Ana Sayfa Blog Sayfa 1958

Diyarbakır Tabip Odası: Bugün sadece bir hastanede 15 kişi öldü

Oda’nın Twitter hesabından yaptığı açıklama şöyle:

  • Bugün sadece Gazi Yaşargil Eğitim Araştırma Hastanesi’nde 15 vatandaşımız Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetmiştir. İl bazında verilerin açıklanmaması, vaka-ölüm sayılarının düşük gösterilmesi toplumu rehavete sürüklemektedir.
  •  Salgında kontrol kaybedilmiş, tüm sorumluluk halkın ve sağlık emekçilerinin omuzlarına yüklenmiştir. Hastanede takip edilmesi gereken ağır covid hastalarımız yatak olmadığından evde tedaviye zorlanmaktadır.
  • Ekonomik kaygılardan vazgeçilip, toplumun ihtiyaçları karşılanarak sosyal hareketliliği azaltacak önlemler alınması ve yeterli yatak kapasitesi sağlanması için bakanlığı acil önlemler almaya çağırıyoruz. 

Diyarbakır’da hastanede yer bulabilmek için günde 45 kişinin aradığını açıklayan İYİ Parti Siyasi İşler Başkanı Salim Ensarioğlu‘na yanıt veren Diyarbakır İl Sağlık Müdürlüğü ise”mevcut tablo ilimiz için sürdürülebilir durumdadır” ifadelerini kullandı. 

Adana’da maden şirketinden ormanlık alanda kapasite artırma talebi

Adana‘nın Akyazı ilçesine bağlı Durmuşlar Mahallesi‘nde bulunan özel bir firmaya ait olan Kalsit ve Andezit Maden Ocağı, kapasite artışı ve yer değişikliği yapmak üzere resmi başvurularını başlattı.

Firma yaptığı başvuru ile mevcut maden sahasının 5,87 hektardan 24,90 hektara çıkarılması ve yıllık kalsit ve andezit üretiminin ise 230 bin tondan 1 milyon tona çıkarılması için proje hazırladı.

Maden ocağının kapasite artışı ise 700 bin TL’ye mal olacak. Firmanın kapasite artışı olarak talep ettiği bölgenin tamamı orman arazisi konumunda bulunuyor. Maden Ocağı Keramali Yaylası‘na iki, Ballıkaya Barajı‘na ise altı kilometre uzaklıkta.

Patlatma sistemi devam edecek

Adayorum’un haberine göre firma hazırlanan projede, “Mevcut durumda da patlatmalı üretim yapılmakta olup, alan ve kapasite artışı sonrasında da aynı şekilde üretime devam edilecektir” dedi. Yani, kapasite artışı sonrasında da patlatma sistemi ile maden çıkarmaya devam edilecek.

Akyazı Durmuşlar mevkiinde yer alan maden ocağı  Keremali Yaylası’na 2 kilometre, Durmuşlar Mahallesi’ne 2,4 km ve Beldibi Mahallesi’ne 4,5 km. mesafede yer alıyor. Maden ocağı Ballıkaya Barajının gövdesine ise 6,3 kilometre uzaklıkta bulunuyor.

Ocağın baraja olan mesafesi ile ilgili hazırlanan raporda, “Madencilik faaliyetleri mevcut su kalitesini bozmadan yapılacak olup, faaliyet sonunda arazi doğaya geri kazandırılacaktır. Bu kapsamda faaliyet süresince yüzeysel veya yeraltı sularına ya da kuru dere yataklarına herhangi türde atık vs. dökülmeyecektir” ifadeleri kullanılıyor.

Ballıkaya Barajı. Fotoğraf: Ekoloji Birliği

Ormanlık alanın içerisinde

24,90 hektarlık kapasite artışının tamamı hazırlanan 2/25 binlik planlarda orman alanı içerisinde kalıyor. Orman alanı içeriside yer alan maden ocağının, bu alandaki çalışmaları için Orman Kanunu kapsamında gerekli izinleri alması gerekiyor.

Hazırlanan projede, 24,90 hektarlık orman alanındaki izinlerin Tarım ve Orman Bakanlığının ilgili birimlerinden alınacağı da ifade ediliyor.

‘Bölgedeki flora ve fauna türleri etkilenecek’

Firma, orman alanı içerisinde kalan maden ocağının faaliyetlerinden dolayı bölgede meydana gelecek tahribatlar olacağını da raporda kabul ediyor. Raporda bu kapsamda tüm önlemlerin alınacağı ifade edilerek şu ifadeler kullanılıyor:

Proje faaliyetlerinin bölgedeki flora ve fauna türleri üzerine etkisini minimize etmek amacıyla gerekli önemler alınacak olup, proje alanı flora ve faunayı korumak amacıyla aşağıda belirtilen Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi, uluslararası adıyla Bern Sözleşmesi kapsamında gerekli hususlara uyulacaktır.

