Ana Sayfa Blog Sayfa 2423

İBB, TÜRGEV için yapılan beş yurdu geri aldı

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, TÜRGEV’e verilmek üzere inşa edilen beş yurdu geri aldı. Vakfa verilecek yurtlar için 171 milyon lira para harcandığı ortaya çıktı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) beş yurt inşa ederek TÜRGEV’e vermek için ihale yaptığı ortaya çıktı. İhalelerin ardından inşaat çalışmalarının başladığı yurt binaları için İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kasasından 171 milyon 767 bin lira harcandı. Birgün’den İsmail Sarı’nın haberine göre, beş yurt da tamamen TÜRGEV için yapıldı ve vakıf daha inşaat bitmeden dilekçe vererek binaların kendilerine tahsis edilmesini istedi. İBB kaynakları, beş yurdun cemaat ve vakıflardan alındığını ve diğer binaların protokollerinin de iptal edilerek geri alınacağını açıkladı. Yurtlar belediye bünyesinde bulunan bir şirket üzerinden işletilecek.

TÜRGEV’den alınan yurtların listesi şöyle;

  • Küçükçekmece Atakent Mahallesi Gençlik Merkezi ve Yurt İnşaatı: 2017 yılında ihalesi yapılan yaklaşık bin 800 kişilik yurt için AKP’li eski İBB yönetimi 90 milyon 473 bin TL ödedi.
  • Bağcılar Yenimahalle Gençlik Merkezi ve Zeminaltı Otopark İnşaatı: 2016 yılında yapılan ihale bedelinin 32 milyon 280 bin TL olduğu öğrenildi.
  • Üsküdar Çengelköy Mahallesi Yurt ve Zeminaltı Otopark İnşaatı: 2017 yılında yapılan bir başka ihale için de 20 milyon 830 bin TL ödendi.
  • Beyoğlu Örnektepe Gençlik Merkezi ve Zeminaltı Katlı Otopark İnşaatı: 2016 yılında yapımına başlanan 201 kişilik yurt inşaatın tamamlanma oranın yüzde 95 olduğu öğrenildi. Yurt inşaatı için belediye kasasından harcanan rakam 17 milyon 200 bin TL.
  • Beşiktaş, Dikilitaş Mahallesi Gençlik Merkezi Ve Zeminaltı Otopark İnşaatı: 2016 yılında ihalesi yapılan projenin toplam maliyetinin 10 milyon 230 bin TL olduğu bildirildi.

TÜRGEV’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan 2016-2017 yıllarında yöneticilik yapmıştı.

Adalar Belediye Başkanı Gül: Faytonlar kalkacak diyemeyiz, ama bu sorun çözülecek

Adalar Belediye Başkanı Erdem Gül, faytonlarla ilgili yaptığı açıklamada, ‘Kalkacak diyemeyiz ama bu sorun çözülecek. Bu konuya faytoncuların, halkın, STK’ların ve belediyenin içinde olduğu, en uygun şekilde çözüm bulacağız. Hayvanlara eziyet edilmediği, ezilmeyeceği bir dünyada yaşamak istiyoruz. Erteleyici değiliz” dedi.

Adalar Belediye Başkanı Erdem Gül, faytoncular ve hayvanseverler arasında yaşanan tartışmayla ilgili olarak Sözcü’den Fatma Vurgun‘a konuştu.  Fayton sorununun en kısa sürede çözüleceğini dile getiren Gül şunları söyledi: “Kalkacak diyemeyiz ama bu sorun çözülecek. Fayton şu an yasal bir taşıma aracı. Bu konuya faytoncuların, halkın, STK’ların ve belediyenin de içinde olduğu bir şekilde; en uygun şekilde çözüm bulacağız. Bu konu hayvanlara eziyet açısından da tartışılıyor. Bizim asla böyle bir şeye izin vermemiz mümkün değildir. Hayvanlara eziyet edilmediği, ezilmeyeceği bir dünyada yaşamak istiyoruz. Bu konuda da erteleyici değiliz. İnsana eziyet edilmediği gibi hayvana da eziyet edilemez.”

Yayalaştırma şart

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimine de değinen Gül, şöyle devam etti: “Ekrem başkanımız 39 ilçeyle birlikte yürümek, iş birliği yapmak istiyor ama AKP’liler buna çoğu zaman uymuyor. ‘Tek tek ilçelerde ne yapabiliriz?’ diye düşünüyor. Adalar’da ne yapabiliriz diye düşündü. Öncelik olarak adanın yaya yürüyüş yoluna ihtiyacı var. Trafikten arındırılmış bölge olması ve bunun ideali olması gerekiyor. Çünkü İstanbul’da yürüyüş yolu kalmamış durumda. Yürüyecek yer kalmayan devasa bir başkent oldu. Adalar’a bu nedenle geliyor insanlar ya da burada yaşıyor. Bu sebeplerle ulaşımı bir düzene sokmamız lazım.”

20 Eylül’deki Küresel İklim Grevi’ne hazırız, biz çocuklar bunu durdurabiliriz’ – Atlas Sarrafoğlu

‘Lozan’daki kampta çok şey öğrendim ama en önemlisi de 38 farklı ülkeden farklı yaşlar, farklı kültürlerden gelmemize ragmen yapacaklarımızın daha çok olduğu ve birlikten güç doğduğuydu.’

Merhaba ben Atlas Sarrafoğlu, 12 yaşındayım ve iklim aktivistiyim.

Bianet’te bana ayrılan köşede sizlere İsviçre‘nin Lozan şehrinde yapılan ve basınla birlikte 500 kişinin iklim krizini ve Fridays For Future‘un geleceğini, strateji ve taleplerini tartışmaya geldiği SMILE (Summer Meeting in Laussane/Europe) organizasyonundan bahsedeceğim bu kez.

31 Temmuz’da başladığımız bu yolculukta maalesef ki Cenevre‘ye kadar uçmam gerekti (buna özeleştiri deniliyormuş). Bunun nedeni ise şöyle; tren ile seyahat etmeyi seçseydim yolculuğum yaklaşık 5 gün sürecekti.

Artık sadece trenle gideceğim!

13 yaşındaki bir aktivist olarak, bu yolculuğun benim için biraz zor olduğuna karar verdik. Ama iki sene sonra grupla (annem olur, aktivist arkadaşlarım olur…), 18 yaşıma geldiğimde ise tek başıma tren yolculuğu ile İsviçre’ye gideceğim. Bu yolculuğun sonrasında kendime bu sözü verdim. Yapacağım!

Sonuç olarak, ben de üzülerek iklim krizinin tartışıldığı yere uçmak zorunda kaldım. Uçak yolculuğum yaklaşık 3 saat sürdü. Size ufak bir bilgi: Bu 3 saatlik kısa yolculuk benim 0.713 ton karbon salmama neden oldu.

Türkiye’de kişi başına düşen karbon salımı ise 5.9 ton. Siz de yaptığınız yolculuklar yüzünden ne kadar karbon salımına neden olduğunuzu bu adresten hesaplayabilirsiniz

Lozan sokaklarında ilk dikkatimi çeken şey sakin ve çok temiz olmasıydı. Arabalar mutlaka yaya geçidi olmasa bile durup yol veriyorlar. Kendimi güvende hissettim bundan dolayı. İnsanları da oldukça yardımsever ve kibardı, konuştuğumuz kişiler bizimle de çok ilgiliydiler. Yakamızdan hiç çıkarmadığımız yaka kartlarımızdan dolayı hemen hemen herkes bizim SMILE için orada olduğumuzu biliyor ve ilgi gösteriyordu. Meğer gazetelerde bayağı haberimiz çıkmış, ondan dolayı biliyorlarmış.

