Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

KirliTuna, GüzelMarmara, Sevr, Montreux vesair meseleler -1

0

Yeşiller Partisi Eş sözcüleri Emine Özkan ile Koray Doğan Urbarlı, 29 Haziran’da T24’te, Murat Sabuncu’nun konuğu idiler. Programın ana teması partinin resmen kurulamamasıydı. Laf daldan dala atladı, Kanal İstanbul’a geldi.

Bir galat-ı meşhurumuz var: “Tuna’nın pisliği Marmara’yı basacak, bizi mahvedecek!” 80-90’lardan beri tedavüldedir, kanal vesilesi ile rönesans yaşıyor. Kanal karşıtı hemen her toplantıda çıkar birisi dillendirir bu KirliTuna‘nın ne yaman tehdit olduğunu. Amentü gibidir, söylenir geçilir, ama mutlaka bir kez zikredilmesi toplantıya muska gibidir. Orada asılı durur. Bir sonraki toplantıda yine çıkar bir kutudan.

T24’ün video röportajında da aynı işlevi gördü KirliTuna. Uygun anda (20:55) malum ilan edildi. Sabuncu Kanalİstanbul sorusunu formüle ederken, KirliTuna’yı zikretmekle kalmadı, bu “bilgi”yi  “çok (iyi) bilinen”, artık tartışılması bile gerekmeyen hakikat mertebesinde sundu. Misafiri de malumun ilanına özel bir dikkat sarf etmeksizin, bu ifadeye “sokağa çıkarken üstümüze bir şeyler geçiririz” kabili bir cümle duymuş muamelesi yaptı, banal gerçeğin üstünde bile durmadan, sözüne hazırlandığı yerden devam etti. “Kışkışlanmayan” KirliTuna hayaleti bir kez daha ortama çöreklenip kaldı:  Bu bilgi hakkındaki toplumsal konsensüsümüz, bir kez daha onaylanıp geçilmiş oldu.

Apokaliptik tınılı KirliTuna söylemi, bugün vardığı noktada bildiğimiz zenofobik dış mihrak söyleminin çevreci versiyonuna dönüşmekte. Her fırsatta geçerken bir de Batı’ya vurmaktan hazzeden ulusalcı muhalefet için muteber bir ezber kalıbı olabilir. Avrasyacılar, Cumhurcular için de kanal taraftarı olsalar bile, bu argümanın yeri geldikçe dillendirilmesinin rahatlatıcı bir yanı olduğu su götürmez. Kırk yıl uğraşıp yapamayacakları ideolojik propagandayı muhalefet kendi kendine yapıyor, fena mı ? Bu mitin “beynelmilelci”, “bilim insanları ağırlıklı” Yeşillerin söz aldığı programa destursuz sızması ayrı konu, girmeyeceğiz.

***

Bu KirliTuna karakteri, sanırım “kendini Marmara hedefine kilitlemiş bir tür kamikaze AI” gibi tasavvur ediliyor. Bir dijital savaş oyununun kötü karakteri. Mega-Kurbağalıdere. Anti-kahraman.

Karaormanlar’dan doğuyor, Avrupa’yı kat edip Boğaz girişinden 800 kilometre uzakta Karadeniz’e kavuşuyor. Bizim için orada, Karadeniz’e döküldüğü yerde doğuyor. Çünkü bizimle alakası o noktada başlıyor.

Hiç dağılmadan seyrelmeden, demir disiplinli yürüyüş kolu nizamında Karaummanı bir hamlede aşıp, nokta lazer atışı ile bizim Boğaz’ın girişini tam tutturuyor. Çanakkale geçilmezdi, ama KirliTuna sinsi düşman, moleküler düzende içimize sızıyor, tüm yoğunluğu ve habaseti ile Boğaz’ımızdan geçip GüzelMarmara’mızın canını alıyor. Bu olası Marmara cinayeti son otuz yıldır karabasanımız, ufkumuzu karatıyor.

‘Kuzeyden gelecek yeni gayri milli tehdit’ miti

Daha eskilerde Gümüşdere Kilyos sahillerimize tankları ile çıkartma yapacak, içerdeki beşinci kolla birleşerek “bu kış” komünizmi getirecek bir  korkunç Iwan’ımız vardı. KirliTuna, hakkını vermek lazım, soğuk savaşın bitmesi ile birlikte, “kuzeyden gelecek gayrı milli tehdit” kategorisinde onun yerini pek güzel doldurdu.

KirliTuna karakterinin ana güzergahı Boğaz’ımız. Ama eğer olur da gaflete düşer, kanalı açarsak tam yanarız: KirliTuna bu sefer, Boğaz’ın yüzde bir hacmindeki kanal girişini de tutturup GüzelMarmara’mızı sırtından hançerleyecektir. Uyanık kalmalıyız ! Bu Tuna karakterinin ruhu ve niyeti kötüdür, çünkü kökü dışardadır. Sevr badiresi atlattık. Kül yutmayız.

***

En kirli yıllarında hiç dağılmadan seyrelmeden Karadeniz’i boydan boya kat edip tam Boğaz girişini tutturup GüzelMarmara’nın canını almayı becerememiş olan KirliTuna’nın, aynı işi bugün kanal güzergahından nasıl becereceği sorusu üstünde belli ki kafa yormaya hiç yeltenmiyoruz. İnanç ve korkularımız aklımızdan bir adım önde. Her vesile ile ne kadar uyanık olduğumuzu bir tekrar edelim: Muskasız iş olmaz.