2016 yılında maden ocağı ruhsatı alan firmanın faaliyet alanı kapsamında ÇED Gereklli Değildir kararı bulunuyor. Firmanın kapasite artışı yaparak mevcut maden sahasını 5 kat, kapasitesini ise 3 kat arttırması için Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünün onayı ve ardından Çevre Orman Bakanlığının Orman Kanunu kapsamında yasal izinleri vermesi gerekiyor.

 

[İstanbul Sözleşmesi-1] ‘Türkiye’nin ekseni asıl Sözleşme’den çıkılırsa değişir’

Dosya Haber: Esin İleri

Son aylarda Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ya da bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi (İS) üzerine alevlenen tartışmalar, AKP hükümetinin sözleşmeden çekilme, şerh koyma ya da yeniden yazma beyanlarıyla kadın örgütlerinin tepkisini çekti. Hükümet tarafından sözleşmeden çekilme niyetine gerekçe olarak gösterilen ve özellikle vurgulanan nokta yalnızca kadınlar için değil, her insan için geçerli olan bir genel ayrımcılık yasağı öneren sözleşmenin 4’ncü maddesiydi.

Bu maddeye göre, imzacı devletler, sözleşmede yer alan hükümleri “cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi herhangi bir temele dayalı olarak” kimseye ayrımcılık yapmaksızın uygulamayı kabul ediyor.

Bunun üzerine birçok bildiri yayımlandı, kadınların talepleri meclis kürsüsüne taşındı, sokak eylemleri ve sosyal medya kampanyaları düzenlendi. Hükümet kanadında belirsizlik sürerken, İS’nin gündeme getirmesinin altında yatan nedenleri, sözleşmenin kadınların gündelik hayatındaki önemini, sözleşmeden çekilmenin Türkiye için ne anlama geldiğini ve olası bir çekilmenin prosedürleri konusunda görüşlerini almak için mikrofonu akademisyen, avukat ve kadın hakları savunucularına tuttuk.

Kadınlara karşı her tür şiddet ve ayrımcılığın önlenmesinin en büyük güvencelerinden biri olan sözleşme hakkında hazırladığımız dosyanın ilk bölümünde sözü EŞİK Eşitlik İçin Kadın Platformu’ndan (EŞİK) Özgül Kapdan, Havle Kadın Derneği’nden Rümeysa Çamdereli ve Avukat Yelda Koçak’a bırakıyoruz.

Özgül Kapdan: Başka bir toplumsal sistem kurmak istiyorlar

İS’den çekilmek Türkiye’de kadın hakları ve eşitlik mücadelesi için ne anlama geliyor?

Birincisi, bilindiği gibi İS başta cinsiyeti nedeniyle kadınlara uygulanan şiddet olmak üzere cinsiyete dayalı şiddete maruz bırakılan her bireyi ayrımcılık yapmaksızın korumayı ve şiddeti önlemeyi esas alan devletlerarası bir sözleşme. Bundan çekiliyorum demek “kadına yönelik şiddeti önleme sözünden” vazgeçmek anlamına gelir.

İkincisi, sözleşmenin esas aldığı bütünsel politikayı oluşturan ana temanın, hayatın tüm alanlarında kadın erkek eşitliğinin sağlanması olmasından dolayı, çekilmek demek eşitlik politikalarından vazgeçmek demektir. Bu aynı zamanda anayasadaki eşitlik ilkesinden, şiddeti önlemek ve maruz bırakılanları korumakla ilişkili diğer yasalardan vazgeçildiğinin ilan edilmesidir.

Üçüncüsü, uluslararası insan hakları hukukunun bir parçası olarak, İS de kendisinden önce kabul edilen insan hakları konulu sözleşmelere referans vermektedir. Dolayısıyla sözleşmeden çekilmek, sözleşmenin referans aldığı ve Türkiye’nin de taraf olduğu tüm temel insan hakları belgelerini tartışmalı hale getirir.

Dördüncüsü ve en hayati olan sonucu ise, sözleşmeden çekilme söyleminin kendisinin bile olası failler, olası mağdurlar ve koruma tedbirlerini uygulamakla yükümlü kamu personeli üzerinde yaratacağı etkilerdir. Sözleşmeyi çekme söylemi, olası failler için cesaret verici, mağdurlar için korumaya başvurma noktasında cesaret kırıcı ve zaten hem sözleşmeyi hem de 6284’ü uygulama konusunda isteksiz davranan kamu personelini uygulamama yönünde teşvik etmek demektir. 

Özetle, Avrupa Konseyi Sözleşmesi olan ve bir dünya sözleşmesi olması yönünde gelişen İS’den çekilme halinde Türkiye’nin uluslararası insan hakları hukuk sisteminden uzaklaşmasının ilk adımı atılmış olacaktır. Arkasından başka adımların gelmeyeceğinin bir güvencesi yoktur. Türkiye’nin eksenini değiştirecek asıl olgu da böylesi bir adım olur. 

