Ana Sayfa Blog Sayfa 2090

Türkiye’de koronavirüs: 21 kişi daha hayatını kaybetti, 988 yeni tanı

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Türkiye’de koronavirüs nedeniyle 21 kişinin daha hayatını kaybettiğini, 988 yeni tanı konduğunu açıkladı. Böylece koronavirüs yüzünden hayatını kaybedenlerin toplam sayısı 4 bin 630’a, toplam vaka sayısı 167 bin 410’ya yükseldi.

Test sayımız, tarama amaçlılar dâhil, 54.000’in üzerinde. Yoğun bakıma ihtiyaç duyan hasta sayımız azalmaya devam ediyor. Gelecek günler, el hijyenine özene; maske + sosyal mesafe kuralının her ikisine uymamıza bağlı. Daha iyi tedbir, daha iyi sonuçtur.”

Türkiye’de ilk koronavirüs vakası 11 Mart’ta tespit edildi. O günden bu yana vaka ve ölüm sayıları şöyle: 

11 Mart: 1 vaka
13 Mart: 3 vaka
14 Mart: 6 vaka
15 Mart: 18 vaka
16 Mart: 29 vaka
17 Mart: 51 vaka, 1 ölüm
18 Mart: 93 vaka, 1 ölüm
19 Mart: 168 vaka, 2 ölüm (1.981 test)
20 Mart: 311 vaka, 5 ölüm (3.656 test)
21 Mart: 277 vaka, 12 ölüm (2.953 test)
22 Mart: 289 vaka, 9 ölüm
23 Mart: 293 vaka, 7 ölüm (3.672 test)
24 Mart: 343 vaka, 7 ölüm (3.952 test)
25 Mart: 561 vaka, 15 ölüm (5.035 test)
26 Mart: 1196 vaka, 16 ölüm (7.286 test)
27 Mart: 2069 vaka, 17 ölüm (7.533 test)
28 Mart: 1704 vaka, 16 ölüm (7.641 test)
29 Mart: 1815 vaka, 23 ölüm (9.982 test)
30 Mart: 1610 vaka, 37 ölüm (11.535 test)
31 Mart: 2704 vaka, 46 ölüm (15.422 test)

1 Nisan: 2148 vaka, 63 ölüm (14.396 test)
2 Nisan: 2456 vaka, 79 ölüm (18.757 test)
3 Nisan: 2786 vaka, 69 ölüm (16.160 test)
4 Nisan: 3012 vaka, 76 ölüm (19.664 test)
5 Nisan: 3015 vaka, 73 ölüm (20.065 test)
6 Nisan: 3148 vaka, 75 ölüm (21.400 test)
7 Nisan: 3892 vaka, 76 ölüm (20.023 test)
8 Nisan: 4117 vaka, 87 ölüm (24.900 test)
9 Nisan: 4056 vaka, 96 ölüm (28.578 test)
10 Nisan: 4747 vaka, 98 ölüm (30.864 test)
11 Nisan: 5138 vaka, 95 ölüm (33.170 test)
12 Nisan: 4789 vaka, 97 ölüm (35.720 test)
13 Nisan: 4093 vaka, 98 ölüm (34.456 test)
14 Nisan: 4062 vaka, 107 ölüm (33.070 test)
15 Nisan: 4281 vaka, 115 ölüm (34.090 test)
16 Nisan: 4801 vaka, 125 ölüm (40.427 test)
17 Nisan: 4353 vaka, 126 ölüm (40.270 test)
18 Nisan: 3783 vaka, 121 ölüm (40.520 test)
19 Nisan: 3977 vaka, 127 ölüm (35.344 test)
20 Nisan: 4674 vaka, 123 ölüm (39.703 test)
21 Nisan: 4611 vaka, 119 ölüm (39.429 test)
22 Nisan: 3083 vaka, 117 ölüm (37.535 test)
23 Nisan: 3116 vaka, 115 ölüm (40.962 test)
24 Nisan: 3122 vaka, 109 ölüm (38.351 test)
25 Nisan: 2861 vaka, 106 ölüm (38.308 test)
26 Nisan: 2357 vaka, 99 ölüm (30.177 test)
27 Nisan: 2131 vaka, 95 ölüm (20.143 test)
28 Nisan: 2392 vaka, 92 ölüm (29.230 test)
29 Nisan: 2936 vaka, 89 ölüm (43.498 test)
30 Nisan: 2615 vaka, 93 ölüm (42.004 test)

1 Mayıs: 2188 vaka, 84 ölüm (41.431 test)
2 Mayıs: 1983 vaka, 78 ölüm (36.318 test)
3 Mayıs: 1670 vaka, 61 ölüm (24.001 test)
4 Mayıs: 1614 vaka, 64 ölüm (35.771 test)
5 Mayıs: 1832 vaka, 59 ölüm (33.283 test)
6 Mayıs: 2253 vaka, 64 ölüm (30.303 test)
7 Mayıs: 1977 vaka, 57 ölüm (30.395 test)
8 Mayıs: 1848 vaka, 48 ölüm (33.687 test)
9 Mayıs: 1546 vaka, 50 ölüm (35. 605 test)
10 Mayıs: 1152 vaka, 47 ölüm (36.187 test)
11 Mayıs: 1114 vaka, 55 ölüm (32.722 test)
12 Mayıs: 1704 vaka, 53 ölüm (37.351 test)
13 Mayıs: 1639 vaka, 58 ölüm (33.332 test)
14 Mayıs: 1635 vaka, 55 ölüm (34.821 test)
15 Mayıs: 1708 vaka, 48 ölüm (38.565 test)
16 Mayıs: 1610 (vaka) 41 ölüm (42.236 test)
17 Mayıs: 1368 vaka, 44 ölüm (35.369 test)
18 Mayıs: 1158 vaka, 33 ölüm (25.141 test)
19 Mayıs: 1022 vaka, 28 ölüm (25.382 test)
20 Mayıs: 972 vaka, 22 ölüm (20.838 test)
21 Mayıs: 961 vaka, 27 ölüm (33.633 test)
22 Mayıs: 961 vaka, 27 ölüm (37.507 test)
23 Mayıs: 1186 vaka, 32 ölüm (40 .178 test)
24 Mayıs: 1141 vaka, 32 ölüm (24.589 test)
25 Mayıs: 987 vaka, 29 ölüm (21.492 test)
26 Mayıs: 948 vaka, 28 ölüm (19.853 test)
27 Mayıs: 1035 vaka, 34 ölüm (21.043 test)
28 Mayıs: 1182 vaka, 30 ölüm (33.559 test)
29 Mayıs: 1141 vaka, 28 ölüm (36.155 test)
30 Mayıs: 983 vaka, 26 ölüm (39.230 test)
31 Mayıs: 839 vaka 25 ölüm (35.600 test)