Lozan’da her yere metroya gidebildik

Lozan’da hemen her yere metro ile gidebildik, alt yapısı oldukça iyi idi. Kampta olduğumuz günlerde sadece üç gün oldukça sıkı yağmur vardı. Geceleri normalde soğuk olurmuş ama bizim orada olduğumuz zamanlarda gece göle girebileceğimiz kadar sıcaktı. Eh ne diyeyim, iklim krizinden burası da etkilenmiş. Evinde kaldığımız evin babası bahçelerindeki çimlerin bu sene ilk defa kuruduklarından şikayet ediyordu, normalde hiç böyle olmazmış.

Lozan ile ilgili tek şikayet edebileceğim şey ise fiyatlarıydı. Annem Türk Lirası’nın değer kaybettiğinden dolayı böyle dese de orada yaşayanlar da pahalı olduğunu söylediklerine göre bir gerçeklik payı var söylediğimin.

İsviçre köyleri ve geri dönüşüm

Annemin bir arkadaşı ile İsviçre programlarımız aynı olduğu için SMILE’a katılmadan önce onun ‘Gstaad bei Gsteik’ diye bir köyde bulunan evinde kaldık bir kaç gün boyunca ve Heidi gibi çizgi filmlere konu olan İsviçre köylerini gezdik. Köyler şehirden çok farklıydı. Şale denilen ahşap evler dağların yamaçlarına yapılmış ve yoğun bir yapılaşma halinde değildi. Köylerde İsviçre’nin sembollerinden biri olan inekler ise oldukça fazlaydı. Sütleri de beslendikleri otlardan olsa gerek, oldukça yoğun. İsviçre’de ineklerine çok önem veriyorlar. Onları süslüyorlar ve arada da güzellik yarışmalarına sokuyorlarmış. Hayvanlara verilen değer beni sevindirdi.

Köylerin dışında büyük geri dönüşüm alanları vardı. Alüminyum, kağıt, plastik, şişe için farklı konteynırlar var. Eğer geri dönüşümünüzü oraya atmazsanız, çöpünüzden geri dönüşüm yapılabilecek malzeme çıkarsa, para ceza veriyorlar.

Bir de araba içinde beklerken kontağı açık tutamıyorsunuz. 1 dakikadan fazla çalışırsa arabanız, yine ceza geliyor. Halk birbirini polis gibi izliyor. Bir hata yaptığınızda hemen uyarı geliyor.

Annemin arkadaşına bizi evinde ağırladığı için teşekkür ettikten sonra bir sonraki durağımız olan Lozan’a geçmek için yola koyulduk. 3 tren değiştirerek Lozan şehrine vardık. İlk olarak Lozan Garı‘nda bizi karşılayan SMILE ekibi ile tanıştık. Bize yemek fişlerimiz, gerekli bilgileri ve yaka kartlarımızı teslim ettiler. Hemen sonrasında da bizi etkinlik sırasında ağırlamaya gönüllü olan ailenin evine gittik.

Eve gidince üç çocuk ile tanıştık. Birlikte yemek yedik ve hemen evlerinin yanında olan eve yerleştik. İki katlı ve gayet geniş bir evdi. Gece güzel bir uyku çektikten sonra, ertesi sabah kalktık ve yola koyulduk ev Lozan Üniversitesi‘ne çok yakındı. Üniversiteye vardığımızda ilk yaptığımız şey ekmeğe reçel sürmek oldu, yemekler vegan olduğundan dolayı Türkiye’deki kahvaltılara benzeyen hiç bir şey yoktu.

Greta karşımdaydı!

Fakat sonra hayatımdaki en mutlu edici olayı yaşadım. Kelimelerim ağzımdan yavaşça çıkıyordu. Gözlerim karardı ve sevinçten ağlamamak içi kendimi zor tututtum. Çünkü Greta Thunberg karşımdaydı. İklim hareketlerine onun videolarını izleyerek başlamıştım. En büyük hayalim işte o an gerçekleşmişti.

İlk kez onunla birazcık da sohbetim olsun diye “günaydın” dediğimde bana kafa salladı ve bütün sabah bunun şokundan çıkamadım. Ben zayıf yapıdayım ama Greta 16 yaşında olmasına rağmen, benden de küçüktü. Oysa yaptıkları ne kadar da büyük! Kahvaltı etmek için bir masaya oturduk. Sanırım Moldovyalı bir kıza Greta’nın burada olduğunu söyledim. O ise bana humus isteyip istemediğimi sordu.

Herkes çok heyecanlıydı fakat herkes soğuk kanlı davranmaya çalışıyordu çünkü öncesinde uyarılıp ona herhangi bir katılımcı gibi davranmamız söylenmişti. İçim içime sığmıyor teriminin ilk defa ne anlama geldiğini anladım.

Günün akışında katıldığım ilk etkinlik açık forum oldu. Hepimiz kendimize göre önemli bulduğumuz farklı konular üzerinde tartışma yapıyor ve sonra o konular hakkındaki yorumlarımızı uygun renkteki yapışkanlı kağıtlara yazıyorduk. Sonra ise en ilgi çeken yorum okunuyor ve katılımcılar arasında bu yorumlar strateji ve talepler çalışma gruplarına göre ayırılıp oylanıyordu. Tanışma ve brainstroming ile dolu İlk gün böylece bitti. Yaklaşık 11 saat süren yorucu bir günün ardından yatağa girip uyudum.

“Okul yerine neden greve gidiyorsun?”

Ertesi gün neredeyse her şey daha ciddiydi fakat Cuma günü yapacağım konuşma için özel bir grup ile çalıştık. Ayrıca belirlediğimiz her farklı konuda, farklı gruplarla çalışmamız dolayısı ile farklı ülkelerden bir çok genç aktivist ile tanışıp, kaynaşma olanağım oldu. Gün içinde aktivistler arasından seçtikleri, Greta’nın da dahil olduğu benimle birlikte 8 kişi ile ilgili bir “No Words Needed/Söze gerek yok” kampanyası için fotoğraf çekimlerimiz yapıldı. Bana en çok gelen soru olan “Greve gitmek yerine neden okula gitmiyorsun?” sorusuna benim cevabım da aşağıdaki fotoğrafta görüldüğü gibiydi.

Çarşamba günü taleplerimizi belirlediğim gündü ve bu konuda açık forumda bir fikir anlaşmazlığı yaşandı. Bir grup sadece iklim adaleti talep edilmeli derken öbür grup ise diğer taleplerimizin de göz ardı edilememesi gerektiğinde ısrar ediyordu. O gün Greta ile en fazla bir araya geldiğimiz gündü. Çalışma gruplarının en çok bir araya geldiği yer yemek yediğimiz alandı. Önünde kocaman bir çayır ve sonrasnda göl vardı.

Sloganlarımız ve şarkılarımız

Bir araya geldiğimiz her an hepimiz el ele tutuşuyor “Hey ho, take me by the hand. Strong in solidarity we stand. Fight for climate justice, fight for climate justice” (Hey ho, elimi tut. Dayanışmamızla güçlüyüz. İklim adaleti için mücadele et.) ile başlayıp, “Ciao Bella” ile bitiriyorduk. Öğrendiğim sloganları keşke Türkçe’ye çevirebilsek!

Çarşamba öğleden sonra Lozan şehrini dolaşmaya çıktık ama yine içimizde bir heyecan; akşama şehrin göl kenarındaki meşhur parklarından birinde ‘die-in’ yapacaktık. Biraz zamanımız olduğu için şehri gezmeye can atıyordum. Lozan’ın önce meşhur katedraline gittik. Muhteşem bir tepede yer alıyordu. O tepeden çatıları açık kahverengi olan Ortaçağ evlerini gözleyebiliyorsunuz.

