Köşe Yazıları

Küba 1898

0

Karayipler’in en büyük adası ve bir zamanlar Amerika kıtasına hakim olan devasa İspanyol imparatorluğundan geriye kalan son kale olan Küba’da bağımsızlık yanlıları, 19. Yüzyılın ikinci yarısını İspanyol hakimiyetinden kurtulmak için savaş vererek geçirdi. İsyanın üçüncü ve en büyük aşaması 1895’de başladı.

Bu son ayaklanmanın öncüsü olan avukat, şair, yazar Jose Marti tekrar silahlanmaya ikna ettiği ilk savaşın ünlü komutanları Maximo Gomez ve Antonio Maceo’yla birlikte bahar aylarında adaya çıkarak isyanı başlattı. Marti, ilk çatışmalardan birinde öldürüldü. Son mektubunda yoldaşlarından ülkelerini İspanya’dan kurtarmakla yetinmeyip aynı zamanda “ABD’nin Küba’nın bağımsızlığı sayesinde Batı Hint Adaları’na yayılıp daha da kuvvetlenerek Amerika’nın diğer topraklarına çöreklenmesini” engellemelerini istiyordu.

İsyan büyüyünce İspanyol komutan General Weyler, binlerce Kübalıyı toplama kamplarına hapsetti, kırsal alanın çoğunu serbest atış alanı ilan etti. Buna karşılık isyancılar da çiftlikleri ateşe verip şeker imalathanelerini yaktılar. Kısa sürede nüfusun çoğu açlıktan ölecek hale gelmiş, bağımsızlığı her zamankinden daha hararetli bir şekilde desteklemeye başlamıştı.

1897’de ABD’de Cumhuriyetçi William McKinley, Demokrat Grover Cleveland’ın yerine başkan seçildi. Çoğu Amerikalı gibi McKinley de uzun zamandan beri Küba’daki İspanyol hakimiyetinin zulüm olduğunu düşünüyordu. Ancak Kübalıların kendi kendilerine hükmetmeleri düşüncesi onu daha da kaygılandırıyordu. Bağımsız Küba’nın fazla iddialı olup Washington’un buyruklarını yerine getirmemesinden endişeleniyordu.

Başkan McKinley kaygılanmakta haklıydı. Kübalı isyancılar toprağın yeniden dağıtımı başta olmak üzere geniş kapsamlı toplumsal reformlar vaat ediyorlardı. Bu, adada büyük kısmı ziraat üzerine olan 50 milyon doları aşkın yatırıma sahip Amerikalı işadamlarının yüreğine korku saldı. 1898 yılının başlarında McKinley ihtilafın iki tarafına birden net bir mesaj yollamanın vaktinin geldiğine karar verdi. Maine isimli savaş gemisinin Atlantik Donanması’ndaki yerini bırakıp Havana’ya doğru yola çıkmasını buyurdu.

Resmi olarak “dostça bir ziyaret” için Havana limanına demir atan gemi üç hafta sonra, 15 Şubat 1898 gecesi büyük bir patlamayla suya gömüldü. 250’yi aşkın Amerikan askeri hayatını kaybetti. Felaket haberi ABD’yi çalkaladı. Herkes İspanya’yı sorumlu tutmaktaydı. Ama patlamanın neden kaynaklandığı bugüne kadar anlaşılamamıştır.

Birçok Amerikalı şimdiden İspanyol sömürgeciliğine tutkulu bir nefret besliyor, “Cuba Libre” fikrinde romantik bir çekicilik buluyorlardı. New York Journal ve ülkenin her yanını kapsayan bir dizi gazete zincirinin sahibi William Randolph Hearst, aylardır İspanyol sömürgeciliğine karşı ağır suçlamalarla okuyucu çekmekteydi.