1 Haziran: 827 vaka, 23 ölüm (31.525 test)
2 Haziran: 786 vaka, 22 ölüm (32.325 test)
3 Haziran: 867 vaka, 24 ölüm (52.305 test)
4 Haziran: 988 vaka, 21 ölüm (54.234 test)

Siyah iklim aktivistleri: Irkçılık, sürdürülebilir bir yaşamı imkansız kılıyor

Somini Sengupta‘nın The New York Times için kaleme aldığı yazı Yeşil Gazete tarafından çevrilmiştir. 

*

Ülke, Minneapolis’te tutuklandığı sırada öldürülen George Floyd’un ardından şiddetli protestolarla sarsılırken, bu hafta önde gelen siyah iklim aktivistleriyle ırkçılık ve iklim değişikliği arasındaki bağlantıları konuşmaya karar verdik.

Tartışmalarda öne çıkan net bir mesele var: Ülke, önümüzdeki haftalarda hatta aylarda ekonomik ve sosyal pusulasını yeniden ayarlamanın yollarını ararken ırksal ve ekonomik eşitsizliklerin üstesinden gelinmeli.

İşte öne çıkan üç çevre savunucusunun, iklim hareketinin nasıl ırkçılık karşıtı olacağı üzerine görüşleri:

‘İnsanların bağlantıyı görmesine yardımcı olun’

Sam Grant, uluslararası iklim aktivisti örgüt 350.org’un Minnesota ayağının baş yürütücüsü. Kendisi George Floyd’un ölümüne adı karışan polis memurlarına soruşturma açılması çağrısında bulunan ilk aktivistlerdendi.

Birkaç gün sonra, aralarında Greenpeace ve Natural Resources Defense Council’in de olduğu ulusal ve uluslararası grupların liderleri, konuyla ilgili kendi dayanışma açıklamalarını yayımladılar.

Grant, bunu olumlu bir adım olarak nitelendirse de, dayanışmanın sürdürülebilir olduğu konusunda ikna olmuş değil: “Ana akım çevre örgütlerinin bize sahip çıkması, tutumlarının normali değil.”

Peki iklim değişikliği bugün üzerine düşünmek için uzak bir mesele gibi mi görülüyor?

İnanıyorum ki, iklim krizini odağına almış bir örgüt olarak insanlar için birincil olanın onurlandırılması hakkında diyalog kurmak, ilişkiler geliştirmek ve insanların iki mesele arasındaki bağlantıyı görmesine yardımcı olmak da bizim mücadelemizin bir parçası. Dolayısıyla birini seçmek zorunda değiliz. Ya da biri önce diğeri sonra demek zorunda değiliz. İkisini de seçmemiz gerekir.

Grand’ın ekibi Minneapolis’te göstericiler için yemek pişiriyor ve yaralananlara ilk yardım sağlıyor: “Polis şiddeti, daha geniş, yapısal şiddetin bir vehçesi. Yapısal şiddeti iyileştirmek aslında tüm insanlığın çıkarınadır.”

‘Açıklamaların arkası gelmeli’

Texas Southern Universitesi’nden Robert D. Bullard 30 yılı aşkın süreden beri çevresel ırkçılığın çözülmesi gerekliliği hakkında yazıyor. Büyük çevre örgütlerinin liderlerinden gelen açıklamaları memnuniyetle karşılasa da, bağışların büyük bölümünün beyazlar tarafından çekip çevrilen çevre örgütlerine gitmesinden yana serzenişte bulunuyor.

Bu örgütlerin hak, adalet ve eşitlik kavramlarını tümden benimsediklerini görmek isterim. Bu tarz açıklamaların arkasını da somut adımlarla getirmek gerekir.

“Zenginler,” diye devam ediyor Bullard, “yoksullara göre daha fazla karbon ayak izi bırakıyor, bu ülkenin iklim değişikliğinin etkilerine karşı en kırılgan kesimi olan farklı etnisiteden insanlar da yine yoksullar. Eğer dışarısı çalışılamayacak kadar sıcak olursa, bundan kimlerin etkileneceğini biliyoruz. Eğer kentsel ısı adalarından bahsediyorsak, kimlerin 7/24 havalandırmalarını klima çalıştıramayacağını da biliyoruz. İklim değişikliği ve sera gazları artık yüzdelik değil, milyonluk değerlerle ölçülüyor ve iklimin en korkunç etkilerini hissedenlerin sesleri duyulmalı.”

‘Kendimizi, bizi öldüren sistemlere karşı koruma altına almalıyız’

Heather McGhee, bir araştırma ve hukuk grubu olan Demos’un önde gelen, kıdemli isimlerinden, aynı zamanda da yakında çıkacak olan “Irkçılığın Bedeli Nedir ve Birlikte Nasıl Refaha Erebiliriz” adlı kitabın yazarı.

McGhee, anaakım çevre örgütlerinin bu anı, ırkçılık karşıtı bir program geliştirerek değerlendirmesi gereğinin sebeplerini saymış. Bunlardan ilkinin stratejik bir temeli var: Kamuoyu yoklamaları Afro-Amerikalıların ve Latin kökenlilerin ortalamasının, çevre sorunlarına beyazlardan daha duyarlı olduğunu ortaya koyuyor.

