Ana Sayfa Blog Sayfa 14

İspanya benzeri görülmemiş sel felaketinin ardından kayıplarını arıyor

İspanya‘nın güney ve doğu kesimlerini vuran,  en çok da bir Akdeniz kenti olan Valensiya‘yı etkileyen sel felaketinde ölü sayısı 158’i buldu. Halen çok sayıda kayıp bildirilen bölgede yıkım büyük.

Hızla akan büyük miktarda su, kentin dar sokaklarını ölüm tuzaklarına çevirdi; evlerin ve işyerlerinin içinden geçen, arabaları, insanları ve yoluna çıkan her şeyi sürükleyen nehirler oluşturdu. Sel suları köprüleri yıktı ve yolları tanınmaz hale getirdi.

Ülkenin yaşayan hafızasındaki en ölümcül felaketin ardından ortaya çıkan enkaz dehşet verici görüntüleri ortaya çıkardı: Bölgedeki onlarca yerleşim yerinde devrilen ağaçlar, elektrik hatları, çamura saplanmış evler, harap olmuş eşya ve devrilmiş domino taşları gibi üst üste yığılmış araçların kapladığı yollarda devasa çamur birikintileri oluştu.

Valensiyalılar felaketin ardından yıkılan evlerinden kurtarabildikleri eşyaları kurtarmaya çalışırken, ekipler de mahsur kalan araçlarda ve sular altında kalan binalarda ceset aramaya devam ediyor. Sadece doğu Valensiya bölgesinde 155 kişinin hayatını kaybettiği doğrulandı. Paiporta Belediye Başkanı Maribel Albalat da 25 bin kişilik toplulukta en az 62 kişinin hayatını kaybettiğini söyledi:

“(Paiporta) hiçbir zaman sel felaketi yaşamadı, bu tür bir sorunumuz hiç olmadı. Ve şehir merkezinde çok sayıda yaşlı insan bulduk. Ayrıca arabalarını garajlarından çıkarmaya gelen çok sayıda insan vardı… gerçek bir tuzaktı.”

İspanya Ulaştırma Bakanı Óscar Puente de  dün erken saatlerde “Maalesef bazı araçların içinde ölü insanlar var” demişti.

NASA’nın Landsat 8’deki OLI (Operasyonel Kara Görüntüleyicisi) uydusu,  30 Ekim’de kıyı kenti Valencia’nın içinde ve çevresinde kentsel ve tarımsal arazilerin yaygın su baskınlarını gösteren bu görüntüyü (sağ) yakaladı. Tortul yüklü sel suları ayrıca Balear Denizi’ne (Akdeniz’in bir parçası) dökülen Turia nehrinin kanalını ve şehrin güneyindeki L’Albufera kıyı sulak alanlarını doldurdu. Karşılaştırma için, yine Landsat 8 tarafından elde edilen soldaki görüntü, aynı alanı Ekim 2022 sonlarında gösteriyor.

Bölge yetkilileri çarşamba günü geç saatlerde helikopterli kurtarma ekiplerinin çatılarda ve araçlarda mahsur kalan yaklaşık 70 kişiyi kurtardığını ancak yer ekiplerinin henüz işini bitirmediğini, ev ev ceset aradıklarını söyledi.

Komşu Castilla La Mancha bölgesinde iki ve güney Endülüs‘te bir ölüm doğrulandı.

İspanya Başbakanı Pedro Sánchez, üç resmi yas gününün ilk günü olan perşembe günü Valensiya’da yetkililer ve acil servislerle yaptığı toplantının ardından, “Önceliğimiz kurbanları ve kayıpları bulmak, böylece ailelerinin acılarına son vermeye yardımcı olmak” dedi.

‘Olağanüstü’ bir tufan

İspanya’nın Akdeniz kıyısı, sellere neden olabilen sonbahar fırtınalarına alışkın, ancak bu hafta yaşanan fırtına ve ardından gelen sel, yakın tarihteki en büyük felaketi meydana getirdi. Bilim insanları bunu iklim değişikliğine bağlıyor. Akdeniz havzası iklim değişikliğinin sonuçlarından en çok etkilenen bölgelerden.

İspanya yaklaşık iki yıldır giderek artan sıcaklıkların yarattığı kuraklıkla boğuşuyor. Bu da, bu tür aşırı yağışlar ve ardından gelen  sel felaketi yaşandığında toprağın o kadar sertleşmiş olması nedeniyle yağmuru emememesi ve ani sellerin yaşanması anlamına geliyor.

World Weather Attribution‘ın aşırı ve ani yağışların en çok etkili olduğu perşembe günü yaptığı kısmi analize göre, insan kaynaklı iklim değişikliği İspanya’daki yağışları yaklaşık yüzde 12 oranında artırdı ve bu hafta Valensiya’da yaşanan sel kadar şiddetli bir fırtınanın gerçekleşme olasılığını iki katına çıkardı.

Bir anda bastıran fırtına ve şiddetli yağış bölgesel hükümet yetkililerini de şaşırttı. İspanya’nın ulusal hava durumu servisi, Valensiya’nın Chiva kasabasında sekiz saatte önceki 20 ayda olduğundan daha fazla yağmur yağdığını bildirdi.

Oxford Üniversitesi Coğrafya ve Çevre Okulu‘ndan (SoGE) Dr. Linda Speight, “Güneydoğu İspanya’dan gelen görüntüler suyun gücünün en şiddetli halini gösteriyor” dedi: “Ne yazık ki, bunlar artık nadir görülen olaylar değil. İklim değişikliği, yoğun gök gürültülü fırtınaların bir bölge üzerinde durmasına ve rekor kıran yağışlara yol açan koşullar yaratarak hava sistemlerimizin yapısını değiştiriyor – bu, tekrar tekrar gördüğümüz bir model.”

İklim bilimcileri ve meteorologlar, taşkınları alışılmadık derecede dalgalı, durmuş bir jet akımından göç eden ‘kesik düşük basınç fırtına sistemi’ olarak adlandırılan bir şeye bağlıyor. Bu sistem daha sonra bölgenin üzerinde sıkıştı ve sekiz saatte bir yıllık yağmur yağdı.

Söz konusu sistem genellikle İspanya’yı sonbahar ve kış aylarında vuran doğal bir hava olayı. Depresion Aislada en Niveles Altos (DANA) olarak adlandırılıyor.

Ancak insan kaynaklı iklim değişikliğinin çok daha olası hale getirdiği aşılmadık derecede sıcak deniz yüzeyi sıcaklıkları ve ısınan atmosfer, bu fırtınaların ne kadar yağmur tutabileceğini doğrudan etkiliyor.  

Imperial College London Çevre Politikaları Merkezi’nde Dünya Hava Durumu Atıfları (WWA) biriminin başkanı Dr. Friederike Otto, Valensiya’daki felakete ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı:

“Hiç şüphesiz, bu patlayıcı sağanak yağışlar iklim değişikliği nedeniyle yoğunlaştı. Fosil yakıt ısınmasının her bir derecelik kısmıyla atmosfer daha fazla nemi tutabilir ve bu da daha yoğun yağışlara yol açabilir. Bu ölümcül seller, iklim değişikliğinin sadece 1,3°C’lik ısınmayla ne kadar tehlikeli hale geldiğinin bir başka hatırlatıcısıdır.”

Yeşil NoktaUNEP’ten kritik uyarı: 3,1C’lik artışa doğru gidiyoruz, eylemsizliğin sonuçları yıkıcı olabilir

Çiftliklerde büyük zarar var

En büyük zararı Valensiya kentine belediyeler gördü, ancak fırtınalar İber yarımadasının güney ve doğu kıyılarının büyük kesimlerini etkiledi.

Maxar Technologies tarafından yayınlanan bu uydu görüntüsü, 31 Ekim 2024 Perşembe günü Valensiya’da çamur ve sular altında kalmış tarlaları ve hasarlı bir yol ve köprüyü gösteriyor.

İhraç edilen ürünleriyle Avrupa’nın bahçesi olarak bilinen güney İspanya’daki seralar ve çiftlikler de yoğun yağışlar, dolu fırtınası ve seller nedeniyle mahvoldu.

Endülüs’teki Malaga’ya kadar güneybatıdaki bütün evler susuz kaldı.

İspanyol hava durumu ajansı, doğu Valensiya bölgesindeki Castellón ve Katalonya ‘daki Tarragona ile güneybatı Cadiz‘deki bazı ilçeler için halen uyarı yayınlıyor.

Başbakan, “Bu fırtına cephesi hâlâ bizimle. Evde kalın ve resmi uyarılara uyun. Böylece hayat kurtarmaya yardımcı olursunuz” dedi.

İspanyollar öfkeli

Başta Valensiyalılar olmak üzere İspanya vatandaşları hükümetlerini ve bölgesel yetkilileri, felaketin büyüklüğünü en başından anlamamakla ve gerekli önlemleri almamakla suçluyor.

Şokun etkisi azaldıkça yetkililerin krizle başa çıkma biçimine ve kaotik yardım müdahalelerine yönelik öfke de büyüyor.

Kurtulabilenlerden birçok kişi parçalanmış araçlar, selin bıraktığı devasa çamur birikintisi ve moloz dağları arasından, geçilemez hale gelen yollarda yiyecek ve su bulmak için yapışkan çamurda uzun mesafeler yürümek zorunda kaldı.

Valensiya’da yaklaşık 150.000 kişi Çarşamba günü elektriksiz kaldı. Yaklaşık yarısı Perşembe günü elektriğe ulaşabilse de suya erişim hala büyük sorun.

Bölge, Madrid‘e giden yüksek hızlı tren dahil, yolların kesilmesi ve tren hatlarının zarar görmesi nedeniyle kısmen izole kaldı. Yetkililer, hasarlı hattın onarılmasının iki ila üç hafta süreceğini söyledi.

Acil durum personeli ise ölenleri çamurların altından, araç ve evlerden çıkarmaya odaklanmış durumda. Temel malzemeleri bulmak ve ortalığı temizlemek hayatta kalanların üzerinde kaldı. Ülkenin pek çok bölgesinden yüzlerce gönüllü hurda araçları hareket ettirmek,  kaldırmak ve çamuru süpürmek için yerel halka katıldı.

Valensiya bölge başkanı Carlos Mazón, dün İspanya ordusundan halkın temel ihtiyaçların dağıtımında yardımcı olmasını istedi. Madrid hükümeti de 500 asker, daha fazla ulusal polis ve Sivil Muhafız gönderme sözü verdi.

Zorunluluk ve kıyamet sonrası atmosfer nedeniyle bazı kişiler terk edilmiş ve hasar görmüş dükkanlara girerek ihtiyaçlarını gidermeye çalıştı. Ulusal Polis ise çarşamba günü yağmalama nedeniyle 39 kişiyi tutukladı. Sivil Muhafızlar da alışveriş merkezlerindeki hırsızlıklar nedeniyle 11 kişiyi tutukladığını duyurdu, memurlarının ayrıca insanların arabalardan çalmasını engellemek için görevlendirildiğini bildirdi.

Bazı kişiler, özellikle akan suyu olmayan veya hasar görmemiş dükkânlara ulaşma imkânı olmayanların, erzak ve özellikle çocukları ve bebekleri için yiyecek çalmak zorunda kaldıklarını söyledi.

 

Borsada fosile yatırım finansal risk yaratıyor, öncelik yenilenebilir enerji olmalı’

Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFiA) tarafından hazırlanan “Âtıl Varlık Riski ve Fosil Yakıt Yatırımlarından Çekilme Eğilimi: BIST 100 Örneği” raporu dün yayımlandı.

Raporda fosil yakıttan çekilme eğilimi ve bu eğilime ilişkin iklim değişikliği finansmanı mekanizmaları ayrıntılı olarak ele alınıyor. Küresel seviyede fosil yakıt yatırımlarından çekilme eğiliminin ortaya çıkardığı riskler hatırlatılarak Türkiye’deki kurumsal yatırımcıların söz konusu eğilimler ve iklim hedeflerinden kaynaklanan baskılarla karşı karşıya kalma olasılığına dikkat çekiliyor.

Londra, Sao Paulo, Moskova, Avustralya ve Toronto borsalarının piyasa değerlerinin yaklaşık yüzde 20 ila yüzde 30’unun fosil yakıtlarla ilişkili olduğu belirtilen çalışmada BIST 100 Endeksi’nin karbon maruziyetinin bu borsalarla kıyaslandığında azımsanmayacak bir seviyede olduğu ifade ediliyor.

BIST100 Endeksi’nin karbon riskine maruz kalma oranı yüzde 11,3 olarak açıklanan çalışmada, varlıkların gelecek dönemde sermaye piyasalarından kaynak sağlayamama riskiyle karşı karşıya kalabilecekleri vurgulanıyor.

Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

BIST100 şirketlerinin ‘net sıfır 2053 hedefi’ne ihtiyacı var

Raporda SEFiA’nın geçen yıl yayımladığı ‘İklim Değişikliği ve Sürdürülebilirlik Araştırması: BIST 30 Firmalarının Görünümü 2023’ raporuna da atıf yapılıyor. Buna göre, bankacılık harici 26 şirket içerisinde 2022 yılında yüksek ve ciddi yüksek riskli şirket oranı yüzde 44 ve düşük riskli şirket oranı yüzde 8 iken, 2023 yılında yüksek ve ciddi yüksek riskli şirket oranının yüzde 38 ve düşük riskli şirket oranının da yüzde 19 oldu. Bu göstergeler BIST 30’da belli oranda bir iyileşmenin yaşandığına işaret ediyor.

Ancak şirketler, 2053 yılına yönelik ülke hedefini destekleyecek şekilde belirlenmiş veya kamuoyu ile paylaşılmış somut bir plana sahip değil. 26 şirketten 16’sının net sıfır hedefi için herhangi bir tarihi olmadığı, 15 şirketin ise karbon nötr olma yolunda bir hedef tarih paylaşmadığı görülüyor. Ayrıca bu şirketlerden 11’inin her iki hedef için belirlenmiş bir tarihi de henüz yok. Şirketlerin net sıfır hedefine ulaşmak kadar finansal risklerini de azaltabilmek için küresel eğilimleri takip etmesi öneriliyor.

Stratejiler sınırlı karbon bütçesine göre oluşturulmalı

SEFİA uzmanlarının saptamaları şöyle:

  • Doğrudan ve dolaylı yatırımlar: BİST 100 Endeksi’nin yüzde 11,3 olan karbon riskine maruz kalma oranının 7,3 puanı, doğrudan fosil yakıt yatırımları olan firmalardan, 4 puanı ise hem fosil hem de yenilenebilir enerji yatırımları olan firmalardan kaynaklanıyor. Bu 4 puanın içindeki fosil yakıt yatırımları, kurulu güç ve yatırım maliyetlerine göre ağırlıklandırıldığında, BIST 100 firmalarının doğrudan karbon riskine maruz kalma oranı yüzde 8,7’ye yükseliyor.
  • Diğer borsalarla kıyas: Londra, Sao Paulo, Moskova, Avustralya ve Toronto borsalarının piyasa değerlerinin yaklaşık yüzde 20 ila yüzde 30’unun fosil yakıt yatırımlarıyla ilişkili olduğu belirtiliyor. Bu borsalarda dünyanın en büyük fosil yakıt şirketlerinin (Shell, BP, Rosatom, ASX Oil) işlem gördüğü göz önünde bulundurulduğunda BIST 100 karbon maruziyetinin göz ardı edilemeyecek bir seviyede olduğu görülüyor.
  • Nedenler: BIST 100 firmalarının fosil yakıt yatırımlarından çıkış hareketlerine bağlı olarak maruz kalabileceği risk, piyasa oynaklığı, düzenlemelerdeki değişiklikler, teknolojik ilerlemeler ve şirketlerin tabi oldukları çevresel, sosyal ve yönetişimsel (ESG) değerlendirmelere kadar birçok faktörden kaynaklanabiliyor. Buna bağlı olarak BIST 100 firmalarının karbon riskine maruz kalan sermaye oranlarının farklılaştığı görülüyor.

‘Atıl bankacılık olasılığı, Türk bankacılık sistemini zayıflatır’

SEFiA Direktörü Bengisu Özenç, rapora ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı:

“Türkiye’deki finansal piyasalar ve kurumsal yatırımcıların, iklim hedefleri ve karbonsuzlaşma eğilimleri çerçevesinde yaşanan finansal dönüşümden etkilenmesi kaçınılmaz. Bu kapsamda yatırımcıların, mevcut küresel eğilimlere cevap verebilmesi ve söz konusu finansal risklerin önüne geçebilmesi için fosil yakıt sektörlerindeki yatırımların yerine enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji yatırımlarını önceliklendirerek portföylerinin düşük karbonlu enerjiye yeniden yönlendirilmesine yönelik stratejiler ele alması gerekiyor. Söz konusu eğilimler iyi izlenmediği ve gerekli önlemler alınmadığı durumda temerrütler ve âtıl varlık olasılığının Türk bankacılık sektörünü zayıflatacağı öngörülüyor. Sınırlı bir karbon bütçesinin şekil verdiği yeni sanayi politikasından kaynaklanan finansal riskler, artık büyük işletmeler tarafından önemli bir risk olarak değerlendirilmeli.”

SEFiA Analisti Evrim Özyorulmaz Akcura ise âtıl varlık riskinin, özellikle fosil yakıt yatırımları ve iklim değişikliği bağlamında giderek önem kazanan bir konu olduğunu vurguladı:

“İklim değişikliği politikaları kaynaklı düzenleme riskleri, teknolojik dönüşüm kaynaklı piyasa riskleri ve iklim değişikliğinin getirdiği fiziksel riskler olarak sınıflandırılan bu risklerin yönetilebilmesi için yatırımcıların öncelikle hangi varlıkların âtıllaşma riskiyle karşı karşıya olduğunu ve dolayısıyla bu riskin portföylerini ne derece etkileyeceğini analiz etmeleri gerekiyor. Özellikle kömür ile ilişkili varlıklar ve yüksek başa baş petrol fiyatına sahip petrol rezervleri, düzenleme riskleriyle ilk etapta karşı karşıya kalan varlıklardır. Bu nedenle yatırımcılar hem iklim taahhütlerini hem de yatırım portföyü bağlamındaki yükümlülüklerini göz önünde bulundurarak âtıl varlık riskini nasıl yönetecekleri konusunda stratejiler geliştirmek durumunda.”

Âtıl Varlık Riski Ve Fosil Yakıtlardan Çekilme 

 

Âtıl varlıklar (stranded assets) beklenen ekonomik ömürleri tamamlanmadan faaliyetini sonlandırması gerekecek ya da değerlerini kaybedebilecek fosil yakıt varlıklar olarak tanımlanıyor. Özellikle zayıf iklim politikasına sahip ülkelerde, Paris Anlaşması hedefine ulaşma doğrultusunda –büyük ölçüde âtıl varlıklarla karşılaşma riskinden ötürü– olumsuz ekonomik etkilere maruz kalınması ve uzun vadeli iklim hedeflerine ulaşma olasılığının azalması bekleniyor. 

 

Geçtiğimiz yıllarda hemen hemen her borsaya arz edilen fosil yakıt şirketi sayısı hızlı bir artış göstermektedir. İklim değişikliği kaynaklı aşırı hava olaylarına maruziyetin getirdiği potansiyel sistemik riskler ise düzenleyiciler tarafından göz ardı ediliyor ve şirketlerce piyasalara yükleniyor. Buna karşılık, büyük varlık yönetim şirketlerinin fosil yakıtlardan yatırımını çekmeleri olarak tanımlanabilecek fosil yakıttan çekilme (fosil fuel divestment), küresel finans piyasalarında etkili olmaya başlayan bir eğilim olarak öne çıkıyor. Fosil yakıtlara yatırım yapmama kararı alan sermayenin büyüklüğü, iklim değişikliği kaynaklı risklere maruziyeti yüksek sermaye piyasalarını yapısal olarak etkileyecek bir risk olarak değerlendiriliyor. 

 

 

 

 

 

İspanya’nın Valencia bölgesine bir yıllık yağış bir günde düştü: En az 95 ölü

İspanya‘nın güney ve doğu bölgeleri, şiddetli yağışların ardından gelen ani sellerde büyük yıkım yaşadı. Valensiya şehrine 29 Ekim’de sadece sekiz saatte bir yıllık yağıştan fazlası düştü. Bölgede en az 95 kişi yaşamını yitirdi. Çok sayıda kayıp olduğu, ölü sayısının artabileceği belirtiliyor.

Ülkenin yakın tarihindeki muhtemelen en ölümcül sel felaketini yaşadıklarını belirten yerel yetkililer doğu Valensiya bölgesindeki aşırı yağışların köprüleri ve binaları sürüklediğini belirtti.

İspanya’nın önde gelen küresel ihracatçılarından biri olan ve narenciye üretiminin üçte ikisinin yapıldığı bölgede tarım arazileri de sular altında kaldı.

Sel nedeniyle çok sayıda hayvan da sulara kapılarak yaşamını yitirdi.

‘Sağanak değil, baraj patlaması gibiydi’

Devlet hava durumu ajansı AEMET‘e göre, ülkenin güney ve doğusundaki çeşitli bölgelere salı günü sadece birkaç saat içinde 30 santimetreye kadar yağmur düştü ve bu, Valensiya’da 28 yılın en şiddetli yağışı olarak kayıtlara geçti.

Valensiya, Malaga şehri ve Castile-La Manha gibi bölgelerdeki acil servisler, onlarca kayıp kişiyi bulmak için hâlâ çalışmalarının sürdüğünü bildirdi.

Castile-La-Mancha bölgesel hükümetinin başkanı Emiliano García-Page, sel baskınını bir setin yıkılmasına benzetti. İspanya’nın ulusal yayın kuruluşu TVE‘ye konuşan García-Page, “Bu bir sağanak yağış değil, bir baraj patlaması gibiydi, İnsanlar acil durum numaralarını arayıp ağlıyor, yardım istiyordu ve onlara ulaşmak neredeyse imkansızdı” dedi.

En kötü etkilenen bölgelerden Valensiya, salı gecesi ve Çarşamba sabahı çoğu otoyolun tamamen kullanılamaz hale gelmesiyle kaos ortamına sürüklendi. Trafikte terk edilmiş araçlar sulara kapılıp yolları kullanılamaz hale getirdi.

Valensiya sakinleri, sokaklardan fışkıran kahverengi su dalgasının ağaçları kökünden söktüğünü ve binalardan taş parçalarını sürüklediğini, insanların arabalarının çatılarına tırmandıklarını anlattı.

Savunma Bakanı Margarita Robles, Cadena Ser radyosuna kurtarma operasyonlarında uzmanlaşmış bir askeri birliğin perşembe günü en çok etkilenen bölgelerdeki çamur ve enkazları arama köpekleriyle birlikte taramaya başlayacağını söyledi. Mağdur sayısının artma ihtimalinin olup olmadığı sorulduğunda, “Ne yazık ki iyimser değiliz” dedi.

Yerel basın arama-kurtarma ekiplerinin yanlarında 50 mobil morg getirdiğini duyurdu.

İspanya’nın resmi haber ajansı EFE, Valensiya’nın Paiporta kasabasında en az 40 kişinin hayatını kaybettiğini, bunlardan altısının huzurevinde kaldığını bildirdi.

Çarşamba günü çeşitli kurtarma kuruluşları tarafından paylaşılan videolarda, tüm sokakların sular altında kaldığı, insanların çatılarda mahsur kaldığı ve arabaların yığılıp devrildiği görülüyor.

Yıkılan altyapıyı yeniden inşa etme sözü veren Başbakan Pedro Sanchez ise televizyondan yaptığı konuşmada, “Şu anda hala sevdiklerini arayanlar için, tüm İspanya sizinle birlikte ağlıyor” dedi.

İspanya hükümeti, sel felaketinin kurbanları için perşembe gününden itibaren üç günlük resmi yas ilan etti.

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de birliğin kurtarma çalışmalarına yardım etmeye hazır olduğunu söyledi:

“Gördüğümüz şey yıkıcı. Kurtarma ekiplerinin koordinasyonuna yardımcı olmak için Copernicus uydu sistemimizi etkinleştirdik ve sivil koruma mekanizmamızı etkinleştirmeyi teklif ettik.”

Tren seferleri iptal, okullar kapandı

Acil durum ekiplerinin helikopterden çektiği görüntülerde, Valensiya kentinin dışında sular altında kalan tarlalar arasındaki otoyollarda çöken köprüler ve üst üste yığılmış araba ve kamyonlar görülüyor.

Yetkililer, sel felaketi nedeniyle Madrid ve Barselona şehirlerine giden tren seferlerinin iptal edildiğini, en çok etkilenen bölgelerde okulların ve diğer temel hizmetlerin askıya alındığını söyledi.

İspanya’nın devlet demir yolu şirketi Renfe, Malaga‘dan Madrid’e giden 291 yolcusu bulunan yüksek hızlı trenin, kalkıştan kısa bir süre sonra heyelan nedeniyle raydan çıktığını söyledi. Yaralanma bildirilmedi.

Avrupa’nın en büyük kamu hizmeti kuruluşu Iberdrola‘ya ait elektrik şirketi i-DE de Valensiya’da yaklaşık 150 bin müşterisinin elektriğinin olmadığını bildirdi.

Bölgedeki acil durum ekipleri, vatandaşlara her türlü karayolu seyahatinden kaçınmaları ve resmi tavsiyelere uymaları çağrısında bulundu.

