve eksik kalan ölüm tarihlerini tamamlarsanız sevinirm. Sevgi ve dostlukla kalın. ADA’da görüşmek üzere…

Yaşar Özürküt

Ankara Radyosu Emekli Prodüktörü ve TRT-DER Genel Sekreteri

Jülide Gülizar, Yaşar Özürküt ve Selçuk Altan, 12 Eylül 1991

TRT ve yitirdiklerimiz

Oktay Arayıcı (21 Ocak 1984), Turan Dursun (11 Ekim 1990), Aslan Alp (1 Mayıs 1996), Süleyman Ayberkin (3 Mayıs 2001), Ümit Kaftancıoğlu (11.Nisan 1980), Beldan Kabalak (20 Eylül 1998), Mehmet Koç (22 Şubat 1998), Azer Yaran (5 Ekim 2005), Turhan Sabuncuoğlu (8 Haziran 2012), Şevki Balkan (3 Nisan 2011), Bilkur Akademir, Enver Delikçi (01 Mayıs 2003), Erol Mutlu (8 Mart 2005), Ateş Köyoğlu (14 Temmuz 2004), Dinçer Sezgin (21 Ocak 2010), Ertuğrul İmer (31 Aralık 2003), Ersin İmer (21 Temmuz 2004), Saffet Uysal (23 Kasım 2018), Nevzat Şenol (25 Ocak 2009),Yılmaz Selanik, Sacit Oman (12 Kasım 2010), Güngör Tüzün, Mete Bilginer (24 Mart 2000), Göksel Zilan (Aralık 2013), Yusuf Kurçanli (22 Şubat 2010), Leyla Durukan, Gültekin Kabukçuoğlu, Cevat Taylan (4 Kasım 2011), Jülide Gülizar (14 Mart 2011), Çetin Özer (2 Nisan 2014), Servet Somuncuoğlu (6 Ağustos 2013), Gürsu Arat, Lütfi Oktay Berk, Batu İşmen… Bu sayı sonra 64’e yükselmişti. Bugün sayı 150’yi aşmıştır sanıyorum.

Hangi birini nasıl yazmalı? İlk Ümit Kaftancıoğlu’nun acı haberi geldi. Tarih 11 Nisan 1980. Yani 12 Eylül gongu vurulmadan tam 5 ay önce. Evinin önünde vurdular Ümit’i. Celavuz Köy Enstitüsü mezunu bir köy çocuğuydu Ümit Kaftancıoğlu. Tırnaklarıyla kazıya kazıya TRT İstanbul Radyosu Prodüktörü olmuştu. Özellikle Türk Folkloru, Türk Halk Müziği konularında yaptığı programlarıyla tanıdı onu kamuoyu. Yarı dramatize Köroğlu destanını dinlemek için haftayı iple çekerdi dinleyici. Ankara’da TRT DER Lokalinde nöbete kaldığım için, İstanbul’daki cenaze törenine katılamadım. 11 Nisan 1980’de, Ankara Sanat Sevenler Derneği’nde TRT DER olarak düzenlediğimiz, benim yöneteceğim anı toplantısını da son anda polis basmış ve toplantıyı yasaklamıştı.

Sonra, 12 Eylül karabasan gibi çöktü toplumun üstüne. Üç yıllık bir kaçaklık serüveninden sonra, kapağı İsveç’e attım. Tek başıma, bizimkilerden çok uzak bir semtte, tek odalı bir evdeydim. Biriktirdiğim parayla, Türkiye’yi de dinleyebildiğim bir radyo almıştım. 20 Ocak 1985 gününü 21 Ocağa bağlayan gecenin sabah 05’inde TRT’yi dinliyordum.

Oktay Arayıcı

“TRT İstanbul Radyosu eski prodüktörü Oktay ARAYICI’yı yitirdik” diye iki satırlık bir haber geçti TRT. Yıkıldım… Oktay’ı kaçaklık dönemimde sıkça görmüştüm. Her evsiz kaldığımda, paraya gereksinim duyduğumda çekinmeden kapısını çaldığım bir dostumdu. Eşi Semiha ve çocukları Murat ve Zeynep’le mutlu bir yaşamları vardı.