Olayın bir boyutu da şu: “Beyazlar tarafından yönetilen örgütlerin dahi ırkçılık karşıtı hedeflere odaklanması hayati önemde çünkü aşırı kirliliğimizi ve iklim inkarcılığımızı yönlendiren hem siyasi ırkçılık hem de çevresel ırkçılık.”

McGhee’ye göre ırkçılık karşıtı iklim hareketine çevresel adalet ilkelerini benimseyecek gerçek bir kültürler arası koalisyon liderlik etmeli. Bu koalisyonun amacı da en kırılgan olanların kalkındırılması olmalı. Yani, şirketlerin, yıllardan beri alışılmış olduğu üzere, farklı etnisitelerden toplulukların havasını daha da kirletmesine olanak tanıyacak politikalar uygulamak yerine yeşil iş imkanları yaratılmalı: “Başarı, karbon ekonomimizin yükünü taşıyan insanların çevresel ve ekonomik refahıyla ölçülebilir”

McGee’ye göre “Bu, koronavirüs salgınının üstüne yaşanan polis şiddeti hakkında yapılmış bir konuşma ve bu da siyahların yaşam kalitesinin düşmesinin yanına eklemleniyor. Çevresel ırkçılık nedeniyle, iklim değişikliği de bunların aynısı. Bizi öldüren ve bize bedel ödeten sistemlere karşı kendimizi korumaya almalı ve insanımıza, dünyamıza yatırım yapmalıyız.”

Berberoğlu: Kalan 18 aylık cezamı yatmak üzere teslim olacağım

CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu, yargılamasının devam etmesine karşın milletvekilliğinin düşürülmesine ilişkin, “Demokrasi için bir bedel ödenecekse bu bedeli önce CHP’liler öder. Önümüzdeki günlerde kalan 18 aylık cezamı yatmak üzere teslim olacağım” dedi.

Berberoğlu’nun milletvekilliği HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven ve HDP Diyarbakır Milletvekili Musa Farisoğulları ile birlikte haklarındaki  fezlekelerin TBMM Genel Kurulu’na getirilmesi sonrası düşürüldü. Konuya ilişkin ilk açıklamasını CHP Genel Merkezi‘nde yapan Berberoğlu, “Karar sürpriz olmadı, şaşkınlık yaratmadı. Türkiye’de benim cezaevinden çıktığım günden bu güne demokrasi koşullarında herhangi bir düzelme yok. Bana da isabet edecek bir demokrasi piyangosu beklemek fazla saftirik olurdu” ifadesini kullandı.

 

Yargıtay’da cezası onanan ancak Anayasa Mahkemesi’nde (AYM) dosyası görüşülen Berberoğlu, önümüzdeki günlerde kalan 18 aylık cezasını yatmak üzere teslim olacağını duyurdu.

Kılıçdaroğlu: Millet iradesinin yok sayılması

Berberoğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesine tepki gösteren CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, “Enis Berberoğlu’nun Milletvekilliğinin düşürülmesi, içinde yaşadığımız 20 Temmuz Sivil Darbe sürecinin bir sonucudur, millet iradesinin yok sayılmasıdır. Adaleti, hakkı ve hukuku sağlamak için demokrasi mücadelesine devam edeceğiz” ifadesini kullandı. 

Leyla Güven: Kararda CHP’nin de sorumluluğu var

TBMM Genel Kurulu‘na getirilen fezlekeyle milletvekilliği düşürülen HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven ise “Darbeler sadece silahlarla olmuyor. CHP’li bir milletvekilli de var, ama bu kararda CHP’nin de sorumluluğu var” dedi.

Leyla Güven, konuya ilişkin yaptığı ilk açıklamada şunları söyledi: “Türkiye Cumhuriyeti devleti demokratik siyaset yürüten Kürtlere karşı sürekli bir darbe halinde, darbenin ille de silahlı olması gerekmiyor. Evet, muhalif olana da var, CHP’li bir milletvekili de var ama CHP’nin bunda sorumluluğu da var. 2016’da dokunulmazlıklar kaldırıldığında güçlü bir sesle HDP ile hareket etmiş olsalardı belki bugün bunları yaşamayacaktı.” Güven, siyasetin yaşamın her alanında olduğunu ve mücadelesini sürdüreceğini kaydetti. 

CHP: Fosil yakıtlar tamamen terk edilmeli

CHP‘nin Doğa Haklarından sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca, 5 Haziran Dünya Çevre Günü dolayısıyla parti genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında, temiz ve erişilebilir enerji kaynaklarına geçişi sağlayacak eylem planlarının hazırlanması çağrısında bulundu. “Fosil yakıtlardan, yani kömürlü termik santrallardan enerji üretme anlayışından bir takvim dahilinde tamamen vazgeçilmeli” diyen Biçer Karaca, parti olarak doğanın haklarına ve çocuklara sağlıklı bir dünya bırakmak için “Acil Önlem Planı” hazırladıklarını belirtti.