Valencia bölgesinin Turis, Chiva ve Bunol kasabaları gibi bazı bölgelerinde 400 mm’den  fazla yağış kaydedildi ve bu durum eyalet hava durumu ajansı AEMET’in salı günü kırmızı alarm ilan etmesine yol açtı. Yağmurun azalmasıyla çarşamba günü alarm düzeyi sarı’ya düşürüldü.

Ülkenin güneydeki Endülüs bölgesi de dahil olmak üzere diğer bölgelerinde de sel baskınları meydana geldi ve hava durumu uzmanları, aşırı yağışla birlikte etkisini gösteren fırtınanın kuzeydoğu yönüne doğru hareket etmesiyle daha kötü hava koşullarının yaşanacağı konusunda uyardı.

İklim krizi, aşırı hava olaylarını tetikliyor

Valensiya’daki sel, büyük ihtimalle modern İspanya tarihinin en kötü sel felaketi. 1996’da Pireneler‘deki Biescas kasabası yakınlarında meydana gelen selde 87 kişi hayatını kaybetmişti.

1957 yılında yine Valensiya kentinde meydana gelen sel felaketinde onlarca kişi ölmüş; bunun üzerine şehir merkezindeki sel felaketini önlemek amacıyla Turia nehrinde yeni bir yatak inşa edilmişti.

Bilim insanları, insan kaynaklı iklim değişikliği nedeniyle bu tür aşırı hava olaylarının daha sık hale geldiğini ve etkisinin de daha büyük olduğunu söylüyor.  Dünya fosil yakıt kirliliği nedeniyle ısındıkça bu tür yoğun yağışların meydana getirdiği felaketlerin etkisi de büyüyor. Su buharlaşmasını artıran Akdeniz‘in ısınması, aniden bastıran yağışların daha şiddetli hale gelmesinde önemli bir rol oynuyor.

İspanya Meteoroloji Derneği üyesi ve kıdemli eyalet meteoroloğu Ernesto RodriguezCamino, “Eskiden onlarca yıl arayla yaşanan bu tür olaylar artık daha sık yaşanıyor ve yıkıcı etkileri daha da artıyor” dedi.

AEMET ise, taşkına neden olan “soğuk düşüş”ün Valensiya’nın bu yüzyılda yaşadığı en kötü şey olduğunu belirtti; ancak bunda iklim değişikliğinin suçlu olup olmadığını söylemek için henüz çok erken olduğunu kaydetti. “Soğuk düşüş” terimi, atmosferin yükseklerinde jet akımından ayrılabilen, yavaş hareket etmesine ve sıklıkla yüksek etkili yağış olaylarına yol açabilen daha soğuk bir hava havuzunu ifade ediyor. Bu fenomen en çok sonbaharda görülüyor.

Lancet: Sıcağa bağlı ölümler 2023’te yüzde 167 arttı, risk büyüyor

Hakemli tıp dergisi Lancet, sağlık ve iklim değişikliği üzerine 2024 Geri Sayım Raporu’nu (Lancet Countdown 2024) dün yayımladı.

Bu yılki rapor, her ülkede, sağlık tehditlerini izleyen 15 göstergeden 10’unun yeni rekorlara ulaştığını ortaya koyuyor. Rekor kıran göstergelerden bazıları şöyle:

2023 yılında insanlar, iklim değişikliği olmadan beklenenden ortalama 50 gün daha fazla sağlığı tehdit eden sıcaklıklara maruz kaldı. Aşırı kuraklık küresel kara alanının yüzde 48’ini etkiledi. Bu, kaydedilen  ikinci en yüksek seviye. Sıcak dalgaları ve kuraklıkların daha yüksek sıklığı, 1981 ve 2010 yılları arasında her yıl 151 milyon daha fazla insanın orta veya şiddetli gıda güvensizliği yaşamasıyla ilişkilendirildi.”

Raporun yazarları, fosil yakıtlara ısrarla yatırım yaparak “yangını körüklemeye” devam eden hükümetleri ve şirketleri, tüm zamanların en yüksek enerji kaynaklı sera gazı emisyonlarını ve dünya genelinde insanların hayatta kalma şanslarını daraltan adaptasyonda yıllarca süren gecikmeleri kınadı.

Türkiye: Geçen yıl bebekler ve yaşlılar 20 günün üzerinde sıcak dalgasına maruz kaldı

Lancet’in raporu iklim değişikliği ve sağlık bağlamında Türkiye ile ilgili çarpıca verilere yer verdi.

Buna göre;

Sıcak hava
  • 2014-2023 yıllarında Türkiye’de her bir bebek ve 65 yaş üstü yetişkin sırasıyla yılda ortalama 14,8 gün ve 13,7 gün sıcak dalgasına maruz kaldı. Yalnızca 2023 yılında, aynı gruplar yılda 24,8 gün ve 21,9 gün sıcak dalgasına maruz kaldı.

  • 2023 yılında sıcağa maruz kalma nedeniyle 471 milyon işgücü saati kaybedildi; bu da 1990-1999 yıllık ortalamasına göre %14’lük bir artış anlamına geliyor.

  • 2023 yılında sıcak hava nedeniyle işgücü kapasitesinin azalmasından kaynaklanan potansiyel gelir kaybı 846 milyon ABD doları.

Aşırı hava olayları
  • 2019-2023 yılları arasında her yıl, Türkiye’nin yüzölçümünün yüzde 82,7’si en az bir ay, yüzde 43,3’ü en az üç ay ve yüzde 11,7’si en az altı ay aşırı kuraklık yaşadı.

 Fosil yakıt kullanımına bağlı hava kirliliği
  • 2021 yılında Türkiye’de 51000 ölüm antropojenik hava kirliliğine (PM2.5) atfedilebilir. Kömür ve gaz dahil olmak üzere fosil yakıtlar bu ölümlerin yüzde 56,5’ine katkıda bulundu.

  • 2021 yılında hava kirliliğine bağlı erken ölümlerin ekonomik değeri 40,75 milyar ABD doları.

Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Wellcome tarafından finanse edilen ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ile yakın işbirliği içinde geliştirilen 8. Lancet Geri Sayımı yıllık gösterge raporu, WHO ve Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) dahil olmak üzere dünya çapında 57 akademik kurum ve BM kuruluşundan 122 önde gelen uzmanın çalışmalarını temsil ediyor.

 

BM Taraflar Konferansı (COP29) öncesinde yayınlanan rapor, aşırı yağışlar, mahsur kalan kömür varlıkları, ağaç örtüsü kaybı, kum ve toz fırtınaları, artan gece sıcaklıkları ve uyku kaybı ile iklim ve sağlık eğitimi ve öğretimini kaydeden yeni ölçütler de dahil olmak üzere sağlık ve iklim değişikliği arasındaki bağlantıların en güncel değerlendirmesini sunuyor.

University College London‘dan Lancet Countdown İcra Direktörü Dr. Marina Romanello, “İklim konusundaki eylemsizliğin sağlık üzerindeki yakın tehditlerine ilişkin bu yılın envanteri, sekiz yıllık izleme sürecimizdeki en endişe verici bulguları ortaya koyuyor” uyarısında bulundu:

“Geçtiğimiz yıl bir kez daha iklim değişikliği rekorları kırdı; aşırı sıcak hava dalgaları, ölümcül hava olayları ve yıkıcı orman yangınları dünyanın dört bir yanındaki insanları etkiledi. Gezegendeki hiçbir birey ya da ekonomi iklim değişikliğinin sağlık tehditlerinden muaf değildir. Fosil yakıtların durmaksızın genişlemesi ve sera gazı emisyonlarının rekor seviyelere ulaşması, sağlık üzerindeki bu tehlikeli etkileri daha da arttırmakta ve bugüne kadar kaydedilen sınırlı ilerlemeyi tersine çevirerek sağlıklı bir geleceği daha da ulaşılmaz hale getirme tehdidi yaratıyor.”

Bu tehdide rağmen, finansal kaynakların tam da sağlığımıza zarar veren şeylere yatırılmaya devam ettiğini görüyoruz. Her yıl fosil yakıt endüstrisine yatırılan veya sübvanse edilen trilyonlarca doların yeniden kullanılması, temiz enerji ve enerji verimliliğine adil, eşitlikçi bir geçiş ve daha sağlıklı bir gelecek sağlama fırsatı sunacak ve sonuçta küresel ekonomiye fayda sağlayacaktır.”

İklim değişikliğinin rekor kıran insani maliyetleri

2023 yılı, kalıcı kuraklıklar, ölümcül sıcak hava dalgaları ve yıkıcı orman yangınları, fırtınalar ve seller ile dünya çapında insanların sağlığı, yaşamları ve geçim kaynakları üzerinde feci etkileri olan, kayıtlara geçen en sıcak yıl oldu.

Sıcağa bağlı ölümler hızla artmaya devam ediyor ve yüksek ısınma senaryosunda soğuğa bağlı ölümleri geçmesi bekleniyor. Küresel olarak 2023 yılında, 65 yaş üstü kişilerde sıcaklığa bağlı ölümler 1990’lardaki ölümlere göre yüzde 167 gibi rekor bir oranda arttı. Sıcaklıklar değişmemiş olsaydı (yani sadece değişen demografik özellikler hesaba katıldığında) yüzde 65’lik bir artışın beklenirdi. Bu durum mevcut eşitsizlikleri daha da artırıyor; iklim değişikliğinin eklediği sağlığı tehdit eden sıcak gün sayısı, insani gelişme endeksi (eğitim, gelir ve yaşam beklentisinin bir ölçüsü) düşük olan ülkelerde daha yüksek gerçekleşiyor.

2023 yılında dünya genelinde insanlar, yürüyüş veya bisiklete binme gibi hafif açık hava egzersizleri yaparken en azından orta derecede ısı stresi riski oluşturan ortalama 1.512 saatlik tüm zamanların en yüksek sıcaklığına maruz kaldı. Bu, 1990-1999 yıllık ortalamasına göre yüzde 27,7’lik bir artış (328 saat). Artan sıcaklıklar aynı zamanda 2023 yılında küresel olarak 512 milyar potansiyel iş gücü kaybına (1990-1999 ortalamasının yüzde 49 üzerinde bir artış) ve 835 milyar ABD dolarına eşdeğer küresel potansiyel gelir kaybına (düşük (yüzde 7,6) ve orta gelirli ülkelerde (yüzde 4,4) GSYH’nin önemli bir oranına eşdeğer) yol açtı.

Son on yılda (2014-2023), küresel kara alanının yüzde 61’inde 1961-1990 ortalamasına kıyasla aşırı yağış olaylarında artış görüldü. Bu da sel, bulaşıcı hastalık ve su kirliliği riskini artırdı. Buna paralel olarak, daha sık görülen sıcak dalgaları ve kuraklıklar, 2022 yılında 124 ülkede 151 milyon daha fazla insanın orta ve şiddetli gıda güvensizliği yaşamasına neden oldu. Sonuç olarak rapor, aşırı hava olaylarından kaynaklanan ekonomik kayıpların (hastalıktan ziyade fiziksel varlıklarla bağlantılı) toplam yıllık değerini 2019-2023 yılları arasında 227 milyar ABD doları olarak tahmin ediyor ki bu değer dünya ekonomilerinin yüzde 60’ının GSYH’sini aşıyor.

Sivrisinek kaynaklı ölümcül bulaşıcı hastalıkların yayılması için iklimsel uygunluk da arttı. Örneğin, “Aedes albopictus” sivrisinekleri tarafından dang hastalığının bulaşma riski 1951-1960 yıllarına kıyasla son on yılda (2014-2023) yüzde 46, “Aedes aegypti” ise yüzde 11 oranında arttı. 2023’te 80’den fazla ülkede/bölgede tüm zamanların en yüksek seviyesi olan 5 milyonun üzerinde dang vakası rapor edildi.

Tsinghua Üniversitesi Lancet Countdown Çalışma Grubu Eş Başkanı Prof. Wenjia Cai, dünyanın her yerinde insanların iklim değişikliğinin mali ve sağlık etkilerinden giderek daha fazla zarar gördüğünü ve kaynakları sınırlı ülkelerdeki dezavantajlı toplulukların genellikle en kötü etkilenen, ancak en az mali ve teknolojik korumaya sahip olanlar olduğunu söyledi:

“Adaptasyon, iklim değişikliğinin hızla büyüyen sağlık tehditlerine ayak uyduramıyor ve adaptasyonun sınırları yaklaşırken ve evrensel sağlık kapsamı dünya nüfusunun yarısından fazlası için hala boş bir hayalken, insanları daha iyi korumak için sağlık sistemlerini güçlendirmek için acilen mali desteğe ihtiyaç var.”