Neredeyse hala orta çağda yaşadığınız hissini veriyor şehir. Katedralin etrafında biraz dolaştıktan sonra karşımıza devasa simsiyah bir kale kapısı çıktı. İçeriye girdiğimizde atmosfer beni yine orta çağa götürdü. Hani kiliselerde olan renkli camlar olur ya onlardan kapı üstlerinde ve katedralin üst kısmında bol bol vardı. Tabii ki her kilisede olduğu gibi devasa bir kilise orgu da vardı.

Katedralin yanında Lozan’ın tarihini anlatan bembeyaz dekoru ile Lozan Tarih Müzesi’ni bulduk. Lozan zamanında meğer moda merkezlerinden biriymiş. Bundan dolayı birinci katta sadece Lozan’ın kuruluş zamanlarından itibaren tarihi boyunca moda olan giysiler ve o giysilerin hammadesi olan deri ve kumaşlar sergileniyordu.

Bir ekranda 1600’den 2019’a kadar kullanılan giysilerin kadın ve erkek modeli olarak gösterimleri vardı. Üst kata çıktığımızda Lozan’ın kocaman bir maketi vardı. Bu maket kilden yapılan Ortaçağ binaları ile döşenmişti.

Arkasında dev ekranda tarihi anlatırken maket üzerinde de bahsedilen bölümler ışıklandırılmıştı. Ben bundan çok etkilendim. Yine aynı ekranda, istediğin zamanı ve mekanı seçip değişimleri görebiliyorsun.

Ne istiyoruz? İklim adaleti!

Akşam 7’de buluşacağımız parka geldik. Göl kenarında biraz muhabbet sonrasında caddeden görünen tarafına geçtik parkın. Karşımızda kocaman eski çağlardan kalma bir kilise vardı. Kilisenin çanları akşam 8’de çalmaya başladığında daha önce hepimiz de anlaştığımız üzere düşüp ölmeye başladık. (durun! Merak etmeyin, ölme eylemi bu, gerçekten ölmedik yani.)

Bu eylemde dünyada bulunan yaşamların ölümünü temsil etmek amaç, bu konuda duyarlılığa davet etmek bizi görenleri… Sonra megafondan bir ses;

What do we want? (Ne istiyoruz? Biz: Climate Justice, (İklim adaleti) Megafondan ses: When do we want it? (Ne zaman istiyoruz?) Biz: Now… (Hemen şimdi) naraları ile yerde yatmaya devam ettik.

Kalkarken ise hepimiz bir ağızdan; Oceans are rising, so are we (Denizler yükseliyor, biz de) sesleri ile dirilmeye başladık.

Sonrası ise kalabalık olmanın ve tek ses olmanın heyecanı idi. Lozan bizi dinliyordu. Biz iklim adaleti istiyorduk. O heyecanla sonunda hepimiz kendimizi havuza attık. Zaten şiddetli bir yağmur başlamıştı eylememiz başladığında, dolayısı ile ıslanmakla ilgili çok sorun yaşamadık. Nasılsa ıslaktık, nasılsa gençtik, nasılsa iklim adaleti için sesimizi duyuruyorduk. Günün sonu da böylece gelmiş oldu.

İklim krizi arttıkça başımıza gelecekler beni korkuttu

Perşembe günü ise hemen gün programına baktım ve bir de kimi göreyim. Extinction Rebellion “Yokoluş İsyanı”nın kurucusu Roger Hallam ile sabah konferansı. Yetişmek için koştum ve başlamadan yetiştim. Evet bilgilendirici bir konferans bekliyordum ama tokat yemiş gibi oldum konferans sırasında.

Yaklaşık üç saat boyunca ayaklı bir iklim mağduru, aktivist, bilim insanı, çevreci gibi farklı karakterleri içinde Hallam’ı dinledik. Yokoluşumuzun kaçınılmaz olduğunu vurgularken; buzullar eridiğinde geri dönülmez nokta başlamış olacak, karalar ısınacak, permafrosttan metan gazları açığa çıkacak, atmosferdeki karbon gazı artışı insanların yaşayamayacağı noktaya gelecek diye anlatıyordu. Üstelik denizlerin yükselmesi gibi bir tehlikeden çok da korkamamız gerektiğini söylediğinde iyice şok yaşıyordum artık; denizler yükselmeden önce kuraklık, açlık ve göçlerle mücadele etmek zorunda kalacağız.

Ekonomik ve sosyal çöküş insanlığın sonunu getiren başlangıç olacak diyordu. Bu kadar şok bana yeterdi. Karar alıcılar, fosil yakıt lobisi sesimizi duyun diye bağırmak istedim.

“Kaz Dağları hepimizin!” videosu

O sabah FFF Türkiye olarak beraber kampa katıldığım arkadaşım Selin Gören, Greta ile birlikte  IPCC raporunun açıklanmasının hemen ardından raporun yazarlarından olan bir profesör ile buluşmaya gitmişti.

Bildiğiniz gibi bu günlerde Kaz Dağlarında muazzam bir çevre katliamı yaşanıyor. Bunun için Selin, Greta Thunberg’e Türkçe olarak “Kaz Dağları Hepimizin!” dediği bir video çekti yolda. Bunu yaptığımıza çok mutlu olduk.

Grev günü geldi çattı. Metroda bir kaç katılımcı ile günün nasıl geçeceğini konuştuk. Herkes olaya pozitif bakıyorlardı. Okula vardığımızda deklarasyonumuz onaya hazırdı, tüm çalışmalarımız sonucunda kocaman bir gelecek önümüzdeydi artık. Öğleden sonra yola çıktık. Metro çıkışında grevciler slogan atmaya başlamıştı bile. Toplanmamız çok çabuk oldu. Hemen ben de katıldım fakat konuşmam olduğu için beni en öne aldılar hemen grev grubunu motive etmeye başladım.

Fakat Lozan polisi oradaydı. Biz de onlara görünce “Hangi cehennemde bu hükümet” diye bağırdık. Sıcaklık 33˚C’ydi. Gölge yoktu, üstelik kalabalıktık ve çok heyecanlıydık. 4000 kişi bir araya gelmiştik. Benim için bu duygu bir ilkti. Hepimizin suratı sıcaktan pancar gibiydi ama çok mutluyduk. Lozan sokaklarında yürürken herkes bizim videolarımızı ve fotoğraflarımızı çekiyorlardı. Basından da büyük ilgi vardı.

Konuşmamızı yapacağımız parka vardığımızda sahneye doğru ilerledik ve hemen sahneye çıktık. Benim gibi yedi kişi daha konuşma yaptı. Normalde hazırladığım konuşmam daha uzundu ama zaman sınırlı olduğundan ve sıcakta daha fazla kimseyi tutmamak için konuşmayı biraz kısaltmak zorunda kaldım. Normalde konuşmam aşağıdakiydi:

İklim felaketleri çocukları öldürüyor

Merhaba ben Atlas Sarrafoğlu, 12 yaşındayım ve iklim aktivisitiyim. Türkiye’den geliyorum. Bana ayrılan bu kısa sürede size bir hikaye anlatmak istiyorum. Geçtiğimiz Ocak aynın son günlerinde Türkiye’nin

Antalya şehrinde bir hortum meydana geldi. Bir portakal bahçesinde çalışan 13 yaşındaki çocuk bir sezonluk tarım işçisi öldü. Adı Berivan Karakeçili’ydi.

Patronları o sırada işçilere “Gökten taş yağsa bile çalışacaksınız” diyordu.

Hayatında ilk defa gördüğü hortum karşısında şok olan Berivan’nın kafasına çatıdan kopan saç bir levha çarptı ve onu öldürdü. Gelir adaletsizliği yüzünden orada olan Berivan’ı iklim adaletsizliği öldürdü.