CHP’li vekil partisinin taleplerini şöyle sıraladı: 

  • Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’nin Kasım 2021’e ertelenmesi bir şans olarak değerlendirilerek Paris Anlaşması acilen TBMM’de onaylanmalıdır. 
  • Giderek su fakiri olan bir ülke durumuna gelmekteyiz. Bu nedenle sulak alanların ve su varlığımızın korunmasını, ayrım gözetmeksizin herkesin ücretsiz, güvenilir suya erişimini yasal güvenceye kavuşturacak Su Kanunu derhal yasallaştırmalıdır.
  • İklim krizine karşı tüm canlılar için en temel hak olan yaşam hakkını savunacak tarihsel sorumluluk ve iklim borcu prensiplerini içeren bir İklim Yasası hazırlanmalı ve yasallaşması sağlanmalıdır.
  • Yeni yeşil anlaşmayı ülkemiz koşullarıyla ele alarak, fosil yakıtlardan yani kömürlü termik santrallerden enerji üretme anlayışından bir takvim dahilinde tamamen vazgeçilmelidir. Temiz, erişilebilir enerji kaynaklarına geçiş sağlayacak adil geçiş eylem planları hazırlanmalıdır. Yenilenebilir enerji yatırımlarının teşvik edilerek yaygınlaştırılması, ihtiyaç fazlası oluşacak enerjinin dar gelirli vatandaşlarımıza, esnaf ve işletmelere uygun koşullarda, dayanışma ağları oluşturarak ulaştırılması sağlanmalıdır.
  • Enerji üretiminde adil dönüşüm nedeniyle işlerini kaybeden işçilerimizin, emekçilerimizin yaşamlarını idame ettirebilmeleri için ekolojik tarım, katma değeri yüksek, çevreci bir yaklaşımla ürünler üretilmesini sağlayacak kalkınma planları ile kamu teşvikleri oluşturup oluşacak yeni istihdam alanlarında bu emekçilerimizin öncelikli istihdam hakkı sağlayacak yasal güvenceler yaratılmalıdır.
  • Gelişmiş ülkelerde en az 1 yılda tamamlanabilen ancak Türkiye’de bazen 1 ay, bazen de daha kısa zamanda yürütülen ÇED süreçleri ve bu süreçlerdeki halkın katılımı toplantıları “pilav günü” olmaktan çıkartılıp, birlikte karar alma sürecine dönüştürülmelidir. Ayrıca Çevre Etki değerlendirmenin yanında Sağlık Etki Değerlendirme, sosyal ve kümülatif etki değerlendirme süreçleri yasal koşullara bağlanarak daha etkin bir sürece dönüştürülmelidir. 
  • Çevre davalarının yargı harç ve masraflarından muaf tutulmasına ilişkin yasal düzenleme gecikmeden TBMM görüşülmelidir.
  • Salgın ve kriz dönemlerinde daha da büyüyecek olan güvenli gıdaya erişim sorunun önlenmesi adına kırsalın ve kentlerin tarımsal kalkınma alanları haline getirilmesi için planlamalar yapılmalıdır.
  • Ekosistemin paydaşı olan hayvan dostlarımız için komisyon raporundaki önerilerimizi içeren Hayvan Hakları Yasası acilen TBMM Genel Kurulu’na gelmeli ve yasallaşmalıdır.
 
Doğa hakları ihlallerinin pandemi sürecinde artarak devam ettiğini hatırlatan Genel Başkan Yardımcısı bu dönemde SİT alanlarını beton ormanları haline getirecek yönetmelik değişiklikleri başta olmak üzere, birçok olaya üzülerek tanıklık ettiklerini ifade etti: “13 Mart-31 Mayıs tarihleri arasında, yani korona salgını nedeniyle ‘evde kal’ çağrıları yapıldığı günlerde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 58 ‘ÇED olumlu kararı’, Bakanlıkça yetkilendirilen valiliklerce de 479 ‘ÇED gerekli değildir’ kararı verildi”

‘Yeşil ekonomiye geçilmeli’

Biçer Karaca, Kahramanmaraş’ta Afşin C Termik Santralı’na, Eskişehir Kaymaz’daki maden firmasının atık depolama sahasına kapasite artışı projesine, Aydın Kızılcaköy’de JES projesine “ÇED olumlu kararı” verildiğini, Denizli Avdan Termik Santral projesinde ise kazananın halk olduğunu ve projenin durdurulduğunu söyledi.
 
Bugüne kadar sürdürülen rant ve talan anlayışının yarattığı tahribatın nelere mâl olacağının bir kez daha acı bir tecrübeyle görüldüğünü aktaran CHP’li vekil, “Sürdürülebilir kalkınmanın doğayla barışık, uyumlu bir modelleme ile yeşil ekonomik kalkınmaya evrilmesinin gerektiği hem bilim hem de ekonomi çevrelerinde kabul gören bir görüş haline geldi. Artık ülkemizde de salgından sonra hiçbir şey salgın öncesi gibi olmamalıdır” dedi.

Yeni İnsan’dan bir çevrimiçi ücretsiz kitap daha: Sürdürülebilir Tarım Mümkün mü?

Yeni İnsan Yayınevi, yayımladığı kitapları online olarak herkesin ücretsiz yararlanması için başlattığı çalışmayı sürdürüyor. Daha önce Ekolojik Yaşam Rehberi, Gıda Bağımsızlığı  ve Tarım ve Gıdanın Ücretsiz Dönüşümü  kitaplarını çevrimiçi ortamda ücretsiz olarak okuyucuya açan yayınevi bu kez de Sürdürülebilir Tarım Mümkün mü? adlı kitabı okuyucuya bedelsiz sundu.  

Yayınevi’nden yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı: 

Doğa şimdiye kadar kendi dinamikleri içerisinde kendi modellerini oluşturmuştur. Biz, insan toplulukları olarak bu modellere uyduğumuz sürece sürdürülebilir bir tarım ve yaşam biçimi oluşturabiliriz. Aksi takdirde sonuç er ya da geç doğanın ve yaşam ortamımızın yıkımıdır. Biz yeşil bakış açımız doğrultusunda yukarıdan tek bir model önermeyi kendimizde bir hak olarak da görmüyoruz. İnsanlık tarımsal üretime geçtiği on bin yıllık süre içinde yaptığı hatalar ve elde ettiği başarılardan edindiği deneyimlerin ışığında yüzlerce değişik model ortaya çıkarabilme potansiyelini içinde zaten taşımaktadır. İnsan türü, geleceği pek çok nedenle tehdit altındayken, buna kendi geleceğini kurtarma ve doğa ile yeniden barışabilme adına zaten zorunludur.