ABD’yi savaşa teşvik etmeye çabalamış sayısız diğer şahıs gibi onun da bir haine, toplumun öfkesini odaklayacağı birisine ihtiyacı vardı. O sırada İspanya’nın kralı 14 yaşında bir oğlan çocuğuydu, naibi ise Avusturyalı bir prenses olan annesiydi, dolayısıyla işe yaramazlardı. Hearst adaya hakim olan İspanyol General Weyler’i seçti ve onu şeytanın hayata geçmiş hali olarak tanımlayan bir dizi tüyler ürpertici öykü yayınladı.

“Çiftlikleri viran eden, ırz düşmanı zebani Weyler… acımasız, donuk ve katildir,” diye seyrediyordu hikayelerden bir tanesi. “Şehevi, hayvani beyninin kanlı ahlaksızlıklarla dolu işkenceler ve rezillikler icat ederek coşmasının engellemek imkansızdır.”

***

ABD bu kadar yoğun hislerle çalkalanırken Başkan McKinley’in yeni İspanyol Başbakanı Praxedes Sagasta’nın Küba krizini barışçıl yollarla çözme önerilerini tekrar tekrar geri çevirmesi kolay oluyordu. Sagasta,ülkesinin sömürgeci politikasının imparatorluğu çöküşün eşiğine getirdiğinin farkında olan çağdaşlıktan yana bir liberaldi. 1898’de göreve başlamasının hemen ardından kin duyulan General Weyler’ı başkasıyla değiştirip ardından asileri özerklik teklifiyle yatıştırmaya yeltendi.

Galibiyetin yaklaştığını hisseden asiler bu teklifi geri çevirdiler. Bu, Sagasta’yı barış davasında daha da istekli hale getirdi ve 1898 Baharı’nda birkaç kez ABD’yle beraber bir karara varma teklifinde bulundu. Bunları samimiyetsiz bulan McKinley ve destekçileri, İspanya’nın sabırlarını taşırdığını ve Küba sorununu silah kuvvetiyle çözmeye kararlı olduklarını söylediler.

Yıllar sonra tarihçi Samuel Eliot Morison İspanya’nın Küba krizini barışçıl şekilde çözme gayretlerini inceledi ve “sağlam karakterli bir Başkan, onurlu bir çözüm için bu fırsatı yakalardı” sonucuna vardı. Ancak böyle bir çözüm, ABD’nin istediği ganimetlere ulaşamayacağı anlamına gelmekteydi. Bu ganimetler ancak fetihle ele geçirilebilirdi. McKinley bunu biliyordu ve 11 Nisan’da Kongre’den Küba’da “zorunlu müdahale” için yetki istedi.

Bu adım Kübalı devrimci önderleri irkiltti. Uzun zamandır, General Maceo’nun kelimeleriyle “böyle kuvvetli bir komşuya minnetkâr kalmaktansa yardımsız yükselip çökmek daha iyidir” inancına sahiptiler. Kübalı isyancıların itirazları “Cuba Libre” feryadının insanları hala duygulandırdığı Washington’da etkili oluyordu. Kongre üyeleri, Kübalılar karşı çıktığı sürece McKinley’in savaş kararını onaylamaya isteksizdiler. Çoğu Amerikalı yardım istemeyen bir topluluğa el uzatmak için asker gönderme fikrinden hoşnut değildi.

Küba’ya müdahale için parlamento desteğini garantiye almak isteyen McKinley, Colorado senatörü Henry Teller’dan gelen sıra dışı bir kanun değişikliği önerisini kabul etti. Bu, “Küba adasının insanları hür ve bağımsızdır ve hakları da budur,” diye başlıyor, “Birleşik Devletler bu vesileyle, söz konusu adada uzlaştırma dışında ne hakimiyet, ne yetki, ne de kontrol meyili ve niyeti olduğunu beyan etmektedir ve bunun başarılması halinde adanın idaresini ve kontrolünü halkına bırakmaktaki kararlılığını savunmaktadır,” gibi ağırbaşlı bir güvenceyle bitiyordu. Senato tarafından oybirliğiyle onaylandı.

