Köşe Yazıları

İklim değişikliğini anlatmak – Berkay Erkan

0

İklim değişikliği konusunda kitlelerin yeterince harekete geçmediğinden ya da hükümetlere güçlü bir baskı oluşturmadığından hep şikayet edilegeldi. Bu, gerçekten de bütün dünyada önemli bir sorun. Henüz gelecek açısından böylesi vahim bir gelişme olduğu halde insanların neden yeterince güçlü bir tepki vermedikleri üstünde bir türlü mutabakat sağlanmış değil. Ancak genel eğilim değişimi gören insanların, doğal olarak hemen harekete geçeceklerinin umulmasıydı. Böylece sorun insanların ikna edilmesi olarak tarif edilmiş oluyordu. Dolayısı ile iklim değişikliği yeterince güçlü kanıtlar ile daha çok anlatmaktan başka bir çözüm olamıyordu elbette. Ama bilindiği üzere süreç bundan farklı gelişti. Bu yüzden her yerde kitlelerin güçlü şekilde harekete geçmemeleri hala bir sorun. Şimdi tam da bu konuda oldukça somut veriler ile dikkat çekici bir çalışma, seçimler ve AKP hegemonyasında hissedilen çatlağın yarattığı heyecan dalgasında gözden kaçtı. Yeşil gazetenin de verdiği, Konda’nın “iklim haber “ile yaptığı “Türkiye’de iklim değişikliği algısı” raporu, bakış açımızı değiştirmemiz gerektiğini gösteren önemli ipuçları ile tartışmaya yeni bir boyut kazandırıyor.

Araştırmada, bizim açımızdan önemli ve şaşırtıcı olan ilk tespit, Türkiye’de toplumun büyük çoğunluğu tarafından iklim değişikliği kabul edildiğini ortaya koyması. Rapora göre nüfusun %87 gibi çok büyük bir kesimi iklim değişikliği kabul ediyor. Ayrıca her dört kişiden üçü bundan endişe duyduğunu da belirtiyor. Üstelik “ne kadar endişe duyuyorsunuz?” sorusuna ise, bunların da %25’i  “çok endişeli”  cevabını veriyor.

Fakat çok daha ilginç bir durum, bu konuda, yani endişelenme konusunda , kararsızların sadece %12 oranında olması. Oysa Avrupa ülkelerinde kararsızlar %40 ın altında değil, hatta bazı ülkelerde %55 e kadar çıkıyor. Yani, bizde bu konuda kafalar hayli net. Oysa ülkemizde iklim değişikliği le mücadele konusunda ne yapıldığı ya da daha doğru bir deyişle hemen hiçbir şeyin yapılmadığı ortada. Bu da izaha muhtaç bir çelişki çıkarıyor ortaya. Avrupa’da bu kadar yüksek oranda kararsızlığa rağmen, iklim değişikliği karşı mücadele toplumda geniş yankı buluyor. Peki, bizde kararsızlar çok daha az olduğu halde toplumsal baskı neden yok denecek kadar az? Bunu neyle açıklayacağız?

Bunun cevabını raporun sonuna doğru buluyoruz. İnsanlara, “sizce iklim değişikliğini azaltmak için yeterli sayıda ülke hükümetinin harekete geçme ihtimali ne kadar?” diye sorulduğunda, %25, bu konuda bir şey yapılacağına hiç ihtimal vermiyor. Ülkelerin harekete geçeceğine, gereğini yapacağına zaten inanmayanlar ile bu oran %50 ye çıkıyor. Sadece %30 luk bir kesim, az da olsa bir şey yapılacağına inanıyor. Yani, toplumun %80’ i zaten en başından ümitsiz. Aynı durum, soru “Peki Türkiye hükümeti” diye sorulduğunda da geçerli. Yani, hiç ihtimal vermeyenler ve çok düşük ihtimal verenlerin toplamı, nerede ise % 75 e varıyor. Bu sonuçların çok açık gösterdiği gibi, Türkiye Avrupa’daki en karamsar ülkelerden biri.