Ayrıca bu sene Türkiye’de sellerde 15 yaşındaki Ceylan, 11 yaşındaki Musa, 4 yaşındaki Pınar, 7 yaşındaki Sinem, 3 yaşındaki Kaan, 10 yaşındaki Funda, ve 11 yaşındaki İsa hayatlarını kaybettiler.

Dünyada iklim felaketi yüzünden ölen çocukların sayısı her geçen gün artıyor. Bence biz çocuklar bunu durdurmak için grev yapıyoruz.

İklim adaletsizliği önce fakir ülkeleri ve savunmasız insanların canına mal oluyor. Biz çocuklar bir araya gelerek bunu durdurabiliriz.

Greta’nın dediği gibi dediği gibi değişim başladı. Sadece geleceğimizi değil bugünümüzü de kurtarmak için harekete geçtik ve bunun için sizlere teşekkür ediyorum.

Kampta çok şey öğrendim

Konuşma sonrasında ise göl kenarındaki parkta şahane bir eğlence vardı.Hep beraber göle girdik, dans ettik. Koca bir hafta sıkı çalışmamızın acısını çıkardık. Bir de tabii tanıştığımız ve arkadaş olduğumuz başka ülkelerden arkadaşlarımızdan ayrılmamız için artık saatler kalmıştı.

Hırvatistan, Danimarka, İran, Lübnan, Hollanda, Meksika, İspanya, Portekiz, Litvanya, Moldova, İsveç, Estonya, Sırbistan, Rusya, Polonya, Fransa, Avusturya, Almanya, Kıbrıs, Yunanistan, İsviçre, İngiltere, RomanyaIrlanda, Italya gibi ülkelerden aktivistler tek ses olmuştuk. Ayrılık zordu. Nasıl ayrılacağız diye düşünürken, gök yarıldı. Şiddetli bir yağmur başladı. Kaçacak yer fazla yoktu. Dağıldık. Bir dahaki buluşmamıza kadar yazışmaya, konuşmaya, tartışmaya devam edeceğiz.

Bu kampta çok şey öğrendim ama en önemlisi de 38 farklı ülkeden farklı yaşlar, farklı kültürlerden gelmemize rağmen yapacaklarımızın daha çok olduğu ve birlikten güç doğduğuydu.  Döndükten sonra 20 Eylül’deki büyük iklim grevinin hazırlıklarına daha büyük bir motivasyonla başladım. Devam ediyorum.
Bizden ayrılmayın…

(Bianet’ten alınmıştır.)

 

Kökenli – Tanıl Bora

Yıllar önce, bir İHD toplantısında, bir vatandaş “ben de kökenliyim,” diye konuşuyordu, meramını anlatmaya çalışırken. Kastettiği, “Kürt kökenli” idi .Bir zamandır dolaşıma girmiş olan “Kürt kökenli” lâfını işite işite, bu lâfın “Kürt”ün hüsnütabiri olduğunu anlamış, sezmiş olmalıydı…. Hissedilen nem misali, hissedilen köken, budur…

İkinci kayyım darbesini memnuniyetle karşılayanlar, bu el koymayı “Kürt kökenlileri” kem gözlerden saklamaya dönük bir vesayet işlemi olarak takdim ediyorlar. MHP Genel Sekreteri Büyükataman, ABD sözcüsünün bu işi doğru bulmayan açıklamasını, “Türk milletinin şerefli bir parçası olan Kürt kökenli kardeşlerimizi ayrıştırma çabaları” faslından saymış. Sabah’ta Okan Müderrisoğlu, 22 Ağustos’ta, “Devlet aklı, HDP’yi, Kürt kökenli vatandaşların bir bölümü için siyasal açıdan kendini ifade etme kanalı olarak açık tutmayı tercih etmektedir” duyum-yorumunu yapmış. Aynı gün, Anadolu Güvenlik Korucuları ve Şehit Aileleri Konfederasyonu adına yapılan bir açıklamada, “Cumhurbaşkanımızın… Cumhuriyet tarihinde Kürt kökenli vatandaşlarımızın en çok hakkını hukukunu savunan lider olarak tarihe geçtiği” söylendikten sonra, CHP’nin “Kürt kökenli vatandaşların hakkını savunuyor algısını oluşturulduğuna” dikkat çekilmiş; “Türkiye’nin kaşınmaya en müsait meselesi olan Kürt kökenli vatandaşlarımız üzerinden iç karışıklık çıkarmaya çalışanların planlarını bozma” çağrısında bulunulmuş. (Şu da var: Bunun için, hükümette, bakan yardımcılıklarında, Cumhurbaşkanlığı başdanışmanlıklarında, İstanbul başta olmak üzere AK Parti teşkilatlarında, muhakkak “bölgeden kişi veya kişilere” yer verilmesi istenmiş, uzun uzun.)

***

Recep Tayyip Erdoğan, 2010’larda ara ara “benim Kürt kökenli vatandaşlarım” tabirini (bazen de beraberinde “Benim Kürt kardeşim…”) kullanıyordu. Mesela 10 Haziran 2012’deki Diyarbakır gezisinde, aksi yöndeki telkin ve baskılara rağmen orada gördüğü ilgiden bahsederken: “Biz gittik, elhamdülillah caddeler benim Kürt kökenli vatandaşlarımla doluydu.” Bu, “Benim esnafım”la[1] hısım bir kullanımdır. Sadakati ve aidiyeti nispetinde –“benim…” olacaktır-, himayeye ve vesayete mazhar bir nesne-özneyi tanımlar.

Devlet Bahçeli, 31 Mart yerel seçimlerinden birkaç gün önce, “Kürt kökenli kardeşlerim, tuzakları birlikte bozalım” mesajı vermişti. Bahçeli’nin 2013’te “Kürt kökenli kardeşlerim” kalıbını tekrarladığı bir dizi konuşmasında, “yıllardan beri iki arada bir derede kalmış… Kürt kökenli kardeşler”e hitaben “artık nerede durduklarını netleştirmelidirler” ikazı vardır.

***

Türkiye’de ilke olarak “Kürt kökenli vatandaşlarımız” adını tercih edenlerin, Irak ve Suriye’dekiler söz konusu olunca genellikle ‘düz’ olarak “Kürtler” dediğine dikkat ediyor musunuz?

***

2010’ların başlarında ana dil eğitimiyle ilgili tartışmalarda, Kürtçeyle ilgili bu istikametteki projelere karşı çıkanlar, ‘başkalarının’ da böyle talepler ileri sürmeye kalkacağı endişesini dile getirmişlerdi.
Başkaları? Mesela internet aramalarında “Ermeni kökenli” veya “İstanbul’da Ermeni kökenli bir aileye mensup olarak dünyaya gelen…” diye anılan ünlü iktisatçı Daron Acemoğlu’nun veya mesela wikipedia’da “Rum kökenli” diye anılan Lefter Küçükandonyadis’in kökendeşleri veya mesela “Çerkes kökenliler”… 

***

Bir etimoloji parantezi açalım. Köken kelimesi, “kök” kökünden geliyor. İlk anlamı, fide, fidan. İkinci anlamı: Memba, yani kaynak. Devamla: bir kişinin aslen ait olduğu memleket, Eski dildeki karşılığı: menşe, asl, diye veriliyor. Arapça, suyun kaynadığı yer, kaynak ve “doğma, çıkma” anlamına geliyor. Ve, asıl. Yani öznenin indirgeneceği, onun aslını-esasını tanımlayan bir öz…

Gilles Deleuze, kökeni sormanın “kökendeki fark”ı sormak anlamına geldiğini, kökendeki farkın da hiyerarşi demek olduğunu söyler.[2] Filozof, malûm, köken mefhumuna karşı köksap mefhumunu öneriyor. Ağaçların kökleri gibi düz çizgisel değil de; başka bazı bitkilerinki gibi, belirli bir başlangıç ve son noktası olmadan, üst bir bağlantıya ‘varmadan’, çatallanarak gelişir, köksap. Belirli bir güzergâhta değil de, kendisine yeni yollar bularak, oraya buraya saparak serpilir. Bu, yer-yurt teslimiyeti olmayan, üst-kodlama niteliği taşımayan bir soykütük önerisidir.[3]

Bir de… eski Türkçede “köken” kelimesi, “hayvan ilmeği, süt hayvanlarında süt sağarken kullanılan ilmek” veya “eyer bağı” anlamı taşıyor.[4] Yani, güderken kullanılan, güdülene vurulan, kıstıran, kısıtlayan bir bağ.