Daha sonra Teller Değişikliği adıyla anılan bu taahhüt asilerin korkularını yatıştırdı. “Hükümetimizle daha tam olarak uyuşmadıkları doğru,” diye yazdı önderlerinden bir tanesi, General Calixto Garcia, “ama hür yaşama hakkımızı kabul ettiler, bu da benim için yeterli.”

***

25 Nisan’da Kongre, ABD ile İspanya arasında savaş hali olduğunu ilan etti. Başkan McKinley 125.000 gönüllü asker talep etti ve bu rakamın iki katından fazlası  kayıt merkezlerine doluştu.  New York Journal, beyzbol yıldızı Cap Anson ve boks şampiyonu “centilmen” Jim Corbett gibi efsanevi sporcuların, seçkin bir birliğe önderlik yapmak üzere askere alınmalarını önerdi. Theodore Roosvelt, bir müfreze toplamak ve yönetmek için donanma bakanı yardımcılığı görevini bırakacağını duyurdu.

Askeri tarihçi Walter Millis otuz yıl sonra “Adaletine bu kadar derin inanç duyularak başlatılan bir savaş ender görülmüştür” diye yazdı.

Altı hafta sonra Amerikan askerleri Santiago de Cuba’nın güneydoğu kıyısına çıkarma yaptılar. En ünlüsü Theodore Roosvelt’in yönettiği San Juan tepesi muharebesi olmak üzere birer günlük üç çarpışma yaşandı.  Amerikan kruvazörleri Santiago’da demirlemiş birkaç köhne İspanyol deniz aracını imha ettiler.

İspanyol kuvvetleri kısa sürede direnişlerini sona erdirdiler ve Kübalı asilerin kumandanı General Calixto Garcia ile Amerikalı kumandan General William Shafter, resmi teslim törenine hazırlandılar. Ancak Shafter törenden önce Garcia’ya törene katılmayacağını, hatta Santiago’ya gitmeyeceğini söyleyen bir mesaj yollayarak onu şaşkınlığa uğrattı. ABD’nin Kongre’nin onayladığı Teller Değişikliği’nde verdiği sözü tutmayacağına dair ilk ipucu buydu.

12 Ağustos’ta İspanya ve ABD savaşı bitiren bir barış protokolü imzaladılar. 385 Amerikalı askerin öldüğü bu askeri harekat Amerikalı devlet adamı John Hay’in deyişiyle “şahane bir savaşçık” olmuştu. Zaferin kazanılmasıyla birlikte ABD’nin geri çekilme ve Teller Değişikliği’nin sözleriyle “adanın idaresini ve kontrolünü halkına bırakma” vakti gelmişti. Ama tam tersini yaptı.

***

Birleşik Devletler’de Küba’nın hürriyeti için duyulan coşku hızla solmuştu. Senatör Beveridge, Teller Değişikliği’nin, Temsilciler Meclisi tarafından “atılgan ancak hatalı bir cömertlik anında” onaylanmasından dolayı bağlayıcı olmadığını söyledi. New York Times, Amerikalıların katı sadakatten “daha öte mecburiyetleri” olduğunu ve “Kübalıların kendilerini idare etmekten hepten aciz durumda olduklarının ortaya çıkması durumunda, Küba’nın kalıcı sahipleri” haline gelmeleri gerektiğini ileri sürdü.

Amerikan demokrasinin sahipleri izleyen sene içerisinde biri dizi önermeyle ABD’nin yasalaşmış bile olsa sonradan makul olmadığına karar verilen sözleri tutmak zorunda olmadığını savunmaktaydılar.

Hepsi ya büyük ölçüde ya da tamamen yanlış olan bu önermelerden ilki Kübalıların değil Amerikan savaşçılarının İspanyolları Küba’dan çıkardığıydı. Gazete muhabirleri saftirik okurlarına, Birleşik Devletler Ordusu’nun Küba’ya vardığında Kübalı asileri “umutsuzluk içinde”, “çökmenin eşiğinde” ve “acı bir çıkmaza saplanıp kalmış” bulduğunu anlattılar.