-İktidarın İS’den çekilmeyi gündeme getirmesinin altında ne yatıyor? Mesele yalnızca İS’nin bazı maddeleri mi? Yoksa bu, TCK 103, 6284 ya da nafaka meselesine dair başka saldırıların geleceği anlamına mı geliyor?

Bir önceki sorunun cevabındaki son cümle aslında bu sorunun özeti oluyor. Türkiye’nin ekseninin değişmesine yönelik adımlar bunlar. Kadın örgütleri olarak bizler meseleyi bu açıdan zaman zaman konuştuk tabii ancak işin bu yönü çok sık belirtilmemekle birlikte bu denli geniş boyutlu ilk kez konuşuluyor.

İS, 6284 karşıtlığını örenler, çocuk istismarcılarına af ve evlilik yaşını 13’e hatta 9’a indirmek isteyenler, kadınların nafakasına göz dikenler, “aile reisi erkektir” ibaresini geri getirmek isteyenler aynı kör karanlıktan doğru konuşuyor. Görünürde ortaya attıkları gerekçelerden farklı olarak kadın erkek eşitliğini hayal ettikleri “yeni” toplumun önünde bir engel olarak görüyorlar. Devlet İS’den çekilmese bile saydığım tüm bu haklar ciddi tehlike altında. Kaldı ki İS’den çekilme yönünde de bir işaret yok. Sözleşmeden çıkılmasın diyenlerin oranı çok yüksek olmasına karşın ısrar devam ediyor. Tüm bunlar daha büyük bir bütünün parçası. Başka bir toplumsal sistem kurmak ve kadınları bu sistemin bakıcıları yapmak niyetinin yapı taşlarını oluşturmak istiyorlar diye anlamak gerek.

Rümeysa Çamdereli: Kol kırılıp yen içinde kalmasın

-AKP açıklamalarında sık sık aile vurgusu yapılıyor. Bu vurgudaki ısrar Müslüman kadınların hassasiyetinin bir yansıması mıdır?

Bu AK Parti‘nin hali hazırda yürüttüğü politikanın önemli bir boyutu. Son dönemde gerçekleşen ve bütün dünyadan önemli destek alan muhafazakâr siyaset dilini Türkiye’de çok net bir şekilde temsil ediyor iktidar. Bunun da en temel odak noktası, dünyanın her döneminde kadın bedeninin ideolojik araç olarak kullanılmasının uzantısı olarak AK Parti de oy toplama stratejisinin önemli bir parçası haline getirdi ve kadın yerine birey yerine aileyi ortaya çıkarmak ve aile içinde ‘kol kırılsın yen içinde kalsın’ sözünü büyüterek bir politika yürütüyor. Muhakkak ki pandemi sürecinde, ekonomik sorunlar, iklim krizi gibi birçok meselesinin gözümüzün önünde olduğu bir dönemde bu meselenin tartışılması tesadüfi değil. Bu tarz, önemli güncel ve hızlıca cevap bulmamız gereken konuların önüne geçiyor. Bunun böyle bir stratejinin bir parçası olduğunu düşünüyorum.

Önemli bir muhalefetin örgütlenebileceği ve önemli tartışmanın yürütülebileceği, çok gelişmenin kaydedildiği kadınların önemli haklar kazandığı alanlarda tartışmayı geriye alarak bu konuları tartışma dışı bırakıyor, bizi de gerçekten önemli bir kıskacın altına almış oluyor devlet. Din hiçbir zaman zulme ve ayrımcılığa neden olacak bir konuyu tartıştıramaz, baskı aracı haline getirilemez. 6284’ün de İS’nin de TCK 103’ün de kadınların hayatında gerçekleştirdiği iyileştirmeye karşı çıkacak bir İslam’dan bahsedemeyeceğimizi Havle olarak sürekli vurguluyoruz.

Peki bahsettiğiniz gibi İS gündeme oturmasaydı, Havle hangi konular üzerine eğilmiş olacaktı?

Havle’nin çalışma prensibi feminist bilginin ulaştığı noktalarda özellikle din boyutunu eksik gördüğümüz noktaları tartıştırabilmek, o konuda bilgi üretmek ve feminist harekete katkıda bulunmak. Erken yaşta evlilik, 18 yaş altı evlilik meselesine de orada girmiştik. Çünkü bu konu tartışıldığında din bir boyut olarak konuşuluyordu ama öznelerinden konuşulmuyordu.  İnsanlar çok dindar olduğu için çocuklarını 18 yaş altında evlendiriyor gibi ya da dinin hiçbir etkisi olmadığı yönünden konuşuluyordu.

