Köşe Yazıları

Lüfere karşı kampanya başlatan balıkçılara tavsiyeler

0

Dün İstanbul’da ilginç bir eylem oldu. Tarım Bakanlığı’nın lüferin avlanma alt sınırını 14 santimden 20 santime çıkarmasından rahatsız (ya da kendi deyimleriyle “mağdur”) olan bir grup balıkçı, tekneleriyle Boğaza açıldılar ve taşıdıkları pankartlarla, kornalar çalarak, havai fişekler ve sis bombaları kullanarak çinekop avı yasağını protesto ettiler. Eylemi başından sonuna dek izleyen Lüfer Koruma Timi’nin sözcüsü Defne Koryürek’e göre “İstanbul’un gırgır ve Marmara’nın trol reisleri, saatler süren renkli bir gövde gösterisi yaptı”. Koryürek’e göre lüfer balığının soyunun tükenmesini engellemek için yürütülen kampanyalara  cevaben bir karşı kampanya başlatılmış durumda. Devamı da gelecek.

Küresel bir olgunun yerel örneğiyle karşı karşıyayız. Hatta dileyenler Türkiye’nin de toplumsal mücadelelerin bastırılması hususunda evrensel standartları yakalamaya başladığını düşünüp sevinebilirler bile. Çünkü malum, Türkiye’de egemenlerin ve özel çıkar sahiplerinin “hakları” genellikle polis, jandarma ve mahkemeler tarafından korunur. Grev yapmaya kalkan işçiye, deresine HES yaptırmamak isteyen köylüye, şirketi protesto eden aktiviste karşı patronun çıkarını doğrudan doğruya şirket sahipleri değil, onlar savunur. Çıkarlarını korumak isteyenler, haklarını savunmak isteyenlerin üzerine polisi ve jandarmayı sürer. Daha dün Trabzon’un Solaklı vadisinde HES istemeyen köylülerin başına da bu geldi.

Burada ise daha ‘incelikli’ bir metodla karşı karşıyayız. Bu işlerde üstad sayılabilecek Amerikan endüstrisinin pek sık yaptığı gibi, özel çıkarları tehlikeye giren iş sahipleri, şirketler ve benzeri gruplar, toplumsal duyarlığın arttığı ve politik muhalefetin bir şeyleri değiştirmeye başladığı anlarda işlerini ve kazançlarını korumak için “düşmanlarının silahını kuşanıyorlar”.

Doğayı yok ettikleri, insanları sömürdükleri, ölçüsüz kârlarını sürdürebilmek için her türlü hukuk ve ahlâk kuralını çiğnedikleri için kendilerine karşı yapılan kampanya biçimlerini taklit ediyor, benzer eylemler örgütlüyor, platformlar oluşturuyor, “bilimsel” enstitüler kurup, raporlar yayınlıyor, gazete ilanları veriyor, aslında zaten onların dediklerini yapmak için gün sayan, ama kamuoyu baskısı yüzünden cesaret edemeyen veya politikaları değiştirmek zorunda kalan yöneticilere “baskı yaparak” işlerini kolaylaştırıyorlar. Tabii paraları olduğu, menfaat çevresinde çok sayıda şirketi veya iş sahibini bileştirebildikleri ve iktidarlarla da sıcak ilişkileri olduğu için sivil toplumu gayet gösterişli bir şekilde taklit edebiliyorlar.

Noam Chomsky’nin dediği gibi “Özel çıkar çevreleri değişime karşı direniyor ve hükümetlerimiz içinde, özellikle de ABD’de, güçleriyle orantısız nüfuza sahipler.”

***

Batıda, özellikle de ABD’de petrol ve kömür şirketlerinin, nükleer endüstrinin, otomotiv sektörünün, ormanları yok eden  kereste tüccarlarının, okyanusları çöle çeviren büyük balıkçı filolarının böyle think tank‘leri, dergileri, web siteleri, hatta çevreci görünümlü lobi ve baskı kuruluşları var. Özellikle iklim değişikliğinin varlığını inkâr etmek, petrolcülerin ve kömürcülerin kârlarını dâim kılmak için uydurulmuş kuruluşların ve satın alınmış bilim insanlarının listesini vermeye kalksam bu yazı bitmez. İsimleri de pek bir afilidir.

Mesela en son hiç utanıp sıkılmadan, iklimbilimci Michael Mann’in kişisel e-postalarının alınıp kendilerine verilmesi için mahkemeye başvuran iklim inkarcısı “sivil toplum kuruluşunun” ismi Amerikan Gelenek Enstitüsü! Bu tür kuruluşların arasında Amerikan Petrol Enstütüsü gibi kör gözüm parmağına olanlar da var, Küresel Isınma Politikaları Vakfı gibi damakta unutulmaz Orwellian tadlar bırakanlar da.

Gazetelerdeki haberlere göre Poyrazköy Balıkçılar Kooperatifi Başkanı Mustafa Kokoş’un televizyon programlarındaki performansı göz dolduruyormuş. Ama bizim balıkçılar da kendilerini geliştirmek, mesela “bilimsel” bir çinekop sempozyumu düzenlemek isterlerse onlara tavsiye edebileceğim isimler var. Örneğin aktivistleri kendi silahlarıyla vurmak için kullanılması gereken yöntemler konusunda İngiliz politikacı Lord Nigel Lawson, Amerikalı senatör James Inhofe ve sarışın dâhi Bjorn Lomborg gibi ustaları davet edebilirler.