Gerçek bunun tam tersiydi. Üç yıllık kesintisiz çarpışma sonunda Kübalı asiler adanın çoğunun denetimini ellerine geçirmişler, aç ve hastalıklı İspanyol ordusunun korumalı bölgelere çekilmek zorunda bırakmışlar ve Santiago ile başka şehirlere saldırmak için planlar yapmışlardı. Amerikalılar adaya ayak bastıklarında isyancılar galibiyete doğru yol almaktaydılar.

Amerikalılara benimsetilmek istenen ikinci masal, Amerikalılar İspanyolları yenerken Kübalı devrimcilerin hayranlıktan ağzı açık vaziyette seyreden korkak tembeller olduğuydu. Bir gazeteci cepheden “Müttefikimiz arkadan gelmek dışında bir şey yapmadı,” diye yazdı. Bir başkası Kübalıların “çok zayıf müttefikler” olduğunu belirtti. Bir üçüncü ise asiler ordusunun “çatışmalara hiç değilse bile çok az” katıldığını ve “Küba’yı özgürlüğe kavuşturma arzusunu belli etmediğini” yazdı.

Bu bir dizi kandırmacaydı, ama anlaşılabilirdi. Pek az Amerikalı muhabir Küba’ya gitmiş ve asilerin yıllar geçtikçe kuvvet topladıklarına, halkın geniş ölçüde desteğini kazandıklarına ve epey başarılı bir gerilla savaşı başlatmalarına tanık olabilmişti. Gazetecilerin çoğu için ise savaş, 1898 Baharı’nda Amerikan kuvvetlerinin karaya çıkmasıyla başlamıştı. Hiçbiri, Kübalı birliklerin Amerikalıların Santiago’da karaya çıktığı sahilleri güvenceye aldığının farkında değildi; oradaki Amerikalı Deniz Kuvvetleri kumandanı Amiral William Sampson bile daha sonra, sahillerde İspanyol birliklerinin yokluğunun “bir gizem olarak kaldığını” söyledi. Bazı Kübalılar ise, Amerikalılar için hamallık ve işçilik yapmayı hiddetle reddetseler bile, onlar için casusluk ve gözcülük yaptılar.

Çoğu Amerikalı’nın gözünde savaş, orduların karşılaştığı muharebelerden oluşmaktaydı. San Juan Tepesi’ndeki çarpışma gibi Kübalıların çok az katkıda bulunduğu muharebelerin hikayelerini okumaya bayılıyorlardı.

Amerikalılar, Kübalıların ordu kurmaktan bihaber korkaklar olduğuna bir kez kendilerini inandırınca, Küba’nın kendi kendini yönetmekten aciz olduğu sonucuna varmaları da kolaylaşmıştı. Amerikan basını hiçbir zaman bazıları epey eğitimli, deneyimli ve kültürlü olan devrimci liderlere odaklanmadı. İsyancı kuvvetleri daha ziyade çoğunluğunu vahşilikten az uzak siyahilerin oluşturduğu cahil bir ayak takımı olarak tasvir ettiler. “Özerklik mi!” diye homurdandı general Shafter, bir muhabirin sorusu üzerine. “Yahu, barut cehenneme ne kadar uygunsa bu insanlar da özerkliğe o kadar uygunlar.”

***

Başkan McKinley, Birleşik Devletler’in Küba’yı “fethedilmiş toprak üzerindeki muharip hakkın yasası” altında yöneteceğini beyan etti. Adalet Bakanı John Griggs Küba’nın geçici hükümetinin başkan yardımcısına, Havana’daki Birleşik Devletler Ordusu’nun “gittiği her yere Amerikan egemenliğini götüren bir ordu olduğunu” söyledi.

Bu demeçleri duyan Kübalılar şaşkına döndü: “Hiçbirimiz Amerikan müdahalesini, bize kendi adımıza hareket etmekten aciz muamelesi yapan ve bizi itaat eden, boyun eğen ve şartların getirdiği vesayete razı bir hale sokan müttefiklerimizin askeri işgalinin takip edeceğini düşünmemiştik” diye yazdı General Maximo Gomez. “Yıllar süren çabamızın sonucu bu olmamalıydı.”