Parantezi kapayalım.

***

“Kürt kökenli yurttaş” tabiri, kulağa bir Ecevit sözü gibi gelmiyor mu? Olmayabilir, ama öyle geliyor.
Yanılmıyorsam, 1980’lerin sonlarına doğru kullanıma girdi bu tabir.

Sosyaldemokrat Halkçı Parti’nin 1989’daki meşhur “Kürt Raporu”nu hatırlayalım. Merkez ya da ‘ana akım’ siyasette, zamanına göre ileri, önemli bir belge olarak bilinir. 45 sayfalık bu metinde “Kürt” kelimesi sadece 6 kere geçer. Bir kere “Kürtçe”, bir kere “Kürt sorunu”, bir kere “Kürt kimliği” – üç kere de “Kürt kökenli”.[5] “Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun bazı bölümlerinde yaşayan yurttaşların ağırlıklı bir bölümü etnik açıdan kürt kökenlidir” denir. Şu cümle, raporun özetidir: “Kürt kimliğini kabul ederek kendine kürt kökenliyim diyen yurttaşlara bu kişiliklerini hayatın her alanında belirtme hakkına sahip olmaları olanağı sağlanacaktır.”

***

“Kürt kökenli”yi, 1940’lardan 1980’lere kadar iş gören “Doğulu/Güneydoğulu”dan bir sonraki hüsnütabir aşaması olarak görebiliriz. Kimliğin tanınma(ma)sında bir geçiş merhalesi. Açık seçik Kürt adına geçmek ile, geçememenin veya geçmemenin ve yahut geçirtmemenin arasındaki eşik.

Kökenli deyince, biraz ‘yumuşuyor’ sanki, geride bırakılmış ya da bırakılacak bir ‘şey’ gibi de geliyor. Öyleymiş, ama artık değil, gibi. Evveliyatı değil de şimdisi önemli, gibi. Ama bir yandan da, adeta bir GBT kaydı. “Kökeni ne olursa olsun…”un sadece usulen söylediğini düşündürten bir kayıt.

İmamoğlu-Yıldırım televizyon münazarasında moderatör İsmail Küçükkaya’nın varsayımsal “Kürt kökenli ve Türkiye Cumhuriyeti aşığı bir vatandaş” tarifi, nicedir eğleşilen o eşikteki sadakat yükümlülüğünü hatırlatmamış mıydı?[6]

***

“Türk kökenli yurttaşlar” lâfını hiç işitiyor muyuz peki? Bir defasında CHP milletvekili Şenal Sarıhan 2015’te “Kürt ve Türk kökenli yurttaşlar arasında kardeşlik, birlik”ten söz etmiş – istisnaî bir kullanım. “Türk kökenli yurttaşlar” lâfının asıl sistematik kullanımına ise, birincisi Bulgaristan’daki Müslüman-Türk azınlıktan söz ederken, ikincisi İsveç, Almanya vb. Avrupa ülkelerindeki Türkiye kökenli göçmenlerden bahsedilirken rastlarız. (İsterseniz bir internet taraması yapın.) Bu kullanımda, “… kökenli yurttaşlar” kalıbının, “Kürt kökenli yurttaşlar” derken kastedildiği söylenenin aksine, bir azınlığı tanımladığını görürüz.

***

Yıllar önce, 1990’ların başları, bir İnsan Hakları Derneği toplantısı diye hatırlıyorum, bir vatandaş, “ben de kökenliyim,” diye konuşuyordu, meramını anlatmaya çalışırken. Kastettiği, “Kürt kökenli” idi. Kendisi, öyleydi; “Kürt kökenli”. O sıralar bir zamandır dolaşıma girmiş olan “Kürt kökenli” lâfını işite işite, bu lâfın “Kürt”ün hüsnütabiri olduğunu anlamış, sezmiş olmalıydı. Lâfı “kökenli” diye kısaltmıştı. Belki, her ihtimale karşı yine “Kürt” dememenin güvencesini de arayarak… Hissedilen nem misali, hissedilen köken, budur…

 

[1] Bkz. “Benim esnafım,” Tanıl Bora, Zamanın Kelimeleri, İletişim Yayınları/Birikim Kitapları, İstanbul 2018, s. 188-191.

[2]Gilles Deleuze: Nietzsche ve Felsefe. Çev. Ferhat Taylan. Norgunk, İstanbul 2016 (2. Baskı), s. 21.

[3] Philip Goodchild: Deleuze & Guattari. Çev. Rahmi G. Öğdül. Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2005, s. 209.

[4] Kaşgarlı Mahmud: Divanü Lugat’it-Türk (hazırlayanlar Ahmet B. Ercilasun – Ziyat Akkoyunlu), Türk Dil Kurulu Yayınları, Ankara 2018, s. 179.

[5] Şayet TBMM’nin dijital kaynakları yanıltmıyorsa, belgenin ‘fotoğrafı’, bu metinde “Kürt” adının ilk harfinin orjinalde hep küçük harfli yazıldığını gösteriyor. CHP arşivine aktarıldığında, k’lar büyük harf olmuş görünüyor. Link (her ikisine de erişim tarihi 20 Ağustos 2019.)

[6] HDP eş genel başkanı Sezai Temelli de “Kürt halkı Kürttür, Kürt kökenli değildir,” demişti. HDP İstanbul milletvekili Ali Kenanoğlu da, 2015 seçim kampanyasında, “Alevi kökenli değil Alevi olduğunu” söylemişti. Aynı şeyi, 2010 Mart’ında Hülya Avşar’ın televizyon programında Arif Sağ söylemiş: “Alevi kökenli değilim, Aleviyim.”

(Birikim Dergisi’nden alınmıştır.)

Hava ve çevre kirliliği, akıl sağlığına da zarar

Yeni bir araştırma depresyon ve bipolar kişilik bozukluğu gibi akıl hastalıklarının da kirlilikle bağlantılı olduğunu ortaya koydu.

Çevre ve hava kirliliğinin, akıl hastalıklarına yakalanma riskinin artırdığını gösteren yeni bir araştırma yayımlandı. ABD ve Danimarka’da yapılan ve  PLOS Biology’de yayınlanan araştırma, ABD’de 150 milyon, Danimarka’da ise 1.4 milyon bireyin verileri kullanılarak gerçekleştirildi. Araştırma, kirliliğe maruz kalma ile bipolar bozukluk ve depresyon teşhisleri arasında bir bağlantı olduğunu ortaya koydu.

Ülke genelinde 11 yılın sağlık sigortası verilerini inceleyen araştırmacılar, bipolar, depresyon, kişilik bozukluğu, şizofreni, Parkinson, epilepsi rahatsızlıklarını hava, su ve toprak kalitesiyle karşılaştırdı.Araştırma sonuçları özellikle New York ve Los Angeles gibi en kötü hava kalitesine sahip kentlerde bipolar bozukluk teşhisi 27 kat, depresyon teşhisi ise altı kat daha fazla. Çalışma Danimarka’da da benzer sonuçlar verdi.