Biz araştırmamızda bu ikisinin ortasında bir yerde olduğunu gördük Türkiye toplumunun. Türkiye toplumu 18 yaş altında kız çocuklarını evlendirmek istemiyor ama gerektiği durumda bir meşruiyet aracı olarak kullanabiliyor. Din bir etkisiz faktör değil, dikkate alınması gereken bir faktör ama bir taraftan da argümanları destekleyecek şekilde dinden yola çıkarak evlendirmiyor insanlar çocuklarını. Bu çıkan sonuç bizim için çok değerli. Eğer İS’de bir geriye adım atılır ve böyle kötü bir sonuç alırsak çok daha temelde kazanılmış hakların savunması noktasında kalacağız. Bu hem Türkiye demokrasisi hem de sivil toplum birikimini negatif yönde etkiler. Yakın zamanda Malezya’daki bir kurumla görüştük, evlilik yaşının geriye çekilmesinin söz konusu olduğuna inanamıyorlar. Dünya ileri giderken, Pakistan, Malezya gibi birçok ülke bu konuda ileri hamleler yapmışken biz nasıl geriye gidiyor olabiliriz?

Yelda Koçak: Sözleşmeye müdahale 6284’ü etkiler 

-İS’ye şerh koymak hukuken mümkün müdür?

İS’ye şerh koymak diye bir usul yok. Kamuoyunda bir yanılgı yaratmaya çalışıyor iktidar. İS’ye şerh konamaz. Ne olabilir? Bir yorum bildirimi söz konusu olabilir ama bunun da bir bağlayıcılığı yok. Özellikle tartışma konusu olan ve genel ayrımcılık yasağını düzenleyen madde 4’e çekince bile konamaz. Bu yorum bildirimini deklare etmek, devletin yükümlülüğünü kaldırmaz ancak devletin kendi bakış açısını gösterir, “ben artık TC olarak temel insan haklarına değer vermiyorum” demektir.

Diğer birçok uluslararası sözleşmede olan bir maddedir ayrımcılık yasağı. Bu tüm insan hakları külliyatını karşısına almak demektir. İnsan haklarına saygılı bir hukuk devletinin bundan kaçınması gerekir. İS’yi savunmak temel insan haklarını savunmaktır. 4’ncü Maddenin önemine ve tüm uluslar üstü insan hakları sözleşmeleriyle bağlantısına dönmek gerekiyor. 4’üncü madde bütün uluslar üstü insan haklarıyla bağlantılı temel bir madde. Sadece ev içi şiddet, kadın ve LGBTİ+ların özel olarak haklarını düzenlemiyor, bu ayrımcılık yasağıdır. Hiç kimseye din, dil, ırk, cinsiyet nedeniyle ayrımcılık yapılamaz diyor. Bunun değiştirtilebilmesi çok mümkün değil. Devlet istiyorsa İS’den çıkar ama sözleşmeyi değiştirtemez.

-İS, Anayasa ya da TCK ile çelişiyor mu?

Hiç çelişmiyor. İS devletin yükümlülüklerini anlatan, nasıl mücadele etmesi gerektiğini söyleyen, bunu açık ve net bir dille anlatan bir sözleşmedir. İS ve diğer ulusal üstü sözleşmeler Türkiye’de iç hukuk normudur. Kanunlarla çeliştiğinde de zaten sözleşme üstündür. Sözleşmeden çıkılırsa, devlet “istediğim gibi ayrımcılık uygularım” diyemez.

TCK’de, anayasada, diğer hukuk metinlerinde de ayrımcılığı yasaklayan maddeler vardır. Anayasa zaten kadınların, LGBTİ+’ların, çocuk ve yaşlıların ayrımcılığa uğramamasını güvence altına alıyor ve düzenliyor. Nahide Opuz kararı verilirken, Türkiye’de hem kadına şiddet hem ayrımcılık konusu vurgulanırken İS yoktu. İS’nden çıkmak ya da uygulamıyor olmak Türkiye’yi ayrımcılık yapabileceği bir duruma sokamaz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, BM İnsan Hakları Sözleşmesi var, anayasamız var, Çocuk Hakları Sözleşmesi var, bir sürü mevzuatımız var. Bundan kaçış yok yani.

-İS’den çıkılması şiddete uğrayan bir kadının gündelik hayatını nasıl etkiler?

İS’ye gelen bir müdahale diğerlerinin önünü açacaktır. 6284 İS’nin ruhuna göre yapılmış bir kanundur. İS’nin herhangi bir şekilde tırpanlanması, askıya alınması ya da uygulanmayacağının açıkça ifade edilmesi doğrudan 6284’ü etkileyecektir. Biz İS’den çıkılmasının etkisini 6284’ün uygulanmamasıyla göreceğiz.

İS’den çıkılması 6284’ü dolayısıyla kadınları doğrudan etkiler. Çünkü 6284 gücünü İS’den alıyor. Bir kadın karakola sığındığında 6284 uyarınca koruma istiyor. Bize doğrudan dokunan, günlük hayatta kadınları koruyan, koruma kararı aldırtan faili uzaklaştırtan, engelleyen teknik kanunumuz 6284, o da gücünü İS’den alıyor. İS’nin gücünü kısmak 6284’ü kısmak anlamına geliyor ki bu doğrudan kadınların hayatını durdurmak anlamına gelir.