Hükümetler ve şirketler yangına körükle gidiyor

Yeni ve güncellenmiş göstergeler, hükümetlerin ve şirketlerin fosil yakıtlara yaptıkları ısrarlı yatırımlar, tüm zamanların en yüksek sera gazı emisyonları ve dünyanın dört bir yanındaki insanların hayatta kalma şansını azaltan şaşırtıcı ağaç kayıplarıyla yangını körüklemeye devam ettiklerini ortaya koyuyor.

2023 yılında, enerjiyle ilgili küresel karbondioksit emisyonları 2022’nin yüzde 1,1 üzerine çıkarak tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaştı ve küresel enerji sistemindeki fosil yakıtların oranı 2021 yılında son on yılda ilk kez artarak tüm enerjinin yüzde 80,3’ü oldu. (2020’de yüzde 80,1’den).

İklim eylemi finansman eksikliği nedeniyle sınırlanırken, fosil yakıt yatırımı 2023’te küresel enerji yatırımının yüzde 36,6’sını çekmeye devam etti. Birçok hükümet Rusya‘nın Ukrayna‘yı işgalinin ardından yükselen enerji fiyatlarına yanıt olarak açık fosil yakıt sübvansiyonlarını da artırdı. 2022 yılında, raporda analiz edilen 86 ülkeden 72’si (yüzde 84) fosil yakıtları toplamda 1,4 trilyon ABD doları  (hem karbon fiyatlandırması hem de fosil yakıt sübvansiyonlarının katkısı dikkate alındığında) gibi rekor bir net tutarda sübvanse ederek COP28’de iklim eylemini desteklemek için verilen mali taahhütleri gölgede bıraktı. Bu sübvansiyonlar 47 ülkede ulusal sağlık harcamalarının yüzde 10’unu, 23 ülkede ise yüzde 100’ünü aştı.

Bu endişe verici arka plan karşısında, iklim değişikliğinin etkilerine karşı en savunmasız ülkeleri desteklemek üzere 2022 yılında COP27‘de kurulan Kayıp ve Zarar Fonu, her yıl tahmini ihtiyacın yüzde 0,2’sinden daha azına tekabül eden 700 milyon ABD Doları gibi çok daha küçük bir meblağda ilk taahhütleri aldı. Benzer şekilde, kırılgan ülkelerin iklim değişikliğiyle başa çıkmalarını desteklemek için vaat edilen yılda 100 milyar ABD doları gibi nispeten mütevazı bir miktarın sağlanmasında on yıl süren gecikme, ilerlemeyi engelledi ve küresel eşitsizlikleri artırdı.

Rekor kârlarla desteklenen dünyanın en büyük 114 petrol ve gaz şirketi (2040 yılına kadar öngörülen tüm üretimin yüzde 80’ini kapsayan), geçen yıldan bu yana öngörülen fosil yakıt üretim seviyelerini arttırdı. Bu da sera gazı emisyonlarının 1,5°C ısınma ile uyumlu seviyeleri 2030 yılında yüzde 59, 2040 yılında ise şaşırtıcı bir şekilde yüzde 189 oranında aşmasına yol açacak ve Paris Anlaşması ile uyumluluklarını daha da azaltacak. Daha da kötüsü, bu şirketlerin 33’ünün 2040 yılında 1.5°C ile uyumlu sera gazı emisyonlarını yüzde 300’ün üzerinde aşması bekleniyor.

Buna ek olarak, bu yılki raporda yer alan yeni veriler, 2016 (Paris Anlaşması’nın yürürlüğe girdiği tarih) ile 2022 yılları arasında küresel ağaç örtüsünün yüzde 5’ine denk gelen yaklaşık 182 milyon hektar ormanın yok edildiğini ve dünyanın karbondioksiti yakalama konusundaki doğal kapasitesinin azaldığını tahmin ediyor. En büyük ağaç örtüsü kayıpları Rusya (35,8 milyon hektar), ABD ve Kanada‘da (her ülkede yaklaşık 15 milyon hektar) yaşandı. Aynı zamanda, kırmızı et ve süt ürünleri alımındaki artış, 2016-2021 yılları arasında diyete bağlı ölümleri 220.000 artırdı ve tarımsal sera gazı emisyonlarında yüzde 2,9’luk bir artışa katkıda bulundu.

Araştırmanın yazarlarından, Universidad Peruana Cayetano Heredia‘da Lancet Countdown Latin Amerika Direktörü Prof. Wenjia Cai, birçok hükümet ve küresel finans sistemi tarafından desteklenen petrol ve gaz şirketlerinin, dünyanın fosil yakıtlara olan bağımlılığını güçlendirmeye devam ettiğini vurguladı:

“Hayatta kalmanın fosil yakıtları aşamalı olarak terk etmeye bağlı olduğu bir dünyada, bu dar görüşlü yatırımlar, yaşanabilir bir geleceğin peşinde koşarken bizi finansal kargaşaya hazırlıyor. Net sıfır geçişi desteklemek için enerji sektöründe gerekli yapısal değişikliklerin yapılmasındaki ciddi başarısızlıkla birleşen bu sapkın yatırımlar, insanların geçim kaynaklarının bağlı olduğu ekonomileri tehlikeye atmakta ve milyonlarca insanın sağlığını ve hayatta kalmasını risk altında bırakıyor.”

Birkaç iyi haber

Raporda ortaya konan rekor düzeydeki sağlık zararlarına rağmen, ihtiyatlı iyimserlik için bazı nedenler bulunuyor. Fosil yakıt kaynaklı hava kirliliğinden kaynaklanan ölümler 2016’da 2,25 milyon iken 2021’de neredeyse yüzde 7 azalarak 2,09 milyona düştü; bu düşüşün yüzde 59’u kömür yakılmasından kaynaklanan kirliliği azaltma çabalarından kaynaklanıyor ve kömürün kullanımdan kaldırılmasının hayat kurtarma potansiyelini gösteriyor.

Aynı zamanda, temiz ve modern yenilenebilir enerji kaynaklarıyla üretilen elektriğin payı 2021’de yüzde 10,5’e ulaşarak 2016’nın (yüzde 5,5) neredeyse iki katına çıkarken, temiz enerjiye yapılan küresel yatırım 2023’te yüzde 10 artarak 1,9 trilyon ABD dolarına ulaştı ve fosil yakıt yatırımlarını yüzde 73 oranında aştı. Bu arada, yenilenebilir enerjideki istihdam 2022’de 13,7 milyon çalışanla (2016’dan bu yana yüzde 35,6 artış) rekor seviyeye ulaşarak yenilenebilir enerjinin şimdi ve gelecekte iş güvenliğini destekleyebileceğini bir kez daha teyit etti.

Adil ve sağlıklı bir geleceğe doğru ilerlemenin, kaynakların fosil yakıt temelli ekonomiden sıfır emisyonlu bir geleceğe doğru kaydırılması için finansal sistemlerde küresel bir dönüşüm gerektirdiğini belirten Lancet Countdown Eş Başkanı Prof. Anthony Costello şunları söyledi:

“Başarılı bir reform için, finansman mekanizmalarının refahı korumasını, sağlık eşitsizliklerini azaltmasını ve özellikle en çok ihtiyaç duyan ülkeler ve topluluklar için sağlık kazanımlarını en üst düzeye çıkarmasını sağlamak üzere, insanların sağlığı iklim değişikliği politikasının önüne ve merkezine yerleştirilmelidir.”

Raporda, bireylerin, şirketlerin, bilim insanlarının ve uluslararası kuruluşların iklim değişikliği ve sağlık konularına olan ilgisinin giderek arttığına dikkat çekilerek, sağlıklı ve müreffeh bir geleceğin hala ulaşılabilir olduğuna dair umutlar dile getiriliyor.

Costello, “Küresel çalkantıların ortasında, sağlık camiasının güçlü ve güvenilir liderliği, bu endişe verici eğilimleri tersine çevirmenin ve sağlığın korunması ve geliştirilmesini ve hayatta kalmayı siyasi gündemlerin merkezine yerleştirmek için yeni fırsatları kullanmanın anahtarını elinde tutabilir” dedi: “Bu, hiçbir yerde, finansal geçişin merkez sahneye çıkacağı COP29’dan daha önemli olmayacak ve daha dayanıklı, daha sağlıklı bir gelecek sunmak için hayati bir fırsat sunacaktır.”

Raporu değerlendiren BM Genel Sekreteri António Guterres de şu değerlendirmeyi yaptı:

“Rekor düzeyde yüksek emisyonlar sağlığımız için rekor düzeyde tehdit oluşturuyor. Herkes için daha adil, daha güvenli ve daha sağlıklı bir gelecek yaratmak için emisyonları azaltarak, insanları iklimdeki aşırılıklardan koruyarak ve fosil yakıt bağımlılığımızı sona erdirerek iklim eylemsizliği hastalığını tedavi etmeliyiz.

Fosil yakıt zengini Azerbaycan, Ceza Kanunu’na ‘ekokırım’ maddesini ekliyor

Azerbaycan Cumhuriyeti Ceza Kanunu’nda Değişiklikler Yapılmasına Dair” başlıklı yeni bir yasa tasarısıyla Azerbaycan Ceza Kanunu‘na ‘ekokırım’ ifadesi eklendi. Yeni yasaya göre, doğaya zarar verenler 15 yıla kadar hapis cezası alabilecek.

Yasa tasarısı, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in önerisiyle 4 Ekim’de gündeme gelmişti.

Yasanın 104-1. Maddesi ekokırımı ‘flora ve faunanın kitlesel tahribatına neden olmak, doğal kaynakları zehirlemek veya diğer kasıtlı ekolojik zararlar’ olarak tanımlıyor.

Ülkenin Milli Meclisi‘nin (parlamento) internet sitesinde yasayla ilgili şunlar ifade ediliyor:

“Azerbaycan Milli Meclisi Azerbaycan Cumhuriyeti Anayasasının 94. maddesinin 1. kısmının 17. fıkrasına dayanarak aşağıdaki kararı alır:

Azerbaycan Cumhuriyeti Ceza Kanunu (Azerbaycan Cumhuriyeti Yasama Koleksiyonu, 2000, No. 4 (Kitap II), Madde 251 (Cilt I); 2024, No. 1, Madde 8, 18, No. 3, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin 28 Haziran 2024 tarihli ve 1198-VIQD sayılı Kanununun 250. maddesinde aşağıdaki değişikliklerin yapılması gerekmektedir:

  1. Madde 99-4.5’e “Kod” sözcüğünden sonra “104-1” rakamları eklenmeli.
  2. Aşağıdaki içeriğe sahip Madde 104-1’i eklenmeli:

Madde 104-1. Çevre katliamı

Flora ve faunanın toplu olarak yok edilmesi, atmosferin, toprağın veya su kaynaklarının zehirlenmesi veya çevreye zarar veren diğer eylemlerin kasıtlı olarak yapılması, bu eylemlerin ekolojik bir felakete yol açması veya gerçek bir ekolojik felaket tehdidi oluşturması 10 yıldan 15 yıla kadar hürriyetten yoksun bırakılma cezasıyla cezalandırılır.”

Tasarının Milli Meclis’te okundu ve onaylandı

Ermenistan faktörü

Ekonomisi büyük ölçüde fosil yakıtlara dayalı ve çevre hassasiyetiyle tanınmayan Azerbaycan’da, iklim zirvesi yaklaşırken böyle bir yasa çıkarılması soru işaretlerine neden olsa da 2022’de Barolar Birliği Başkanı Anar Bağırov‘un sözleri bu yasa tasarısının ardında Ermenistan’la ilişkilerin yattığını düşündürüyor.

Bağırov, iki yıl önce Ceza Kanunu’na “ekolojik soykırımla” ilgili bir madde eklenebileceğini söylemişti:

“Ermenilerin Azerbaycan ekolojisine ciddi zararlar verdiği yaygın olarak biliniyor. Bu süreç hala devam ediyor. Azerbaycan Barosu bu konulara duyarlıdır. Bu nedenle, kolejiyumun bir parçası olarak hareket eden ceza hukuku grubu ilgili teklifleri hazırladı.”

“Çevre terörü”nün tespiti durumunda sorumluları adalete teslim etmek için kanunlara ekokırımla ilgili bir madde eklemeyi önerdiklerini belirten Bağırov, böyle bir maddenin varlığının gelecekte ekokırım vakalarının önüne geçebileceğini söylemişti.

Azerbaycan fosil yakıt genişlemesine hazırlanıyor

Önümüzdeki ay, BM iklim Değişikliği Konferansı-Cop29 Zirvesi‘ne ev sahipliği yapacak Azerbaycan, bir yandan ekokırım yasası çıkarırken öte yandan önümüzdeki 10 yılda fosil gaz üretiminde büyük bir artış yapmayı planlıyor.

Alman STK Urgewald ve CEE Bankwatch tarafından hazırlanan yeni rapora göre, ülkenin önümüzdeki 10 yılda gaz üretimini üçte bir oranında artıracağı, fosil yakıt şirketlerinin ülkenin gaz sahalarına 41,4 milyar dolar harcaması tahmin ediliyor.

