Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi, Mayıs ayı içinde doğa hakları ile ilgili bir kampanyaya hazırlanıyordu. Talihin garip bir cilvesiyle kampanyaya hazırlık olarak İstanbul’da yapacağımız atölye çalışmasının tarihini de 1 Haziran olarak belirlemiştik. Tabii 31 Mayıs günü hepimiz sokaklardaydık. Aynı hafta Gezi Parkı’nı savunan eylemcilere polis saldırmış, parkı ve Taksim meydanını kuşatmış, ayın 31’inde yüz binler sokağa dökülmüştü. Bizim Yeşil Ev’de oturup atölye çalışması yapmaya niyetlendiğimiz gün ise herkesin bildiği gibi Taksim’i “geri aldık”. Tabii ki atölye çalışması falan yapılamadı ama, toplantıya katılmak üzere İstanbul dışından gelen arkadaşlarımız da devrimin içinde yer almış oldular. Şanslı bir tarih seçmişiz.
Ama bu tarih seçimiyle ilgili tesadüfler bununla da sınırlı değildi. Herhalde Gezi direnişinin başlamasına neden olan “ruh” tepemizde dolanıyordu. Çünkü bizim o gün doğa hakları ihlalleriyle ilgili örnek vaka olarak işlemeyi düşündüğümüz konu İstanbul’un Kuzey ormanlarıydı. Yani İstanbul kentinin Kuzey kuşağını oluşturan, milyonlarca ağacı, börtüsü, böceği, geyiği ve kuşuyla Belgrad ormanlarından Istrancalara kadar uzanan ve şimdi ölüme mahkum edilen orman kuşağı. İstanbul’un son kalan doğal ekosisteminin nasıl bir mantık yoksunluğu içinde yok edildiğini bugün Cengiz Aktar’ın Taraf’ta yayınlanan yazısından lütfen okuyunuz. Üçüncü havaalanı projesi için “Dünyanın “ennn” projesi her şeyden önce dünya çapında bir ağaç katliamı. Havaalanına ayrılan 9200 hektarın 7800’ü çam, ladin, meşe, kayın, ardıç, erguvan, söğüt ve kavak ağaçlarından oluşan ormanlık alan ve içinde yaşayan çeşit çeşit canlı demek. Betonlamayla yok olacaklar” diyen Cengiz hoca durumu mükemmel tarif etmiş.
Doğa katliamı lafının retorikten ibaret olduğunu düşünenler de lütfen inşaatı başlayan 3. köprü için 2 milyon ağacın kesilmeye başlamasının yarattığı manzaraya bir göz atsınlar. Bir de bunun Kanal İstanbul’u var, Karadeniz kıyısına kurulması planlanan yeni kentleri var, köprü otoyolu boyunca inşa edilecek siteleri var, kimbilir daha ne sürprizler var… AKP hükümetinin gözü dönmüş kalkınmacılığı yakında İstanbul’da orman bırakmadığında bakalım 15 milyonluk İstanbul ahalisi nasıl nefes alacak?
Bütün bunlar doğanın da hakları olduğunu yedi düvele duyurmanın giderek daha elzem hale geldiğini gösteriyor. Tabii Gezi direnişi de…
Direnişin sebeplerini analiz ederken (haklı olarak da olsa) “mesele 3-5 ağaçtan ibaret değil” diyenler, yavaş yavaş isyanın nasıl olup da 3-5 ağaçtan çıktığını düşünmeye de başlamalılar. Ekoloji mücadelesiyle demokrasi mücadelesinin birbirinden ayrı görülemeyeceğini, artık iki meselenin birbirinden ayrılamayacak kadar iç içe geçtiğini de… Çünkü sadece demokrasi eksiği, ya da otoriterleşme tepeden alınan, tek adamın iki dudağından çıkan yanlış kararlarla ekolojik yıkımı artırmakla kalmıyor, aynı zamanda ekolojik yıkım da demokrasiyi tahrip ediyor. Çevre, ekoloji, doğa, ağaç, dere, kuş, ekosistem, yaşam dinlemeden yıkıp geçerek kalkınmaya çalışan anlayış bu uğurda (yani sadece tek adamlık özlemiyle değil) demokrasiyi de ezip geçmeye hazır olduğunu Gezi’de gösterdi. Sanıyor musunuz ki Topçu Kışlası uğruna halka saldırıp protestocuların çadırlarını yakan, İstanbul’u günlerce biber gazı solumaya mahkum eden, insanları öldürüp kör bırakan zihniyet, aynı direniş 3. köprü için kesilen ağaçlar için başlasaydı aynı gaddarlığı göstermeyecekti?
Evet, elbette kitlesel halk hareketlerinin nereden, nasıl çıkacağını önceden tahmin edemezsiniz. Ama (daha sınırlı çapta da olsa) benzerleri genellikle ekonomik kriz ve kemer sıkma politikaları yüzünden başlayan halk hareketlerinin son yıllarda görülmüş en görkemli örneği olan Türkiye’deki hareket neden kalkınma karşıtı bir direniş şekilinde doğdu, bunu ciddiye alıp düşünmeye başlamayacak mıyız? Soluyacağı bir metreküp temiz hava bırakılmayan insanların parkına sahip çıkmak için bu kadar büyük bir halk hareketi yaratması da, ekonomik büyüme rakamlarıyla gözü dönmüş bir hükümetin buna karşı direnen insanlara acımasızca saldırması da doğal değil mi?
Doğanın haklarını siyasetin dışındaki bir etik alan olarak göremeyiz. Tıpkı ekoloji mücadelesini demokrasi mücadelesinin dışında göremeyeceğimiz gibi. Eğer kendi geleceğimize sahip çıkmak ve özgürlükleri savunmak istiyorsak, bunun yolunun doğayı ve yaşamı savunmaktan geçtiğini farketmemiz gerekiyor artık. Gezi direnişi bize pek çok başka şeyle birlikte, bunu da öğretti.