Oktay, TRT DER’in son genel kurulunu yönetmiş; seçim sonrası da Onur Kurulu Başkanlığı görevini üstlenmişti. 12 Eylül zulmü onu da çok sevdiği mesleğinden koparmış 101’ler operasyonuyla İstanbul Liman Lokantasına muhasebeci yapmıştı. Yılmadı Oktay. Bir yandan davalar açtı, öte yandan evi geçindirmek için oyun yazımını hızlandırdı. Benim kaçaklık günlerime rastlayan dönemde “RUMUZ GONCAGÜL”ü yazıyordu. Çok dolgun maaşlı iş teklifleri de alıyordu. Ama reklam sektörü işi olduğu için elinin tersiyle itiyordu Oktay.

1983 yılıydı, gizli yaşam sürecinde, Pangaltı’da sığındığım eve getirilen Cumhuriyet Gazetesinde, akciğer kanserinden ameliyat olduğunu okudum. Ev sahibimden izin alarak dışarı çıktım. Evine telefon ettim. Kendisi hastanedeymiş. Kayın validesi ile konuştum. “Geçmiş olsun diyorum. Yurt dışından Yılmaz aradı dersiniz” deyip kapadım telefonu.

Sonradan, Cumhuriyet Gazetesi’ndeki teşekkür ilanına, sağlık ekibinin yanı sıra “…yurt içi ve yurt dışından arayan dostlara…” diye bana da gönderme yapmıştı Oktay.

Turan Dursun’un mezarı başında, 4 Eylül 1990
 

Sonra sıra kime geldi. Anımsamıyorum. Belki de Turan Dursun’du sıradaki. 6 Eylül 1990’da Hollanda üstünden, otobüsle İngiltere’ye geçerken duydum. Ümit gibi; karanlık güçler,  onu da vurmuşlardı. Ertesi günkü gazetelerde ilginç bir resmi vardı Turan Bey’in. Sağ elinin işaret parmağı dudaklarındaydı. Olan biteni anlamamış, “Ne oluyor” der gibiydi. Turan Dursun, TRT’de din programları yapan eski bir müftüydü. Din programları yapardı, ama kendi bildiği gibi yapar; TRT’nin yayın politikasının sınırlarını sürekli zorlardı. 1970’li yılların sonuna doğru, Mardin çevresinde, kendine özgü Arapça diliyle yazılı çok zengin bir kütüphane bulmuştu. İnatla oradaki kitapları okuyacak şekilde o Arapça dilini öğrendi. Ve de Salman Rüşti’yi sollayacak kadar bir birikim edinerek, onu kitaplarına dökmeyi hedefledi. Amacı bir “İslam Ansiklopedisi” hazırlamaktı. Birinci fasikülünü “A” harfiyle başlattı. Ve de sonunu hazırlamış oldu.

1991’de ülkeye döndükten sonra kimler gitti. İlkin Mehmet Koç’un hazin sonuna ilişkin haberi aldım. Ölüsünü üç gün sonra evinde, öğretmen arkadaşları bulmuştu. Koç, evlenmemiş yalnız yaşayan bir prodüktör arkadaşımızdı. 1970’de TRT sınavlarına beraber girmiştik. 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün işkence hanelerinden geçmiş olan Mehmet’in ruh sağlığı da bozuktu son zamanlarda. 1991’de yurda dönüşümde, Ankara’da arkadaşların verdiği yemeğe çağrıldığı halde gelmeyeceğini söylemişti Koç. Ben aradım.

“Abim hangi yüzle geleceğim senin yemeğine. İçerde bana ne sordularsa sana yükledim. Çünkü sen nasıl olsa yurt dışındaydın. İçeriden çıkınca bunu kayın pederin Seyfettin Amca’ya da anlattım. Onun için ben yemeğe gelmeyeceğim” dedi.

