Kolombiya’da 21 Ekim’de başlayan ve halen devam eden BM COP16 Biyoçeşitlilik Zirvesi sırasında yayımlanan araştırmaya göre, biyolojik çeşitlilik, korunan alanların iinde, dışındakilere kıyasla daha hızlı azalıyor.
Yazarlar, araştırma sonuçlarını, doğa kaybının nasıl durdurulacağı konusunda görüşen küresel liderler için bir “uyanış çağrısı” olarak nitelendiriyor.
2030 yılına kadar doğanın yüzde 30’unun korunma altına alınması, dünya liderlerinin doğayı kurtarmak için 2022’de vardıkları çığır açıcı anlaşmada kararlaştırılan temel hedeflerden biriydi . Bu ay liderler, ilerlemeyi ölçmek ve biyolojik çeşitliliğin kaybını durdurmak için yeni anlaşmalar müzakere etmek üzere Cali kentinde bir zirvede yeniden bir araya geldi.
Ancak araştırmacılar, koruma uygulamalarının etkinliğini sorgulayan son çalışmada, daha fazla alanı korunan alan olarak belirlemenin “biyolojik çeşitlilik açısından otomatik olarak daha iyi sonuçlar doğurmayacağı” konusunda uyarıyor.
‘Korunan alanlarda tüm ekosistem değil, belirli türler korunuyor’
Doğa Tarihi Müzesi‘nin (NHM) analizine göre, dünyanın biyolojik çeşitlilik açısından en zengin topraklarının yaklaşık dörtte biri korunan alanlarda yer alıyor, ancak bu alanların kalitesi korunan alanların dışında olduğundan daha hızlı düşüyor.
İnsan baskılarına yanıt olarak biyoçeşitlilik sağlığını yüzde olarak puanlayan Biyoçeşitlilik Bozulmamışlık Endeksi‘ni kullanan uzmanlar, endeksin 2000 ile 2020 arasında küresel olarak 1,88 puan düştüğünü buldu. Daha sonra, doğanın insanlığa katkısının yüzde 90’ını sağlayan ve yüzde 22’si korunan kritik biyoçeşitlilik alanlarına odaklanıldı.
Çalışmada, korunmayan kritik alanlarda biyolojik çeşitliliğin 2000-2020 yılları arasında ortalama yüzde 1,9, korunan alanlarda ise yüzde 2,1 azaldığı tespit edildi.
Yazarlar bunun böyle olmasının birkaç nedeni olabileceği görüşünde. İlk neden, korunan alanların çoğunun tüm ekosistemi korumak için değil, ilgi çeken belirli türleri korumak için tasarlanmış olması. Bu da toplam “biyolojik çeşitliliğin bozulmamışlığının” bir öncelik olmadığı anlamına geliyor.
Başka bir neden de bu alanların zaten bozulmaya uğramış olabileceği ve bu yüzden ilk başta korunmuş olmaları. Araştırmacılar, her birinin neden başarısız olduğunu anlamak için belirli yerel analizlerin anahtar olduğunu söylüyor.
NHM’de araştırma inovasyonu başkanı Dr. Gareth Thomas araştırmayla ilgili Guardian‘a şunları söyledi:
“30×30 hedefi, gerektiği gibi çok fazla ilgi gördü ve BM biyoçeşitlilik görüşmelerinde insanların konuştuğu temel bir hedef haline geldi, ancak bunun gerçekten amaca uygun olup olmadığını anlamak istedik. Sanırım çoğu insana sorsanız, ‘korunan’ olarak belirlenen bir alanın en azından tam olarak doğayı koruyacağını varsayardı. Ancak bu araştırma durumun böyle olmadığını gösterdi.”
Doğa için korunan arazi miktarı, kara alanlarının yüzde 17,5’i ve deniz alanlarının yüzde 8,4’ü olup 2022’deki COP15’ten bu yana her biri yaklaşık yarım yüzde puanlık bir artışa işaret ediyor. Hedefe ulaşmak için bunun 2030’a kadar önemli ölçüde artması gerekecek.
Ancak Thomas, bu alanların çoğu için “mevcut korumaların yeterince sıkı olmadığını” belirtti: “Ülkelerin 30×30’a odaklanmaya devam etmesi gerekiyor, bu sarsılmamalı. Sadece buna daha fazlasını katmaları ve bu ekosistem hizmetlerini sağlayan araziyi korumaya daha fazla dikkat etmeleri gerekiyor.”
Petrol, gaz ve madencilik imtiyazları ‘şirketleri koruyor’
Biyoçeşitlilik bakımından önemli alanları ve yerli topraklarını tehdit eden unsurların başında petrol, gaz ve madencilik imtiyazları geliyor. Örneğin, Kongo Cumhuriyeti’ndeki en fazla biyolojik çeşitliliğe sahip korunan alanlardan biri olan Conkouati-Douli Milli Parkı‘nın yüzde 65’inden fazlası, Earth Insight‘ın raporuna göre petrol ve gaz imtiyazlarıyla kaplı.
Amazon, Kongo havzası ve güneydoğu Asya’da da en az 254.000 km2 korunan alan petrol ve gaz araması tehditi altında. Raporda, Amazon’daki 300.000 km2’den fazla Yerli topraklarının petrol ve gaz imtiyazlarıyla örtüştüğü belirtiliyor.
Dünyadaki 300.000 korunan alandaki ormanlık alanları inceleyen Sidney‘deki Yeni Güney Galler Üniversitesi‘nin son araştırması da koruma politikalarının Endonezya, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Bolivya, Venezuela ve Madagaskar da dahil olmak üzere biyolojik çeşitlilik açısından zengin birçok ülkede neredeyse “tamamen etkisiz” olduğunu buldu.
Koruma yasalarının uygulanmamasının başlıca nedenleri olarak ise yolsuzluk, siyasi istikrarsızlık ve kaynak yetersizliği gösteriliyor.
İklim değişikliği tehditi artırıyor
Korunan alanlar da iklim krizinin etkileriyle tehdit ediliyor: Orman yangınları ve kuraklıklar sık sık bu alanların sınırlarını aşıyor. Örneğin doğayı koruma konusunda güçlü bir sicile sahip Avusturya ulusal parklarının büyük bölümü, 2019’daki dev yangınlarda yok oldu.
Doğa Tarihi Müzesi’nde politika direktörü olan Emma Woods Acilen daha fazla korunan alanı 30×30 olarak belirleme yaklaşımının ötesine geçmemiz gerekiyor. Analizimiz, bunun biyolojik çeşitlilik ve ekosistemler için otomatik olarak daha iyi sonuçlar doğurmayacağı görüşünü destekliyor. Bakanlar ve politika yapıcılar, bunun sadece bir sayıya ulaşmakla ilgili olmadığını bilmeli” diye konuştu.