Parçası olduğumuz doğaya bütüncül bir bakış ekseni etrafında enerjiden, ulaşıma, sanayiden, kentleşmeye kadar tüm yaşam radikal bir dönüşüme gerek duymaktadır. Politik olarak tüm insanların bu sorunların büyüklüğünün farkına varmalarını sağlamak yeterli değil, hep birlikte harekete geçmenin zamanıdır. Küçük çiftçilerin toprakları üzerinde üretim yapmaya devam edip bizleri doyurabilmeleri için bizler de dünyanın tüm sokaklarını şenlikli taleplerimizle doldurmalıyız.

Biz de bu talebimizi dile getirmek için bu eseri siz okurlarımızın ücretsiz erişimine açıyoruz.

Kitabı ücretsiz okumak için buraya tıklayabilir, yayınevinin yayımladığı diğer ekoloji setlerine ulaşmak için ise şu adrese gidebilirsiniz. 

Yazar Süleyman Yılmaz hakkında

1967 Samsun’da doğdu. Bursa Ziraat Meslek Lisesi’nde yatılı olarak okudu. İlk mesleği ziraat teknisyenliği olmasına rağmen şimdi genel cerrahi uzmanı olarak çalışmaktadır. Yeşil Hareket ile doksanlı yıllardan beri ilgilenmekte ve katkı vermektedir. 2008 yılında Yeşiller Partisi kurucusu oldu. Partinin değişik kademelerinde görev yaptı. 2012’de EDP (Eşitlik ve Demokrasi Partisi) ve Yeşiller Partisi’nin birleşmesiyle kurulan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin (YSGP) kuruluşunda aktif rol aldı. Tarım politikaları, örgütlenme gibi konularda aktif olmaya çalışmaktadır. 

CHP’li Berberoğlu ile HDP’li Güven ve Farisoğulları’nın milletvekillikleri düşürüldü

CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu ile HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven ve Diyarbakır Milletvekili Musa Farisoğulları‘nın milletvekillikleri düşürüldü.

TBMM Genel Kurulu’nun gündeminde olmamasına karşın, Meclis Başkanvekili Süreyya Sadi Bilgiç üç vekil hakkındaki Yargıtay tarafından kesinleşen cezalarının mahkemede okunmasını istedi. Söz konusu mahkeme kararları Cumhurbaşkanlığı tarafından Meclis’e onaylanması için gönderilmiş, ancak bekletiliyordu. 

Karar okunmadan önce söz alan CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, bunun Anayasa ve İçtüzüğe aykırı olduğunu belirterek, ‘okumayın’ çağrısı yaptı. Bilgiç’in bir aykırılık olmadığını belirtip okuyacağını belirtmesi üzerine usul tartışması açıldı. Partiler adına konuşmalar yapıldı.

CHP’li Altay: Parlamentoya darbe

Altay, “Enis Berberoğlu’nun Yargıtay’da onaylanan cezası ile ilgili AYM’ye başvurusu var. Yani yargılaması devam ediyor. Bu devam ederken bu fezlekeleri okutarak hukuku iğfal etmeyin” dedi. Engin Altay üç fezlekenin apar topar Genel Kurul’a getirilmesini parlamentoya ‘darbe’ olarak nitelendirdi.

Üç milletvekili hakkındaki fezlekelerin Genel Kurul’a getirilmesiyle ilgili lehte konuşma yapan AKP Grup Başkanvekili Cahit Özkan ise şunları söyledi: “Kesinleşmiş yargı kararının AYM ya da AİHM’de yargılamaya konu olması acaba Meclis Başkanlığı’nın, parlamentonun yapması gereken görevi engeller mi engellemez mi buna bakmak lazım. İç hukuk mekanizmasında karar kesinleşmiştir.” 

Cahit Özkan’ı Balyoz davasındaki hukuksuzluklardan bildiklerini belirten HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş da, “Bu iktidar darbecidir, bu iktidar hukuku esas almıyor. Bu iktidarın parlamentoyla halk iradesiyle hiçbir işi kalmamıştır” diye konuştu

‘Darbeci AKP’ sloganları 

Tartışmalara karşın Sadi Bilgiç kararları okudu ve üç ismin vekilliği düştü. CHP ve HDP milletvekilleri bunun üzerine ayağa kalkarak dakikalarca sıra kapaklarına vurarak bu kararı protesto etti. HDP “Hırsız darbeci AKP”, CHP Milletvekilleri “Darbeci AKP” “Hak, hukuk, adalet” sloganları attı

MHP Lideri Devlet Bahçeli, geçtiğimiz günlerde yeni kurulan partilere milletvekili transferinin önlenmesi için Seçim Siyasi Partiler Yasası değişikliğinin yanı sıra “Milletvekilleri dokunulmazlığı ile ilgili beklentiler karşılanmalıdır” çağrısı yapmıştı.

Üç vekilin yeniden cezaevine girip girmeyeceği henüz bilinmiyor. 

KCK anadavası ve MİT tırları davaları  

KCK Ana Davası’nda yargılanan HDP’li vekillerden Leyla Güven altı yıl, Musa Farisoğulları da dokuz yıl hapis cezası almıştı.

CHP’li Enis Berberoğlu ise MİT TIR’ları görüntülerini Can Dündar‘a ilettiği gerekçesiyle 25 yıl hapis cezasını almış ve bu ceza Yargıtay tarafından onanmıştı.  Milletvekilliği sona erinceye kadar Berberoğlu’nun cezasının infazının durdurulmasına ve salıverilmesine de karar verilmişti.

Küresel Aşı Zirvesi bugün Londra’da toplanıyor

İngiltere‘nin başkenti Londra‘da bugün düzenlecek olan Küresel Aşı Zirvesi’nin ana hedefinde Küresel Aşı İttifakı (Gavi) için en az 7.4 milyar dolar toplanması bulunuyor.

Zirveye 25 ülkeden 25 devlet başkanı ile hükümetlerden özel sektöre 50’nin üzerinde üst düzey temsilci katılıyor. Zirve öncesinde, katılımcılar sosyal medya üzerinden duydukları heyecanı dile getirmişti.