Araştırma sonuçlarının yer aldığı raporda “Sonuçlar hava kirliliğinin psikiyatrik bozuklukların artma riski ile ciddi ölçüde bağlantılı olduğunu gösteriyor. Hipotezimiz kirletici maddelerin nöroinflamatuar yollar üzerinden insan beynini etkilediğidir” ifadeleri yer aldı.

 

HDP’nin kayyımlara karşı stratejisi, ‘sürekli eylem’

HDP, kayyımlara karşı kesintisiz oturma eylemleri, atamaları uluslararası platformlara taşıma ve Meclis’e çağrı kararı aldı. Görevden alınan başkanlar da AİHM yolunda.

Halkların Demokratik Partisi (HDP), kayyıma karşı 1 Eylül sonrasında izleyecekleri yol haritasına ilişkin Merkez Yürütme Kurulu’nda (MYK) bir dizi karar aldı. Buna göre, 1 Eylül’de Diyarbakır’da gerçekleştirilecek mitingin ardından da oturma eylemleri, kesintisiz olarak sürdürülecek. HDP, kayyım atamalarını diplomatik düzeyde de gündeme getirecek ve Avrupa Parlamentosu (AP), Avrupa Konseyi (AK) ile AK Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi yetkilileri ile görüşmeler gerçekleştirilecek. HDP MYK’si ayrıca 1 Ekim’de açılacak olan TBMM’yi, “acil gündem”le toplanmaya çağıracak.

AİHM’ne de gidecekler

Görevden alınan Van, Diyarbakır ve Mardin Büyükşehir Belediye başkanları da AİHM’ye başvurma kararı aldı. Avrupa Birliği  Türkiye Delegasyonu, AB üyesi ülkeler ile İsviçre ve Norveç Büyükelçilik temsilcileriyle Ankara’da bir araya geldi.

AB Türkiye Delegasyonu ev sahipliğinde gerçekleşen toplantıya görevden alınan Mardin Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Ahmet Türk, Van Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Bedia Özgökçe Ertan ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Selçuk Mızraklı ile HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Nazmi Gür katıldı.

Görüşmede belediye eş başkanlarının, kayyumların, yerel ve bölgesel yansımalarına dair aktarımlarda bulunulduğu öğrenildi. Belediye başkanları kayyumları kabul etmeyeceklerini ve kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıyacaklarını belirttiler.

Protestolar sürüyor

Kayyım atamalarına karşı protestolar da birçok kentte oturma, yürüyüş, ışık söndürme ve gürültü çıkarma eylemleriyle devam ediyor. Diyarbakır’da yürüyen HDP’liler, “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” sloganları attı. Diyarbakır’da Çamlıca mevkiinde toplanan partililere aralarında Ahmet ŞıkRemziye Tosun’un da bulunduğu HDP’li vekiller ile Pir Sultan Abdal Derneği Genel Başkanı Gani Kaplan, Alevi Bektaşi Federasyonu Başkan Yardımcısı Müslüm Metin de katıldı.

İklim aktivistleri ‘zirve’ye hazırlanıyor

23 Eylül’de Washington’da gerçekleştirilecek BM İklim Hareket Zirvesi için iklim aktivistleri de hazırlıklarını yapıyor. Yerel örgütler, Washington’un ulaşımı felç etmeyi planlarken, Greta Thunberg başta, dünyanın her yerinden çok sayıda aktivist, şimdiye dek yapılmış en büyük iklim eylemini gerçekleştirmek üzere ABD yolunda.

ABD’nin başkenti Washington DC‘de 23 Eylül’de gerçekleşecek Birleşmiş Milletler İklim Hareket Zirvesi öncesi, yerel çevre aktivistleri büyük bir protesto planladı. Buna göre zirvenin gerçekleşeceği gün toplanacak olan gruplar, trafiği kapatarak işleyiş aksatacak.

The Guardian’da yer alan habere göre, yerel gruplar,  gençlik liderlerinin küresel grev ilan ettiği BM Zirvesi haftası için hazırlık yapıyor. Zirvenin gerçekleşeceği hafta için 100’ün üzerinde eylem planlandı. Rising Tide isimli çevre aktivisti grubun üyesi Patrick Young, Washington’da planlanan protesto için “İşleyişi aksatmak için planlanan büyük bir eylem. Siyasi liderlerin ve şirketlerin iklim krizi için harekete geçmemesine oluşan tepki gerçekten son raddeye geldi” dedi.

Aktivistler ABD yolunda

Fridays for Future hareketinin başlatıcısı, İsveçli aktivist Greta Thunberg zirveye katılmak üzere, yelkenli bir tekneyle gerçekleştirdiği yolculuğunu tamamlayarak, ABD’de ulaştı. Zirve için, dünyanın dört bir yanından iklim aktivistlerinin, Washington’a gitmek üzere hazırlıklarını sürdürdüğü biliniyor. Aktivistler,  şimdiye dek yapılmış en büyük eylemleri  gerçekleştirerek, hükümetleri ve uluslararası örgütleri harekete geçirmek istiyor.

Britanya usulü darbe: Kraliçe parlamentoyu askıya alma teklifini onayladı

Kraliçe 2. Elizabeth, Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson’ın, parlamentoya beş hafta ara verilmesi yönündeki teklifine onay verdi. Parlamenterler ve halk, girişimi ‘darbe’ olarak niteliyor. Sosyal medyada başlatılan #stopthecoup (darbeyi durdur) hashtag’i ve imza kampanyasında, imza sayısı kısa sürede 1 milyonu geçti.

Kraliçe 2. Elizabeth, Brexit sürecinin tıkandığı Birleşik Krallık’ta Boris Johnson’un parlamentonun beş hafta askıya alınması teklifini kabul etti. Başbakan Johnson, Kraliçe’ye gönderdiği mektupta yasama döneminin 340 gündür kapanmadığını, Avam Kamarası tarihinde son 400 yılın rekoru olduğunu belirtmişti. Karar gereği, Parlamento 14 Ekim’e kadar kapalı kalacak.

Ancak, İngiltere basını ve girişimi ‘darbe’ olarak nitelendiren muhalefet bunun “anlaşmasız Brexit” seçeneğini devreye sokmak olduğu yapılan bir plan olduğu kanısında. İngiltere sosyal medyasında da #stopthecoup (darbeyi durdur) hashtag’i ve imza kampanyası başlatıldı. İmza sayısı kısa sürede 1 milyonu aştı.

‘Coup d’etat/darbe’

The Independent gazetesi de muhalefet tepkilerini referans göstererek Fransızca “coup d’etat” (darbe) sözcüğünü başlığına taşıdı. İşçi Partisi milletvekili John McDonnell  da “Bu Britanya usulü bir darbedir. Bir başbakanın, demokratik kurumlarımızın tam ve özgür bir şekilde işlemesini engellemesine izin verdiğinizde tehlikeli bir yola girersiniz” ifadelerini kullandı.

“Bizi parlamentodan çıkarmaları için polis gerekir”

İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn, gelişmelerin üzerine Kraliçe Elizabeth’ten görüşme talep ederken, İşçi Partisi vekili Clive Lewis, Kraliçe’den henüz onay gelmeden şu tweet’i atmıştı: “Eğer AB’den anlaşmasız bir şekilde ayrılmak için Parlamento’yu kapatırsa parlamenterler olarak olarak demokrasiyi savunacağız. Bizi Parlamento’dan çıkarmaları için polis çağırmaları gerekir. Halkı sokağa çağıracağız. Parlamento’da olağanüstü oturum talep edeceğiz”

Parlamento sözcüsü: Anayasa’ya hakaret

Avam Kamarası sözcüsü John Bercow, Başbakan’ın yasamayı askıya alma teklifini ‘Anayasa’ya büyük hakaret’ olarak değerlendirdi. Bercow, “Bu hamle ile Parlamento’nun Brexit’i görüşmesini ve görevini yapmasını engellemek istediği çok açık” ifadelerini kullandı.

