Giresun’un Eynesil ilçesinde şüpheli biçimde hayatını kaybeden 11 yaşındaki Rabia Naz için, baba Şaban Vatan’ın başvurusu üzerine HSK müfettiş görevlendirdi. Müfettiş, baba Vatan’ın etkin soruşturmayla ilgili iddialarını araştıracak
11 yaşındaki Rabia
Naz Vatan’ın 12 Nisan 2018’de hayatını kaybettiği olayla ilgili baba Şaban Vatan’ın başvurusu,
Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) gündeminde öne çekilerek öncelikli ele
alındı. Kurulun dün yaptığı toplantıda görüşülen başvuruyla ilgili inceleme
izni verildiği öğrenildi. HSK müfettişleri, süreci denetleyecek ve baba
Vatan’ın etkin soruşturma konusundaki iddialarını araştıracak.
Daha önce mülkiye müfettişleri tarafından Giresun’un
Eynesil ilçesinde de inceleme başlatılmıştı.
Bakan Gül: Dikkatle takip ediyorum
Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, Rabia Naz Vatan’ın
ölümüyle ilgili HSK’nın inceleme kararını, “Sürecin şeffaf biçimde ilerlemesi
ve tüm soruların cevabını bulması yegane amacımızdır. Süreci başından beri
dikkatle takip ediyorum” şeklinde değerlendirdi.
Baba Şaban Vatan, 11 yaşındaki kızının intihar
etmediğini, Eynesil Belediye Başkanı’nın yeğeninin kullandığı aracın çarpması
sonucu yaşamını yitirdiğini öne sürüyor. Olayın AKP Giresun Milletvekili
Nurettin Canikli’nin de devreye girmesiyle üzerinin örtüldüğünü iddia eden baba
Vatan, belediye başkanı, yeğeni ve Canikli hakkında suç duyurusunda bulunmuştu.
Giresun Sulh Ceza Mahkemesi ise ağabeyi Muhammet
Vatan’ın ifadesine dayanarak Şaban Vatan’ın akıl sağlığının yerinde olup
olmadığının tespiti için üç haftalığına akıl hastanesine gönderilmesine karar
vermişti.
27 ilde
ortak açıklama
Kadın Meclisleri, Rabia Naz için yarın Türkiye’nin
27 farklı ilinde ortak açıklama yapacak. “Rabia Naz’a Adalet”
sloganıyla Ankara’da saat 18 00’de Sakarya Caddesi’nde, İstanbul’da saat 18
00’de Kadıköy Kalkedon Meydanı’nda yapılacak ortak açıklamaların detaylı
programı şu şekilde:
Giresun – 12
00 – Eynesil Meydanı
İzmir – 19 00 – Alsancak Erbil Süel önü
Eskişehir – 15 00 -Kanatlı AVM önü
Antalya – 17 00 – Kapalı Yol (Havza Önü)
Aydın – 15 00 – Kent Meydanı
Bilecik – 15 00 – Teknosa Karşısı
Çorum – 13 00 – Saat Kulesi Önü
Adana – 18 00 – Atatürk Parkı
Çanakkale – 16 00 – Saat Kulesi Önü
Konya – 18 00- Zafer, Camlı Köşk Önü
Samsun – 17 00 – Eski Konak Sineması Önü
Hatay – 18 00 – Atatürk Parkı
Yalova – 15 00 – Cevdet Aydın Parkı
Malatya – 12 00 – Kapalı Çarşı Üstü
Manisa – 13 00 – Manolya Meydanı
Kastamonu – 16 00 – Kuzeykent İş Merkezi ATM’lerin önü
Tekirdağ- 17 00 – Hayal Adası Engelsiz Yaşam Derneği Önü
Kocaeli – 16 00 – Yürüyüş Yolu
Trabzon – 15 00 – Meydan Parkı
Mersin – 16 00 – Pozcu- Büyük Koton Önü
Isparta- 17 00 – Süleyman Demirel Heykel Önü
Gaziantep – 15 00 – Kırkayak
Bursa- 18 00 – Nilüfer Üç Fidan Parkı Anıtı
Muğla – 15 00 – Sınırsızlık Meydanı
Nevşehir – 15 00- 2000 Evler Ziraat ATM’ler Önü
İsrail seçimlerinde Netanyahu’nun Likud Partisi 36, Gantz liderliğindeki Mavi Beyaz İttifakı 35 sandalye kazandı
65 vekil çıkaran Netanyahu liderliğindeki aşırı sağ bloğun hükümeti kurması bekleniyor.
İsrail’de salı günü yapılan erken genel seçimlerin resmi sonuçlarına göre Benyamin
Netanyahu’nun Likud Partisi 36 sandalye kazanarak birinci çıktı. İsrail Merkez
Seçim Komisyonu, Yair Lapid ve eski genelkurmay başkanı Benny Gantz
liderliğindeki Mavi-Beyaz İttifakı’nın 35 milletvekili kazanarak ikinci
geldiğini açıkladı.
Eski savunma bakanı Avigdor Liberman liderliğindeki İsrail Evimiz partisi beş
sandalye kazanırken, Arap İttifakı altı sandalyeye sahip oldu. Sol parti Meretz,
beş milletvekili çıkarabildi.