Yeşil NoktaCOP29’un ev sahibi Azerbaycan, dev fosil gazı genişlemesine hazırlanıyor
Yeşil NoktaCOP29’un ev sahibi Azerbaycan, petrolden elde ettiği gelirle iklim fonu başlatmayı planlıyor
Yeşil NoktaCOP29’un ev sahibi Azerbaycan, fosil yakıt yatırımlarını savunuyor

 

[İklim Masası] Kritik mineral ve hammaddelerde tedarik riski büyük

İklim değişikliğiyle ilgili güvenilir bilgileri yaygınlaştırmayı hedefleyen İklim Masası‘yla olan işbirliğimiz çerçevesinde, Prof. Dr. Etem Karakaya‘nın yeşil dönüşüm için gerekli mineral ve hammaddelerin tedarik sıkıntılarını tartıştığı makalesini yayımlıyoruz.

*

Yeşil teknolojilerin geliştirilmesi ve etkin olarak kullanılabilmesi için gereken kritik mineral ve hammaddelerin (KMH) çıkarılması ve işlenmesi, başta Çin olmak üzere, ekonomik ve siyasi açıdan riskli bölgelerde yoğunlaşıyor. Yeşil dönüşüm çerçevesinde KMH’lere artan talep göz önünde bulundurulduğunda bu durum, ciddi bir tedarik riski yaratıyor.

Uluslararası Enerji Ajan ’na (IEA) göre nikel ve kobalt gibi KMH’lere yönelik talebin 2040 yılına kadar iki kat, grafite olan talebin dört kat, lityuma talebin ise dokuz kat artması bekleniyor. Ancak KMH madenciliği; Latin Amerika, Asya ve Afrika’da yoğunlaşmışken, işleme konusunda Çin tek hakim ülke olarak öne çıkıyor. Özellikle Çin ve ABD arasındaki ticaret savaşları sonrası sıkılaşan kısıtlamalar da göz önüne alındığında, bu tekelleşmelerin taşıdığı riskler daha da netleşiyor.

Bu yüksek talep, tedarik sorunu yaşanmadan karşılanabilmesi için KMH’lara yönelik küresel yatırımların bir an önce hayata geçirilmesi gerekiyor. Bloomberg Yeni Enerji Finansmanı’na (BNEF) bu yatırımların miktarının yüzyıl ortasına kadar 2,1 trilyon dolara ulaşması gerekiyor.

Kritik mineral ve hammaddeler (KMH) neler?

Kritik mineral ve hammaddelerin (Critical Raw Materials, CRM) evrensel olarak kabul görmüş bir tanımı yok. Genel bir ifadeyle, bir ülkenin ekonomisi veya sektörleri için ekonomik veya stratejik olarak önemli olan, ancak yüksek tedarik riski taşıyan ve ikamesi mümkün olmayan mineral ve hammaddeler olarak tarif edilebilir.

KMH sınıflandırması yaparken ülkeler, mevcut teknoloji gereksinimlerini ve arz-talep dinamiklerini yansıtan listeler tutar. Belirlenen bu KMH listeleri, ülkeden ülkeye, ayrıca zamana ve ihtiyaca göre değişebilir. Örneğin AB’nin 2011’de yayınlanan ilk KMH listesi, yalnızca 14 hammaddeyi içeriyordu. 2023’te yayınlanan son versiyonda ise 34 adet mineral ve hammadde, ‘kritik’ olarak tanımlanıyor.

KMH yalnızca yeşil dönüşüm teknolojilerinde değil, otomotiv, havacılık, savunma, sağlık ve elektronik gibi sektörlerde de kullanılıyor. 

 

Düşük karbonlu teknolojiler için KMH’lere ihtiyaç var

Enerji dönüşümü; demir-çelik, bakır ve alüminyum gibi standart malzemelerin yanı sıra KMH kullanımında da artış gerektiriyor. Dolayısıyla enerji dönüşümü perspektifinden bakıldığında bir mineralin veya hammaddenin ekonomik önemi, yeni yeşil teknolojiler üretmek için ne kadar gerekli olduğuna bağlı. Nitekim net sıfır hedeflerine ulaşmak, ancak güneş panelleri ve rüzgar türbinleri, elektrikli araçlar ya da enerji depolama pilleri gibi düşük karbonlu teknolojilerin geliştirilmesi ile mümkün olacak.

Bu yeşil enerji teknolojilerinin geliştirilmesi ve etkin olarak kullanılması için kritik mineral ve hammaddelere büyük ihtiyaç var. Örneğin piller için lityum, kobalt, grafit ve manganez gerekirken, rüzgar ve güneş enerjisi teknolojileri ise neodimyum, praseodimyum, disprozyum, indiyum, galyum ve silikon metal gibi çeşitli nadir toprak elementleri (NTE) ve hammadde gerekiyor.

İhtiyaç duyulan malzemelerin sayısı ve türü, temiz enerji teknolojileri arasında büyük farklılık gösterse de bazı malzemeler neredeyse tüm temiz teknolojiler için zorunlu. Bunlara örnek olarak bakır, kobalt, nikel, grafit, lityum, alüminyum ve çelik gösterilebilir.

Madencilik sonrası süreç Ar-Ge ve uzmanlık gerektiriyor

Ne var ki enerji dönüşümü için ihtiyaç duyduğumuz bu materyallere yalnızca madencilik yoluyla erişilemiyor. Doğadan çıkarıldıktan sonra, rafinasyon veya işleme denilen süreçler çok fazla teknik bilgi (know-how) ve uzmanlık gerektiriyor.

Doğadan kaya olarak çıkarılan malzeme, gang denilen işe yaramaz kısmından ayrıştırılarak cevher mineraline dönüştürülüyor. Ardından ise arılaşma ile saf metal haline getiriliyor. Bu, teknolojik uzmanlığın oldukça elzem olduğu, ciddi Ar-Ge gerektiren bir alan.

Dolayısıyla kritik minerallerin tedarik zinciri dinamikleri, madencilikten rafinasyon ve işlemeye ve nihayetinde son kullanım ürünlerine dahil edilmesine kadar tüm yaşam döngüsünü kapsıyor.

Kritik mineral ve hammaddelerin doğadaki arzı kıt değilse de, ‘kritik’ olarak isimlendirilmelerinin somut bir nedeni var: Tedarik zinciri riski içermeleri. Bu risk, bir mineralin veya hammaddenin fiziki kıtlığına işaret edebildiği gibi, pazar yoğunluğu nedeniyle yaşanabilecek bir arz sorununu da içeriyor.

KMH’lerin ise çıkarılması ve işlenmesi, belirli coğrafyalarda yoğunlaşmış durumda. Buralar aynı zamanda ekonomik ve siyasi açıdan riskli bölgeler. Dolayısıyla, enerji dönüşümü nedeniyle KMH’lere artan talep de göz önünde bulundurulduğunda, bu durum ciddi bir tedarik riski yaratıyor.

Hızla artan talep karşılanamayabilir

Küresel elektrifikasyon ve enerji sektöründe düşük emisyon teknolojisinin yoğunlaşması nedeniyle KMH’lara yönelik talebin ciddi ölçüde artması bekleniyor. IEA’nın net sıfır senaryosularına göre nikel, kobalt ve nadir toprak elementlerine yönelik talep 2040 yılına kadar iki katına çıkacak. Grafite olan talep neredeyse dört kat artabilir. Elektrikli araçlar ve batarya talebindeki devasa artış nedeniyle, özellikle lityuma olan talebin dokuz kat daha fazla olması bekleniyor.

Net sıfır hedefleri nedeniyle KMH’lere yönelik küresel olarak gözlenen bu talep artışı, arzın da artırılmasını gerektiriyor. Ne var ki ülkelerin ciddi arz açığı ile karşı karşıya olduğu görülüyor.

Bu çerçevede karşılaşılabilecek ilk risk, madencilik sektöründe arama, çıkartma ve rafinasyon faaliyetlerinin ne ölçüde yapılabileceğine ilişkin. Düşünce kuruluşu Enerji Dönüşümleri Komisyonu’na (Energy Transitions Commission, ETC) göre 2050 yılına kadar KMHlere ve demir-çelik, bakır, alüminyum gibi metallere olan ihtiyaç 6,5 milyar tona ulaşacak. Öte yandan madencilik faaliyetleri, 2012 yılından bu yana azalma gösteriyor ve öngörülen bu talebi karşılayacak seviyede değil. Dahası, türüne bağlı olarak, kritik mineral ve hammaddeler için sıfırdan geliştirilen bir madencilik projesinin faaliyete geçmesi 10-15 yıl sürüyor. Tam da bu nedenle, KMHlere yönelik küresel yatırımların, tutarlı ve güçlü teşvik politikaları ile birlikte, bir an önce hayata geçirilmesi gerekiyor.

Kritik minerallerin çoğunu birkaç ülke çıkartıyor

Mevcut durumda en önemli KMH’ler, çoğu Latin Amerika, Asya ve Afrika’da bulunan birkaç ülkede yoğunlaşmış durumda. Örneğin lityumun yüzde 90’ını yalnızca Avustralya, Şili ve Çin çıkartıyor; lityumun işlenmesinden ise %99’undan yine bu üç ülke sorumlu. Kobalt rezervlerinin yüzde 74’ü, tek başına Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde yer alıyor. Nikel’in yaklaşık yarısı Endonezya’da üretilirken, grafit ve nadir toprak elementi rezervlerinin yaklaşık yüzde 70’i yalnızca Çin’de bulunuyor. Bu tablo, petrol ve doğalgaz endüstrisinde yıllardır bahsedilen, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) ve benzeri tekelleşmelerden bile daha vahim bir durumu ifade ediyor. Hem bu ülkelerin genelde ekonomik ve siyasi olarak riskli bölgelerde olması hem de sıkı devlet kontrolleri ve regülasyonlar uygulaması, ciddi tedarik riski oluşturuyor.

KMH’lerde hakim ülke Çin

Çıkartılan maden cevherlerinin işlenmesinde ise daha da ciddi bir tekelleşme söz konusu; bu süreçlerde Çin, neredeyse tek hakim ülke olarak öne çıkıyor. Örneğin kobalt rezervleri baskın olarak Kongo’da iken, yapmış olduğu anlaşmalar dolayısıyla Çin, bu ülkedeki en büyük 10 kobalt maden rezervinden yedi tanesini kendi ülkesine getirerek işliyor. Kobalt’ın yüzde 74’ü tek başına Çin’de rafine ediliyor. Benzer şekilde, lityumun yüzde 65’i nadir toprak elementlerinin %90’ı ve grafitin neredeyse tamamı, tek başına Çin’de işlenip rafine ediliyor.

Dikkat edilirse, işleme ve rafinasyon konusunda başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği (AB) olmak üzere, karbonsuzlaşma konusunda çok iddialı hedefler belirlemiş batı ülkeleri neredeyse hiç yoklar.

Stratejik akılla Çin, yaklaşık 10 yıl önce bu materyallerin önemini gördü ve madenlere sahip birçok ülke ile anlaşmalar imzaladı. Daha önemlisi, temiz enerji teknolojilerinde kullanılacak hale gelmeleri için gereken rafinasyon ve işleme sürecini kendi ülkesinde yapmaya başladı. Bu konuda uzmanlık ve altyapı geliştirmeye büyük yatırımlar yaptı. Bu stratejik önceliklendirme, Çin’in KMH pazarındaki hakimiyetini sağlamlaştırdı ve bu kritik minerallerin küresel tedarik zinciri üzerinde önemli bir kontrol sağladı.

Bugün Çin, KMH’lerin işlenmesinde ABD ve AB gibi gelişmiş ülkelerin kat be kat ötesinde. Batılı ülkeler, yeşil teknolojilerden savunma ürünlerine kadar birçok teknolojik malda kullanılan KMH girdilerinin çoğu için ithalata bağımlı durumda.

KMH rezervlerinin ve işlemesinin birkaç ülkede yoğunlaşması, ihracat kısıtlamları ve yabancı yatırımcı için sınırlı erişim ile birleşince, küresel piyasaları tedarik kesintisi riskine maruz bırakıyor. Örneğin 2010 yılında Çin, nadir toprak elementlerine ihracat kısıtlamaları getirdi. ABD ile yaşanan ticaret savaşları sonrasında ise bu kısıtlamaları daha da sıkılaştırdı. Endonezya ise 2019’da nikel ve diğer kritik hammaddeler için yeni kontroller uygulamaya başlayarak ihracatı sınırladı. Ayrıca ham nikelin kendi ülkesinde rafine edilmesini zorunlu kıldı.

Madenlerin çıkarılmasında çevresel ve sosyal riskler var

Ne var ki mevcut haliyle KMH madenciliği, çevresel ve sosyal riskleri de beraberinde getiriyor. Söz konusu hammaddelerin yoğun olarak çıkarıldığı ülkelerde çevresel mevzuat kuvvetli değil ve güçlü emisyon azaltım düzenlemeleri yok. Bu nedenle madenciliğin ciddi kirliliği yol açması söz konusu.

