“Umut ve gelecek yoksunluğu, insanın her şeye açık oluşunda bir artış anlamına gelir”.* Ceza olarak aşağı yuvarlanan kayayı hep yeniden tepeye çıkarabilmek, buyruğu verenlere başkaldırmanın yegane yoludur aslında…
Kazdağları’nın bağrına bıçak saplayıp yüz doksan sekiz bin ağacı katleden, altın çıkarmak için bitki örtüsünün içine zehir akıtıp doğal yaşamın kaybına yol açacak olan Alamos Madencilik Şirketi’nin CEO’su işletecekleri madende yabancı işçi istihdam etmeyeceklerini “Türkler taş taşımakta çok iyi” diyerek açıklıyordu. Haksız değil. Özellikle son beş yıldır neoliberal ekonomi politkasının rüzgarının çılgınlık derecesine varan hızla aşağı yuvarladığı taşları yukarı çıkarmakla uğraşıyoruz. Fatsa, Hasankeyf, Artvin… nereye bakarsanız bir kıyım, arkasında bekleyen bir yenisi… Yine Kütahya, Balıkesir, İznik ve Munzur altını üstüne getirmek için katli vacip görülen yerlerden. Sadece Kazdağları’nda 40 ayrı şirket ruhsatlandırılmış şekilde altın çıkarmak için sırasını bekliyor. Bu kıyıma zemin hazırlayan 17 yıldır yasa ve kanun maddeleri üzerinde her türlü tasarrufa sahip olan kurduğu ittifakla gücüne güç katarak torbaya atılan teklifleri toptan TBMM’den geçiren siyasi iktidardan başkası değil.
5177 Sayılı Yeni Maden Yasası’nda yapılan değişikliklerin 2004 yılı itibariyle yürürlüğe girmesini izleyen süreçte yabancı şirketlerin maden ruhsatı almak üzere başvurması, madencilik sektöründe sömürgecilik döneminin başladığına işaret eder gibi. Zira Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın internet sitesinde bu zemin üzerinde yükselen yatırımların 2018 Eylül ayı itibariyle 136’sı yabancı firmaya ait 657 maden ruhsatına ulaştığını görüyoruz. Bakanlık tarafından yabancı yatırımcılar için ingilizce olarak hazırlanmış Maden Yatırım Rehberi ise bu artışın nedenlerine ışık tutan türden: Taş, mermer, çinko, altın, gümüş, kurşun, krom her şeyi çıkarmaya davet ediliyor yatırımcılar.
Sadece altın yatırımı ile ilgili kısımda Türkiye’de 6500 ton altın rezervi olduğu ve çoğunun yer altından çıkarılmayı beklediği belirtiliyor. Vaatler arasında %50 ucuz arazi tahsisi ve orman satışından %50 pay verilmesi de dikkat çekici. Sağ taraftaki altın haritası görselinde, bu rehberde solmuş yıldızlarla halihazırda operasyondaki madenler, sarı parlak olanlarsa açılmayı bekleyen madenler gösteriliyor. Yine rehberde açılacak her tür altın madeni işletmesi için azaltılmış bürokrasi ve çeşitli vergi indirimi uygulamaları da taahhüt ediliyor.
Yatırımlar, modern dönemde iktidarlar tarafından ilerlemeci anlayışın bir ürünü olarak kalkınma ve gelişme saikleriyle birlikte anılır, çoğu kez popülist söylemlerde de yer bulur. Yıllardır nükleer santral gibi ülkenin hiç de menfaatine olmayan bir projenin dahi gerçeklerin tam aksi söylenerek temiz, ucuz, güvenli şeklinde tanıtıldığı malum. Ne var ki, Kazdağları’nda altın çıkarmak için davete icabet eden Alamos’un işletme ruhsatını almış olduğunu duymamız 10 yıl kadar sürdü. Bölgede 2007’den beri bir direniş olmasına rağmen hükümetin bu projeyi istihdam ya da başka sözlerle gündeme getirdiğini hiç duyduk mu? Belki de Türkiye’nin akciğeri sayılan bir coğrafyayı siyanüre boğmanın açıklanabilir bir tarafı yoktur? Esasen işler arka planda öyle gizli yürütülmüş ki Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’nden Süheyla Doğan iki yıl önce bu maden şirketlerinin Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) başvuru sürecinde tepki çekmemek için altın çıkarma faaliyetini başvuru dosyasına “kuartz çıkarma” şeklinde yazdırarak izin aldığı yönündeki tespitlerini paylaşmıştı. Ne yazık ki devlet kurumlarının ve şirketlerin gerek mega projelerde gerekse kirletici tesislerin yatırımlarında sergilediği işbirliğini şimdi de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Alamos’un yatırım faaliyetini savunan, Alamos’un iştirakı Doğu Biga Madenciliğin açıklarını kapatan sözlerinde hatta, ÇED imzalarındaki usulsüzlüklerde görüyoruz.
Usulsüzlüklerin olduğu hangi projede facialar yaşanmaz ki ? Altın madeninden devam edersek misal 2000 yılında Romanya’da Baire Mare Aurul altın madenine ait siyanür havuzunun çökmesi, Sırbistan, Bulgaristan ve Romanya olmak üzere üç ülkenin topraklarının zehirlenmesine yol açmıştı. Çalışanlar, Çernobil Nükleer Felaketi’ni hatırlatırcasına sınır ötesi kirliliğe örnek teşkil eden bu facianın oluşma nedenlerini inşaat sürecindeki usulsüzlüklere bağlamıştı. Bir altın madeni işletmesinin kaza olmasa da doğa ve doğal varlıkları tarumar ettiğini ise Kanada menşeili Goldcorp’un Guetemala, Meksika, Honduras’taki faaliyetleri nedeniyle yurttaşlar ve bilim insanları tarafından yargılandığı yurttaş mahkemesinde suç teşkil ettiği ilan edilen gerekçelerde görebiliriz (Health tribunal 2012). Buna göre Goldcorp su varlıklarının kirlenmesinden, bitki örtüsünün geri dönüşü olmayan şekilde kaybedilmesinden, zehirli siyanür tozlarının havaya saçılmasından, ağır metallerin açığa çıkmasından, evcil ve vahşi hayvanların, insanların hastalanmasından ve ölmesinden sorumlu tutulmuştur. Mahkemede konuşan tanıklıklar ise siyanür uygulaması nedeniyle çevrelerinde ve kendi bedenlerinde meydana gelen değişimi şöyle tanımlamışlardır: Deri ve göz hastalıkları, saç dökülmesi, bebek düşükleri, ölü doğumlar, yeni doğan bebek ölümleri, sinir sistemi hastalıkları, sindirim sistemi hastalıkları, çocuklarda kronik hastalıklar….
Savaşlarla uğruna kan dökülen toprakların ve üzerinde yaşayanların idaresine talip olan siyasi iktidarlar, önayak oldukları ticari ve endüstriyel faaliyetlerle işte bu şekilde hastalığa ve ölüme bizzat kapı aralayabilmekte. Bilim, teknoloji ve kültür etkileşimi üzerine eserleri bulunan Lewis Mumford’un da tespit ettiği gibi madencilik çevreye getirdiği yıkım ve insan hayatının karşı karşıya olduğu tehlikelere kayıtsızlığıyla savaşa benzer. Savaşın kendisi yeterince anlamsızken benzerine niye tahammül edelim ki? Savaşta ölmemenin yani yaşamda kalmanın koşulu direnmekse şayet, Hasankeyf’te, Salda’da, Fatsa’da, Uşak’ta, Artvin’de, Sinop’ta, Honduras’ta, Meksika’da iradesinin dışına taşan idare karşısında Sisifos’un imkanlarıyla sınırlı olan yurttaşlar taşın tekrar aşağı yuvarlanacağını bile bile onu yukarı taşımadan; sağlığına, geleceğine, kurdun, kuşun, ormanın hakkına sahip çıkmadan yaşamaya başka nasıl devam edebilir?