Bu sonuçlara göre aşırı sağ blok 65 vekil çıkardığı için hükümeti kurma imkanına sahip oldu. Mavi-Beyaz İttifakı’nın iki liderinden biri olan Benny Gantz, seçim akşamı resmi olmayan sonuçların ortaya çıkmasının ardından yaptığı açıklamada, “Netanyahu aşırılık yanlılarını yanına aldı, hükümeti kuracak ve sonuç bu. Seçimlerin ön sonuçları göz önüne alındığında gerçek bu.” ifadelerini kullanmıştı.
Katılım oranı düşük
Seçimlere katılım oranının ise önceki seçime göre düştüğü görüldü. 6 milyon
300 bini aşkın kayıtlı seçmenden sadece yüzde 64,65’i sandık başına gitti.
2015’teki seçime katılım oranı yüzde 71,8’di.
İsrail’de hükümet kurmak için 120 sandalyeden 61’ine sahip olmak gerekiyor.
Şimdiye kadar hiçbir parti Knesset’te çoğunluğu elde edemedi. Dolayısıyla
İsrail koalisyon hükümetleriyle yönetiliyor.
YSK’nin görüşmeleri ertelemesi için talebin AKP’li üye Recep Özel’den geldiği belirtiliyor
Yüksek Seçim Kurulu (YSK), AKP’nin sahte seçmen iddiasıyla Büyükçekmece’de
seçimlerin yenilenmesi talebini dün görüştü. Ancak toplantıyı yarıda kesen YSK,
görüşmeyi erteledi. Kurul, gerekçe olarak İstanbul’da süren sayımın devam
etmesini gösterdi ve Büyükçekmece başvurusunun, AKP’nin ileride İstanbul’da
seçimlerin yenilenmesine yönelik yapacağı “olağanüstü itiraz” ile birlikte
değerlendirme kararı aldı.
YSK, AKP’nin sahte seçmen ve seçmen kaydırma iddiasıyla seçimlerin iptali talebinde bulunduğu Büyükçekmece dosyasını günlerdir görüşmedi. Dün olağanüstü toplanan kurul, üç saatin ardından talebi karara bağlamayarak görüşmeleri erteledi. Erteleme talebinin AKP’nin YSK temsilcisi Recep Özel’den geldiği belirtiliyor.
YSK’nin bu son kararının ardından İstanbul’daki oy sayım işleminin tamamlanması beklenecek.
Ödemiş’te en genci 50-60 yaşında olan zeytin ağaçları, İlkkurşun köyü yakınlarındaki yeni yol çalışması nedeniyle kesilmeye başlandı. Köylüler tepkili: Mevcut yolu genişletsinler, yeter.
İzmir’in Ödemiş ilçesinin İlkkurşun köyü yakınlarında yeni yol çalışması
nedeniyle 1000 adet zeytin ağacının kesimine başlandı.
Birgün gazetesinin haberine göre; köylüler, dört beş
yıldır mücadele ettiklerini, fakat kimseye söz dinletemediklerini ve bir çevre
katliamı yaşandığını belirtti. İlkkurşun Köyü Kafkas Kültürü Dayanışma Derneği
Başkan Yardımcısı Rıfat Dirik, yolun 100 metre kısaltılması için kesilecek
ağaçların en gencinin 50-60 yaşında olduğunu söyledi.
‘Mevcut anayol genişletilsin’
Mevcut yolun rahatça düzleştirilip genişletilebileceğini ifade eden Dirik, “Bölge tarihi İlkkurşun tepelerinin hemen yanında. Buradan dolgu alma uğruna yolun güzergâhının değiştirilmesi zeytin ağaçlarımızın sonunu getirecek” dedi. Derik, yüklenici firmanın 2015’ten beri arazi üzerinde dolgu ve kazı malzemesi aldığını belirterek şunları söyledi:“Bu çalışma önlenmemesi halinde köyümüzün merası, mera olmaktan çıkacak. Mevcut anayolun genişletilerek doğanın tarihin ve yeşilin korunmasını istiyoruz.”
YSK belediye başkanlarından sonra KHK ile kamudan ihraç edilen belediye meclis üyesi ve il genel meclisi üyesi adaylara da mazbatalarının verilmemesine karar verdi.
Yüksek Seçim Kurulu (YSK), KHK’yla ihraç edilen belediye meclis üyesi ve il genel meclisi üyesi adaylara da mazbatalarının verilmeyeceğini bildirdi. YSK, bu kişilerin bir daha kamu görevinde çalışamayacağına dair bir karar bulunduğunu belirtti. Ancak başkanlar yönünden, ikinci sıradaki partinin adayına mazbata verilmesine hükmederken, KHK ile ihraç edilen benzer durumdaki belediye meclis üyeleri için “aynı partinin aday listesinde kendisinden sonra gelen kişilere mazbata verileceğini” karara bağladı.
Adaylık serbest kazanmak yasak mı?
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) itirazı üzerine, OHAL döneminde
çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) kamudan ihraç edildiği belirlenen
bedeliye başkanlarının mazbataları da geçtiğimiz gün iptal edilmiş, ikinci
sıradaki adayın belediye başkanı ilan edilmesine karar verilmişti. Bu, YSK’nın
tarihinde de bir ilk. Henüz bir gerekçe de gösterilmedi. Önümüzdeki günlerde
yazılacak gerekçeli karar, bundan sonraki seçimlerde emsal niteliğinde olacak.