“Koç, senin yerinde kim olsa öyle davranırdı. Benim için bunların önemi yok. Ben sana hep güvendim; yine de güveniyorum. Ve de özledim. Görmek istiyorum” deyince, dayanamayıp gelmişti yemeğe. Sonra, Rıza Gül, Musa Emmi ve Remzi İnanç’ların benim için verdiği öğretmenlerin ‘hoş geldin’ yemeğine de katıldı. Bir daha da görmek, görüşmek kısmet olmadı.

Nevzat Şenol

Arslan Alp’i 1995’te, Ateş Köyoğlu’nu 2003’te yitirdik. 1999’da Süleyman Ayberkin’i; Erol Mutlu’yu, daha sonra Azer Yaran’ı 2005’te, Enver Delikçi’yi 2006’da, Nevzat Şenol’u 24 Ocak 2009’da:  Güngör Tüzün’ü Ekim 2009’da yitirdik.

Ertuğrul İmer’in ölümünden bir gün önce Serpil Erim’e yazdığı mektup çok ilginç. Dünyadan göçüp gitmeden önce; 1950’li yıllardan beri devşirdiği gözü gibi koruduğu, tiyatro oyunları bantlarını, halk müziği, sanat müziği taş plaklarını bir vasiyet olarak iş arkadaşı Prodüktör Serpil Erim’e emanet ediyordu mektubunda.

Yaşar Özürküt ve Arslan Alp, 1989

Bu dostların tümünün TRT’nin demokratik ve özerklik savaşımında katkıları var. Kimi az, kimi çok. Ama hepsi aynı saflardaki insanlardı. Ayrıca Aslan Alp’in benim yaşamımda çok önemli ve özel bir yeri var. Ayrı bir kitap olacak kadar yaşanmışlığımız var Alp’le. Bir kere TRT-DER içinde, Genel Sekreter Yardımcım olarak, büyük yüküme ortak olmuştu. Sonra siyasal yapılanma içinde, aynı saflarda olduk. Aslan ALP olmasaydı, ben kaçaklığı yüz akıyla tamamlayıp, canımı kurtaramazdım.

Önce İzmir’de İzmir Radyosu Program Müdürlüğünden kalma çevresini kullanarak, ev sorunumu çözdü. Sonra örgütlü olarak her ay bir kere görüşmeye gelerek, hem parasal gereksinimimi karşıladı; hem de Ankara’da olan biteni aktardı. TRT tabanından toplanan dayanışma paraları, Sermin’in kattıkları, yalnızca benim değil, yanımdaki kimi arkadaşlarımın günlük gereksinimini karşılamaya yetiyordu.

Sonraki günlerde İstanbul’da daha güvenli bir ortamda, örgütlü korumadayken de her ay bir kere geldi. Ve de son görüşmemizde riskler çok artmış, alan daralmıştı. Ankara’ya dönüşte, TRT’ci 101’lerle yediği bir yemek sonrası gözaltına alındı. 17’inci gün randevumuz vardı İstanbul’da. Her zaman olduğu gibi, Şişli Camiinin bir kapısından giriyor, öbür kapısından çıkıyordu. Arkasında kimsenin olmadığına kanaat getirince yanına yaklaşıyordum. Sonra uygun bir yere oturuyor, aylık görüşmemizi yapıyorduk. Eğer en gaddar işkencelere direnmeyip, o randevu günümüze polisi sürüklese; yalnız benim değil ama; bağlı olduğum siyasal yapının da tüm Türkiye yapısı kolayca çökertilebilirdi. Çünkü ben o günlerde, siyasi hareketimin en üst sorumlusu olan Türkiye sorumlusu ile bağlıydım. Aslan Alp yiğitçe direnmese, Filistin askısına, hortumlu suya, falakaya direnmese işimiz çok zor olurdu.