Sonuçta artık, neden toplumun büyük kesiminin, iklim değişikliğini kabul ettiği halde bir baskı oluşturmadığı, öte yandan Avrupa’da daha küçük bir kesim inandığı halde daha kararlı bir mücadele verildiği anlaşılabiliyor; Türkiye’de inanç yok! Hoş, zaten ülkede değişim söz konusu olduğunda hakim olan ideolojik tutum hep böyledir. Bilirsiniz, bizde pek çok konuda “bir şey değişmez” inancı vardır. İklim değişikliği karşı da bu ideolojik konumda kalındığı anlaşılıyor. Haliyle bu pozisyonda durdukça elbette toplumda karşı bir hareketin gelişmesi beklenemez.

Bu raporun da gösterdiği gibi, sorun, iklim değişikliğini anlatmaktan hayli farklı. Toplum, gelişmelerin farkında ve bunu kabul ediyor zaten. Sorun diye görülen şey yok aslında, o iş başarılmış artık. Yani buradaki sorun başka demek ki. Ve bunun, iklim değişikliği yaşanıp yaşanmadığının bir adım daha ötesinde, bu süreci değiştirmenin mümkün olup olmadığında ya da iklim değişikliği karşı yapılabilecek şeylerin bugünkü ve gelecekteki yaşam koşullarımız açısından öncelikli olup olmadığına dair neye inanıldığında yattığı anlaşılıyor. Daha açıkçası, bir etki olacağına inanmamakta yatıyor da diyebiliriz. O zaman bunun nedenleri üstünde biraz daha durmak lazım şimdi.

Egemen ideoloji

Toplum, iklim değişikliği karşısında otomatik olarak rasyonel adımları atacak insanlardan oluşmuyor. Burada da, ekonomide olduğu gibi, tercihlerini her zaman çıkarları yönünde yapacağı var sayılan “homo economicus”  misali rasyonel davrananlar yok. Kaynağını modernist köklerden alan bu anlayış, problemi kavramayı zorlaştırıyor. İnsanların bir şeyi bilmeleri ile davranışları arasında öyle doğrusal bir ilişki yok. Yani “mademki iklim değişiyor ve bu kötü bir şey, hemen bunu durdurmak için bir şeyler yapmalı” diye bir çıkarsama yapılmıyor. İnsan davranış ve tercihlerini etkileyen başka çok şey var. En başta sosyal ilişkiler, toplum yapısı (kapitalist), kültürel değerler gibi pek çok unsur, davranış seçiminde rol oynar. Sonuçta her davranışımızın arkasında ondan beklenen bir fayda olsa da bu faydanın ne olduğu ya da tarifi çok başka olabiliyor. Bu açıdan değerlendirildiğinde, davranış seçiminin temelde ideolojik bir tutum olduğu kolayca görülecektir. Dolayısı ile egemen ideolojinin toplumda belirleyici rolünün sonuçlarını görmek gerekir. Buradan bakarak insan, problemleri hangi ideolojik çerçevede kavrıyorsa ona uygun sonuçlara ulaşacağından, iklim değişikliği ve problemlerini hem görüyor hem bir tepki göstermiyorsa aksini çıkarsayacak bir ideolojik çerçevede düşün(e)mediğindendir diyebiliriz.