Sosyal riskler bağlamında en çarpıcı örnek, yıllarca süren silahlı çatışmalardan sağ çıkmak için mücadele eden Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndeki durum. Kobalt rezervlerinin çoğu, kadınların ve çocukların erkeklerden de daha düşük ücretlerle, üstelik temel güvenlik ekipmanlarından yoksun çalıştığı bu ülkeden geliyor. Temel önlemlerin eksikliği nedeniyle birçok kobalt madencisi, son derece yüksek seviyelerde toksik metallere maruz kalıyor.

Çin’den ders alınabilir

Karbonsuzlaşma konusunda iddialı hedefleri bulunan ABD ve AB başta olmak üzere batı ülkeleri, KMH’lerin tedariğinde oldukça başarısız ve zor bir durumda kaldı. Çin’in KMH konusunda tek hakim ülke olması nedeniyle oluşan risklere karşı acil çözüm üretme çabaları başladı. Bu konuda doğru adımlar atabilmek için nerede yanlış yapıldığından dersler çıkarmak ve Çin’in geliştirdiği politikaları incelemek gerekiyor.

Bugün güçlü bir entegre tedarik zincirine sahip olan Çin, KMH’lere devlet düzeyinde, kar-maliyet boyutuna fazla dikkat etmeden, yoğun şekilde yatırım yaptı. Dahası, seçtiği sektörlerde güçlü sanayi politikaları belirledi ve Ar-Ge çalışmaları konusunda her türlü finansal desteği ve teşviği sağladı. Bunun neticesinde, madencilikten rafinasyona ve işlemeye kadar tüm süreçlerde teknoloji ve uzman geliştirdi; yüksek verimlilik ve üretkenlik elde ederek orta vadede küresel bir rekabet avantajı sağladı.

2050’ye kadar 2,1 trilyon dolarlık yatırım gerekiyor

Günümüzde temiz enerji dönüşümünün hızı, yeterli kritik mineral ve hammadde arzının sağlanmasıyla doğrudan ilişkili. Bu nedenle tedarik riskine karşı hükümetleri, şirketleri ve araştırma kurumlarını içeren koordineli bir yaklaşım oluşturmak hayati önem taşıyor. Yerel ölçekte bu çabaların, madenlerin keşif ve çıkarma kapasitelerini artırmaya, teknolojik ilerlemeleri teşvik etmeye ve ortaya çıkan projelerin sermaye ihtiyaçlarını karşılamaya odaklanması gerekiyor. Teknolojik inovasyon, hem doğadan çıkarma ve işleme tekniklerininin hem de geri dönüşüm ve döngüsel ekonomi yaklaşımlarınının geliştirilmesini sağlar. Ülkeler ayrıca çabalarını birleştirerek, bilgi paylaşarak ve uluslararası işbirliğini teşvik ederek arz riskine bağlı kırılganlıkları azaltabilir.

KMH sektörü için yatırım konusu büyük bir sorun çünkü bir yandan öngörülen tedarik açığı genişlerken bir yandan da yeni tesislerin tam anlamıyla faaliyete geçmesi en az 10 yıl alıyor. BNEF’in son raporuna göre ise yüzyıl ortasında net sıfır emisyon hedefine ulaşmış bir dünyanın taleplerini karşılamak için 2,1 trilyon dolarlık yeni madencilik yatırımına ihtiyaç var. Ön maliyetler için ciddi miktarda sermayeye ihtiyaç duyulan bu gibi yatırımları, hükümetlerin rehberliği ve desteği olmadan gerçekleştirmek mümkün değil. Teknolojik engelleri aşmak ve rekabetçi üretim seviyelerine ulaşmak için özellikle araştırmaya, altyapıya ve insan sermayesine önemli yatırımları yapılması gerekiyor.

Batı, tedarik kaynaklarını çeşitlendirmeye çabalıyor

Son yıllarda gelişmiş ülkelerin KMH konusundaki endişeleri de artıyor. Bu nedenle bir dizi politikayı hayata geçirmeye başladılar. ABD’deki Enflasyonu Azaltma Yasası’ndan (IRA) AB’nin Kritik Hammaddeler Yasası’na (CRMA) kadar, tedarik kaynaklarını güvence altına almayı ve çeşitlendirmeyi amaçlayan kapsamlı politika seçenekleri sunuldu.

ABD’deki IRA, başka ülkelerden elde edilen malzemelerin kullanımını kısıtlamayı hedefliyor. AB’deki CRMA ise hiçbir ülkenin, Avrupa’nın kullandığı herhangi bir kritik mineral veya hammaddenin yıllık tüketiminin %65’inden fazlasını tedarik etmemesini şart koşuyor. Diğer büyük KMH tüketicisi ülkeler ise tedarik kaynaklarını çeşitlendirmeye çalışıyor ve bunun için uluslararası işbirlikleri kurmayı deniyor.

ABD ve AB ülkeleri öncülüğündeki Batı ülkelerinin yakın zamandaki bir diğer inisiyatifi, KMH’lere erişimi güvence altına almak ve Çin’in hakimiyetine karşı koymak için çok taraflı bir strateji olarak başlattıkları Maden Güvenliği Ortaklığı. 

Maden Güvenliği Ortaklığı, üyelerine istikrarlı bir hammadde tedariği sağlamayı amaçlayan ulus ötesi bir birlik. Türkiye’nin de dahil olduğu 14 ülkeden oluşan bu koalisyon, teknoloji sektörünün ihtiyaç duyduğu kritik hammaddeleri sağlayacak projeler için finansman ağı oluşturup sektöre daha fazla yatırım yapmaları için özel yatırımları ve madencileri desteklemeyi amaçlıyor.

Türkiye, kendi KMH listesini oluşturmalı

2022 yılında Türkiye, Eskişehir Beylikova’da 694 milyon tonluk nadir toprak elementi rezervi bulunduğunu açıkladı. Bunun, Çin’de yer alan 800 milyon tonluk rezervin ardından dünyanın en büyük ikinci rezervi olduğu belirtildi. Türkiye’nin enerji sektöründeki konumunu pekiştireceği ifade edildi.

Resmi açıklamalar, Türkiye’nin yılda 570 bin ton maden işleme kapasitesiyle, nadir toprak elementleri alanında dünya çapında bir oyuncu haline gelebileceğine işaret ediyor. Bu rezerv, küresel tedarik riskine de büyük katkı sağlayabilecek düzeyde. Ancak kritik mineraller konusunda veri sunan uluslararası kuruluşlar, henüz Türkiye’nin rezervlerini küresel toplam içine dahil etmiyor.

Oysa dünyada bilinen 17 nadir toprak elementinden 10 tanesinin Beylikova Maden Sahası’nda bulunduğu belirtiliyor. Bu rezervlerin yüksek miktarda olması ve işlenip rafine edileceğinin resmi kaynaklar tarafından beyan edilmesi oldukça önemli. Türkiye’nin kendi yeşil dönüşüm ihtiyaçlarını karşılayabilmesi ve küresel ölçekte etkili bir oyuncu olabilmesi için kapsamlı strateji ve planlama çalışmaları yapması gerekiyor.

Her şeyden önce Türkiye’nin, aynı ABD ve AB’nin yaptığı gibi, NTE’lerin özelliğine göre kendi kritik madenler listesini oluşturması ve envanterini çıkarması lazım. İlgili rezervlerin ve işlenmesi durumunda yaratılacak ekonomik değerin, farklı senaryolar altındaki fayda-maliyet analizlerini yapmasını beklemeliyiz. Bu kritik mineralleri verimli bir şekilde işleyip rafine etmesini sağlayacak ölçek ekonomilerini, maliyet avantajlarını hesaba katan, entegre tedarik zincirlerine sahip, geniş bir işleme tesisine ihtiyaç var. Ayrıca NTE’lerin işlenmesi ve rafinasyonu ciddi teknik bilgi (know-how) gerektirdiği için, bu konuda nitelikli insan gücü ve altyapı desteği sağlanması önem taşıyor. Son olarak, bunların dünya pazarlarına güvenli bir şekilde ulaştırılması, uluslararası işbirliği anlaşmalarıyla sağlanmalı. Bu gibi strateji plan ve işbirlikleri aracılığıyla Türkiye, NTE tedarik zincirinde önemli bir konuma gelebilir.

*

Kaynak Makale: Karakaya, E., Alataş, S. and Hiçyılmaz, B (2024) “Critical Raw Materials in the Clean Energy Transition: Evaluating Circular Economy and Investment Strategies for Mitigating Supply Risk”, Book Chapter, Editor Elizabeth Keenan and Shabliy Elena “Sustainable Energy Development: Technology and Investment”, Lexington Books, Maryland, USA, 2024.

 

[COP16] Biyoçeşitliliği korumak için taahhüt edilen fon 200 milyon Euro’yu buldu

Kolombiya‘nın Cali kentinde devam eden BM Biyoçeşitlilik Zirvesi‘nde (COP16) altı Avrupa ülkesi, biyoçeşitlilik fonuna yeni para bağışında bulundu. Fona dün toplamda 200 milyon Euro bağış yapıldı.

Avusturya, Danimarka, Fransa, Almanya, Norveç ve Birleşik Krallık‘ın taahhüt ettiği fon miktarı ise 130 milyon Euro.

Yeşil gruplar bunun “fena olmayan bir başlangıç” olduğunu söylüyor ancak çok daha fazla ülkenin doğaya finansman sağlaması gerekiyor.

Doğa STK’ları tehlike altındaki ekosistemleri ve türleri kurtarmak için çok daha fazla desteğe ihtiyaç olduğunu söylüyor. Fauna & Flora CEO’su Kristian Teleki, bu haftaki 163 milyon dolarlık taahhüdün bir başlangıç olduğunu belirtti, “Ancak bu, bu ülkelerden ve yıllık bazda ihtiyaç duyduğumuz en az miktar. Çok daha fazla ulustan çok daha fazla kararlılığa ihtiyacımız var” diye konuştu.

Doğanın hayatta kalmasının finansmana bağlı olduğunu ve bu olmadan maliyetlerin  dolarların çok ötesine geçeceğini kaydeden Telekki, “Boş vaatlerin zamanı bitti” dedi.

Bağışlar, umut ve küresel dayanışma mesajı’

Küresel Biyoçeşitlilik Çerçeve Fonu (GBFF) , 2022’de düzenlenen önceki COP15’te varılan Kunming-Montreal Anlaşması‘nın temel çıktılarından biriydi .

Birleşik Krallık, Almanya, İspanya ve Lüksemburg, geçen yıl başlatılan GBFF’ye daha önce katkıda bulunmuştu. Avrupa ülkeleri, fonun 12 bağışçısından sekizini oluşturuyor. Bunlara Kanada, Japonya, Yeni Zelanda ve -alt ulusal bir hükümetten alışılmadık bir liderlik gösterisi olarak- Québec de dahil.

Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi Yürütme Sekreteri Astrid Schomaker, Cali’deki konferansta bağışçılara teşekkür ettiği konuşmasında “Fon’a her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulduğunu biliyoruz. Kaynakların Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesi’nin ulusal uygulamasına acilen akmasını sağlamak için sermayelendirilmesine ihtiyacımız var” dedi.

GBFF, vahşi türlerin ve ekosistemlerin uzun vadeli sağlığını korumak, onarmak ve güvence altına almak için çalışan ülkelere ve topluluklara nakit sağlıyor. Küresel Çevre Fonu’nun ev sahipliğinde düzenlenen etkinliğe kamu, özel ve hayırsever kuruluşlar da dahil olmak üzere tüm kaynaklardan katkı sağlanıyor.

Gelişmekte olan ülkeler baskı yapıyor

Cali’deki zirvede biyoçeşitlilik bakımından zengin, gelişmekte olan ülkeler, fonun nasıl yönetileceği konusunda kendilerine daha fazla söz hakkı ve kaynaklarına daha kolay erişim sağlayacak yeni bir fonla değiştirilmesini talep ediyor. Ülkelerin talebi, yeni fonun Montreal’de oluşturulan Küresel Çevre Fonu (GEF) tarafından yönetilen fonun yerini alması.

Yeşil Nokta[COP16] Küresel Güney, küresel doğa koruma fonunda söz sahibi olmak istiyor
Yeşil Nokta[COP16] Bilim insanlarından uyarı: ‘Korunan alanlarda’ biyoçeşitlilik daha hızlı azalıyor
Yeşil Nokta[COP16] Bilim insanları: İnsanlık dünyanın doğal sınırlarını parçalamanın eşiğinde
Yeşil Nokta[COP16] BM Biyoçeşitlilik Zirvesi, Kolombiya’da başladı

Haziran 2024’te GBFF, fonun Brezilya, Fiji, Gabon ve Meksika‘daki ilk projelerini onaylamıştı. Toplamda 24 gelişmekte olan ülke şu anda fondan destek alırken, bu yaz 18 ‘proje hazırlama hibesi’ daha onaylandı.