İki yıl önce yaşam alanlarına kurulmak istenen mermer ocağına karşı çıktıkları için hedef haline getirilerek mücadele yolunda öldürülen Ali Ulvi ve Ayşin Büyüknohutçu çiftine saygıyla.
Grönland’ı satın almak istediği yönünde haberleri doğrulayan ABD Başkanı Trump, ‘Gündemin birinci maddesi değil ama stratejik olarak çok ilginç. Böyle bir konsept gelişti’ dedi.
ABD Başkanı Donald Trump, Danimarka’ya bağlı özerk bölge Grönland‘ı satın almak istediği haberlerini doğruladı. New Jersey’de gazetecilere bir açıklama yapan Trump, “Böyle bir konsept gelişti … Stratejik olarak çok ilginç. Gündemin birinci maddesi değil, size onu söyleyebilirim. Bir tür gayrimenkul anlaşması” dedi.
BBC’nin haberine göre, Beyaz Saray’ın ekonomi danışmanı Larry Kudlow da hafta başı çıkan haberleri Trump’ın açıklamasından hemen önce doğrulamış, ABD Başkanı’nın Grönland’ı satın alma fikrini yakın danışmanlarıyla görüştüğünü söylemişti. Kudlow, “Sonucu öngörmek istemiyorum ama sadece emlak piyasası konusunda bir iki şey bilen Başkan Trump’ın Grönland’ın satın alınmasını da değerlendirmek istiyor” demişti.
Kudlow, durumun ‘gelişmekte olduğunu’ ve daha önce ABD Eski Başkanı Harry Truman’ın da Grönland’ı satın almak istediğini söyledi: “Grönland’ın sahibi Danimarka, Danimarka da bir müttefik ve stratejik bir konumda bulunuyor. Çok değerli mineralleri var” diye konuştu.
Danimarka Başbakanı: Grönland satılık değil
Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen ise Grönland’a ziyareti sırasında Sermitsiaq gazetesine verdiği röportajda “Grönland satılık değildir. Grönland Daminarkalı değil. Grönland, Grönland’a aittir” diye konuştu. Trump’ın gelecek ay Kopenhag’ı ziyaret etmesi ve Danimarka Başbakanı Frederiksen ve Grönland Başbakanı Kim Kielsen ile görüşmesi bekleniyor.
ABD ile Danimarka arasında 1951’de imzalanan savunma anlaşması kapsamında Grönland’ın kuzeyindeki Thule Hava Üssü‘nün askeri hakları ABD’ye verilmişti. Özerk bir bölge olan Grönland’ın ekonomisi Danimarka ekonomisine bağlı. İçişlerine dair kararlar Grönland yönetimince alınırken, savunma politikaları ile dış ilişkiler ise Kopenhag’ın kontrolünde.
İzmir ve Muğla’da hafta sonu çıkan dört yangın büyük bir ekolojik yıkıma yol açtı. Zarar gören binlerce dönüm ormanlık alanın yanı sıra tarım arazileri de zarar gördü.
Hafta sonu İzmir ve Muğla’da çıkan yangınlar dönümlerce orman alanının yok olmasına ve büyük bir ekolojik yıkıma yol açtı. Dönümlerce ormanlık alan yok olurken bu ormanlarda yaşayan sayısız canlı da yaşamlarını kaybetti. Yangınların pazartesi sabahı itibarı ile yer yer devam ettiği İzmir’de orman alanlarının yanı sıra tarım arazileri de zarar gördü. Zarar gören tarım arazilerinin niteliği henüz tam bilinmiyor ama gelen ilk bilgiler yılların emeği ile oluşturulmuş verimli üzüm bağlarının yandığını gösteriyor.
Aslında ister doğal nedenlerle olsun, ister kaza ile olsun veya kasıtlı olarak çıkarılsın bir gerçek var; o da ormanların tüm dünya da eski döneme oranla daha kolay yanabildiği… Sıcak yaz aylarının hüküm sürdüğü ülkelerde artık daha çok orman yangını çıkıyor ve daha hızlı yayılıyor. Ülkemiz bir tarafa; ormanlarını koruyan ve geliştiremeye çalışan ülkeler bile çoğunlukla çaresiz kalıyor bu yangınlar karşısında… Dünya üzerinde sadece 2019’da çıkan orman yangınlarını haritada işaretlediğiniz zaman görüyorsunuz korkutucu tabloyu; İtalya, İspanya, Portekiz, Rusya ve başta Balkan ülkeleri olmak üzere daha birçok ülkede yangınlar nedeni ile orman alanları büyük zarar görmüş. Üstelik 2000 yıllardan bu yana tüm dünyada çıkan orman yangınlarının sayısı küresel iklim değişikliği nedeni ile yıldan yıla kırılan sıcaklık rekorları ile paralel büyük bir hızla artmış.
Özellikle daha ılık geçen ilkbahar aylarında eskisine oranla daha çok yayılan ve büyüyen otsu bitkiler yaz aylarının gelmesi ile birlikte aniden kuruyor ve ormanı ateşe hassas ve daha çok tutuşabilir hale getiriyor. Üstelik bu kuruyan otsu bitkilerin yangınları önlemek anlamında temizlenmesi ise yıldan yıla daha da zorlaşıyor; hatta imkânsızlaşıyor. Bir taraftan artan sera gazları emisyonu sonucu yıldan yıla öncekinden sıcak geçen yaz mevsimleri; diğer taraftan bunun sonuçlarından biri olarak yanan ormanlar ve yitirilen sera gazları açısından yutak alanlar tam anlamı ile çıkmaz bir sokak oluşturuyor. Üstelik bu yangınlar nedeni ile önemli bir miktarda sera gazı tekrar atmosfere karışıyor. İzmir’de de görüldüğü gibi ortaya çıkan yoğun hava kirliliği ise acı tablonun bir başka boyutunu oluşturuyor.