Para peşinde koşan bilim insanları bir bakışta nasıl anlaşılır, akademisyenler, köşe yazarları ve gazete yayın yönetmenleri nasıl satın alınır, aktivistleri tehdit etmenin “bilimsel” yolları, tuğla gibi kitap yazıp bir tane işe yarar bilimsel referans vermemenin sırları, velhasıl her türlü yalan, dolan, iftira, tehdit, çarpıtma, hile, desise, medyada yer alma garantili ve 32 kısım tekmili birden…

***

Tabii ki bu çinekop sevdalısı tirolcüler ülkemiz için o kadar yeni bir icat çıkarmış da değiller. Bergama altın madenini kapattırmamak için Eurogold’un üniversite hocalarına yaptığı yatırımın bir dökümü Wikileaks’e sızsaydı da okusaydık mesela… Ya da bir zamanlar devletin BTC petrol boru hattı projesinin “sivil” ayağı olarak Boğaz’daki petrol tankerlerine karşı eylem üstüne eylem yapan “çevreciler” anılarını yazsalardı… Ama yine de bu meselelerde gün geçtikçe daha Amerikanvari oluyoruz.

Örnek mi istiyorsunuz? Lütfen TRT’nin yayımladığı şu haberi okuyun:

“Türkiye bir süredir HES karşıtı eylemlere sahne oluyordu. Şimdi ise HES yatırımcıları bir araya geldi. Yatırımcılar bir platform çatısı altında toplanacak ve kamuoyuna HES’lerin Türkiye için önemini anlatacak. HES yatırımcılarının bu kararı almasında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı da etkili oldu. Türkiye İnşaat Sanayicileri İşveren Sendikası Başkanı Şükrü Koçoğlu,  HES yapılan yörelerde halkın HES’lerle hiçbir sorununun olmadığını, karşı çıkan bir kaç kişinin ise konuyu bilmediği için böyle bir tutum içine girdiğini söyledi.  Koçoğlu’nun verdiği bilgiye göre kurulacak platformla çevreye zarar verdiği gerekçesiyle HES’lere karşı çıkan vatandaşlar için bilgilendirme kampanyaları düzenlenecek.  HES’ler sayesine Türkiye enerji ihtiyacının 3’te 1’ini kendisi karşılar hale geleceğini belirten Şükrü Koçoğlu böylece enerjide dışa bağımlılığın ve cari açığın da azalacağını söyledi.”

HES şirketleri dereleri besleyen en ufak su kaynağını bile borulara alıp, köylülerin yaşam kaynağına el koyarken, ya da doğanın suyunu sıkarak para kazanırken aslında ne kadar asil hislerle hareket ettiklerini anlatacaklarmış. Tabii “sivil” bir şekilde! Balıkçılar da kendileri için bir şey istemiyorlar zaten, hem denizde lüfer kalmasa bile, maksat fakir fukara balık yesin. Otomotiv şirketleri de sadece biz mutlu olalım istiyorlar. Zaten kömürün temizinden bol ne var?

***

Peki biz ne yapacağız?

Elinde doğanın kanı olan bu tirolcülere, altıncılara, kömürcülere ve bu bir avuç özel çıkar sahibinin halkla ilişkilerini yapan şarlatanlara karşı elimizde ne var?

Cevabı çok basit: Gerçekler.

Onlar özel çıkarlarını korumak için yalan söylemeye, biz doğanın ve insanın haklarını savunmak için gerçeklerin peşinde koşmaya devam edeceğiz. Ne sivil toplumun, ne de kampanya ve eylem sözcüklerinin kirletilmesine seyirci kalacak değiliz. Dürüst bilim insanlarını korumak ve seslerinin kısılmasını engellemek de bizim görevimiz.

Kömürcülere inat, iklim değişikliğiyle mücadeleye devam… Altıncılara inat siyanürlü madenciliğe karşı çıkmaya devam… Tirolcülere inat, lüferi savunmaya devam…

Bunun için son sözü yine Defne Koryürek’e bırakıyorum:

“Bu yasaktan mağdur olduklarını ifade edenler öncelikle ve özellikle İstanbul’un gırgır ve Marmara’nın trol reisleri.

Mağduriyet kelimesinin gırgır reisleri tarafından telaffuzu beni çok zorluyor, zira sizler gibi ben de hemen her gün, her işletme ve her tezgahta yüzlerce binlerce çinekop görmekteyim! Üstelik o kadar çoklar ki… Dün ezik bedenleri ve yaralı yüzeyleriyle vahşi avlandıkları belli ama etiketlerinde “olta” ve “çinekop” yazan lüfer bebelerinin kilosu Kasımpaşa’da 6 liraydı,tarttırdım, bir kiloya 13 balık sığdı! 100 gr bile gelmeyen lüfer bebelerinin tanesi 50 kuruş bile etmiyor!

Bu satılan geleceğimizdir!

Bu balıklar da gırgır ve trol avı balıklardır!

Mağdur olan ne gırgır, ne de trol reisleridir, sadece lüferdir ve çocuklarımızdır…

Geçen hafta bir takipçimiz yolladı, Tolstoy‘muş lafın sahibi: “İyilik yap hatırlanmaz, yanlış yap unutulmaz, sen kimsenin ‘yapamaz’ dediğini yap, çünkü söylemeseler de akıllarından çıkmaz.”

Sizleri “esas” kampanyada ısrar etmeye, tezgahta ya da lokantada, her 20 cm altı lüfer balığı gördüğünüzde 174’ü aramaya, “yavru balık satış ihbarı’nda bulunmaya davet ediyorum.”

You may also like

Comments

Comments are closed.