Fon desteğinin yüzde 20’sinin, doğanın en iyi koruyucuları olduğu araştırmalarla sürekli olarak ortaya konulan yerli halklar ve yerel topluluklar tarafından sağlanması hedefleniyor.

Fona kim, ne kadar katkıda bulundu?

Avrupa ülkelerinin Küresel Biyoçeşitlilik Çerçeve Fonu’na bugüne kadar taahhüt ettiği fonlar en çoktan en aza doğru şöyle:

  • Almanya, GBFF’ye 2024 yılında 50 milyon avro katkıda bulunmayı taahhüt etti. Ülkenin 2023’teki 40 milyon Euroluk katkısına ek olarak toplam 90 milyon Euroluk bir teklifte bulunması bekleniyor.
  • Birleşik Krallık, 2023’ten itibaren 10 milyon sterlinlik katkısına ek olarak GBFF’ye 45 milyon sterlin (yaklaşık 54 milyon Euro) katkıda bulunuyor. Yani toplamda yaklaşık 66 milyon Euro.
  • Danimarka bu yıl 100 milyon Danimarka kronu (yaklaşık 13,4 milyon avro) katkıda bulunuyor.
  • Norveç, parlamento onayına tabi olarak 150 milyon Norveç kronu (yaklaşık 12,7 milyon Euro) katkıda bulunacak.
  • İspanya bu yılın başlarında GBFF’ye 10 milyon Euro bağışta bulunmuştu.
  • Lüksemburg, şubat ayında Birleşmiş Milletler Çevre Meclisi‘nde fona 7 milyon Euro katkıda bulunma sözü verdi.
  • Fransa, 2024 yılında 5 milyon Euro katkıda bulunacağını duyurdu.
  • Avusturya, nihai iç onayın ardından GBFF’ye 3 milyon Euro katkıda bulunacak.
  • Kanada, Japonya, Yeni Zelanda ve Québec’ten gelen ek taahhütlerle bu hafta fona 163 milyon dolar (196 milyon Euro) eklendi.

Küresel Çevre Fonu (GEF) CEO’su Carlos Manuel Rodríguez, “GBFF, bir yıldan kısa bir sürede lansmandan tam hızda faaliyete geçti; projeler halihazırda incelendi, onaylandı ve finanse edildi ve daha birçok proje planlanıyor. GBFF’ye katkıda bulunan hükümetlerin sayısının artması, onun ivme kazandığının bir göstergesi” dedi.

Almanya Federal Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Bakanlığı Sekreteri Jochen Flasbarth da diğer ülkeleri fona katkıda bulunmaya çağırdı.  GBFF’nin hem doğa hem de insanlar için bir şeyler başarma yeteneğini şimdiden gösterdiğini belirten Flasbarth, Ancak, GBFF’nin umut vadeden gelişimini sürdürmek için kamu ve özel kaynaklardan ek finansman şart. Bu nedenle Almanya ek kaynaklar ayırıyor ve diğer ülkeleri de bu çabaya katılmaya çağırıyor” dedi.

 

Hatay’daki ‘kaçak beton santrali’ mühürlenmesine rağmen zehir saçmaya devam ediyor

6 Şubat depremlerinde yerle bir olan Hatay, şimdi de inşaat baskısı altında. Tüm kentin yeniden imarı için TOKİ ve çok sayıda şirket, inşaat faaliyeti için gerekli olan beton gibi malzemelerin dışarıdan getirilmesi yerine, daha ucuz olduğu gerekçesiyle mahallelerin ortasına, su kaynaklarının yakınına santraller kuruyor.

Samandağ‘da imar planında ‘konut alanı’ olarak işaretlenmesine rağmen ruhsat verilen ve ÇED raporu olmayan beton santrali bölge halkının itirazları ve tepkilerine rağmen çalışmaya başladı.

Yeşil NoktaDepremde yıkılan Antakya’da yaşam alanlarına beton santrali: Amaç inşaat maliyetini azaltmak
Yeşil Nokta‘Samandağ’a kurulan beton santrali çevre ve halk sağlığını hiçe sayıyor’

Hatay’da yıkılanların yerine bir an önce konut vaadi nedeniyle kontrolsüz bir yapılaşma başladığını belirten İklim Adaleti Koalisyonu, kaymakamlık ve belediyeye yapılan onlarca itiraza ve Samandağ Belediyesi’nin inşaatı mühürlemesine rağmen, yaşam alanlarının ortasındaki beton santralinin 7 Haziran’da ruhsatsız olarak çalışmaya başlamasının engellenemediğine dikkat çekti.

Tüm tepkilere, hemen yakınındaki ilkokulda eğitim alan çocukların varlığına rağmen kanun ve mevzuatta “gayri sıhhi işletmeler” olarak sınıflandırılan bu hazır beton santralinin çalışmayı sürdürdüğünü kaydeden Koalisyon şunları dile getirdi:

“Beton santrallerinin, taş ocaklarının yarattığı halk sağlığı sorunlarına, ekokırım riskine, tarım  ve zeytinliklerin yok olması pahasına Hatay’daki inşaat çalışmaları hoyratça devam ediyor. Tüm uyarılara, karşı çıkışlara rağmen insanların konut ihtiyacı gerekçe gösterilerek konut üretim yöntemi tartışılmıyor. Konunun uzmanlarının da yanlış bulduğu bu hızlı ve hoyrat inşaat yöntemi Hatay’ın yaşam alanlarını bozuyor, suyunu, havasını, toprağını zehirleyerek tarım alanlarını yok ediyor. Havası, toprağı, suyu kirlenmiş şehirlerde, güvensiz TOKİ konutlarında yaşamak istemeyen Hataylıların yerel ekoloji ve dayanışma gruplarıyla yürüttüğü hak mücadelesine ise yanıt verilmiyor.”

Üç mahallenin ortasında, ilkokul, narenciye bahçeleri ve seraların yanı başında beton üretimi

Samandağ’da santrale karşı verilen mücadelede yaşananların Hatay’ın genelindeki sorunların anlaşılması için büyük önem taşıdığını kaydeden İklim Adaleti Koalisyonu, şu bilgileri verdi:

“6 Şubat depremlerinde ağır zarar gören Samandağ halkı, tüm Hatay’da olduğu gibi depremin yarattığı yaralarını sarmakla uğraşırken geçtiğimiz mart rt ayından bu yana göz göre göre gelen büyük bir felaketi önce engellemek, haziran ayından bu yana da durdurmak için çalışmak zorunda kaldı.

Yerleşim alanlarının ortasında, toz-duman ve gürültü içinde çalışan Gürkal Hazır Beton Santrali; kısa ve uzun vadede başta kanser ve kalp damar hastalıkları olmak üzere ciddi halk sağlığı problemleri, ağır bir ekolojik kırımla Samandağ’ı tehdit ediyor. Samandağ Ekoloji Platformu hazır beton santralinin kapatılması ve yerinin değiştirilmesi için dokuz aydır mücadelesini veriyor. Ayrıca santralin zaman içinde daha yoğun toksik emisyonlar yayması, burada tehlikeli atıkların da yakıldığı şüphesini artırıyor.

… Santral; yoğun yerleşimli üç mahallenin ortası, bir ilkokulun çok yakını, narenciye bahçeleri ve seraların yanı, Asi nehrinin eski yatağı, endemik benekli kaplumbağaların yaşam alanlarının hemen karşısı, yani mevzuatlarla yasaklanan alanlarda faaliyetine devam ediyor. Üstelik 22 Nisan 2024 tarihinde belediye görevlilerince mühürlenmiş olmasına rağmen kaçak bir şekilde çalışmasını sürdürüyor. Samandağ Belediyesi’nin encümen kararı ile alınan ve idari mahkemece kabul edilen yıkım kararının uygulanması 12 Eylül 2024 tarihinde Samandağ Emniyet Müdürlüğünce engelleniyor, yıkım yapılamıyor.

Durum böyleyken Hataylılar yurttaşlık haklarına ve ‘Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir’” diyen Anayasa’nın 56. Maddesi’ne dayanarak, toplum sağlığı, gelecek nesiller ve doğa için mücadele ediyor.”

Santral sahiplerinden ekoloji aktivistlerine tehdit

Koalisyonun verdiği bilgiye göre, beton santrali şirketlerinin ortaklarınca, Samandağ Ekoloji Platformu üyeleri Mevlüd Oruç, Ferit Diker ve Bereket Akçay hem telefonla hem yolları kesilerek tehdit edildi, hakaret ve küfürlere maruz kaldı:

“Demokrasi, yaşam ve doğa savunucuları olarak sürecin takipçisi olduğumuzun ve olacağımızın, hem ruhsatsız ve kaçak çalışan beton santralinin acilen kapatılmasını, hem de sağlıklı bir çevrede yaşama hakları yani Anayasal hakları için mücadele eden arkadaşlarımızın can güvenliğinin sağlanmasını beklediğimizi kamuoyuna duyuruyor ve yetkilileri göreve çağırıyoruz.”

İmzacı Kurumlar

Adana Ekoloji Platformu
Antakya Çevre Koruma Derneği
Artur Çevre Platformu
Burgazada Orman Gönüllüleri Platformu
Bursa Su Kolektifi
Büyüknohutçu Dostları
Dem Parti Ekoloji,Tarım ve Hayvan Hakları Komisyonu
Doğanın Çocukları
Doğu Akdeniz Çevre Platformu
Ekoloji Birliği
Ekoloji Politik
Eskişehir Çevre Derneği
Hatay Barınma Hakkı Platformu
Hatay Tabip Odası
İklim Adaleti Koalisyonu
Karadeniz Ereğli Çevre Platformu (KERÇEP)
KARDOK (Karadam Karacahisar Mahalleleri Doğayı Doğal Hayatı Koruma Güzelleştirme ve Dayanışma Derneği)
Kuzey Ormanları Savunması Marmara Ereğlisi Çevre Gönüllüleri
Muğla Çevre Platformu
Samandağ Afetzede Derneği
Samandağ Akdeniz Derneği
Samandağ Çevre Koruma Derneği
Samandağ Ekoloji Platformu
Sürdürülebilir Yaşam Derneği
Türk Tabipler Birliği
Türkiye Ormancılar Derneği Marmara Şubesi
Yeşil Sol İklim Krizi Çalışma Grubu

Prof. Kurnaz: Emisyon azaltım çağrıları karşılık bulmuyor

Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Levent Kurnaz, bilim insanlarının tüm uyarılarına rağmen sera gazı emisyonlarının sürekli ve düzenli olarak arttığını, ülkelere yapılan azaltım çağrılarının ise karşılık bulmadığını söyledi.

Dünya Meteoroloji Örgütü‘nün (WMO) yayımladığı Sera Gazı Raporu’na göre, 2023’te atmosferdeki sera gazı konsantrasyonları rekor kırdı; son 20 yılda yüzde 11,4 artan atmosferdeki karbondioksit yoğunluğu hiç olmadığı kadar hızlı birikmeye devam etti.

WMO’ya bağlı Küresel Atmosfer İzleme Ağı‘ndaki uzun dönem gözlemlere dayanan veriler ışığında, geçen yıl küresel karbondioksit konsantrasyonu milyonda 420 parçacığa (ppm), metan konsantrasyonu milyarda 1934 parçacığa (ppb) ve azot oksit konsantrasyonu 336,9 ppb’ye ulaştı. Bu değerler, endüstri öncesi seviyelerin sırasıyla yüzde 151, yüzde 265 ve yüzde 125 üzerinde.

İnsan faaliyetleriyle ilişkili en önemli sera gazı olarak bilinen ve küresel ısınma etkisinin yaklaşık yüzde 64’ünden sorumlu olan karbondioksitin atmosferdeki artışı ise üst üste 12’inci yılda 2 ppm’in üzerinde gerçekleşti.

Küresel yangınlar kaynaklı CO2, artan metan ve azot emisyonu alarm veriyor

Küresel yangınlardan kaynaklanan karbon emisyonları, geçen yıl ortalamanın yüzde 16 üzerinde hesaplanmıştı. Bu oran 2003’ten bu yana tüm yangın sezonları arasında 7’nci sırada yer aldı. Kanada, kayıtlara geçen en kötü orman yangını sezonunu, Avustralya ise geçen yıl ağustostan ekime kadar kaydedilen en kuru üç aylık dönemini yaşadı.