Kesin çözüm, küresel iklim değişikliğini durdurmak
Orman yangınlarının önlenebilmesi için en temel çözüm küresel iklim değişikliğinin durdurulabilmesinden geçiyor. Bunun için ise sera gazı emisyonlarının azaltılması şart. Yani fosil yakıt kullanımının bugünden yarına terk edilmesi gerekiyor. Ama bilim insanlarının gösterdiği tüm çabalara rağmen bunun kısa süre içinde gerçekleşemeyeceği ortada… O zaman ormanları koruyabilmek için ne yapmak gerekiyor? Çeşitli öneriler var; yeni orman alanlarının oluşturulması, orman alanlarına insanların girişinin kısıtlanması, yangına daha dayanıklı ağaç türlerinin çoğaltılması, her türlü zorluğun göze alınarak bu alanlarda yaz mevsiminin sıcak günlerinden önce kapsamlı temizlik yapılması önerilerden bazıları…
Ancak bizim ülkemizde orman alanlarının kaybı sorununu çözmek çok daha zor. İnsanımızın orman alanlarında piknik yapıp; mangal yakma alışkanlığından tutun da yöneticilerimizin ağaç sevgisizliğine kadar uzanan diğer ülkelerden farklı çözmemiz gereken başka sorunlarımız da var. Yangının ötesinde adeta sevmiyor ülkemizi yönetenler yeşili… Daha yeni Kazdağları’ndaki muhteşem çam ormanında üstelik başka bir ülkenin olacak birkaç ton altın için 195.000 yetişkin ağacı 3-4 ay içinde kesilmesine izin vermediler mi? Adeta son iki gün içinde İzmir’de yitirdiğimiz ağaç kadar ağaç yitirdik orada… Ya İstanbul’da Kuzey Ormanları’nın başına gelenler? Cerrattepe’de yaşananlar? Veya Eskişehir’de krom madeni için 200.000 ağacın kesilmeye çalışılması haberleri… Çoğaltmak mümkün bu örnekleri; madenlerin insan ve çevre sağlığı üzerine olumsuz etkilerine ormansızlaşma da yeni olumsuzluklar ekliyor. En azından maden ruhsatı verirken, yol, köprü veya havaalanı yaparken dikkat etsek, korusak orman alanlarımızı… Sorun görüldüğü gibi ülkemiz için daha da derin; sadece gelişmiş ülkelerdeki gibi yangınlarla sınırlı değil; yangınlar aysberg’in görünen kısmı gibi ormanlık alanlarımız için.
Orman yangınlarını önlemeye çalışırken diğer yandan da kendi elimizle ‘ormansızlaşmamızı’ durdurmamız gerekiyor. Kazdağları’nda insanımızın suyuna, otuna, kuşuna, ağacına, ormanına, toprağına sahip çıkan dik duruşu her şeye rağmen umutlandırıyor; gelecek için bizi…
(Editörün notu: Hafta sonu Muğla’nın Milas ve Bodrum; İzmir’in Bornova ve Karabağlar ilçelerindeki yangınlarda, binlerce dönümlük ormanlık alan yok oldu. Milas, Bodrum ve Bornova’daki yangınların kontrol altına alındığını ve soğutma çalışmalarına başlandığı belirtilirken, Karabağlar’daki orman yangını Yukarı Orhanlı köyüne sıçradı, köy boşaltıldı. Rüzgardan dolayı söndürülemeyen yangın yaklaşık 100 hektarlık alanda etkili oluyor. Ekipler söndürme çalışmalarını yoğun şekilde sürdürüyor.)
Yerel seçimin üzerinden henüz 4,5 ay geçmişken üç büyükşehir belediyesine ikinci kez kayyım atanmasına tepkiler artıyor. CHP, HDP ve bölge halkı ‘susmayın’ çağrısı yaparken, MHP’den tam destek var.
HDP, Diyarbakır, Van ve Mardin belediyelerine kayyım atanmasını, ‘Kürt halkının siyasi iradesine dönük açık ve düşmanca bir tutum’ olarak değerlendirdi. Başkanların görevden alınmasının ‘siyasi darbe’ olduğunu kaydeden HDP yönetimi şu ifadeleri kullandı:“İçişleri Bakanlığı hak ve özgürlüklerin gasp edilmesinin, provokasyonların, demokrasinin zerresini bile bırakmayan karar ve uygulamaların tetikçisidir ve bir darbe odağıdır.”
Yazılı açıklamada, kayyım atamalarının ‘Türkiye halklarının, tüm demokrasi güçlerinin ortak sorunu’ olduğu vurgulanırken, “Susmayın, susmak onaylamaktır” diye çağrıda bulunuldu.
Temelli: Saldırı demokrasiye
HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli yaptığı açıklamada, üç belediyeye kayyım atanmasına tepki gösteren halka polis müdahalesini eleştirerek şunları söyledi: “Üç belediye başkanımız görevden alındı. Saldırı sadece HDP’li belediyelere yönelik değil bu saldırı demokraside buluşmuş insanlara bir saldırıdır. Tüm Türkiye’ye sesleniyoruz: İradelere sahip çıkma zamanıdır; gelin bu soysuz siyasete beraber karşı çıkalım.
Bu iktidar demokrasiden kaçıyor. Ama biz demokrasi mücadelesinin peşindeyiz. Mutlaka ve mutlaka bu iktidarın yaptıklarının hesabını soracağız. Demokratik zemini terk etmeyeceğiz. Demokrasi mücadele ile kazanılacak. Demokrasiyi birilerinden beklemeyeceğiz. Kaybettiler, yine kaybedecekler. Kazandık yine kazanacağız!”
Sustukça sıra Ankara’ya da, İstanbul’a da gelir
HDP Milletvekili Garo Paylan da halkın iradesine darbe yapıldığını belirterek, tüm toplumu tepki vermeye çağırdı. Paylan, “Dört ay önce halkın ezici çoğunluğuyla geri aldığımız Diyarbakır, Van, Mardin belediyelerine yine kayyım atadılar. Halkın iradesine yapılan bu alçakça darbeye karşı bütün siyasi partiler ve toplum tepki vermelidir. Sustukça sıra Ankara’ya da, İstanbul’a da gelir…” uyarısında bulundu. “Seçimle gelmeyen yönetemez” diyen HDP Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu da şunları kaydetti: “Arkadaşlarımız çalmadılar, çalanı çırpanı açık ettiler; Mardin, Van, Diyarbakır Belediyeleri tüm bir ülke demek bunu unutmayalım. Bu ülkeye, insanlarına, geleceğine çok yazık. Zorbalığa karşı birlik olmaktan vazgeçmemeliyiz…”
Ahmet Türk: İzah etmek için akıl yetmiyor
İçişleri Bakanlığı kararıyla yerine ikinci kez kayyım atanan Mardin Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Ahmet Türk, yapılanın‘kanunsuzluk ve hukuksuzluktan başka bir şey olmadığını’ söyledi; “Bunu izah etmek için mantık, akıl yetmiyor” dedi. 31 Mart’ta yüzde 56’lık bir oy oranıyla bir kez daha seçilen Türk, kente yeniden kayyım atanmasını şu ifadelerle eleştirdi: “Hukukun olmadığı, haksızlığın tavan yaptığı bir dönemi yaşıyoruz. Halkın iradesini tanımıyorlar ve buna da demokrasi diyorlar. Her şey açık bir şekilde ortada duruyor.”
Kayyım olarak yolsuzlukla gündeme gelen Vali Mustafa Yaman’ın yeniden atandığını da anımsatan Türk, yaşananların ülkedeki siyasetin anti-demokratik olduğunun kanıtı olduğunu belirterek, ““Siyasetin nasıl yürütüldüğü açık bir şekilde ortada” dedi.
Mızraklı: Gasp edilen halk iradesidir
Görevden alınan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Adnan Selçuk Mızraklı da “Türkiye’de yaşayan kimse kendini hukuk şemsiyesi altında hissedemez. HDP’li belediyelere geliştirilen bu tutum Türkiye’deki demokrasi değerleri açısından, demokratik muhalefeti karşısına alan bir tutum olarak görmek gerekiyor. Gasp edilen halk iradesidir” dedi.