Anlaşmasız Brexit, Avrupa Birliği’nden (AB) kuralsız çıkış anlamına geliyor ki, bu Avrupa’nın diğer ülkelerinde yaşayan İngiltere vatandaşlarının hakları yanı sıra pekçok hakkın tehlikeye girmesi anlamına geliyor

Adalar’da ilk ‘Ulaşım Çalıştayı’ fayton atlarına kilitlendi

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun talimatıyla Adalar’daki ulaşım sorunlarına kalıcı ve sürdürülebilir çözümler getirmek için Büyükada’da, ‘Adalar Ulaşım Çalıştayı’ yapıldı. Toplantıda hayvan hakları savunucuları ve faytoncular arasında gerilim yaşandı.

Uzun zamandır fayton taşımacılığının tartışma konusu olduğu İstanbul Adalar’da, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun talimatı üzerine, dün İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Adalar Belediyesi’ce Ulaşım Çalıştayı düzenlendi. Sivil toplum örgütleri, hayvan hakları savunucuları, hayvan dernekleri temsilcileri, Adalar halkı, faytoncular ve akademisyenlerin de katıldığı, Büyükada’daki çalıştay, fayton çeken atların durumuna ilişkin sert tartışmalara sahne oldu.

Gül: Gönlüm önceliğin yayada olması

Adalar Belediye Başkanı Erdem Gül,  açılış konuşmasında, Adalar’ın en hassas konularından birinin ulaşım olduğunu dile getirerek, gelecek yazı ve ondan sonraki yılları daha iyi planlamak istediklerini anlattı. Adalar’ın ulaşımın bazı istisnaları olduğuna değinen Gül, şöyle konuştu:

“Biz, buranın İstanbul’da yapamadığımız yaya kültürünü, yayanın her türlü rahatlığını en iyi örneklendirebileceğimiz yer olmasını istiyoruz. Bunu sağlamakta büyük bir müşkül içindeyiz. Her gün bunu konuşuyoruz. Çalıştayda ‘Yaya kültürünün daha da genişletilmesi için ne yapabiliriz?’i de konuşmak gerektiğini düşünüyorum. Benim gönlüm önceliğin yayada olması. En azından adanın büyük bölümünde yürüme, yürüyüş ve yaya kültürünün genişletilmesi gerektiğini düşünüyorum. Elbette bir şehirde yaşıyoruz. Hastalar var, yaşlılar var, başka zorunlu nedenler var. Bu nedenle ada içi ulaşım meselesini çok yoğun, hararetli, belki kimi zaman karşı karşıya gelecek şekilde tartışmak zorundayız. Fayton meselesini de fiili durum haline gelmiş akülü araçlar meselesini de bisiklet yolunu da tartışmak zorundayız. Benim isteğim serbest mekanlarda konuştuğumuz bu konuları ve hemen hemen herkesin gitgide mutabık hale geldiği bu konuda birbirimizi karşı taraf olarak görmeden, konuyu farklı taraflarından ortak noktaya doğru çekerek bir adıma doğru gitmemiz gerekiyor.”

Ayhan: Plan eksikliğimiz var

Adalar Kaymakamı Mustafa Ayhan da Adalar’ın temel sorunlarından birinin ulaşım olduğuna işaret ederek, “Aslında bizim ulaşım sıkıntımız yok; telem sıkıntımız nitelik. Kamu olarak bu nitelikler konusunda taviz verdiğimiz sürece Adalıların bu noktada eleştirilerinin artarak devam edeceği kanaatindeyim.” dedi.
Adalar’ın SİT alanı olduğunu hatırlatan Ayhan, şöyle devam etti: “Bu, ‘araçtan arındırılmış’ demektir; ‘yaya önceliği’ demektir. Burada yaya, trafikteki en önemli unsur. Bunun ötesindeki bütün unsurlar ikinci planda. Böyle bir sayfiye, huzur yerinde toplu ulaşımı nasıl sağlayacağımız düşünüldüğünde, geçmişte bu konuda tek yetkilendirilmiş olan faytonlu toplu ulaşım. Bugüne geldiğimizde ada içindeki ulaşımın kangren olduğunu, birbirine girdiğini ve bir çok noktalarda noksanlığımız olduğunu hepiniz biliyorsunuz. Ayrıca Adalar’da plan eksikliğimiz var. Plan olmadığı zaman da herkesin kendi planı ya da plansızlık üzerine kurulu farklı politikalar geliştirilmiş geçmişte. Bu plansızlığın üzerine de bugün yaşadığımız olumsuzlukları yaşıyoruz.”
Ayhan, Adalar’da acil bir master plana ihtiyaç olduğunu belirterek,toplu ulaşım eylem planını da bunun içine katmak gerektiğini kaydetti: “Eylem planı içerisinde sadece fayton ve at meselesi, akülü meselesi değil, entegre ulaşım sistemi çözümünü sağlamamız gerekiyor. Ada içi ulaşımı entegre bir metotla topluca çözebilecek bir çözüm üretmemiz gerekiyor.”

Demir’den ‘ortak akıl çağrısı’

Ulaşım ve Çevreden Sorumlu İstanbul Büyükşehir Belediye Genel Sekreter Yardımcısı İbrahim Orhan Demir ise, çalıştayda tüm paydaşların görüşlerini almak ve çıkacak sonuçlara göre bir yol haritası belirlemek istediklerini ifade ederek, “Bu sorunlar yıllarca çok tartışıldı. Maalesef bugüne kadar bazılar çözüldü belki ama genel anlamda çözülemeyen sorunlarımız var. Umarım bu çalıştay bir başlangıç olur. Bundan sonra yapacağımız, bunun altına gelecek çalışmalarla sorunların hepsini ele alıp, yine tüm paydaşların katılımıyla ortak bir akılla, herkesin üzerinde anlaşabileceği ortak çözüme varabileceğimize inanıyorum.” değerlendirmesini yaptı. Demir, mümkün olduğunca geniş katılımla alt komisyonlar kurulacağını söyledi.

Faytoncular “Her şey çok güzel olacak” sözünü siyasi buldu, çalıştayı terk etti

Açılışın ardından faytoncularla hayvanseverler arasında kısa süreli bir gerginlik yaşandı.

Hayvan hakları savunucusu bir kadının “Her şey çok güzel olacak” demesi üzerine faytoncular ‘hayvan severler siyaset yapıyor’ diyerek salonu terk etti. “Bütün canlıların mutlu olduğu bir düzen” oluşmasını isteyen kadın katılımcının “Her şey çok güzel olacak” demesine faytoncuların cevabı “Siyaset yapacaksanız başka yere!” oldu.

Grup çalışmaları

Sabah başlayan çalıştayda, açılışın ardından Ada İçi Toplu Ulaşım, Yaya Ulaşımı Bisiklet ve Akülü Araç Kullanımı, Hayvan Hakları ve Çevre, Adalar Lojistik Sistemleri, Adalar Arası ve Ana Karaya Ulaşım ile Turizm ve Rekreasyon konuları tarafların katılımıyla grup çalışmalarında ele alındı.  Prof. Dr. Haluk Gerçek, Prof. Dr. Alper Ünlü, Prof. Dr. Murat Aslan, Şehir Hatları Genel Müdürü Sinem Serhan Dedetaş ve Prof. Dr. Mehmet Ocakçı üstlendikleri oturumlara ilişkin bilgi ve önerileri, çalıştayın sonunda katılımcılarla paylaştı.