Geçen yıl, yüzde 0,57 artışla 11 ppb olarak ölçülen atmosferdeki yıllık metan yoğunluğu 2022’dekinden daha az olsa da beş yıllık periyotlara bakıldığında 2018-2023, metan seviyesinin en yüksek olduğu dönem olarak kayıtlara geçti. Atmosferde yaklaşık 10 yıl kalabilen güçlü bir sera gazı olan metan, uzun ömürlü sera gazlarının neden olduğu ısınma etkisinin yaklaşık yüzde 16’sını oluşturuyor. Metanın yaklaşık yüzde 40’ı doğal kaynaklar, kalan yüzde 60’lık kısmı ise insan kaynaklı faaliyetlerden ortaya çıkıyor.

Atmosferdeki azot oksit miktarı ise geçen yıl yüzde 0,33 artışla 1,1 ppb oldu. Hem güçlü bir sera gazı hem de ozon inceltici bir gaz olan azot oksit, uzun ömürlü sera gazlarının neden olduğu ısınma etkisinin yaklaşık yüzde 6’sından sorumlu olarak gösteriliyor. Yüzde 60’ı doğal kaynaklar yoluyla, yüzde 40’ı ise insan kaynaklı faaliyetler sonucunda atmosfere salınan azot oksidin 2022’den 2023’e kadarki artışı, modern zaman kayıtlarında yer alan en yüksek artış olan 2021-2022 arasındaki artıştan daha düşük gerçekleşti.

‘Her yıl başka bir rekoru sadece istatistikten ibaret değil’

WMO Genel Sekreteri Celeste Saulo, “Her yıl, başka bir rekor” diyor:

“Bu, karar alıcılar arasında alarm zillerinin çalmasına neden olmalı. Açıkça söylemek gerekirse, küresel ısınmayı sanayi öncesi seviyelerin 2 derece altında tutmak ve 1,5 dereceye kadar sınırlamak için Paris Anlaşması’nda belirlenen hedeflere ulaşmada yanlış yoldayız. Bunlar sadece istatistik değil. Her bir parçacık ve her bir derece sıcaklık artışı, hayatımız ve gezegenimiz üzerinde gerçek bir etkiye sahip.”

WMO Genel Sekreter Yardımcısı Ko Barrett de raporun potansiyel bir kısır döngüyle karşı karşıya kalındığına dair insanlığa açık bir uyarı niteliğinde olduğunu belirtti:

“Doğal iklim değişkenliği karbon döngüsünde büyük bir rol oynuyor. Ama yakın gelecekte iklim değişikliğinin kendisi, ekosistemlerin sera gazı kaynakları olarak daha büyük rol oynamasına neden olabilir. Orman yangınları, atmosfere daha fazla karbon salabilirken daha sıcak okyanuslar daha az karbon emebilir. Sonuç olarak, daha fazla karbondioksit atmosferde kalabilir ve küresel ısınmayı hızlandırabilir. Bu iklim geri bildirimleri, insanlık için kritik öneme sahip.”

‘2024’ün 2023’ten daha sıcak bir yıl olması muhtemel’

AA‘ya konuşan Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Levent Kurnaz da sera gazlarıyla ilgili şu bilgileri verdi:

Sera gazlarının başında karbondioksit, metan ve diazot monoksidin geldiğini bildiren Kurnaz, “Güneş’ten Dünya’ya gelen enerji kadar Dünya’dan da uzaya enerji çıkmalıdır ki Dünya’nın yüzey sıcaklığı sabit kalsın. Sera gazları uzaya kaçması gereken enerjinin önünü keserek enerjinin, yani ısının atmosferde birikmesine neden olurlar. 30 yılı aşkın süredir uluslararası anlaşmalarla atmosfere saldığımız sera gazı miktarını azaltmaya çalışıyoruz ancak Kovid-19 salgınının başlarındaki kısa bir süre hariç atmosfere salınan sera gazı miktarları sürekli artıyor. Bu da atmosferin sürekli ısınması anlamına geliyor. 2023’teki artış bize son senelerde azaltım yolunda yapılan çağrıların karşılık bulmadığını anlatıyor.” diye konuştu.

Son iki yüzyılda kömür, petrol ve doğal gaz yakarak atmosfere yayılan gazlar nedeniyle Dünya’nın 1,5 dereceye yakın ısındığını aktaran Kurnaz, 2023’ün insanlığın en sıcak yılı olarak tarihe geçtiğini, 2024’ün, 2023’ten daha sıcak bir yıl olarak kayıtlara geçebileceğini ifade etti.

Sera gazı emisyonlarının artmaya devam ettiği bir senaryoda, Türkiye’de aşırı hava olaylarının şiddetlenmesi ve sıklaşması gibi durumlarla karşılaşılabileceğini dile getiren Kurnaz, sözlerini şöyle tamamladı:

“Konu, kuraklıkların artması ve göllerin kuruması olarak gündemimize geliyor. Gelecek yıllarda bu hızla devam edecek olursa salgın hastalıklardaki artış, deniz seviyesindeki yükselme ve kitlesel büyük göçler de bu sorunlara eklenecek. Sera gazı salımları konusunda ülkemizin güncel ve tarihsel rolü oldukça kısıtlı. Dolayısıyla ülke olarak bizim küresel ısınma nedeniyle başımıza gelecek felaketlere karşı önlem almaya başlamamız daha acil bir gerekliliktir. Ancak diğer devletlerin özellikle enerji üretimi açısından kömür, petrol ve doğalgazdan uzaklaşma çabalarına zıt olarak bu kaynaklara daha fazla ağırlık verecek projelere destek vermemiz de fazla akılcı değildir çünkü ülkemiz güneş, rüzgar ve jeotermal gibi yenilenebilir enerji kaynakları açısından çok avantajlı bir noktada bulunmaktadır. Yenilenebilir kaynaklara ağırlık veren bir gelişme stratejisi hem sürdürülebilirlik hem de ekonomik gelişme açısından daha doğru olacaktır.”

Türkiye, fosil yakıt ve vahşi madencilik politikasını Afrika’ya ihraç ediyor

Türkiye, Afrika ülkeleriyle enerji ve maden alanlarında işbirliği ve ticaret sözleşmelerini artırıyor.

20’ye yakın Afrika ülkesiyle maden arama, petrol ve doğalgaz işbirliği konularında anlaşmalar imzalayan Türkiye, son olarak geçen hafta Oruç Reis araştırma gemisini Somali’nin Hint Okyanusu kıyılarına gönderdi. Oruç Reis petrol aramak için sismik araştırma yapacak.

Bu yılın sonunda ise Türkiyeli şirketler Nijer’de altın aramaya başlayacak.

Türkiye, 2000’li yılların başında “Afrika açılımı” başlatmış; bu girişim 2013’te Afrika Ortaklık Programı’na dönüştürülmüştü..

Bu adımların ilk sonuçları askeri ve savunma işbirliği anlaşmalarıyla görüldü. Son yıllarda ise fosil yatık ağırlıklı enerji işbirlikleri öne çıkıyor.

BBC’nin derlemesine göre, aralarında Somali, Sudan, Libya, Angola, Nijer, Nijerya, Fas, Cibuti, Mısır, Cezayir gibi ülkelerin bulunduğu 20’ye yakın ülkeyle madencilik ve enerji alanında anlaşmalar imzalayan Türkiye somut işbirliği süreçlerini hayata geçirmeye başladı.

Türkiye’nin savı: Sömürgeci değiliz, eşit ilişki kuracağız

Afrika kıtası hidrokarbon kaynaklarının yanı sıra elmas, altın, uranyum, kobalt, lityum gibi nadir bulunan madenlerle ABD, Rusya, Çin ve Fransa ve Almanya gibi büyük ekonomilerin dikkatini çekiyor.

Türkiye bu ülkelerle rekabet ederken sömürgeci geçmişi olmadığını ve Afrika ülkeleriyle eşit ilişki kurduğunu öne sürüyor.

Somali: Petrol arama ve üretimi

Türkiye ile Somali arasındaki ilişkiler, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2011’de bu ülkeye yaptığı ziyaretle sıkılaşmıştı. Dünyanın en fakir ve güvenlik açısından en sıkıntılı coğrafyasında bulunan ülkeye yapılan o ziyaretten itibaren iki ülke arasında derin ilişkiler kuruldu.

Şubat 2024’te imzalanan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Çerçeve Anlaşması, Türkiye’ye Somali karasularını 10 yıl boyunca koruma karşılığında “deniz kaynaklarının gelişimine katkıda bulunma” hakkı verdi.

Ardından Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı ile Somali Petrol Otoritesi arasında “Türkiye ile Somali Arasında Hidrokarbon Arama ve Üretim Anlaşması” imzalandı ve Oruç Reis araştırma gemisi 25 Ekim’de Mogadişu Limanı’na demirledi.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, “Buradaki operasyonlara önümüzdeki süreçte uluslararası şirketlerin de katılımı söz konusu olabilir. Biz de Somalililer de buna açık olduklarını ifade ettiler. Yani kimse kendini geride kalmış hissetmesin. Biz öncü rolü üstleniyoruz” dedi.

Somali açıklarında, üç blokta 15 bin kilometrelik bir alanda üç boyutlu sismik faaliyet yapacak olan Türkiye, petrol bulunması durumunda bunu üretme yetkisine de sahip olacak. Anlaşma sadece denizde değil petrol bulunduğu öngörülen karasal bölgelerde de sondaj yapılmasını içeriyor.

Somali, Ekim 2022’de Amerikan şirketi Coastline Exploration‘a yedi blokta petrol arama ruhsatı vermişti.

Enerji uzmanları, jeosismik araştırmalara göre Somali’nin 30 milyar varile yakın petrol ve doğal gazı olabileceği öngörüsünde bulunuyor.

Nijer: Altın üretimi

Türkiye’nin Afrika’daki yatırımları açısından öne çıkan ülkelerinden biri de Nijer.

Geçen temmuz ayında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, Milli İstihbarat Başkanı İbrahim Kalın, Savunma Sanayi Başkanı Haluk Görgün ve Ticaret Bakan Yardımcısı Özgür Volkan Ağar’dan oluşan üst düzey Türk heyetin bu ülkeyi ziyaret etmiş; 2023’te askeri darbeyle iktidarı elde eden  cunta hükümetinin yetkilileriyle görüşmüştü.

Nijer; altın ve uranyum gibi doğal kaynaklar açısından zengin bir ülke.

Ziyarette, askeri ve savunma sanayi alanlarında yapılan işbirliği görüşmelerinin sonuçları ile ilgili net açıklamalar yapılmadı, ancak iki ülke arasında petrol ve doğalgaz işbirliği konusunda niyet beyanı imzaladı.

Ülkelerin enerji bakanları, 22 Ekim’de de İstanbul’da madencilik alanında işbirliği anlaşmasına imza attı.

Nijer 2019’da, ülkenin güneybatısında bulunan ve altın cevherleşmesi açısından potansiyeli yüksek üç sahayı MTA Uluslararası Madencilik Anonim Şirketi (MTAIC) adına ruhsatlandırmıştı. Bu sahalardaki üretimin bu sene sonuna doğru başlaması öngörülüyor.

Sahaların güvenliğinin Nijer askerleri tarafından sağlanacağı kaydediliyor.

Mısır ve Nijerya: Hidrokarbon işbirliği

Türkiye Sudan ile 2018’de “Altın ve İlgili Metallerin Aranması ve İşletilmesi İçin İmtiyaz Anlaşmasını” imzaladı. Ancak teknik çalışmalar henüz somut üretim aşamasına gelmedi.

Fas, Cibuti, Nijerya gibi ülkelerle de madencilik anlaşmaları imzalandı ancak henüz somut gelişmeler kaydedilmedi.

Dünyanın önde gelen petrol üreticilerinden olan Libya’da ise Türk Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) verilen kara ve deniz alanlarında önemli ruhsatlar verildi.

Türkiye ile Libya’nın 2019’da imzaladıkları deniz yetki anlaşması Doğu Akdeniz’deki dengeleri bozmuş ve tepki çekmişti.

Türkiye’nin, Mısır ve Cezayir ile de sıvılaştırılmış doğalgaz ticareti ve yeni üretim sahaları bulma adımları var.

Mısır ile son anlaşma Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah el-Sisi’nin 4 Eylül’deki Türkiye ziyareti sırasında imzalandı. 17 maddelik bu anlaşmayla iki ülke arasındaki enerji iş birliğini güçlenmesi, elektrik altyapısı ve ticareti, yenilenebilir enerji, enerji verimliliği, hidrojen ve nükleer enerji başlıklarında ortak projeler geliştirmesi hedefleniyor.

Nijerya ile yapılan üç farklı anlaşma da enerji verimliliği, yenilebilir enerji işbirliği ile hidrokarbon ve madencilik işbirliğini içeriyor. Nijerya dünya petrol rezervinin yaklaşık yüzde 3’üne sahip.

Türkiye ile Angola da 2021 senesinde hidrokarbon ve madencilik konularında işbirliği anlaşması imzaladı. Angola yaklaşık 13 milyar varil petrol rezervine sahip.