‘Gavi’ye her zamankinden daha çok ihtiyaç var’

Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, dün Twitter hesabından yaptığı paylaşımında “Yarın arkadaşlarım Boris Johnson ve Seth Berkley (Gavi’nin CEO’su) ile birlikte katılacağım Küresel Aşı Zirvesi’ni iple çekiyorum. Gavi’nin ardında bir araya gelmeye ve 2025’e kadar herkesin aşılandığı bir küresel sağlığa her zaman olduğundan daha çok ihtiyacımız var” diye yazmıştı.

Geliştirilecek koronavirüs aşısının dağıtımında da rol alacak

Katılımcılar arasında Microsoft‘un ve Bill & Melinda Gates Vakfı‘nın kurucusu Bill Gates de var. Küresel Aşı İttifakı’nın ikinci en büyük bağışçısı olan Gates, konferans öncesinde BBC‘ye konuşarak aşıların her zamankinden daha önemli olduğunu söyledi ve ” Yalnızca Gavi’nin bütçesini arttırmakla kalmayacak, ayrıca koronavirüse karşı geliştirilecek olan aşının, dünyanın en yoksul ülkeleri dahil olmak üzere yaygın dağıtımını sağlamada da rol üstleneceğiz” dedi. 

Toplanacak bağışlarla tüm dünyada 300 milyon çocuğun zatürre, difteri ve kızamık gibi ölümcül hastalıklara karşı aşılanması planlanıyor.

Zirve, Türkiye saati ile 15.00 itibarıyla Gavi’nin YouTube hesabı üzerinden izlenebilir.

Snapchat ‘ırkçı şiddet’ nedeniyle Trump’ın hesabını önermeyi bıraktı

BBC‘nin aktardığına göre, karar Trump’ın Beyaz Saray önündeki protestoculara karşı “saldırgan köpekler” ve “amansız silahlar” kullanılabileceğini yazması üzerine alındı.

Uygulamanın Trump’ın yeniden seçim kampanyasında ilk defa oy vereceklere ulaşma imkânı sağladığı için ‘kilit bir savaş alanı rolü oynadığı’ yorumları yapılıyordu.  Snapchat’in kararı, Trump’ın kendi uygulamalarında yaptığı yorumlardan ziyade Twitter paylaşımlarına dayanıyor.

Twitter, Trump’ın bazı tweetlerine erişimi “şiddeti övdüğü” gerekçesiyle sınırlamıştı.

Facebook üzerinde baskı artabilir

Snapchat’in bu kararının dünyanın en büyük sosyal medya platformu olan Facebook üzerindeki baskıyı da artırması bekleniyor. Facebook CEO’su Mark Zuckerberg, Trump’a ait bazı paylaşımların kaldırılması ya da erişimin sınırlanması çağrılarına direnmeye devam ediyor.

Zuckerberg, Facebook’un ifade özgürlüğü ilkeleri gereği Trump’ın paylaşımlarının olduğu şekilde tutulması gerektirdiğini söylüyor. 

İtiraz gene yükseliyor- Zülfü Dicleli

Korona salgınına karşı alınan önlemler bütün ülkelerde yavaş yavaş kaldırılıyor, ani bir frenlemeyle durdurulan ekonomiler yeniden harekete geçiyor. Politikacıların açıklamalarına, insanların yeniden sokakları doldurmasına bakınca pek değişen bir şey olmamış gibi görünüyor. Salgının ilk günlerinde çok duyduğumuz, “Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” öngörüleri sanki boşa çıkmış gibi.

Gene de her şeyin eskisi gibi devam etmesi o kadar kolay değil. Değil, çünkü kapitalizmin gidecek fazla yeri kalmadı. Globalleşme diyerek yerkürenin her noktasına yayıldı. Özelleştirme diyerek insan faaliyetinin tüm alanlarını kendi piyasa kurallarına tabi hale getirdi.  Dijitalleşme diyerek doğal kaynaklardan ve insan emeğinden sonra onların davranış verilerini de metalaştırdı. Bütün bu alanları o kadar pervasızca istila etti ki canlısıyla cansızıyla— insanı, hayvanı, bitkisi, havası, suyu, toprağıyla— tüm varoluşu sürekli derinleşen bir krize soktu. Kapitalizm bugün hem insanların ve diğer canlıların hem de havanın, suyun ve toprağın kendilerini yeniden üretme süreçlerini  bozuyor, yıkıma uğratıyor. İşsizlik, yoksulluk, açlık, hastalıklar ile iklim değişikliği, yerin altının ve üstününün kirlenmesi, denizlerin ve havanın zehirlenmesi, biyoçeşitliliğin hızla azalması el ele gidiyor.   

Salgın, kapitalizmin ilerleyişini durdurdu

Önceleri yeryüzü kapitalizm için  bir ekosistem işlevi görürken her şey ağır aksak da olsa bir ölçüde yolunda gidebiliyordu, ama sonra neoliberal politikalar kapitalizmi canlısı cansızıyla tüm yeryüzü için bir ekosistem haline getirmeye cüret ettiğinde her şey alt üst oldu.   

Korona salgınının asıl durdurduğu işte kapitalizmin bu ilerleyişi oldu. Salgın tarihin kırmızı çizgilerini belirginleştirdi. Covid-19 globalleşme adı altında kapitalizmin eşitsizliklerinin yayıldığı aynı yollardan her köşeye rahatlıkla yayılırken tedarik zincirlerini, meta ve para akışlarını bir anda battal ediverdi. Piyasa kurallarına tabi hale getirilen sağlık hizmetlerinin nasıl yetersiz kaldığını çok acı biçimlerde gözler önüne serdi. Kaldı ki Covid-19 kapitalizmin yaban yaşam alanlarını da istila etmesinin bir sonucu olarak, doğanın buna bir itirazı olarak sahneye çıkmamış mıydı? 