Türkiye ilk imzacı

Türkiye, İstanbul Sözleşmesi ya da diğer adıyla Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesini ilk imzalayan ülke.  Sözleşme 2012’de hiçbir çekince olmaksızın onaylanmasının ardından 8 Mart 2012’de Resmî Gazete’de yayımlandı ve 2014’te uluslararası onay yeter sayısına ulaşarak yürürlüğe girdi.

Türkiye sözleşmeyi onaylamasıyla birlikte, 2012 yılında, İS’deki maddelerden yola çıkarak kaleme alınan ve kanunun 2. maddesi geçen “Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, özellikle Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” ibaresiyle açıkça sözleşmeye referans verilen 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun da yürürlüğe girdi.

Bu tarihten önce uygulamada olan 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunu yalnızca aynı ev içinde yaşayanları kapsayıp tanımı belirsiz bir “aile içi şiddet”ten bahsederken, 6283 şiddetin tanımını açıkça yapıyor: “Kişiye, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar veren, fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranış.”

Polisin vurduğu ve felç bıraktığı Jacob Blake hastanede kelepçeyle tedavi görüyor

ABD’nin Wisconsin eyaletinde polisin arkasında yedi kez ateş etmesi sonucunda felç kalan Jacob Blake isimli siyah vatandaşın ailesi Blake’in tedavisinin hastanede yatağa kelepçeli şekilde devam ettiğini söyledi.

CNN’de yer alan habere göre, Blake’in amcası, hastanede yatan 29 yaşındaki Blake’i ziyaret eden babasının oğlunu yatağa kelepçeli bir şekilde gördüğünde çok üzüldüğünü aktardı.

Amca Justin Blake, “Bu, yarasına bir hakaret. Felç oldu, yürüyemiyor ve onu yatağa kelepçelediler. Neden?” diye sordu.  Kenosha polisi konuyla ilgili herhangi bir yorumda bulunmazken, Wisconsin Valisi Tony Evers ise Blake’in neden kelepçelenmek zorunda olduğunu “hayal edemediğini” söyledi.

Blake’in babası: Oğlum zincirlenmiş

ABD’li girişimci ve Demokrat Parti’nin eski başkan aday adayı Andrew Yang da Blake’in babasıyla konuştuğunu söyledi. Yang, babanın oğlunu kelepçeli gördüğü için öfkelendiğini “Babası tam olarak ‘zincir’ kelimesini kullandı. Bana ‘oğlum zincirlenmiş’ dedi” sözleriyle aktardı.

Blake’in bilincinin yerine geldiğini aktaran Yang, uyandığında ilk sözlerinin “Baba beni neden bu kadar çok vurdular?” sorusu olduğunu söyledi.

Neler yaşandı?

29 yaşındaki Jacob Blake’in vurulma anına ait görüntüler Pazar günü yayınlandı. Sosyal medyada hızlı bir şekilde yayınlanan videoda polisin Blake’i arabasına binmeye çalışırken çekiştirdiği ve arkasından yedi el ateş ettiği görüntüleniyordu.

Komşuları, bu sırada Blake’in üç çocuğunun da arabada olduğunu açıkladı. Ailesi ve avukatları, kurşunlardan dördünün Blake’e isabet ettiğini ve felç geçiren Blake’in yeniden yürümesinin “mucize” olacağını açıkladı.

Fotoğraf: Scott Heins/ Gothamist

Başlayan gösterilerin ardından eyalette olağanüstü hal ilan ve sokağa çıkma yasağı ilan edilirken Wisconsin Valisi Tony Evers kente daha fazla Ulusal Muhafız yollayacağını açıkladı.

Protestolar sırasında 17 yaşındaki saldırganın iki kişiyi öldürmesinin üzerine Wisconsin Valisi Tony Evers, Ulusal Muhafız birliğinden 500 askerin daha Kenosha’ya konuşlandırılması için yetki verdi. Saldırgan ise yakalanarak tutuklandı.

 

Eskişehir’den maden ihalelerine tepki: Alpu’daki termik santral sevdasından vazgeçilmemiş

Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 3 Eylül Perşembe günü 68 şehrin 766 bölgesi için maden arama ve işletme ihaleleri düzenleyeceğini duyurdu. İhaleye çıkacak alanların 39’unun Eskişehir‘de yer aldığını belirten Eskişehir Çevre Koruma ve Geliştirme Derneği Başkanı Sadık Yurtman, bu duruma tepki gösterdi.

Yurtman konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “Maden aramaları ÇED sürecinden muaf. Bütüncül bir çevresel etki değerlendirmesi yapılmadan ihale yapılması hukuksuzluktur ve çevreyi korumayı hiçe saymaktır” dedi.

Hangi iller etkilenecek?

İhaleler kapsamında Sivas’ta 73, Kahramanmaraş’ta 56, Eskişehir’de 39, Erzincan’da 30 bölgede, maden çalışmaları için arama ve işletme ruhsatları verilecek. MAPEG, daha önce de 2018 yılının haziran ayında 616, 2019 yılının nisan ayında ise 417 sahayı ihaleye açılmıştı.