Karar kapsamında 5’i HDP’li olmak üzere ilk belirlemelere göre 7 belediye
başkanının mazbataları iptal edildi. YSK’nın bu kararı hangi gerekçelere
dayandırdığı henüz bilinmiyor. KHK ile kamudan ihraç edilmiş olmanın,
“seçilme yeterliliğine engel durum” oluşturmadığını savunan HDP ise mazbata iptali kararı verilen yerlerde seçimin
yenilenmesi istemiyle YSK’ya “olağanüstü itiraz” başvurusunda bulunacak.
YSK’nın 15 Ocak 2019 tarihli kararında da Mahalli İdareler Yasası’nın 10.
maddesine göre “Anayasa ve kanunlarda yazılı şartlara uygun olarak,
seçilme yeterliğine sahip olan her vatandaş, bir siyasi parti listesinden veya
bağımsız olarak, il genel meclisi üyeliğine, belediye başkanlığına veya
belediye meclisi üyeliğine adaylığını koyabilir” hükmü uyarınca, yasaya
göre seçilme yeterliliği taşıyan herkesin aday olabileceğine vurgu yapılmıştı.
Ancak, kararda da kamudan ihraç edilenlere ilişkin özel bir ifade bulunmuyor.
bbc türkçe’nin ulaştığı Van Çaldıran’da belediye başkanı seçilen HDP’li Leyla Atak’a mazbata verilemeyeceğine ilişkin YSK kararında; sadece KHK ile ihraç edildiği ve çok oy alan ikinci sıradaki adaya mazbatanın verileceği belirtiliyor. Herhangi bir gerekçe ise gösterilmemiş.
‘Belediyeye personel almıyorsunuz’
31 Mart seçimlerini kazanan belediye başkanları ve meclis üyelerinin adaylıklarının YSK tarafından onaylanmış olması, ancak kazandıktan sonra KHK’lı oldukları gerekçesiyle mazbatalarının verilmeyişi ve adaylıklarının düşürülmesi, kamuoyunda da tartışmalara yol açtı. İtirazı yapan AKP bu isimlerin adaylığına, adaylık sürecinde “itiraz olmadığı” gerekçesiyle onay verdiğini savunurken, HDP Mahalli İdareler Yasası’nda adaylık kısıtları maddesinde ‘KHK ile ihraç’ gerekçesi olmadığına dikkat çekti. HDP’li TBMM Başkanvekili Mithat Sancar şunları söyledi: “Adaylara seçilme yeterlilikleri açısından itiraz belli bir süreye tabidir. Bu süre geçtikten sonra adaylıklar kesinleşir. Seçimden sonra adaylara ilişkin seçilme yeterliliği taşımadıkları için itiraz edilebilmesi için yeni bir sebebin ortaya çıkması lazım. Mesela Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmadığının sonradan ortaya çıkması, 18 yaşını doldurmadığı, ya da adli sicilde seçilmeye engel bir kaydı olmamasına karşın, sonradan bu durumun ortaya çıkması gibi nedenlerle itiraz edilebilir, aksi taktirde edilemez” görüşünü dile getirdi.
Sancar, bu kararıyla YSK’nın, belediye başkanlarını da “kamuda
istihdam edilen kişiler” olarak tanımladığına işaret ederek, bunun
anayasaya ve ilgili yasalara aykırı bir durum oluşturduğunu vurguladı: “Siz
belediyeye personel almıyorsunuz, halkın iradesiyle belediyeye başkan
seçiliyor. Eğer seçilmiş belediye başkanını idarede istihdam edilen kişi olarak
görürseniz, demokrasinin ve seçimin anlamı kalmaz.”
Bu kararda HDP’ye yönelik özel bir planın olduğunu düşündürtecek örnekler olduğunu
söyleyen Sancar, kurulun seçime olan güveni ve seçim güvenliğini ağır şekilde
yaraladığını belirtti; “Bunun uzun süre kalıcı etkileri olur ve bu etkiler
yıkıcı olur” dedi.
İhraç kararı
olmayan HDP’lilere de mazbata yok
İhraç edilenlerin mazbatası iptal edilirken, aralarında Diyarbakır ve Mardin’de
HDP’den belediye başkanı seçilen Mızraklı ve Ahmet Türk’ün de bulunduğu HDP’li
başkanlara ise mazbataları verilmedi. Mithat Sancar, bu rakamı 26 olarak
açıkladı. YSK kaynaklarından bu isimlerle ilgili de net bir bilgi verilmedi.
Milletvekili olabiliyorlar…
Yüksek Seçim Kurulu, KHK ile kamudan ihraç edilen milletvekilleri yönünden
yapılan itirazı ise reddetmişti. 24 Haziran 2018 genel seçimlerinde CHP’den
İstanbul milletvekili seçilen İbrahim Kaboğlu, CHP listelerinden aday
gösterilen ve seçilen Saadet Partisi İstanbul Milletvekili Cihangir İslam ve 18.
sıradan aday gösterilip seçilemeyen Yüksel Taşkın’ın adaylığına bir yurttaş
itiraz etti. .
YSK, Kaboğlu hakkındaki başvuruyu 28 Mayıs 2018 tarihinde karara bağladı.
Kararda, 686 sayılı KHK kapsamında kamu görevinden çıkarılan kişilerin, ”
(…) bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemezler, doğrudan veya dolaylı
olarak görevlendirilemezler” hükmünün milletvekilleri yönünden geçerli
olamayacağına hükmetti. YSK buna gerekçe olarak Anayasa’nın 76. maddesinde,
kamu hizmetlerinden kısıtlılık halinin mahkeme kararına dayanması gerektiğine
ilişkin 2. fıkrasını anımsatarak, Kaboğlu yönünden kısıtlılık kararı
bulunmadığı için itirazı reddetti.