Kapitalizm tarihsel sınırlarına dayanmış bulunuyor. Kuşkusuz burada duracak değildir, geriletilmediği sürece bu sınırları zorlamaya çalışacaktır. Şansını robotları sahneye sürerek insanlardan, uzaya yükselerek de yeryüzünden uzaklaşmakta, büyük bir pişkinlikle iklim değişikliğinin getireceği sonuçları ticarileştirmede ve militarizmi tırmandırmada arayacak gibi görünüyor. Ama bu noktadan sonra atacağı her adım ilerleme değil sadece yeni felaketler getirebilir. Kapitalizmin geleceği artık ancak felaket kapitalizmi olabilir. (Benzer iddiaların Lenin ve Troçki’den bu yana defalarca öne sürüldüğünü ve her seferinde kapitalizmin köşeyi dönüp  ilerlemeye devam edebildiğini tabii ki çok iyi biliyorum. Gene de diyorum.)

Bu sürdürülebilir bir kapitalizm değildir. Ama dünya, yeryüzü pekâlâ sürdürülebilir. Bunun yolu kapitalizmi geriletmek, onu istila ettiği yaşam destek alanlarından çıkarmaya başlamaktır. 

***

Kamusal ve sosyal müdahalenin önemi

Virüs salgını piyasa kapitalizminin kader olmadığını da pek güzel gösterdi. Bütün ülkelerde ekonomiler muazzam miktarlarda kamu parası enjekte edilmesiyle yeniden çalışmaya başlıyor. Virüse karşı tıbbi mücadeleyi her yerde kamu finanse etti, hayatlarımızı en başta kamusal sağlık çalışanları kurtardı, kurtarıyor. İşsiz kalanları, herhangi bir birikimi olmayanları küçük işletmeleri her yerde kamusal destek ve sosyal dayanışma koruyor. Salgında evine tıkılan insan “birey” olarak hiç olduğunu, hayatta her şeyin anlamının ancak başkalarıyla paylaşılan bir anlam olabileceğini öğreniyor. Aklının ve ruhunun sosyal doğasını yeniden tanıyor.

Virüs salgını sırasında kapitalizmin hayat için elverişli bir ekosistem olamayacağını nasıl gördüysek, kamusal ve sosyal müdahale ve etkinliğin hayat için ne kadar kritik olduğunu da gördük. Şimdi insanların da, hayvanların da, hava, su ve toprağın da korunmaya ve bakıma ihtiyacı var. Aynı zamanda hepsi birbirlerine muhtaç, karşılıklı bakıma ihtiyaçları var.

Bakım emek gerektirir. Ama bakım çalışmasının ürünleri ölçülebilir şeyler değil. Mis gibi kokan bir gülün, karnı doyan bir bebeğin gülümsemesinin, bir bardak temiz suyun, engelsiz alınan bir nefesin değerini kim ölçebilir? Piyasa ekonomisi ölçülebilir şeylerin değiş tokuşuna dayalı bir değişim ekonomisidir. Ölçülebilir olmayan şeylere fiyat biçse de değer biçemez. Sağlık, eğitim, kültür gibi bir çok alanda tanık olduğumuz başarısızlığının nedeni de budur. Aynı şekilde dışsallık olarak adlandırmayı tercih ettiği çevre için koruma sağlamayı başaramamasının nedeni de. (Karbon fiyatlandırması vb. yollarla iklim değişikliğinin önlenebileceği iddiası hiç ciddiye alınabilir mi?)     

İşsizler yeteneksiz insanlar değil, kapitalist işletmelerin gözünde kâra dönüştürülebilecek yetenekleri olmayan insanlardır. Ama o insanların hepsi diğer insanlara bakım hizmeti sunmak, ilgi ve özen göstermek, doğal çevreyi ve diğer canlıları korumak ve bakmak için gerekli yeteneklere sahiptir. Canlı ve cansız doğanın kendini sağlıklı bir şekilde yeniden üretebilmek için sonsuz miktarda bakım çalışmasına ihtiyaç duyduğunu düşünürsek tek bir insanın bile işsiz (işlevsiz) kalmayacağı bir dünyanın pekâlâ mümkün olabileceğini de görürüz. Böylece temel gelir veya vatandaşlık geliri önerileri de bakım sorumluluğuyla bağlantılı daha somut içerikler kazanabilir. (Bütün ekonomi ve bütün insanlar için aktif devreye girecek bir kamunun pekâlâ mümkün olduğunu da salgın sırasında öğrendik).  

***

Devlete geniş demokratik katılım 

Bütün bunların gelip kesiştiği nokta devlet meselesidir. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmaması için önce devletlerin şimdiye kadar oldukları gibi olmamaları gerekiyor. Devlet en baştan beri öncelikle insanları çalıştırmak için vardı. Devletler daha çok— açık ya da örtük zor kullanarak — başka insanları çalıştırıp yaşayanlar için kurulur. Devletler elbette çalışanlar için bakım da sağlarlar, ama bu ancak “insan kaynağı” olmalarına yetecek kadardır. Doğaya da “doğal kaynak” sağlamasına yetecek kadar bakarlar. Oysa insanların (ve doğanın) çok daha fazla ve çok daha özenli bakımlara ihtiyacı vardır.

O nedenle sosyal hizmetler ve bakım bütün devletlerin en zayıf noktasıdır. Devletler dikey örgütlenmiş şu ya da bu ölçüde otoriter yapılardır, kamusal hizmet sunulması, insanlara ve doğaya bakım sağlanması, özen gösterilmesi devletlere tamamen yabancı olan fedakârlık, medeni sorumluluk, umursama ve vicdan gibi şeyleri içerir.

Böyle şeyler bir devlete ancak geniş demokratik katılım yoluyla şırınga edilebilir.