28 Eylül’e kadar sürecek ihale sürecinde dördüncü grup madenlerin aranması ve işletilmesi için ruhsat verilecek. Dördüncü grup madenler arasında sodyum, potasyum, lityum, iyot, gibi endüstriyel hammaddeler; linyit, taşkömürü, uranyum gibi enerji hammaddeleri ve altın, gümüş, platin, bakır, demir, krom, titan ve alüminyum gibi metalik madenler bulunuyor.

‘Alpu sevdasından vazgeçilmemiş’

Ekoloji Birliği’nin aktardığına göre ESÇEVDER Başkanı Yurtman, Eskişehir’de belirlenen bölgelerin Alpu, Beylikova, Mihallıççık, Sarıcakaya, Sivrihisar, Merkez ve Mihalgazi’yi kapsadığını söyledi.

İşaretli alanları Alpu, Mihallıççık ve Beylikova bölgelerinde yoğunlaştığını belirten Yurtman “Bu da gösteriyor ki Alpu’da yapılması düşünülen Kömürlü Termik Santral sevdasından hala vazgeçilmemiştir. Bu konu gözden kaçırılmamalıdır” dedi.

‘İhaleler iptal edilsin’

Maden aramalarına karşı olmadıklarını belirten Yurtman “Maden aramalarının çevreye, doğaya zarar vermeden tekniğine uygun ve milli kaynaklar kullanılarak yapılmasından yanayız” dedi. Maden aramalarının ÇED sürecinden muaf tutulmasını eleştiren Yurtman bu durumun çevreyi korumayı hiçe saydığını söyledi.

ESÇEVDER Başkanı Yurtman, basına yaptığı açıklamada son olarak “Eskişehir Çevre Koruma ve Geliştirme Derneği olarak maden arama ve işletme ihalelerinin bir an önce iptal edilmesini talep ediyoruz” ifadelerini kullandı.

Banksy’nin Akdeniz’deki mülteci kurtarma teknesine bağış yaptığı ortaya çıktı

Britanyalı sokak sanatçısı Banksy’nin kuzey Afrika’dan Avrupa’ya ulaşmaya çalışan mültecileri kurtarmak için faaliyet gösteren bir tekneyi finanse ettiği ortaya çıktı.

Tekne Fransalı feminist bir anarşist olan Louise Michel’in ismini taşıyor. Bugüne kadar çok fazla mülteciyi kurtaran tekne son olarak Akdeniz açıklarında 14’ü kadın ve çocuklardan oluşan 89 kişiyi kurtardı.

Mürettebatı arama ve kurtarma operasyonlarında deneyimli Avrupalı aktivistlerden oluşan tekne şu anda ise birlikte yolculuk yaptığı mültecileri indirecek güvenli bir liman arayışında. Eğer bulamazsa onları Avrupa Sahil Güvenliği’ne teslim edecek.

Fotoğraf: Ruben Neugebauer

Banksy’den gelen e-posta

Guardian’ın aktardığına göre Banksy’nin bu tekne ile diyaloğu 2019 yılına dayanıyor. Banksy, çeşitli sivil toplum kuruluşlarının kurtarma teknelerine kaptanlık yapan ve bugüne kadar binlerce kişiyi kurtaran Pia Klemp’e bir e-posta atıyor:

Selam Pia. Seni gazetelerde gördüm ve belalı birine benziyorsun. Ben Britanya’dan bir sanatçıyım, mülteci krizi üzerine eserler yaptım ve görünen o ki kazandığım parayı elimde tutamıyorum. Sen tekne falan almak ister misin?

‘Şaka zannettim’

Klemp, başta bunun bir şaka olduğunu düşündüğünü söylüyor. Aktiviste göre Banksy’nin onu seçmesinin sebebi ise siyasi görüşü. Klemp, “Denizdekileri kurtarmayı insani yardım olarak değil, faşizmle mücadelenin bir parçası olarak görüyorum” diyor.

Banksy’nin gemiyle ilişkisinin yalnızca para sağlamakla sınırlı olduğunu söyleyen Klemp, “Banksy, tekne kullanmak konusunda bizden iyi olduğunu iddia etmiyor biz de sanatçıymışız gibi davranmıyoruz” ifadeleriyle durumu açıklıyor.

Üzerinde Banksy’nin eseri çizili

Parlak pembeye boyanmış ve Banksy’nin kalp şeklinde bir güvenlik şamandırası tutan can yeleği içindeki bir kızı tasvir eden sanat eserini içeren Louise Michel, Almanya bayrağı altında yolculuğunu sürüdürüyor.