‘Yaşlı bir erkek çiftin uygunsuz görüntüleri’nin toplumun milli ve manevi değerlerine, genel ahlaka, ailenin korunması ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle 9-1-1 dizisine 3 kez program durdurma cezası verildi
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), FOX Life kanalında yayınlanan
“9-1-1” dizisine 3 kez program durdurma cezası verdi. Gerekçe olarak “Yaşlı bir
erkek çiftin uygunsuz görüntüleri” gösterildi.
RTÜK’ün kararı şu ifadelerle duyuruldu: “FOX Life kanalında yayınlanan
‘9-1-1’ isimli diziyi de inceleyen Üst Kurul, dizide yaşlı bir erkek çiftin
uygunsuz görüntülerinin, toplumun milli ve manevi değerlerine, genel ahlaka,
ailenin korunması ilkesine aykırı olduğu kanaatine vardı. RTÜK, eşcinsel
birliktelikleri olağan gösteren ‘9-1-1’ dizisini yayınlayan FOX Life’a 3 kez
program durdurma cezası uyguladı.”
RTÜK’ün ile 3 kez
yayını durdurulan 9-1-1 dizisi Glee, American Horror Story, Nip/Tuck ve
American Crime Story gibi dizilerin yaratıcısı Ryan Murphy’nin elinden çıkma.
Dizide Angela Bassett ve Peter Krause gibi yıldızlar yer alıyor.
Açık Radyo’nun Dinleyici Destek Özel Yayını, bir başka deyişle 16. Radyo Günleri veya Şenliği başladı. Yılın Açık Radyo’ya destek zamanı geldi.
Ne zaman “radyo günleri” dense aklıma şu sahne gelir:
Tabii bir de teyzemin eski Radyo Haftası mecmuası ciltleri…
10 Mart 1951 tariihli Radyo Haftası, kapakta Müzeyyen Senar
Ama bu size Açık Radyo’yu desteklemenin “radyo nostaljisi” ile ilgili olduğunu düşündürmesin. Evet, iletişimin, haber ve müziğe erişmenin (görünüşte) çok hızlandığı ve kolaylaştığı aşikar. Ama buna tepki olarak vinil plaklar toplayıp, eski görünümlü radyolardan parazitli yayınlar dinleyecek değiliz. Çünkü Açık Radyo dinlemek dünle değil, yarınla ilgili…
Tabii bugünle de…
***
Her sabah kalktığınızda gidip aldığınız, sabah çayınız ya da kahvenizle birlikte keyifle ve içinize sinerek okuduğunuz bir günlük gazete kaldı mı? Ya haftalık dergi?
Dünyada neler olup bittiğini takip ettiğiniz, Türkiye’yle ilgili siyaset yorumlarını kaçırmadığınız kaç yazar kaldı? Varsa da bu yazarlar bildiğimiz tipte bir medya kuruluşunda yazabiliyor ya da konuşabiliyorlar mı?
O hep bildiğimiz iyi gazeteciler neredeler? Haber atlatan, manşet çıkaran, gündem yaratan muhabirler nerelerde çalışıyor? Patronlarından şikayet ettiğimiz haliyle bile olsa bağımsız medya nerede?
Hükümeti eleştiren, sistemi sorgulayan, ama bu arada başka güç odaklarına da eyvallahı olmayan kaç medya kuruluşu kaldı?
***
Açık Radyo bir medya kuruluşu. Eski zamanlardan beri bildiğimiz tarzda bir radyo. Stüdyoları, ses mikserleri, teknik ekipleri, antenleri, yapımcıları, sunucuları, yayınları yöneten ekipleriyle… Ama Açık Radyo’da patron yok. Arkasında güç odakları, iktidar yapıları, siyasi alışverişler de yok. Tam 24 yıldır profesyonelce iş çıkaran, bağımsız haber veren, kaliteli kültür-sanat yayını yapan, müziğin en iyisini o türü en iyi bilen insanların elinden dinleten bir radyo, tamamına yakını gönüllü programcılar tarafından hazırlanan programlarla bunu başarıyor.
İşin sırrı da şurada: Açık Radyo giderlerinin yarısını, dinleyicilerinin her yıl aksatmadan yaptığı ufak maddi desteklerle sağlıyor.
Kurulduğu günden bu yana üzerinde yaşadığımız bu gezegen yaşanabilir bir yer olarak kalsın, gelecek kuşakların, bizim çocuklarımızın ve tüm canlıların yaşayacakları bir hayatları olsun diye yayın yapan, yayın yapmakla da kalmayıp aktivist bir tarz benimseyen, en önemlisi de iklim değişikliğine karşı mücadele eden herkesin dinlediği ve sesini duyurduğu, hatta forumlar, kampanyalar örgütlediği bir yer Açık Radyo.
On yılı aşkın zamandır programcısı olmaktan gurur duyduğum, Yeşil Gazete’yi çıkaranların örnek aldığı, okurlarının da elbette dinleyicisi olduğu, elimizdeki en hakiki, bağımsız ve şenlikli yayın organı.
Şimdi, bu hafta, Açık Radyo’ya destek zamanı. Bütün Yeşil Gazete okurlarını, karınca kararınca, Açık Radyo’ya destek olmaya davet ediyorum. http://acikradyo.com.tr/
“Hayvanlara uygulanan şiddet, insanların
kendilerinin oluşturdukları imaj üzerinde derin yankılar (bilinçli ve
bilinçsiz) uyandırmaktan geri kalmayacaktır. Bu şiddet, öyle inanıyorum,
gittikçe daha az dayanılır olacak” (Jacques Derrida, Gün Doğmadan).