Mızraklı tebligatı almak üzere belediyeye girdiğinde içeriye hiçbir belediye yöneticisi ve çalışanı alınmadı. Mızraklı, kendisine tebliğ edilen İçişleri Bakanlığı tebligatını, “Bana bu iradeyi veren halk adına imzalamayı bir onursuzluk addederim” şehri düşerek imzalamadı. Binadan ayrılan Mızraklı ve dışarıda bekleyen yöneticiler HDP il binasına geçti. Daha sonra HDP’lilerle birlikte belediye binası önünde açıklamada bulunan Mızraklı, “19 Ağustos Türkiye’deki demokrasi değerleri, hukuk rejimi, adalet kavramı, seçmen iradesi gibi temel kavramlar açısından bir kere daha yerle yeksan edildi. Seçmen iradesinin hiçe sayıldığı, 31 Mart’ta ortaya çıkan seçmen iradesinin hiçe sayıldığı, muhalif olanlara merkezi idarenin gücü elinde tutan kesimleri, halk iradesini hiçe sayarak, bir gece yarısı kararıyla İçişleri Bakanlığı notuyla görevden alındığımız ifade edilmekte” dedi.
Türkiye siyaset, demokrasi çevrelerinin ve sivil toplum örgütlerinin bir turnosolla karşı karşıya geldiğini belirten Mızraklı, “Dekratik iradenin güçlü bir şekilde sesini duyurması gerekmektedir. 23 Haziran nasıl Türkiye’ye bir fırsat sundu? 19 Ağustos vesilesiyle Türkiye demokrasi güçleri, hukuka inananlar bir imtihandan geçeceklerdir, bir sınavdan geçeceklerdir” diye konuştu.
Tepkilere polis müdahalesi
Başkanların görevden alınmalarına tepki gösteren ve içlerinde HDP’li milletvekillerinin de olduğu bir grup Diyarbakır’da basın açıklaması yapmak için belediye binasına yürümek istedi. Polis grubun belediye binasına yürümesini engelleyerek müdahale etti.Aralarında HDP Van Milletvekili Muazzez Orhan, görevden uzaklaştırılan Büyükşehir Belediye Başkanı Bedia Özgökçe Ertan ve Mustafa Avcı‘nın da bulunduğu yaklaşık 30 HDP’li, belediye binasına 30 metre kala polisler tarafından engellendi.
Zırhlı araçlar ile barikatın bulunduğu noktada, vekillerle polis arasında tartışma yaşanırken, polis aracından kalabalığa dağılmamaları halinde zor kullanılacağı bildirildi. Bunun üzerine grup, Erek Dağı Caddesi’ne yöneldi. Kalabalıktan bazıları sloganlar attı. Polis gruba tazyikli suyla müdahale etti. Müdahale sonrası fenalaşan kişiler oldu. Belediye binası önünde alınan güvenlik önlemleri devam ediyor.
CHP: AKP yine demokrasiyi değil, faşizmi seçti
Belediye başkanlarının görevden alınarak yerlerine valilerin kayyım atanmasına CHP’den de sert tepki geldi. CHP’li siyasetçilerin açıklamaları şöyle:
Genel Başkan Yardımcısı ve Malatya Milletvekili Veli Ağbaba: İçişleri Bakanlığı eliyle Diyarbakır, Mardin ve Van Belediyelerine yönelik demokrasi darbesi Faşizmin ta kendisidir. Seçilmiş belediye başkanlarını görevden almak çadır devletlerinin tarzıdır. Halkın iradesine yapılan darbe asla kabul edilemez. Dört ay önce adaylığı kabul edilmiş ve Halkın oyları ile seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınmaları açık bir darbedir. Hukuk güvencesinin olamadığı yerde demokrasi olmaz. Eskiden darbe silahlarla yapılırdı, şimdiki darbeciler YSK ve İçişleri Bakanlığı eliyle darbe yapıyor.”
Grup BaşkanvekiliÖzgür Özel: Son yol ayrımındaki AKP iktidarı yine demokrasiyi değil faşizmi seçti. Büyük çoğunlukla halkın tercih ettiği belediye başkanlarını görevden almak iktidarın kendi varlığını tartışmaya açmasıdır. Seçimle gelen artık seçimle gitmiyorsa iktidarı elinde tutan darbecidir faşisttir.”
Genel Başkan YardımcısıÜnal Çeviköz: Seçilmiş Belediye Başkanlarını görevden almak seçme hakkının gaspı demektir. Halkın demokratik seçme hakkının bu şekilde gasp edilmesi ise ‘egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ ilkesinin ihlalidir. Bu ihlal Türkiye için bir beka sorunudur.”
İstanbul Milletvekili Mehmet Bekaroğlu: Diyarbakır, Van ve Mardin’de 4,5 ay önce seçilen belediye başkanları görevden alınarak, yerlerine valiler atandı. Gerekçe terör örgütlerine destek vermek. Bunun anlamı sadece demokrasinin iptal eğilmesi değil, aynı zamanda halkın meşru siyasetten umudu kesmesinin istenmesidir. İBB seçimlerini kazanmak için terör gerekçesi ile kırmızı bültenle aranan Osman Öcalan’ı TRT’ye çıkaran AKP iktidarının, belediye başkanlarının 4,5 ayda terör suçlarını tespit edip görevden alması inandırıcı değildir. Bu durumun ülke bütünlüğüne herhangi bir katkısı olmayacaktır. Yazık, yazıklar olsun, bu kadar bedelden sonra gelinecek yer burası mı olacaktı?”
İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu: Darbe sadece tankla tüfekle yapılmaz. Halkın anayasal tercihlerine yapılmış bir darbedir. Hiçbir biçimde yasal olması hukuki olduğu anlamını taşımaz. Tamamen hukuka ve Anayasa’ya aykırıdır. Türkiye’deki bütün teamüller de Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından yerle bir edilmiştir. Henüz daha seçilmişlerin dördüncü ayında haklarında 3-4 sayfa basın açıklamasıyla görevden uzaklaştırılmaları, kayyum atamaları demokrasi ile Türkiye’yi idare etmeyeceklerini de çok açık bir biçimde deklare etmişlerdir.”
İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal: Belediye Başkanları seçim ile gelir, seçim ile gider. Seçilmiş Belediye Başkanların; milletin iradesine rağmen görevden alınması milli iradeyi hiçe saymaktır, demokrasiyi zayıflatmaktır. Otoriter rejimi güçlendiren girişimlerdir. Çare demokrasi içinde sorunları çözmek…
İstanbul İl BaşkanıCanan Kaftancıoğlu: “Birileri ileri demokrasi demişti değil mi? Halk iradesine bir darbe daha: #Diyarbakır, #Mardin ve #Van Büyükşehir Belediyelerinin seçilmiş başkanlarının görevden alınarak yerlerine #kayyum atanması hukuka aykırı, halkın seçimle siyasal tercihlerine darbedir”
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer:, “Bu memlekette bu kadar keyfi bir uygulamayı hiçbirimizin hak etmediğini düşünüyorum. Bu her gün demokrasiden uzaklaşmamızın göstergesi. Diliyorum ki devamı gelmez, diliyorum ki en kısa sürede şeffaf bir şekilde gerekçeler ortaya konur… Her koyun kendi bacağından asılmıyor bu memlekette. Birimizin başına gelen ondan sonra hepimizin başına geliyor. Onun için uyanık ve dayanışma içinde olmak zorundayız. Bunun da gereğini yapacağız.”
İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin: Halkın oyuyla seçilen, sandıkta millet tarafından görevlendirilen Van, Diyarbakır ve Mardin Belediye Başkanları’nın görevden alınıp, yerlerine kayyum atanması da Saray Vesayeti’nin darbeci aklının ispatıdır. Bunların millete, sandığa, saygısı yok. Bunlar demokrasiyi sindiremedi…Lamı cimi yok. Milletin seçtiğine, görev verdiğine bir el müdahale edip milletin verdiği vekaleti gasp ediyorsa bu milli iradeye darbedir. Saray emrediyor, araç olarak İçişleri Bakanlığı’nı kullanıyorsa gene darbedir. Bu ‘Millet karar veremez, Saray karar verir’ demektir.”
Parti Meclisi Üyesi ve İzmir Milletvekili Selin Sayek Böke: Gasp edilen yalnızca seçilmişlerin yönetme hakkı değil, bütün Türkiye’de oy kullanan milyonların iradesi, hukuku ve demokrasidir. Halk demokrasiye sahip çıktıkça iktidar hırçınlaşıyor. Değişim bu iktidarla değil, halkın demokrasiyi sahiplenen müthiş direnci ile gelecek.”
DİSK: Demokrasiye ağır bir darbe
Diyarbakır, Van, Mardin belediyelerine daha önce de atanan kayyımları hatırlatarak İçişleri Bakanlığı kararına tepki gösteren Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) resmi sosyal medya hesabından şu açıklamayı paylaştı: “Dört ay önce yapılan seçimde halkın iradesinin tecelli ettiği Diyarbakır, Van, Mardin belediyelerine yine kayyım atandı. Halkın iradesini yok sayan, seçilmiş yerel yöneticileri ve kurulları işlevsiz kılan bu hukuksuzluk demokrasiye ağır bir darbedir.”
Barış Vakfı: Kayyımla yönetilen memlekete barış gelmez
Barış Vakfı Yönetim Kurulu tarafından yapılan açıklamada, “Bu tutum, toplumun geniş kesimlerinde son birkaç aydır yaşanan gelişmeler nedeniyle yeniden yeşermeye yüz tutan barış umudunu solduruyor” denildi. Alınan kayyım kararıyla istenen barışın imkansızlaştığı belirtilen açıklamada, “Kayyımla yönetilen memlekete barış gelmez” deneldi.
Üç kayyım validen ‘şeffaflık’ sözü: Kabul edilemez uygulamalar vardı
Diyarbakır, Van ve Mardin belediyelerine kayyım olarak atanan valiler eşitlikçi hizmet sözü verirken seçimlerden bu yana belediyelerce ‘vicdan yaralayıcı’ uygulamalar yapıldığını öne sürdü.
İçişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada operasyona gerekçe olarak ‘PKK/KCK ve uzantılarının bazı belediye başkanları aracılığıyla belediyelerin olanaklarını kullanması’ gösterilmişti. Yerel seçimin, ‘belediyelerin imkanlarının PKK/KCK ve siyasal uzantılarına maddi kaynak temin etmek için fırsat olarak görüldüğü’ belirtilmişti.
Van Valisi Bilmez’in kayyım atanır atanmaz ilk işi makam odasına Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fotoğrafını asmak oldu.
Van Valisi Mehmet Emin Bilmez, herkesi kucaklayan bir yaklaşım sergileyeceğini belirterek “Çalışanların aşına, ekmeğine karışmadan çalışacağız. Belediyenin imkanlarını, Van halkına kullandıracağız. Şeffaf bir yönetim sergileyeceğiz, herkese eşit mesafede davranacağız” dedi. Diyarbakır Valisi Hasan Basri Güzeloğlu, seçim sürecinden beri belediyede kabul edilemez uygulamaların gerçekleştiğini savundu.
Belediye kaynaklarının PKK’ya tahsis edildiğini öne süren Güzeloğlu, şöyle devam etti: “Belediyede daha önce hizmet almış birçok kamu görevlisinin yerlerinin haksız değiştirilmesi, yargı kararı olmasına rağmen göreve iade edilmemeleri, terörden yargılananların belediyede görevlendirilmesi, eş başkanlık uygulamasının hayata geçirilmesi, imar planlarında yapılan cami imar planlarının iptal edilmesi gibi mahşeri vicdanı yaralayıcı bir dizi uygulamalar yapılmıştır. Bu perspektifte halka hizmet için var olan belediyenin kaynakları yeniden PKK işbirlikçilerine tahsis edilmeye başlanmıştır. Belediye, seçim sonrası dönemde şanlı Türk bayrağımızı belediye kimlik kartlarından başlayarak internet sitelerinden de kaldırmıştır.”
Mardin valiliğinin Twitter hesabından yapılan açıklamada ise, “Mardinimiz için yeniden iş başındayız” dendi. Kararın ardından açıklama yapan Mardin Valisi Mustafa Yaman da, “Milletimiz için çalışacağız. Belediyeler zaten bunun için vardır. Artık örgüte para gitmeyecek, milletimiz için harcanacak” dedi.
Bahçeli’den tebrik
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Diyarbakır, Mardin ve Van belediye başkanlarının görevden uzaklaştırılmasıyla başlatılan operasyonlardan dolayı İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu arayarak tebrik etti. Bu belediyelerle ilgili alınan tedbirin büyük, yerinde ve önemli bir operasyon olduğunu ifade eden Bahçeli, Soylu’ya ve devletin ilgili makamlarına başarılar diledi. Terörle mücadele kapsamında hükümetin ve Soylu’nun tasarruflarını desteklediğini belirten MHP lideri, “Hükümete ve size desteğimiz tamdır” diye konuştu.
Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediye Başkanları, İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alındı. Belediye binaları yüzlerce polis ve çelik bariyerlerle ablukaya alındı. Polis, binalarda arama yapıyor. Bakanlık görevden almaları, başkanlar hakkındaki soruşturmalara dayandırdı.
Yerel seçimin üzerinden henüz 4,5 ay geçmişken üç büyükşehir belediyesine ikinci kez kayyım atandı. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Selçuk Mızraklı, Mardin Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Ahmet Türk ve Van Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Bedia Özgökçe Ertan İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alındı. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne Diyarbakır Valisi Hasan Basri Güzeloğlu, Mardin Büyükşehir Belediyesi’ne Mardin Valisi Mustafa Yaman, Van Büyükşehir Belediyesi’ne Van Valisi Mehmet Emin Bilmez başkan vekili olarak atandı.
İçişleri: Haklarında soruşturma var
İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada; Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Selçuk Mızraklı hakkında ağır ceza mahkemelerinde süren dokuz soruşturma, Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk hakkında altı soruşturma, Van Büyükşehir Belediye Başkanı Bedia Özgökçe Ertan hakkında ise yedi soruşturma yürütüldüğüne vurgu yapılarak, görevden almalar bu gerekçeye dayandırıldı.
Seçimin üzerinden henüz 4,5 ay geçmesine rağmen İçişleri açıklamasında, belediye başkanlarına ‘belediye imkanlarını PKK’ye kullandırma’ suçlaması yöneltildi.
Açıklamada, şu gerekçeye yer verildi:
“Bu durumun adli ve idari soruşturmalar ile tespit edilmesi sonucu; Bakanlığımızca terör örgütleri ile iltisak-irtibatı olan, terör örgütlerine destek verdikleri yönünde tespit ve deliller bulunan belediye başkanları Anayasanın 127 nci maddesi ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 47 nci maddesine istinaden görevden uzaklaştırılmış, yerlerine belediye kanununun 45’inci maddesi uyarınca belediye başkan vekilleri görevlendirilmiştir.
Silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma, terör örgütü propagandası yapmak, suçu ve suçluyu övmek suçlarından hakkında bir (1) kovuşturma, sekiz (8) ayrı soruşturma dosyası bulunan Adnan Selçuk Mızraklı’nın Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı, hakkında iki (2) kovuşturma, dört (4) ayrı soruşturma dosyası bulunan Ahmet Türk’ün Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı, hakkında bir (1) kovuşturma, altı (6) ayrı soruşturma dosyası bulunan Bedia Özgökçe Ertan’ın Van Büyükşehir Belediye Başkanı olduktan sonra da halkın mahalli ve müşterek ihtiyaçlarını karşılamak yerine bölücü terör örgütünün amaçları, ideolojik söylemleri ve eylemlerini destekler mahiyette uygulamalara başladıkları, davranış ve söylemlerde bulundukları, belediyenin imkânlarını terör örgütünü destekleyecek şekilde yönlendirdiklerine ilişkin bakanlığımıza birçok ihbar, şikâyet ve bilgi ulaşmıştır. Belirtilen bu hususlara ilişkin Bakanlığımızca gerekli soruşturmalar derhal başlatılmıştır.”
Büyük farkla kazanmışlardı
31 Mart’ta yapılan yerel seçimlerde eş başkanlar Adnan Selçuk Mızraklı ve Hülya Alökmen Uyanık yüzde 63, Ahmet Türk ve Figen Altındağ yüzde 56, Bedia Özgökçe Ertan ve Mustafa Avcı da yüzde 54 oyla Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) eş belediye başkanları seçilmişlerdi.
Temiz Hava Hakkı Platformu, tüm dünyadaki kükürtdioksit (SO2) emisyonları ile ilgili çarpıcı veriler içeren bir raporu dünya ile eşzamanlı Türkiye’de kamuoyuyla paylaştı. Greenpeace’in hazırladığı rapora göre Türkiye, 2018 yılında hava kirliliği dolayısıyla asit yağmurları ve erken ölümlere sebep olan kükürtdioksit (SO2) emisyonları en yüksek olan ilk 10 ülke arasında yer alıyor.
Greenpeace Hindistan’ın NASA Ozon Görüntüleme Aracı (OMI) görüntülerinden faydalanarak hazırladığı rapor, 2018 yılında Türkiye’nin insan faaliyetleri kaynaklı kükürtdioksit (SO2) emisyonlarında dünyada 10’uncu sırada bulunduğunu gösteriyor. Rapordaki bilgilere göre geçtiğimiz yıl dünyada en çok kükürtdioksit emisyonuna sebep olan ilk 10 ülke şöyle: Hindistan, Rusya, Çin, Meksika, İran, Suudi Arabistan, Güney Afrika, Ukrayna, ABD, Türkiye.
Ülkemizde kükürtdioksit emisyonlarının %90’ı kömür kaynaklı. Kömür kaynaklı kükürtdioksit emisyonlarının en yoğun olduğu bölge ise Kemerköy, Yeniköy ve Yatağan Termik Santralleri’nin bulunduğu Muğla. Türkiye kömür kaynaklı kükürtdioksit emisyonlarında dünya genelinde 6’ıncı sırada yer alıyor. Afşin – Elbistan A ve B Termik Santralleri ile Kangal Termik Santrali’nin oluşturduğu bölge de dünyada en çok kükürtdioksit emisyonuna sebep olan kaynaklar sıralamasında ise 10’uncu sırada.
Raporda Türkiye’nin kükürtdioksit kaynaklı hava kirliliğinin önlenmesinde en önemli engel olarak enerji sektörünün kömür, petrol ve doğal gaza dayalı olması, düşük emisyon standartları ve uygulamadaki eksiklikler sayılıyor.
Kükürtdioksit: Asit yağmurları, hastalık ve erken ölümlerin kaynağı
Kömürlü termik santraller ve fosil yakıt kullanan sanayiler, insan kaynaklı kükürtdioksit emisyonlarının üçte ikisinden sorumlu. Hava kirliliği yaratan kükürtdioksit, ölümlere ve hastalıklara yol açan kirletici maddeler arasında yer alıyor. Kükürtdioksit sadece kömürlü termik santrallerin bulunduğu bölgelerde yer almıyor, partikülleri rüzgar yoluyla farklı bölgelere de taşınabiliyor. Greenpeace’in hazırladığı harita kükürtdioksitin yayılmasına ilişkin verileri de içeriyor.
Küresel kükürtdioksit emisyon kaynaklarına ilişkin veriler, kömürlü termik santraller ve fosil yakıt sanayileri için daha yüksek emisyon standartlarının gerekliliğini ve fosil yakıtlardan bir an önce kurtulmanın önemini bir kez daha gösteriyor.
Temiz Hava Hakkı Platformu bileşenlerinden Greenpeace Akdeniz’in İklim ve Enerji Proje SorumlusuZ. Gökhan Ersoy’un konuyla ilgili değerlendirmesi şöyle: “Greenpeace’in son raporu, iklim adaleti mücadelesinin talep ettiği enerji dönüşümünün temiz hava hakkı için de kilit bir öneme sahip olduğunu hatırlatıyor. Türkiye’nin en fazla kükürtdioksit emisyonuna sahip ilk 10 ülke arasında yer almasına neden olan kömürlü termik santraller, yasal düzenlemelerle çevre koruma yatırımlarından muaf tutulmaya çalışılarak ve kapasite mekanizması gibi teşviklerle desteklenerek ayakta tutulmaya uğraşılıyor. Türkiye acilen güvenli, sürdürülebilir ve temiz enerji kaynaklarına yapılan yatırımları artırarak enerji dönüşümüne hizmet edecek politikalar geliştirmelidir.”
Temiz Hava Hakkı Platformu bileşenlerinden Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER) temsilcisi Dr. Melike Yavuz ise şunları söyledi:
“Mayıs ayında yayımladığımız Kara Rapor’da da görüleceği gibi, örneğin Türkiye’nin eski kömürlü termik santrallerinden 3’ünün bulunduğu Manisa’nın Soma ilçesinde, 2018 yılı ölçümlerine göre yıllık kükürtdioksit düzeyinin ulusal sınırın 4 katından fazla olduğu tespit edildi. Kükürtdioksit emisyonları; direkt temasla neden olduğu sağlık sorunlarının yanı sıra, havadaki maddelerle etkileşime girerek oluşturduğu partikül madde (PM10 ve PM2.5) sonucunda kanser, solunum yolu hastalıkları ve erken ölüme sebep oluyor. Ayrıca, havadaki etkileşim sonucu asit yağmurlarına da yol açıyor. Temiz Hava Hakkı Platformu olarak PM10, PM2.5 ve Kükürtdioksit (SO2) başta olmak üzere tüm kirletici limitlerinin Dünya Sağlık Örgütü’nün limitleri ile uyumlu hale getirilmesi için mevzuat düzenlemesinin tamamlanması ve bu limitlerin işletmedeki sanayi tesisleri için istisnasız uygulanmasını talep ediyoruz.”
Kanadalı Alamos Gold şirketinin Kazdağları’nda yaptığı katliama karşı yıllardır mücadele veren ve Kirazlı’da üç haftadır süren Su ve Vicdan Nöbeti’nin organizatörlerinden Çanakkale Kent Konseyi Çevre Komisyonu Başkanı Pınar Bilir, Yeşil Gazete için yazdı.