Klemp ve takım arkadaşları Libya Sahil Güvenliği‘nden önce mültecilere ulaşmayı amaçlıyor. Libya’da sahil güvenliğinin denizde mahsur kalan sığınmacıları tutuklu kamplarına götürdüğü biliniyor

Adana’daki termik santral inşaatı kural tanımıyor

Adana‘da inşaatı devam eden Hunutlu Termik Santrali projesinde şirket Çevresel Etki Değerlendirme Raporu’nda yer almayan değişikliklere soyundu.

Adanaya Temiz Hava Kampanyası’nı başlatan ve ulusal sivil toplum kuruluşlarının desteğini alan Doğu Akdeniz Çevre Platformu bir açıklama yaparak santralin baca tasarımında değişiklik yapıldığını ve yeni tasarımda bacanın soğutma kulesi içine alındığını ortaya koydu.

Termik santralin neden olacağı hava kirliliğini, kıyıya ve denize etkilerini öngörüp buna göre önlemler öneren bir belge olan ÇED raporunun santral projesinde yapılan en küçük değişiklikle bile geçersiz kaldığını dile getiren platform üyeleri, ÇED sürecinin yeniden başlaması gerektiğini dile getirdi.

‘Hava kirliliği daha geniş bir alana yayılacak’

Enerji ve Temiz Hava Araştırma Merkezi (Centre for Research on Energy and Clean Air – CREA) tarafından yapılan analizi kamuoyuyla paylaşan Doğu Akdeniz Çevre Platformu’nun sözcüsü Dr. Sadun Bölükbaşı şunları söyledi:

Tesisle ilgili yapılan bir haberle Hunutlu Termik Santrali’nin bacasının soğutma kulesi içine alındığını öğrendik; şirket bu değişiklikle hava kirletici emisyonların azaltıldığı ve Hunutlu’nun Türkiye’nin ‘ilk bacasız termik santrali olacağını’ iddia etse de çalışmalarımıza göre bu argüman geçerli değil.

CREA’nın yaptığı çalışmaya göre yeni baca ile sağlık etkileri azalmıyor hatta bir miktar artış bile söz konusu. Ayrıca bacaların soğutma kulesinin içerisine alınması hava kirletici ikincil partikül maddelerin miktarını artırabilir ve hava kirletici emisyonlar çok daha geniş bir alana yayılabilir.

Bakanlığa başvuru yapıldı

Bölükbaşı, “Onanan ÇED raporunda böyle bir çalışma ve modelleme yer almadığı için hava kirliliğinin ne kadar alanı nasıl etkileyeceği ve ne gibi sağlık etkilerine neden olacağı bilinmiyor” ifadelerini kullandı.

Değişiklik nedeniyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na başvuruda bulunduklarını belirten Bölükbaşı yeni bir ÇED raporu hazırlanana kadar santral inşaatının durdurulmasını talep ettiklerini belirtti.

İnşaat devam ederken imar planı değişti

Açıklamada ayrıca inşaat devam ederken santrale ait imar planlarının yeniden değiştirildiği belirtildi. Dr.Sadun Bölükbaşı “Plan değişikliğinde santralin su alma ve su deşarj yapıları iptal edilmiş görünüyor. Bu şartlar altında soğutmayı gerçekleştirebilmek için santralin nereden su temin edeceği belli değil. Termik santral gibi etkileri sadece bulunduğu yörede değil, çok daha geniş bir bölgede hava, su ve toprakta hissedilen bir tesisin, bu şekilde plansız ve kuralsız şekilde ilerlemesi endişe verici” dedi.

Termik santral için daha önce yapılan imar planı revizyonlarının iptali için açılan davanın bilirkişi raporunu paylaşan Platform, bilirkişi raporunun; santralin imar planlarının İskenderun Körfezi Bütünleşik Kıyı Alanları Planı ve Mersin-Adana Bölgesi Çevre Düzeni planlarına ve şehircilik ilkelerine aykırı olduğunu ortaya çıkardığını, ÇED raporunda koruma için belirtilen tedbirlerin ise gerçekçi ve mümkün olmadığını ortaya koyduğunu hatırlattı.

Açıklamaya göre, santralin inşaatı aynı zamanda IUCN tarafından nesli “tehlike altında” olduğu belirlenmiş yeşil deniz kaplumbağasının yuvalama alanına tehdit oluşturduğu için Bern Sözleşmesi’ni ihlal ediyor. Ayrıca, hem Çin hem Türkiye’nin imzacı olduğu Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin 8d, 8k ve 14c maddelerine de aykırılık gösteriyor.

Trump seçimlerde resmen aday

ABD Başkanı Donald Trump, Cumhuriyetçi Parti’nin ulusal kurultayının son gününde yaptığı konuşmada 3 Kasım’da gerçekleştirilecek başkanlık seçimlerinde yeniden aday olmayı kabul ettiğini açıkladı. Böylece Trump’ın adaylığı resmi olarak kesinleşmiş oldu.