Sayfanın başındaki korku filmi afişini
andıran fotoğraf bir kasap ilanı. “Kasabınız kapınızda” diyor, elinde
satırlı, arkasındaki kanlı fonun önünde duran bir kasap. İrkilmesi
gerekmez mi herkesin? Kapınızın önünde böyle birini görseniz,
irkilirsiniz mutlaka. Ama “kasap” olduğu belirtilmiş ve satırın da ne
için kullanıldığı belli. Bu bir rahatlama yaratıyor haliyle.
Bir mafya lideri zaman zaman “oluk oluk
kan” akıtma tehditleri savurduğunda, endişeli yazarlar kaleme sarılıp,
“iç savaşa hazırlık” tespitleri yaptılar. Oysa her yıl yüzlerce kişi
kurban kesiminde hayvanları öldürürken yaralanıp hastanelere gidiyor.
İşini ustalıkla yapanların sayısı ise belirsiz.
Yüz binlerce kişinin avcılık “belge”si
var. Belgesi olmayanlar daha da çoktur. Bunlar da silahını kuşanıp
dilediğince dağda bayırda canlıları öldürebiliyor. Velhasıl hayvanları
kolaylıkla öldüren, öldürebilenlerle bunu yapmayan/yapamayacak olanlar
aynı toplum içinde birlikte yaşayıp gidiyor.
Peki tüm bu şiddet eylemleri niye
rahatsızlık, endişe yaratmıyor ve “normal” hayatını sürdürebiliyor ezici
çoğunluk? Cevabını şiddetin tanımında bulabilir miyiz acaba?
Anthony Arblaster, “Şiddetin, hakkında
görüş birliğine varılmış yahut tartışmalı olmayan bir tanımı yoktur.
Terim bunun mümkün olabilmesi için fazlasıyla geniş kapsamlıdır,” diyor
ve ekliyor: “Yine de terimin, insanlara incitmek, acı ve ıstırap
çektirmek niyetiyle yapılan her türlü fiziksel saldırıyı kategorize
ettiği yönünde, sağduyuya dayalı basit bir anlaşılma biçimi söz
konusudur.”[1]
Bu “görüş birliğine varılamayan”
tanımdan devam edebiliriz. En azından neyi kapsamadığına bakabiliriz. O
tanımların neredeyse tümünün hayvanlara dair “fiziksel saldırıları”
tanımın kapsamı dışında bıraktığını söyleyebiliriz. İnsanlara dair
“fiziksel saldırılar” tartışmalı da olsa şiddet kapsamı içinde
değerlendiriliyor.
Modern devletin gelişimi ile şiddete
başvurabilme “hak”kı, “meşruiyeti” devletin tekeline geçti ve her tür
şiddet eylemi bir hukuksal çerçeve içerisinde tanımlandı.
Toplumun/bireylerin hangi durumlarda şiddete başvurabilecekleri de
yasalar kapsamında belirlendi.
Oysa aynı dönem, hayvanlara yönelik
fiziksel saldırılar, şiddet olarak görülmedi ve bir kısıtlamaya
gidilmedi. Jean-Jacques Rousseau, Jeremy Bentham, Voltaire gibi
düşünürler hayvanlara yönelik kötü muamelelere karşı çıktılar.
Britanya’da 19. yüzyılda hayvanlara merhamet çağrısı yapan ilk
örgütlenmeler görülmeye başlandı. Bu örgütlerin hayvanlara yönelik
saldırıların şiddet kapsamına alınması mücadelesi ile uzun tarihi içinde
kısmi başarılar elde edildi.
19. yüzyılda özellikle İngiltere’de
mücadeleler sonucu hayvanlara yönelik zulmü engellemeye yönelik ilk
yasal düzenlemelere gidildi. Bu ilk düzenlemelerin çerçevesi “mülke
verilen zarar” ve “kamu ahlâkına aykırılık”tı.
Mülkiyet üzerinden hareket eden liberal düşüncenin belirlediği bu yaklaşımı mesela Locke şöyle ifade ediyor:
“Locke’un hayvanlara boş yere ‘eziyet
edilmesinden ve öldürülmelerinden’ duyduğu vicdani rahatsızlık, tıpkı
Kant’ınki gibi, hayvanların görebileceği zarara değil, bunun insanlara verebileceği zarara
dayanıyordu. Kediye işkence eden çocuk da, domuzu kesen kasap da
–özellikle 17. yüzyıl kesimhanelerinin koşulları göz önüne alındığında–
hayvanlara dayanılmaz bir acı çektirmektedir. Ama çocuk boş yere acı
çektirmekte, dolayısıyla da hayvanı sadece tahrip ve israf etmekteyken,
kasabın, Tanrı’nın hayvanları bize mal olarak bahşettiği kabulüne
dayanan belli bir amacı vardır.”[2]
İlk kez İsveç’te 1857 yılında hayvanlara yönelik zulmü, mülkiyetten bağımsız olarak suç sayan yasal düzenleme yapıldı.
Bu uzun tarih sürecinde ne yazık ki,
hayvanlara şiddeti önlemeye yönelik düzenlemeler, tüm hayvan türlerini
kapsamadı ve hâlâ da kapsamıyor.