Su ve Vicdan Nöbetimizin 25. günündeyiz. 26 Temmuz 2019 Cuma günü Çanakkale şehir merkezinde yaptığımız basın açıklamamızda dört talebimiz vardı:
*Ağaç kesiminin bir an önce durması. Kesilen ağaç sayısının tespiti için bizlerinde önereceği isimlerden uzman ekibin belirlenmesi.
*Kirazlı altın gümüş işletmesinin şantiye çalışmalarının durması.
*Sahanın şu an ki mevcut durumuna gelmesine sebebiyet verenlerin yargılanması.
* Kazdağı ve yöresinde ki, Kirazlı projesi ve 30 ayrı metalik madencilik ruhsatının iptal edilmesi.
26 Temmuz da 13 kişi ile başladığımız Su ve Vicdan Nöbetimiz, bu taleplerimiz gerçekleşene kadar devam edecek. Hergün büyüyen destekçilerimizle birlikte elele, omuz omuza mücadeleye, yaşam alanlarımızın korunması için direniş hakkımızı kullanmaya devam edeceğiz.
Tarım ve turizm varken…
Çanakkale, Lapseki-Biga sahil hattı boyunca var olan beş adet kömürlü termik santral, Lapseki Şahinli köyünde işletilmekte olan TÜMAD Madenciliğin altın madeni işletmesi ve Kazdağı yöresinde işletilmekte olan diğer maden yatakları ile birlikte yeterince tehdit altındayken şimdi de bütün bunlara Kirazlı Balaban’da işletime geçmek için çalışan Alamos Gold firması ve beraberinde 30 ayrı metalik madencilik ruhsatı eklendi.
Çanakkale tarım ve turizm kentidir. 110 çeşit ürün yetiştirilir ve bunların 44’ü Türkiye’de yetiştirilen ürünler sıralamasında ilk 10’da yer alır. Kent, kendisinden ülke ekonomisine katması beklenen katma değeri, her yıl tarım ve hayvancılık ürünlerinden sağlar. Bu yörede kamu yararına yapılması gerekli yatırımın tarım ve turizmi geliştirmeye yönelik plan ve projeler olması beklenirken böylesi değerli bir havzayı madenciliğe açmak anlaşılabilir değil.
“Metalik madencilik” dediğimiz altın-gümüş madenciliği, yani “vahşi madencilik” yok etme politikası üzerine kuruludur. Şu an nöbetini tuttuğumuz maden sahasında, önce orman katledildi, sonra orman örtüsü sıyrıldı, verimli üst toprak tabakası 10 yıl sonra rehabilite çalışmalarında kullanılmak üzere üst üste yığıldı. Şimdi de ormanın ortasına yollar yapmaya, cehennem çukurları açılmaya çalışılıyor. Bir yandan da fırsat bulduklarında ağaç kesimine devam ediyorlar.
Nöbet günlüğü
26 Temmuz gecesi Çanakkale Kirazlı Balaban Mevki Eski Orman Deposu sahasında beş çadır ve 13 kişi ile nöbetimize başladık. İlk gece sosyal medya kampanyası düzenledik ve herkesi desteğe çağırdık. 27 Temmuz günü 20 çadır olduk. 28 Temmuz günü çadır sayımız 40’a ulaştı. 5 Ağustos günü, yani nöbetimizin 10’uncu gününün bitiminde Büyük Su ve Vicdan Nöbeti buluşması için çağrı yaptık. Milletvekilleri, sanatçılar, şairler, Türkiye’nin dört bir yanından ekoloji örgütleri, sivil toplum kuruluşları, siyasi parti il, ilçe teşkilatları, odalar ve sendikaların katılımı ile 15 bini geçkin yaşam savunucusu nöbet sahamızda buluştu. Basın açıklaması ve konuşmalardan sonra maden sahasına alkışlar, sloganlar, türküler eşliğinde yürüdük. Yanımızda getirdiğimiz 30 fidanı toprağa ektik. Şirketin yok edişine karşı bizler varoluşu savunduk.
Nöbet tuttuğumuz sahanın fiziki koşulları ve bulunduğumuz sahanın orman yangını riski nedeniyle çadır sayımızı kontrol edilebilir ve nöbetin sürdürülebilir olması yönünde karar aldık. Buna ilişkin basın açıklamamızı yaptık.
Bisiklet ve motorcu gruplarının, sanatçıların, milletvekillerinin, siyasi parti temsilcilerinin, sivil toplum kuruluşlarının, ekoloji örgütlerinin destek ve ziyaretleri 25 gün boyunca artarak devam etti.
Dünyaca ünlü piyanist Fazıl Say Çanakkale Belediyesi ile iletişim kurarak Su ve Vicdan Nöbetimize destek olacağını açıkladı. 18 Ağustos Pazar günü yine nöbet tuttuğumuz sahyda ağaçlara,ormana, kuşlara 30 bini aşkın insana doğanın sessizliği içinde dinleti sundu.
Su ve yaşam mücadelesine çağrı
Su ve Vicdan Nöbetimizin 25. günündeyiz, nöbetimiz devam ediyor. Bununla birlikte sosyal medya kampanyaları, hukuksal sürecin takibi, uluslararası iletişim kanalları geliştirme ve uzun vadede de kırsal kalkınma modelleri üzerinde çalışmalar yapılarak çevre ve ekoloji mücadelesi verilmeye devam edecek.
Su ve Vicdan Nöbeti, Çanakkale Kent Konseyi Çevre Meclisi çatısı altında toplanan sivil toplum kuruluşlarının aldığı ortak kararla başlamıştı. Nöbet süresince sivil toplum kuruluşları ile iki ayrı toplantı yapıldı. Nöbet süreci, eylem şekli ve modeli sivil toplum kuruluşlarının görüş ve önerileri ile şekilleniyor. Yiyecek içecek desteği, gelen ziyaretçiler ve gönüllüler tarafından karşılanıyor. Nöbet yerimizde uyulması gereken dört kuralımız var: Alkol ve türevlerinin kullanılmaması, ateş yakılmaması, siyasi dergi, gazete,broşür dağıtımının ve satışının yapılmaması, siyasi propaganda yapılmaması.
Su ve Vicdan Nöbetimiz, bir ekoloji hareketidir. Su ve yaşam mücadelesidir, bir nevi yurt savunmasıdır, geleceğe miras bırakabilmenin mücadelesidir, onurlu bir duruştur. Gerçekliğin ve yaşam adına gerçek değerlerin korunmasının nöbetidir. Anayasanın 56.maddesi “Sağlıklı bir çevrede yaşamak haktır” der ve bunu korumanın her vatandaşın ödevi olduğunu söyler. Su ve Vicdan Nöbeti üzerimize düşen ödevin en iyi şekilde yapılması için çaba gösterir. Direnmek bir haktır.
#HeryerKazdağları , her yer ekolojik saldırı altında. Herkesi bulunduğu şehirlerde direnişe davet ediyor, birlikte mücadele yöntem ve pratikleri geliştirme adına iletişim kurmaya çağırıyoruz.
Körfezin kuzey sahilinde daha önce gözlemlenmeyen yoğun köpüklenmenin, Kurban Bayramı’ndan bu yana arttığı belirtildi. Bölgedeki Demir-Çelik Fabrikası, termik santraller ve akaryakıt dolum tesislerinin atıklarının körfezi bataklığa çevirebileceğinden endişe ediliyor.