Doğrudur, Tuna’nın 90’lı yılların başında doruğa çıkmış bir kirlilik sorunu vardı. Kıtanın iki düşman bloka bölünmüş olması,  90 milyon insanın yaşadığı havzanın gezegen üstünde -şaşırtıcı gelebilir buna Nil dahil- en fazla devlet barındıran[1] nehir havzası olması, yani işbirliği yapması gereken siyasal aktör sayısının çokluğu, denize kavuştuğu noktanın kaynağa uzaklığı, Batıdan bakınca Karadeniz’in bir tür arka avlu olması. vs. sorunu katmerlendirdi.

Aradan 30 yıl geçti, köprülerin altından sular aktı. Tuna havzasında bulunan ülkeler o esnada savaş halindeki eski Yugoslavya devletleri hariç 1994’de Tuna Nehri’nin Korunması için Uluslararası Komisyon/ International Commission for the Protection of the Danube River (ICPDR) i kurdu. Komisyon’un hazırladığı Tuna nehrini koruma sözleşmesi 1998’de yürürlüğe girdi. Net hedef, Avrupa Su Yönergesi kriterlerinin tüm Tuna havzası kapsamında, taraf ülkelerin AB üyesi olup olmadığına bakılmaksızın uygulanmasını sağlamak. Tam aynı dönemde İstanbul Su Girişimini oluşturmuş, o vesile ile dahil olduğumuz uluslararası ağlar vasıtası ile süreci az çok izleme imkanı bulmuştuk. Bölünmüşlüğünü aşan Avrupa vızıldanmayı bırakıp dersini çalışmaya koyuldu. Savaştan çıkan Eski-Yugoslav devletçiklerini da katıp sınır ötesi bütünleşik havza yönetimini devreye soktular. Bugün Tuna, Avrupa’nın sessiz bir başarı hikayesi olma yolunda.

Eşitler arası sürecin başarısı

Doğu Politikası’nın hemen her alanında hayli bocalayan, hatta çuvallayan Avrupa, Tuna dersinden yüzünün akı ile çıkıyor. Nasıl oluyor da oluyor ? Öncelikle Tuna herhangi bir nehir değil, havzası boyunca ulusal kimliklerin inşasında rol oynuyor: Avusturya, imparatorluk zamanları ana nehrin 1300 kilometresine hükmederdi, bugün bu mesafe 350’ye inmiş olsa da bu ülke milli marşında kendini “Nehrin Ülkesi” olarak tanımlar; Macaristan, Hırvatistan ve Bulgaristan‘ın da milli marşları Tuna’ya hayat damarı olarak referans verir. İleride tarihçiler daha iyi değerlendirecektir, daha 80’lerde demir perde yıkılmadan önce Tuna nehrini uluslararası siyasetin ufkuna ilk kez Macar sivil toplum hareketi sokmuştu. Hareket, eski-Çekoslovakya ve Macaristan’ın giriştiği nehrin doğal akışına sert müdahale eden bir mega projeyi durdurmayı becermiş, mühendis devlet aklına daha 80’lerde sokulan bu ilk çomak, sorunları yığılan Tuna’yı diplomasiye konu etmenin ötesinde kısa sürede demir perdenin çöküşüne giden siyasal süreci tetiklemişti.

Tuna’nın tam da Macaristan’ın orta havzasından başlayan, eski siyasal doğu kaynaklı bir inisiyatifle sahiplenilmesi, yüz yüze, göz hizasında bir işbirliğine kapı açtı. Avrupa’nın klasik ‘işin doğrusunu bilen’ Batıdan bindirme politikalarından farklı, eşitler arası bir süreç yaşandı. Bu durum, aktörlerin işe eşit motivasyonla sarılmasını sahiplenmesini sağladı. Aralarında ciddi siyasal uyuşmazlık olan komşular iş can damarlarına gelince daha olumlu yaklaşabildiler: Havza yönetimi diplomasinin de lokomotifi oldu.

Bir “Tuna sorunu”nun varlığını Türkiye’den fark etmemiz, her şeyden önce havza boyunda yaşayan halkların bu sorunlarını dillendirmesi ile oluştu, meseleyi zaten onlardan öğrenmiştik. Ancak ilgimizi tam da o noktada kestik. Batımızdaki bir yerin “sorunlu” olduğunu öğrenmenin hazzı bize yetti, gerisini takip etmekle pek ilgilenmedik. Tuna’nın fiziken toparlanma yoluna girdiği  yıllar, Türkiye’nin de Avrupa’ya sırtını döndüğü yıllara denk gelince, birbirimizden haberdar kalmak, bilgimizi yenilemek için motivasyon da bitti; bizim ezberler 80’lerde takıldı. Gerçekte-var olan-Tuna her gün biraz daha sağlığına kavuşurken, bizim kafamızdaki Tuna “kategorik olarak kirli, arınması imkansız” çekmecesinde tıkılı kaldı.

Uzun lafın kısası, bize Tuna’dan tehdit mehdit yok. Oysa tam da Tuna deneyiminden öğreneceğimiz şeyler olabilir. Marmara/Trakya havzalarının yönetimi konusunda ders çalışmaya Tuna’dan başlayabiliriz.

Devam edecek…

*

[1] Tuna havzasındaki 15 siyasal taraf: Almanya, Avusturya, Çek Cum, Slovakya, Macaristan, Slovenya, Hırvatistan, Sırbistan, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Romanya, Moldova, Ukrayna. Ve AB. Nil havzası 11 Siyasal taraf: Tanzanya, Ruanda. Burundi, Kenya, Uganda, Demokratik Kongo Cum, Güney  Sudan, Etiyopya, Eritre, Sudan, Mısır.

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.