Günümüzde de örneğin bir kedi ya da
köpeğin şiddete maruz kalması çok daha yaygın bir tepkiye yol açarken,
“yenilebilir” hayvanların uğradıkları şiddet görmezden gelinir. Onlara
yönelik davranışlar şiddet “kapsamı”na girmez.[3]
Bu farklılığı, Slavoj Zizek’in, şiddetin
öznel ve nesnel biçimleri arasındaki ayrımından hareketle anlayabiliriz
belki. Zizek’e göre, nesnel şiddet türünün ilki dilde ifadesini bulan
sembolik şiddettir. İkincisi ise, “sistemik” şiddet dediği, “ekonomik ve
politik sistemlerimizin pürüzsüz işleyişinin genellikle yıkıcı sonuçlarını içeren bir şiddettir”. Zizek bunun püf noktasına dikkat çekerek, bu öznel ve nesnel şiddetin aynı “bakış açısıyla” kavranamayacağını ileri sürer:
“Öznel şiddetin, şiddet içermeyen bir boş zemin üzerinde gerçekleştiği düşünülür. Öznel şiddet şeylerin
‘normal’ ve huzurlu halinin bozulması olarak görülür. Fakat nesnel
şiddet tam da şeylerin bu ‘normal’ haline içkin olan bir şiddettir.
Nesnel şiddet görünmezdir zira bir şeyleri öznel şiddet olarak
algılamamızı sağlayan temel standardı, sıfır derecesini oluşturur.
Sistemik şiddet bu nedenle fizikteki ‘karanlık madde’ gibidir, aşırı
görünür olan öznel şiddetin karşıtıdır.”[4]
Bir örnek olay üzerinden devam edeyim.
Elbistan’da 2017’de mezbahaya götürülürken kaçan danaları sahibi silahla
vurup öldürdü. Olay yargıya intikal etti. Sahibi, “İthal olarak
Türkiye’ye getirilen bu hayvanlar, sürekli doğada yaşadığı için insana
alışık değil. İnsandan ve insanların bulunduğu ortamlardan çok çabuk
ürküyor. O gün de ürkerek kaçtılar. Hayvanları vurmasaydık, yoldaki
araçlara ve içindeki insanlara zarar verme ihtimalleri çok büyüktü. (…)
Yoksa aylarca emek verdiği ve beslediği hayvanlara böyle bir şekilde
davranmayı kim ister,” diye kendini savundu.
Hayvanları vurana, “Hayvanlara kasıtlı
olarak kötü davranmak, acımasız ve zalimce işlem yapmak, dövmek, aç ve
susuz bırakmak, aşırı soğuğa ve sıcağa maruz bırakmak, bakımlarını ihmal
etmek, fiziksel ve psikolojik acı çektirmek” maddesi uyarınca 546 TL
para cezası verildi.
Olayın bu kısmı, Zizek’in ayrımındaki
“öznel şiddet”e giriyor. Ama “nesnel şiddet”, yani görünmez olana
bakarsak, o danalar mezbahaya öldürülmeye götürülüyordu. Bunu görünmez
kılan, “normal”leştiren elbette ideloji. Herkesin “çıkar”larından yola
çıkması ve o çıkar mantığının metalaştırdığı, “nesne”leştirdiği,
hayvanlara yönelik “nesnel şiddet”in “boş yere” yapılmadığı kanısını
doğallaştıran davranış kodu.
Bir örnek de malum, çıkmak bilmeyen
hayvan hakları yasası. Yasanın başlığında “hayvan hakları” olacaktır
muhtemelen. Ama düzenleme taslağına bakıldığında, görünür olan, “öznel
şiddet”i suç kapsamına alacağı. “Nesnel şiddet”in, yani mezbahalarda
bıçak altına giden, bakanlıkça “av” başlığı altında para karşılığı
öldürtülen yaşam alanındaki yaban hayvanlarına yönelik ve benzeri
şiddeti kapsamayacağını söyleyebiliriz.
Tam burada Derrida’nın hayvan kavramına itirazını hatırlayabiliriz:
“İnsanın yoldaşı, komşusu ya da kardeşi
olarak görmediği bütün canlılar, tıpkı el değmemiş bir ormana, bir
hayvanat bahçesine, bir avlanma ya da balık tutma sahasına, bir otlağa
ya da mezbahaya, bir evcilleştirme alanına kapatılır gibi, bu torba
kavramın, hayvan diye uçsuz bucaksız bir kampın, bu genel cins ismin
(hayvanlar değil, Hayvan) sınırları içine sokulur. Üstelik, kertenkeleyi
köpekten, tekhücreliyi yunustan, köpekbalığını kuzudan, papağanı
şempanzeden, deveyi kartaldan, sincabı kaplandan, fili kediden,
karıncayı ipekböceğinden, kirpiyi ekidnadan ayıran o sonsuz mesafeye
rağmen…”[5]
Nesne değil kişi
Bertrand Ogilvie’nin “Şiddetin vahşi ve
çağdışı yeni görünümleri olduğu düşünülen şey, aslında insanlara, ‘insan
kaynakları’na nihayet nesne gibi davranılabileceği düşüncesinin
yayıldığı sanayi toplumlarının simgesel ilgisizliğine doğrudan bağlı
yeni biçimler ve sonuçlardır”[6] diye vurguladığı “nesne” gibi olma, hayvanlara yönelik şiddetin de temelinde yatıyor.