Demokratik katılım ise ancak çoğulculuk koşullarında mümkündür. Neoliberal kapitalizm insan türünü yeryüzünde büyük ölçüde bir monokültür haline getirmeye, tekdüzeleştirmeye, insanları aynılaştırmaya yöneldi — kolay ölçülebilir, sayılabilir, verisi kolay analiz edilebilir, algoritması çıkarılabilir, dolayısıyla kolay değiştirilebilir ve yönlendirilebilir, yönetilebilir olsunlar diye. (Virüsün insandan insana bu kadar kolay atlamasının bir nedeni de bu olsa gerek.)

Oysa dayanıklılık ve sağlamlığın —her türlü bağışıklığın—güvencesi çeşitliliktir. Sağlıklı canlılar ve sağlıklı fikirler için çeşitlilik bakımından zengin gen ve mem havuzlarına ihtiyaç vardır. Tarımda ve hayvancılıkta monokültür nasıl biyoçeşitliliği yok ediyorsa, tek ideolojili, tek zihniyetli, tek partili, tek liderli rejimler özgürlüğü yok eder, etnik kökene, dile, kültüre, yaşam tarzlarına ve cinsel tercihlere ilişkin tekçi dayatmalar her zaman barış ve huzuru torpiller. 

Sadece demokrasinin değil kapitalizmi geriletmenin yolu da çoğulculuktan geçiyor, tek çalışma türünün piyasaya bağımlı ücretli çalışma, tek mülkiyet biçiminin de bireysel özel mülkiyet olmadığı bir ekonomi niçin mümkün olmasın? Bugün bütün dünyada çok çeşitli kooperatifler, mahalle birlikleri, komünler, balıkçı köyleri, yerel imalat ve yerel tarımın değişik biçimleri, çalışan şirketleri, alternatif para birimleri ve takas, paylaşım ve armağan ekonomilerinin, yatay ağların değişik biçimleri deneniyor. Yerel yönetimlerin yapıcı iş partneri olduğu biçimler geliştiriliyor. İnsan ve doğa ile makinelerin (yapay zekânın) birlikte çalıştığı, birbirlerini güçlendirdiği çözümler aranıyor.

Doğa da insan toplulukları da çoğuldur – çok türlü, çok yaşam tarzlı, çok kültürlüdür. (Bugün öğrendim trilyonlarca virüs türü varmış.) Bunlar arasında çıkar farklılıkları, çıkar çelişkileri hep vardır. O yüzden ne doğada ne insan  topluluklarında uyum-denge-birlik-beraberlik kalıcı ve sürekli olabilir. Arada hep uyuşmazlıklar, çıkar çatışmaları, anlaşmazlıklar olur. Ve bunlar bastırılarak değil ancak işbirliği ile giderilebilir. Çatışma ve işbirliği varoluş madalyonunun iki yüzüdür. Biri olmazsa öteki de olmaz. Kaos ile kozmosun (düzenin) birlikteliği gibi de düşünebilirsiniz bunu. Yaşam ikisinin bir araya geldiği eşiklerde fışkırır. İşte bu tür eşikleri ancak çoğulculuk oluşturabilir. O yüzden bir arada yaşamada en başarılı düzenleyici ilke çoğulculuk ilkesidir.

Çatışma-işbirliği ikilisinin mimarı ise itirazdır, itiraz hakkıdır. Doğa insana, insan doğaya, insan insana sürekli itiraz eder. İtiraz hakkı varoluşun güvencesidir. İtirazlara kulak asılmazsa çıkar çelişkileri uzlaşmaz çelişkiler haline gelir, felaketlerin, yıkımın önü açılır. Kulak verilirse çelişkilere rağmen işbirliği başlayabilir. Onun için önümüzü ancak itiraz ederek, itirazımızı sürdürerek, derinleştirerek, çeşitlendirerek açabiliriz.

***

2008-2009 finansal krizinin ardından 2011’de Arap Baharı ile başlayan süreç neoliberal kapitalizmin istilacılığına karşı itirazların aralıklarla da olsa yükseldiği bir dönem oldu. 2019’un ikinci yarısı Hong Kong’ta başlayıp birçok ülkeye yayılan şehir isyanlarıyla geçti. Şimdi de Çin yönetiminin dünya korona salgınıyla meşgulken Hong Kong’u boğuntuya getirmeye çalışmasına karşı oradan yükselen itiraza Amerikan kentlerine yayılan ve dünyanın birçok yerinde yankılanan “Nefes alamıyorum!” haykırışı katılıyor.

Umalım ki şimdi yükselen bu itirazlar giderek doğanın ve insanlığın selameti, rahatça nefes alabilmeleri için her düzeyde kararlı ve güçlü bir işbirliğinin temellerini atmanın başlangıcı olsun.

(Bu yazı ilk kez Zülfü Dicleli’nin ‘Yeniden Düşünürken’ adlı blogunda yayımlamıştır.)

İnsan hakları izlemenin temel bir unsuru olarak LGBTİ+ hakları webinarı

Etkiniz AB Programı, 06 Haziran 2020 Cumartesi günü “İnsan Hakları İzlemenin Temel Bir Unsuru Olarak LGBTİ+ Hakları” konulu webinar düzenliyor.  Webinarda Kaos GL Derneği’nden Murat Köylü sivil toplum temsilcileriyle buluşacak.

Neler konuşulacak?

Etkiniz AB Programı’nın webinarda tartışmaya açacağı soru başlıkları şöyle: 

  • LGBTİ+lar haklara erişirken ne tip ayrımcı uygulamalarla karşılaşıyor?
  • LGBTİ+ haklarını izlerken karşılaşılan zorluklar neler?
  • İnsan haklarını izlerken dezavantajlı bırakılmış grupları merkeze nasıl alırız?

Online olarak yürütülecek etkinliğe bilgisayar veya telefonunuzu kullanarak katılabiliyorsunuz. Katılmak isteyenlerin kayıt formunu doldurması, toplantı saatinde iletilecek davet linkine tıklaması; webinarın yürütüleceği Zoom uygulamasının bilgisayarda olmaması halinde bilgisayara ve telefona indirilmesi gerekiyor. 

Webinara katılmak için tıklayın