Ada içi toplu ulaşım

Oturumda ulaşımın sadece faytonlarla sağlamanın mümkün olmadığı belirlendi. Faytonlar üzerine binmiş taşıma yükünün azaltılması için elektrikli akülü araçların adanın dokusuna uygun bir şekilde planlanması gerektiği tespit edildi. Adalar’da toplu taşımaya ihtiyaç olduğu gündeme geldi. Özellikle adaların tepe noktalarında insanları taşıyacak daha küçük ölçekli araçların da bu toplu taşıma araçlarına entegre edilmesi gerektiği konusunda hem fikir sağlandı.

Oturumda yapılan görüşmeleri aktaran Prof. Dr. Haluk Gerçek, asıl sorunu yaratanın Ada’ya gelen turistler olduğunu söyledi. Gerçek, “Adanın kültürü ve mirasıyla ilgili yönlendirme eksikliği var. Ayrıca, faytonlar Ada içi ulaşımda yeterli değil, faytonlara talebin fazla olması atlara daha çok yük bindiriyor. Alternatif toplu ulaşım sistemleri kurulmalı. Ada sakinleri, faytonların kaldırılmasını istemiyor. Ancak yönetilebilir ölçüde sayılarının azaltılması gerekiyor. Bisikletler konusunda da denetimsizlik söz konusu. Bisikletin girmesinin yasak olduğu yerlerde bisiklet kiralamaları yapılıyor” diye konuştu.

Akülü araçlar, bisiklet

Doç.Dr. Eda Beyazıt‘ın moderatörlüğünü yaptığı “Yaya Ulaşımı, Bisiklet ve Akülü Araç Kullanımı ” oturumunda, bisikletler konusunda bölgeleme yapılması, merkezi alanlara bisikletin girmemesi, cezai denetimler konuları ele alınırken, vapurda verilmek üzere adalarla ilgili eğitim broşürleri hazırlanması, bisiklet denetleme timi oluşturulması, vapurların alternatif iskelelere yanaşması önerileri sunuldu.

Bireysel ulaşımda akülü araçlara çok fazla yönelindiği belirtilerek, akülü araçların yönetmelik çerçevesinde kısıtlanması veya kaldırılması, toplu taşımaya geçişin şart olduğu vurgulandı. Güvenli, yavaş ve sürdürülebilir ulaşım kurgusu başlığı ele alındı.

Hayvan Hakları ve Çevre

Hayvan Hakları ve Çevre” oturumunda başkanlık yapan Prof.Dr. Murat Arslan, Ada sakinlerinin faytonculuğun bir kültür olduğunu ve devam etmesini istediklerini açıkladı. Oturumda, Adalar sakinlerinin  iyileştirmeler ve denetlemeler yapılarak fayton kültürününün devam etmesi gerektiği önerisi sunuldu. Faytonların çalışma ruhsatlarının Tarım ve Orman Bakanlığı’nın yetkisinde olduğu, uygulama aşamasında belediyelerin devreye girdiği hatırlatılarak, denetimle ilgili kısımda kurumlar arası işbirliğinin önemine işaret edildi. Arslan, “Atlı faytonların denetlenmesi konusunda faytoncular, STK temsilcileri ve Ada sakinleri hemfikir. Bazı STK temsilcileri ise faytonculuğun bir eziyet olduğunu ve kaldırılması gerektiğini savundu. Ayrıca faytonculuk ve elektrikli sistemler entegre bir biçimde çalışması da Ada sakinleri tarafından önerildi” dedi.

Lojistik

“Adalar Lojistik Sistemleri” oturumunda, turistik kısım ile lojistik kısımların ayrılması, 19.00-10.00 arasında yük taşımacılığının yapılması, elektrikli akülü araçların lojistik taşımacılık dışında kullanılmaması ve bunlara sınırlama getirilmesi ortaya konuldu.


Adalar arası ve anakaraya ulaşım

Şehir içi Hatları Genel Müdürü Sinem Serhan Dedetaş’ın başkanlığında yürütülen “Adalar Arası ve Ana Karaya Ulaşım” oturumunda ise Adalar arası sefer sıklığının artırılması gerektiğine değinildi. Dedetaş, “Gece seferlerinin düzenlenmesi ve ana karaya express sefer düzenlenilmesi istendi. Bu konuda çalışmalarımız olacak” dedi.Oturumda, sefer sıklığının araştırılması konusunda temsilci belirlenirken, Ada ziyaretçilerine vapurda bilgilendirmeler, tanıtım filmleri sunulması kararları alındı.

Turizm ve rekreasyon

Oturumda imar planı konusu ele alınırken, yeni bir plan yapılması için bütünleşik bir bakış gerektiğine işaret edildi. Ulaşım başta olmak üzere konut, ticaret alanları, turizm alanları, Adaların bütün kullanım biçimleriyle ilgili görüşler sunuldu.

Çalıştayda belirlenen sorunlar ve çözüm önerileri raporlanarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne sunulacak.

 

 

 

Pet şişelere 2021’de zorunlu depozito geliyor

Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı Birpınar, pet şişelerde zorunlu depozito uygulamasının 2021’de başlayacağını duyurdu. Birpınar “Türkiye’de eğer pet şişeye 10 kuruş depozito koyarsanız, vatandaş onu öder, sonra da alır makineye atar ve parasını geri alır” dedi.

Market ve mağazalarda plastik poşetlerin paralı getirilmesinin ardından benzer bir uygulama pet şişeler için de hayata geçirilecek. Pet şişelerde satılan ürünlerin fiyatına depozito ücreti de eklenecek, pet geri dönüşüm kutusuna atıldığında depozito iade edilecek.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü ile İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) NOVA Teknoloji Transfer Ofisi iş birliğince ‘Türkiye Depozito İade Sistemi Projesi (TÜDİS) Açılış Toplantısı’ yapıldı. Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı Mehmet Birpınar, burada yaptığı konuşmada, halen ücretsiz olan manav reyonlarındaki plastik poşet kullanımında ciddi artış görüldüğünü ancak kese kağıdı uygulamasına geçilmesinin hedeflendiğini söyledi. Birpınar, 20 yıl içerisinde oluşan atık miktarının 32 milyon tona çıktığını, ancak 2000’li yılların başında yüzde bir olan geri dönüşüm oranının yüzde 13’e ulaştığını ifade etti.

TÜDİS projesinin depozito iade sistemi kapsamında dünyada ve Türkiye’de ne tür çalışmaların yapıldığının görülmesi için başlatıldığını anlatan Birpınar şunları söyledi:  “Sonuçları iyi olacak. Belki pilot bölge ve şehir uygulamasıyla bunu yapacağız çünkü biz bunu başarabiliriz. Türkiye’de eğer pet şişeye 10 kuruş depozito koyarsanız, vatandaş onu öder, sonra da alır makineye atar ve parasını geri alır. Onu mobiliteye döndürmek lazım. Onun karşılığında ulaşım imkanı verilebilir.”

Atık miktarını azaltarak, geri dönüşüm oranlarını yüzde 10 ila yüzde 50 arasına çıkarmayı hedeflediklerini vurgulayan Birpınar, şu bilgileri verdi: “Şu anda her 10 cam şişeden biri, her 10 pet şişeden 3’ü ve 10 alüminyum içecek kutusundan ancak 5’i geri dönüşebiliyor. Gerisi de maalesef gelişi güzel doğaya atılıyor.”

İTÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Lütfihak Alpkan ise kaynakların israfının çok büyük zararlara yol açmasının ardından sıfır atık, sıfır karbon emisyonu ve çevreye duyarlı sürdürülebilir projelerin, kamu ve özel sektörde önemli hale gelmeye başladığını söyledi.