Günümüzde, özellikle Avrupa’nın birçok
ülkesinde hayvan hakları mücadelesi sonucu, bazı hayvanlara yönelik
şiddet eylemleri suç kategorisinde cezalandırılıyor. Ancak şiddete
uğrayan hayvanların hukuki statüleri, hâlâ “hassas canlılar” olarak geçiyor.
O halde hayvan hakları mücadelesinin
hayvanlara yönelik “öznel” ya da “nesnel” şiddeti engelleyebilmek
hedefinde önemli bir gündem maddesi, hayvanları “nesne” olmaktan çıkarıp
birer “kişi” haline getirebilmektir. Bu, hukukçu Steven Wise’ın “en
azından bazılarını, o duvarda yine bir delik açıp uygun insan dışı
hayvanları gerçek kişiler olmaları için o delikten diğer tarafa doğru
besleme” diye anlattığı deliği büyüterek yapılabilir.
Delik büyüdükçe, “nesnel şiddet”in
görünmezliği görünür hale gelebilecektir. O zaman pekâlâ, Nusret ve
benzeri şovlar, reklamlar “şiddeti övme” fiiline dahil edilebilir.
Zizek’in ayrımından devam ederek başa dönersek, fotoğraftaki reklamda hem sembolik, hem sistemik şiddet görünmezdir.
[1] William Outwhite, Modern Toplumsal Düşünce Sözlüğü, İletişim Yayınları, 2008, çev. Alev Erkilet Başer, s. 758.
[2] Gary L. Francione, Hayvan Haklarına Giriş, çev. Renan Akman-Elçin Gen, s. 133-134.
[3]
Sokak hayvanlarına yönelik “öznel” şiddet elbette tepkilere yol açan.
Yoksa Zizek’in vurguladığı “normal haline içkin olan” sistemik şiddet,
yani kedi köpeğin, barınaklara kapatılması, ormanlara atılması, yaşam
alanı olmayan sokaklara terk edilmesi değil. Nesnel şiddet, hayvansever
kitle içinde bile yakın zamanlarda tepkilere yol açmaya başladı.
[4] Slavoj Zizek, Şiddet, çev. Ahmet Ergenç, Encore Yayınları, 2018.
Fakat şu net bir şekilde ortadadır ki, bu seçimlerin en büyük galibi halihazırdaki başbakan Benyamin Netanyahu olmuştur.
İsrail’deki genel seçimlerin galibi Benyamin Netanyahu oldu. Resmi olmayan sonuçlara göre Likud Partisi seçimlerden birinci parti olarak çıkarken, Benyamin Netanyahu da İsrail siyasetinde tarihi bir başarıya imza atarak beşinci kez başbakan seçildi. İktidardaki Likud Partisi’nin yanı sıra milliyetçi ve din tandanslı siyaset yürüten partiler de seçimlerden beklentilerin üzerinde bir oy alarak çıktılar ve böylece Likud ve diğer sağ partiler İsrail parlamentosu olan Knesset’te çoğunluğu elde etmeyi başardılar. Seçim sonuçları şunu açıkça gösterdi ki, İsrail seçmeni tercihini sağ siyasi partilerden yana kullanmıştır. Bununla birlikte İsrail seçmeninin Likud’a verdiği destek, hakkında birçok yolsuzluk iddiası bulunan Netanyahu’ya derin bir nefes aldırmıştır.
Seçim sonuçlarına göre 120 sandalyeli Knesset’te
Netanyahu’nun partisi Likud ile diğer irili ufaklı miliyetçi ve dinci partiler 65 sandalye
kazanmayı başardı. Buna karşın muhalefet yalnızca 55 sandalyede kaldı. Bununla
birlikte oyların tamamına yakını sayılmış olsa da, resmi seçim sonuçlarının perşembe günü içerisinde açıklanması bekleniyor. Geçmişte Dışişleri Bakanı olarak görev yapan aşırı milliyetçi politikacı Avigdor Lieberman ile İsrail
siyasetinde merkezde konumlanan Moshe Kahlon açıkça Likud’un önderlik edeceği ittifaka yeşil ışık
yaksalar da, koalisyon oluşturulana kadar bir çok pazarlık yapılacağı ve bu pazarlıkların
belirli bir süre alabileceği tahmin ediliyor. Fakat şu net bir şekilde ortadadır ki, bu
seçimlerin en büyük galibi halihazırdaki başbakan
Benyamin Netanyahu olmuştur.
Salı günü gerçekleşen seçimlerde, sol siyasi partiler tarihi
bir hezimet yaşadılar. İsrail’deki sol siyasetin önemli temsilcileri olan Mapai ve
Meretz büyük bir hezimet tablosuyla karşı karşıya kalmıştır. Benyamin Netanyahu’nun
yeniden başbakanlık koltuğuna oturmasıyla İsrail Devleti’nin kurucusu olan
David Ben Gurion’un en uzun süre başbakanlık yapan İsrailli siyasetçi olma ünvanı da ortadan kalkacak. Bununla
birlikte Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin’in prosedür olarak meclise giren ve koalisyon
kurup hükümeti kurma ihtimali olan tüm siyasi parti liderleriyle görüşüp en yüksek şansa sahip olan lidere hükümeti kurma vazifesini vermesi
bekleniyor. Cumhurbaşkanı Rivlin de buna binaen kabul edeceği siyasi parti
liderleriyle yapacağı görüşmelerin şeffaflık adına televizyondan canlı yayınlanacağını ve
kamuoyunun gözleri önünde cereyan edeceğini açıkladı.