Bazı Amerikalılar ise Kübalılar Birleşik Devletler’in önünde diz çöküp, onları kurtardığı için şükran duymuyorlar diye kızgındılar. Gazeteciler Kübalıların Amerikalı askerleri kucaklamaktan ziyade “ters”, “somurtkan”, “kibirli”, “kendini beğenmiş ve kıskanç” gözüktüklerini anlattılar. Muhabirlerden biri “bize karşı minnetle dolu olmadıklarını” gördüğünü hayretle ifade etti. Hiçbiri, Kübalıların böyle hissetmelerinin ne kadar mantıklı olduğunu anlamaya gönüllü değildi. Kübalıların gücenikliğini, yine cehaletlerine ve gelişmemişliklerine yordular.

25 Temmuz 1900’de General Wood Küba’da bir yasama meclisi için temsilci seçimlerinin yapılmasını buyurdu. Seçmenlerin üçte birinden azı seçimlere katıldı ve bunlar bile Amerikalıların desteklediği birçok adaya oy vermeyi reddettiler. Seçimin ardından Amerikan Kongresi Senatör Orville Platt’ın adıyla anılan bir karar aldı. Platt Değişikliği Amerikan dış politikası tarihinde çok önemli bir belgedir. ABD’nin Küba’yı doğrudan değil de uysal bir yerel idareyle kontrol altına almasını sağlamıştır. Günümüzde plattismo diye bilinen bu düzeni, Washington ileride Karayipler ve Orta Amerika’nın birçok yerinde kullanacaktı.

Platt Değişikliği ile Birleşik Devletler Küba işgalini ABD’nin Küba’da askeri üs tutma, Küba ile başka bir ülke arasındaki herhangi bir anlaşmayı veto etme, Küba hazinesini denetleme ve gerektiğinde Küba’ya askeri müdahalede bulunma haklarını veren bir anayasanın Küba Yasama Meclisi tarafından onaylanması şartıyla sona erdirmeyi kabul etti. Böylece ABD Kübalılara ABD’nin her kararlarını veto etme hakkı karşılığında “bağımsızlık” vermiş oldu.

Küba Yasama Meclisi bu isteği kapalı kapılar ardında yaşanan uzun tartışmalardan sonra on beşe on dörtlük bir oyla kabul etti. Bir sene sonra ABD’nin nezaretinde yapılan bir seçimle, yıllarca New York’un Central Valley kentinde yaşamış olan Tomas Estrada Palma Küba Cumhuriyeti’nin ilk başkanı seçildi.

***

1898 yılında yaşanan meşhur ABD-İspanya savaşının ve Küba’nın İspanyol sömürgeciliğinden “kurtarılmasının” hikayesini, Amerikalı ünlü gazeteci yazar, Stephen Kinzer’ın kaleminden nakletmeye çalıştım. Yukarıda okuduğunuz yazı, Stephen Kinzer’ın “Darbe: Hawaii’den Irak’a Amerika’nın Rejim Değişiklikleri Yüzyılı” kitabındaki (İletişim Yayınları, 2007, Çeviren: Zeynep Beler) “Gu-Gu Diyarına Yolculuk” bölümünde Küba’yla ilgili kısımdan kısaltarak ve özetleyerek yaptığım bir aktarmadır.

Bu haftaki köşemi böylece bir tarih hikayesine bırakmış oldum. Okurlar neden durup dururken Amerika’nın 113 sene önceki Küba müdahalesini anlattığımı anlamışlardır. İleriki günlerde, bu yazıyı arşivden okuyacak okurlara önerim ise bu yazının yayınlandığı günden bir gün önce, 19 Mart 2011’de (ama dikkat, 19 Mart 2003’de değil, gerçi çok fark etmez ama) “tarihte neler olduğuna” geri dönüp bir bakmaları olacak.

You may also like

Comments

Comments are closed.