Trump, partisinin düzenlediği kurultayın ilk gününde oy birliğiyle yeniden aday gösterilmişti. DW Türkçe’nin haberine göre üç gün süren ve ağırlıklı olarak sanal ortamda gerçekleştirilen kurultayın sonunda Beyaz Saray‘ın bahçesinde bulunan bin 500 civarında partiliye seslenen Trump, “Şükran dolu bir kalple bu gece Amerika Birleşik Devletleri Başkanlığı adaylığını kabul ediyorum” dedi.

‘Mesele Amerikan rüyasını kurtarmak’

Trump konuşmasının devamında koronavirüsle mücadeleyi artıracağını vaat etti ve şunları söyledi:

Son aylarda, ulusumuz ve tüm gezegenimiz yeni ve güçlü bir düşmanla karşı karşıya kaldı. Virüsü yeneceğiz, pandemiyi sonlandıracağız ve krizden daha da güçlenerek çıkacağız.

Koronavirüse karşı etkili bir aşı geliştirilmesine yönelik çalışmalara da değinen Trump, yılbaşından önce aşının üretilmiş olacağını savundu. Trump Demokratlar’ın başkan adayı Joe Biden için de “Amerikan istihdamının yok edicisi” ifadesini kullandı. Biden’in seçilmesi durumunda ülkenin altından kalkabileceği krizlerin daha da derinleşeceğini ileri süren Trump, “Mesele Amerikan rüyasını kurtarıp kurtaramayacağımız” diye konuştu.

Trump, yeniden seçilmesi halinde istihdam, ekonomi, sağlık, dış ilişkiler ve uzay gibi alanlarda yenilikler ve iyileştirmeler yapacağı sözünü veriyor.

Japonya Başbakanı Şinzo Abe istifa etti

Japonya Başbakanı Şinzo Abe, sağlık sorunlarını gerekçe göstererek 2012’den beri sürdürdüğü başbakanlık görevinden istifa etti.

İstifa kararını verdiği bir basın toplantısıyla duyuran Abe, açıklamasında “Sağlığım geçtiğimiz nisan ayının sonlarında kötüleşmeye başladı. Önemli politika kararlarının hastalık nedeniyle yanlış sonuçlanmasını istemiyorum” dedi.

İki kez hastaneye kaldırıldı

Geçtiğimiz hafta iki kez hastaneye kaldırılan Başbakan’ın görevine devam edip etmeyeceği bir süredir tartışılıyordu. Abe, kronik iltihaplı bağırsak hastalığından muzdaripti.

Abe daha önce de 2007’de başbakanlıktan istifa etmiş, ancak partisinin 2012’de ezici bir seçim zaferi kazanmasının ardından üst düzey göreve geri dönmüştü. İstifa eden başbakan Japonya tarihindeki en uzun süre başbakanlık pozisyonunda kalan kişiydi.

 

463 milyon çocuk eğitimden uzak kaldı

UNICEF‘in, Covid-19 salgınının çocukların eğitimini nasıl etkilediğine ilişkin yayınladığı son raporu, dünyadaki çocukların en az üçte birinin uzaktan eğitim göremediğini ortaya koydu.

UNICEF Direktörü Henrietta Fore, çok sayıda çocuğun eğitiminin aylarca tamamen aksamasının küresel bir acil durum olduğunu belirterek, bunun yansımalarının ilerleyen yıllarda ekonomilerde ve toplumlarda hissedileceği uyarısını yaptı.

‘1.5 milyar çocuk olumsuz etkilendi’

Salgın nedeniyle okulların kapanmasının 1.5 milyar çocuğu olumsuz etkilediği ifade edilen raporda, 100 ülkeden toplanan veriler doğrultusunda her çocuğun uzaktan eğitim için gereken teknoloji ve araçlara erişimi bulunmadığı gibi aynı zamanda bazılarının çalışmaya zorlandığına da dikkat çekildi.

Doğu ve Güney Afrika‘da 67 milyon çocuğun uzaktan eğitime erişimi yokken, bu rakamlar Batı ve Orta Afrika‘da 54 milyon, Doğu Asya ve Pasifik‘te 80 milyon, Orta Doğu ve Kuzey Afrika‘da 37 milyon, Güney Asya‘da 147 milyon, Doğu Avrupa ve Orta Asya‘da 25 milyon, Latin Amerika ve Karayipler‘de ise 13 milyon olarak kaydedildi.

Uzaktan eğitime erişime olanak sağlanmalı

Rapora göre uzaktan eğitime erişemeyen çocuk sayısı anaokulu seviyesinde 120 milyona çıkarken, bu rakam ilkokul seviyesinde 217 milyon, ortaokul seviyesinde 78, lise seviyesinde 48 milyon oldu. Uzaktan eğitime erişim sorunu çeken ya da kaçıranların çoğunluğu ise en kritik öğrenme ve gelişim dönemlerindeki çocuklar.

UNICEF, hükümetlere, okulları güvenli şekilde açmaya öncelik verme, açılmanın mümkün olmadığı durumlarda ise kaybedilen sürenin telafisi ile özellikle marjinal grupların uzaktan eğitime erişimine olanak sağlama çağrısında bulundu.