Genel seçimlere Arap asıllı İsrail vatandaşlarının
katılımının düşük olduğu gözlemlendi. Bunda ana akım tüm siyasi partilerin Filistin meselesinin çözümüne dair bir perspektif ortaya
koyamamalarının önemli bir rol oynadığı söylenebilir. Öyle ki, seçimlerden kısa bir süre önce bazı adaylar, seçilmeleri halinde Batı Şeria’nın bazı
bölümlerini ilhak edip İsrail topraklarına
katacaklarını vaat etmişlerdir ve bu tür söylemler Arap asıllı İsrailli seçmeninin sandığa gitme oranına menfi
etkide bulundu.
Son olarak Netanyahu’nun başlıca
rakibi Mavi ve Beyaz ittifakın lideri Benny Gantz henüz resmen mağlubiyeti kabul etmiş değil.
Fakat görünen o ki gelecek hükümet, Likud önderliğinde bazı aşırı milliyetçi ve dini tandanslı partiler tarafından
kurulacaktır.
İngiltere polisi, 2012 yılından beri Londra’daki Ekvador Büyükelçiliği’nde yaşayan WikiLeaks’in kurucusu Julian Assange’ı gözaltına aldı.
İsveçli savcıların Assange hakkında yedi yıldır devam eden tecavüz soruşturmasını kapattıklarını açıklamasına rağmen İngiltere polisi Assange’ın büyükelçilik binasını terk ettiği anda gözaltına alınacağını söylemişti.
Londra Polis Teşkilatı, Assange’ın Büyükelçilik binasını terk ettiği anda Haziran 2012’de mahkemeye çıkmadığı için Westminster Sulh Hukuk Mahkemesi’nin tutuklama emrini yerine getireceğini aktarıyordu.
Assange’ın dahil olduğu suçlara bakan savcılık ofisinin sözcüsü Assange’ın tutuklanması halinde en fazla bir yıl hapis cezası alacağını söylemişti.
Londra Polis Teşkilatı Scotland Yard, Ekvador’un Assange’a verdiği sığınma hakkını kaldırmasının ardından büyükelçilik tarafından binaya davet edilerek Assange’ı gözaltına aldıklarını açıkladı.
Assange’ın Londra’nın merkezindeki bir polis merkezinde gözaltında tutulacağı, ardından da Westminster Sulh Hukuk Mahkemesi’ne çıkacağı belirtildi.
Ekvador, Assange’a verdiği sığınma hakkını sığınma kurallarını sürekli ihlal ettiği gerekçesiyle kaldırdığını açıkladı; hemen ardından Assange’ın gözaltı kararı geldi.
Assange tutuklanması halinde Wikileaks hakkında soruşturma yürüten ABD’ye teslim edilebileceğinden endişe ediyordu.
Assange: Ekvador beni ABD’ye teslim etmek istiyor
Ekvador ve Assange arasında sığınma koşulları dolayısıyla uzun zamandır bir gerilim yaşanıyordu.
Ekvador, geçtiğimiz Ekim ayında Assange’ın daha iyi sığınma koşulları için açtığı dava başvurusunu reddetmişti.
Assange, Ekvador Dışişleri Bakanlığı’na karşı anayasal haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle dava başvurusunda bulunmuştu.
Pazartesi günü telekonferansla mahkemeye bağlanan Assange, büyükelçilikteki yaşamı sırasında siyasete karışmaması, ziyaretçi kabul etmemesi ya da iletişiminin kısıtlanması gibi bazı kararlarla anayasal haklarının ihlal edildiğini öne sürüyordu.
Ekvador’un en üst düzey hükümet savcısı Iñigo Salvador ise dava başvurusunu reddederek kurallara uyması takdirinde Assange’ın istediği kadar büyükelçilikte kalabileceğini söylemişti.
Ancak Assange, ABD’nin baskıları sonucu Ekvador’un Londra’daki büyükelçiliğindeki sığınmasına son vermeye çalıştığını iddia etti.
İsveç davayı düşürdü
Assange, bundan yedi yıl önce İsveç’te kendisine açılan bir cinsel taciz davası yüzünden Ekvador’un Londra’daki büyükelçiliğine sığınmıştı.
Bu dava daha sonra düşürüldü.
Ancak Assange’ın daha önce kefalet koşullarına uymamış olması, büyükelçilikten çıktığı anda İngiltere’nin kendisini gözaltına alması ihtimalini doğuruyordu.
‘Kaykaya biniyor, futbol oynuyor’
Büyükelçilik çalışanları, Assange’ın kaykaya binmesi, futbol oynaması ve kimi çalışanlara karşı agresif davranmasından şikayetçi olmuştu.
Assange’ın İspanya’nın Katalonya bölgesinde 2017 yılında düzenlenen referandumla ilgili internetten yaptığı açıklamalar da başka bir ülkenin siyasetine karışması gerekçesiyle Ekvador’un tepkisini çekmişti.
Assange, Ekvador Devlet Başkanı Lenin Moreno’nun sığınmasına son verme kararı aldığını ancak bunu henüz resmi olarak açıklamadığını öne sürüyordu.
Ekvador Dışişleri Bakanı Jose Valencia, Reuters’a yaptığı açıklamada Assange’ın dava açmasından ötürü ‘hayalkırıklığına uğradıklarını’, bundan sonra Assange adına İngiltere ile görüşme yapmayacaklarını söylemişti.