İskenderun Körfezi’nin en kuzey sahili olan Erzin- Burnaz ve Atatürk Çiftliği Mevkii plajlarındaki sahile vuran köpükler yöre halkı ve ekolojistleri endişelendiriyor. Yerel muhabirimiz ve yazarımız Dr. Umur Gürsoy, yaklaşık bir aydır, denizden karaya esen rüzgarın oluşturduğu dalgaların, kumsalda daha önceleri gözlenmeyen bir köpüklenme oluşturmaya başladığını bildirdi. Gürsoy, köpüklenmenin Kurban Bayramı’ndan bu yana arttığını kaydetti.
İskenderun’dan Yumurtalık’a kadar yaklaşık 50 kilometrelik sahil, Türkiye’nin en önemli kumullarına ve ince kumlu plajlarına ev sahipliği yapıyor. Ancak aynı sahil şeridinde başta İskenderun Demir-Çelik Fabrikası ve haddehaneler olmak üzere çok sayıda akaryakıt ve LPG dolum tesisi, bunların arasında da bir çok yazlık site bulunuyor. Gürsoy, körfezin doğu ve batı sahilinde ikisi Hatay/İskenderun, biri Adana il sınırları içinde bulunan üç organize sanayi bölgesinin atıklarını doğrudan veya Ceyhan nehri aracılığıyla körfeze gönderdiğini söylüyor.
Yine aynı sahil kesiminde halen üretim aşamasında toplam 3390 MW kurulu gücünde üç adet termik elektrik santralı (TES) kurulu durumda: Yumurtalık-Sugözü (1200 MW), İskenderun-Tosyalı (1200 MW) kömürlü TES ve 990 MW ısıl gücündeki Erzin-Egemer Doğalgaz Çevrim TES.
İskenderun Körfezi, son yıllarda, hiçbir limana kabul edilmediği için uzun süre bekletilen canlı angus gemisi ve ağır metal kirliliği içeren yüküyle körfez açıklarında batan gemi nedeniyle gündeme gelmişti. Gürsoy’a göre, su kimyasının karmaşık etkileşimci doğası ve körfeze atılan atıkların çeşitliliği nedeniyle köpüklenmenin nedenin ayrıntılı analizler yapmadan söylemek çok zor.
Körfez çevresinde yoğunlaşan termik santral ve dolum tesisleri.
Bununla beraber, bu köpüklenme geçmişte İzmir ve İzmit körfezlerinde görüldüğü gibi ölmekte olan bir körfezin “mikropsuz, steril bir bataklığa” dönüşmesinin ilk belirtileri de olabilir. Dr. Gürsoy, İskenderun Körfezi’ne havadan (hava kirliliği), karadan (termik santral külleri ve hurda atıkları) ve su yoluyla (doğrudan ve başta Ceyhan olmak üzere irili ufaklı akarsular yoluyla denize verilen kentsel kanalizasyonlar ve sanayi atıkları) atılan klor başta olmak üzere kimyasalların, körfezin sonunu getirebileceği uyarısını yapıyor.
Siyanürle altın aramak üzere onbinlerce ağacın kesildiği Kazdağları’na bir destek de piyanist Fazıl Say’dan geldi. Sanatçı, yörede Su ve Vicdan nöbetine katılan binlerce kişiye konser verdi.
Kazdağlarında Kanadalı Alamos Gold şirketinin sürdürdüğü madencilik faaliyetlerine karşı başlatılan çevre mücadelesi sürüyor.Ünlü piyanist Fazıl Say, yöredeki katliama dikkat çekmek amacıyla dün, Kirazlı’da üç haftadır süren nöbet alanında konser verdi. Konser öncesinde Çanakkale Belediyesi’nin aktivistleri alana ulaştırdığı otobüsler ise birden fazla polis kontrol noktasından geçirildi.
Konser öncesi binlerce kişi, Atikhisar Barajı su toplama havzasında süren ‘Su ve Vicdan Nöbeti’ alanında toplandı. Say, konser sonrası yaptığı konuşmada “Bugün Türk halkıyla onur duydum” dedi. Say şöyle konuştu: “Bu gezegende insanlar olarak gelecek için bir şeyler bırakmak istiyorsak korumak zorundayız. Yaşatmaktan, yaşamaktan yana olmalıyız. Müzik de zaten bunu anlatıyor diye düşünüyorum.”
Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan da nöbet alanında toplananları şu ifadelerle selamladı: “Homeros İlyada’da tanrıların savaşı Kaz Dağları’ndan izlediğini yazar. Dünyanın en önemli efsanelerine ev sahipliği yapmış bir alandasınız. Burada kurdu kuşu, sincabı, ağacıyla bir ekosistem katlediliyor. Ne için, bir avuç altın için… Altımıza dinamit yerleştiriliyor, bir neslin, birkaç neslin geleceği karartılıyor. Bugün şehrimize ‘Kazdağları’ hepimizin diyerek gelen hepiniz hoşgeldiniz.”
Alamos Gold firmasının faaliyetleri yüzünden bölgeye verdiği zarara tepki olarak başlatılan Su ve Vicdan Nöbeti, 26 Temmuz’dan bu yana devam ediyor. Eylemciler, bölgedeki maden faaliyetlerinin durması talebiyle Kirazlı’da günlerdir nöbet tutuyor.
Kızılcahamam Barınağı’nda bir gönüllünün çektiği görüntüleri ‘dehşet verici bir çözümsüzlük’ olarak nitelendiren HAYKURDER, durumu yargıya taşımaya hazırlanıyor.
Ankara’da Kızılcahamam Belediyesi’ne ait Geçici Hayvan Bakımevi’nde bir bakımevi gönüllüsünün çektiği görüntüler, köpeklerin tutulduğu çok kötü koşulları belgeledi. Çekimlerin kendilerine iletildiğini belirten Hayvanları Koruma, Kurtarma ve Yaşatma Derneği (HAYKURDER), “Hukuksuzluk bir yana, dehşet verici bir çözümsüzlük söz konusu” ifadeleriyle barınakta yaşananlara tepki gösterdi.
‘Görüntüler vicdanları sızlatıyor’
Gönüllünün yaptığı ihbarı incelerken karşılaştıkları manzara karşısında son derece kaygılandıklarını belirten HAYKURDER Başkanı Erman Paçalı şunları söyledi: “Görüntüler vicdanları sızlatıyor. Bunları bize ulaştıran gönüllü, durumu Belediye Başkanı ve görevlilerle de iki kez görüştüğünü ifade ediyor. Ancak Belediye Başkanı “insanların huzuru, hayvanlardan daha değerli” yanıtını vermiş. O kentte insanların da hayvanların da huzuru ve refahı kıymetlidir ve bunu tesis etmek belediyenin görevidir. İnsanların huzuru hayvanlar yok edilerek, insanlık dışı muamelelere maruz bırakılarak tesis edilemez.”
Tarım Bakanlığına çağrı
Belediye Başkanı Süleyman Acar’a seslenen Paçalı, “Hayvanlar bakımsızlıktan ve açlıktan ölüyor. Birbirini yiyiyor. Ölenler ya padoklarda ya da görüntülerde de görüldüğü üzere boya bidonlarından bozma çöp kovalarında. Yaşayanlar tedavi edilmiyor. Ölene dek sağlık hakkından mahrum bırakılıyor. İçinizde zerre Allah korkusu varsa bu vicdansızlığı durdurun” dedi.
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın denetim yetkisi olduğuna dikkat çeken ve göreve davet eden dernek, barınağa acilen müdahale edilmesini istedi; Kızılcahamam Belediye Başkanlığı hakkında da suç duyurusunda bulunacaklarını belirtti.