Yıllar sonra, İsveç’teki mültecilik günlerimde kurduğum yerel radyoya haftalık haber geçti Aslan. Sonra 1989’u 1990’a bağlayan yılbaşında İsveç’e davet ettim. Birlikte olduk. Özlem giderdik. Mültecilikten Ankara’ya döndüğüm Temmuz 1991’de Aslan, (CHP) Altındağ Belediyesi Başkan yardımcısıydı. Benim için de orada bir kadro ayarlamıştı. Ama benden iş istememek koşuluyla, “Aydan aya bordroya imza at” dedikleri için reddetmiş, Ankara bürokrasisinden sıkılarak, Kuşadası’ndaki tamire muhtaç yazlığa atmıştım kendimi. 1995 yılı 1 mayısında yitirdik Aslan’ı. Altındağ Belediyesi seçimini kaybettikleri için, kazanılmış İzmit Belediyesine yaklaşık tüm bürokrat kadro transfer olmuştu.

Süleyman Ayberkin, 12 Mart 1971 askeri darbesi sonrası oluşan TRT yapılanmasındaki demokratik dayanışmada, en çok birlikte olduğumuz arkadaşlardandı. O dönemde, ben Diyarbakır’a sürgüne gönderilirken, Süleyman da Erzurum’a sürülüyordu. 12 Eylül 1980 sonrası, Mersin’de ekonomik güçlüklerle boğuşarak geçirdi yaşamını. Tüm bu baskılar, gerginlikler iz bıraktı yaşamında. Ve erkenden terk etti bizleri.

Ateş Köyoğlu, Sarısözen’le başlayan bağlama serüvenini Nida Tüfekçi ile sürdürmüş TRT’nin usta saz çalarlarından biriydi. TRT DER’in son genel kurulunda onur kurulu üyeliğine seçilmişti. 1991’de Türkiye’ye döndüğümde Ateş, İzmir Radyosu kadrosunda idi. Benim “Öyküleriyle Türküler” projeme önemli katkılar yaptı Ateş.

Bunlar ilk aklıma gelen yitikler. Ama daha bilmediklerim, duymadıklarım da var elbette.

Nisan 2014’te yaptığım bu çağrıya katılmak için epey arkadaştan yanıt aldım. Mayıs ayı içinde yapmayı planladığımız bu anı gününü o tarihte gerçekleştiremedik. Çünkü ADA’daki evimin bahçesinde ayağıma batan paslı bir çivi, sonu ölüm olabilecek ağır bir yaşam sürecine zorunlu kıldı beni. 30 Nisan’da tetanos teşhisiyle başlayan bu süreç, ilkin Özel Hisar Hastanesi’nde; sonra da Çapa yoğun bakım servisinde, 46 gün uyutulmuş olarak sürmüş. Gözlerimi açtıktan sonra da, üç ay Çapa’nın çeşitli ünitelerinde, yaşama tutunma ve az hasarla arızayı giderme çabalarım oldu.

Büyükada Mavi Kulüp, 15 Mayıs 2016
 

Ama yine de çağrımızı iki yıl gecikmeyle, 15 Mayıs 2016’da, ilk çağrımızdaki mekân olan Büyükada Mavi Kulüp’te 20 kişi bir araya gelerek, yitik TRT’daşlarımızı andık. Bu çağrıya katılan meslektaşlarımızın yanı sıra; yitiklerimiz Oktay Arayıcı’nın eşi Semiha Arayıcı, Aslan Alp’in eşi Keriman ve kızı Sıdıka ile meslektaşımız ve Mete Bilginer arkadaşımızın eşi Neş’e Bilginer de katıldı. Sanatçı arkadaşlarımız Ali Gürlü, Tuğrul Şan ve Kıymet Unutma Şenli’nin türküleri eşliğinde, yitik TRT’daşlarımızı andık. Anılarımızla onları konuştuk. Alaettin Bahçekapılı’nın kamerasıyla da epey görselle günü zenginleştirdik. Ama ilk çağrıda küçük bir kitapçık ile anıları kalıcılaştırma amacımızı gerçekleştiremedik.

O güzel insanlar, o güzel atlara binip gittiler. Anıları yaşayanlarımızla olacak hep.

Yaşar ÖZÜRKÜT

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.