İdeoloji, bir değerler sistemi ya da anlam çerçevesi olarak, kavrayışta belirleyici bir işleve sahiptir. Toplumun iklim değişikliği dair hangi fikir ve inançları benimseyeceği de bu çerçeveye bağlıdır. Kapitalist sistemin değer ve ilkelerine göre anlam taşıyan kavramlarla oluşan bir çerçeveden bakıldığı sürece, gerçekliğin görülmesi beklenen davranış seçimlerine yol açamaz. Çünkü dünyayı sadece daha çok kazanç, daha çok satış, daha çok büyüme vb. gibi temel ideolojik çerçeveden gören sistemin savunucuları inkardan, yapılacakların zararlı ya da anlamsızlığına kadar geniş bir yelpazede bir çıkarsamaya yönlendirmek için uğraşacaklardır toplumu. Gerçekliği, sistem kendi için bir tehlike olarak algılayacağı için tamamen farklı bağlamlarda, farklı çerçevelere koyacaktır. Aslında iklim değişikliği karşı yapılması gerekenler sahiden de kapitalist sistemi tehdit etmektedir.  Örneğin, bütün dünyada sistemin fosil yakıtların tüketimine dayandığını düşünürsek, yenilenebilir enerji kaynaklarına dönüşümün sonuçlarının egemenlik ilişkilerini de kökten değiştireceği açıktır. Düşünün, bütün dünya yenilenebilir enerji kullanıyor, fosil yakıtlar plastik vb. sadece farklı materyaller için kullanılıyor olsa, ABD ve diğer emperyal ülkeler ne yapardı? Ortadoğu sorunu olurmuydu? Doğalgazın kullanımdan çıktığı bir dünyada dengeler ne hale gelirdi? Bu günkü konjonktürde böyle bir değişim sorunsuz ve kolay mümkün olabilir mi? Dolayısı ile biraz düşününce hemen anlaşılacağı gibi iklim değişikliği karşı yapılması gerekenlerin kapitalist düzende bir ölüm kalım meselesine dönüşebileceği kolayca anlaşılabilir. Bu nedenle ne pahasına olursa olsun engellemek, yavaşlatmak ya da şimdilerde olduğu gibi sistem içine alıp onu da kapitalist bir kazanç yatırımına dönüştürerek kontrol altında tutmak için toplumu kendi ideolojik çerçevesinden kavramaya yönlendireceklerdir. Bu iş ise doğası gereği ideolojiktir. İklim değişikliğine karşı yaşananlara, kitlelerin ne kadar hareketlendiği ve baskı kurabildiğine bakarak başarılı olduklarını da söylemek gerek. İklim değişikliği, sosyal ya da ekonomik, çağımızda her problemin ana başlığıdır ve bu, yeşil politikaların gelecekte siyasi faaliyetin ana damarı olacağı anlamına gelmektedir.

Her yeni düşünce, değiştirici olabilmek için var olana karşı zorunlu bir üstünlük kazanmalıdır. Onlar kendisine anlam veren ideolojik çerçeveden görülünceye kadar yeni, değiştirici olamaz. Ancak bundan sonra toplumsal hayatın içine işleyebilir. Bu süreç bir ideolojik mücadele demektir. Dolayısı ile iklim değişikliği karşı bir şey yapmak içinde, toplumun bunun zorunlu olduğuna inanması gerekir. Bu ise sadece bilgilenme ile kendiliğinden olacak bir şey değil, ulaşılması gereken bir düzeydir. Böylelikle kişisel ya da toplumsal düzeyde yaşanan anlam değişimi gerçekleştikçe genel olarak bilinçlenme dediğimiz halin oluşması mümkün olabilir. Ancak böyle iklim değişikliği karşısında bir tutum değişikliği olabilir.

Pratikte ise bunun anlamı şudur: Nereden anlatmaya başlarsak başlayalım toplumsal düzeyde kapitalist sistemin bu günkü hakim ideolojisi ile çatışmak kaçınılmaz. Örneğin, iklim değişikliği yavaşlatmak adına israftan, gereksiz tüketimden kaçınmak vb. masum bir öneri bile, arkasında refah, piyasa özgürlüğü, işsizlik, kalkınma vb. kapitalist ilkelerin olduğu itirazlar ve söylemler ile karşı karşıya gelmektedir. Ama bu kavramlar, kapitalist ideolojik çerçeveye göre bir anlam taşırlar. O halde, iklim değişikliğine karşı mücadele, ilk önce her şeye yeni bir anlam kazandırmak, bu yeni anlam çerçevesini benimsetmekten geçer. Kalkınma mı? İstihdam ya da büyüme mi? Refah mı? Hepsine kapitalizmin yüklediğinden yeni bir anlam kazandırmak, bu anlamı ile egemen ideolojiye karşı durmaktan geçer. Artık iklim değişikliği için kanıtlara değil, her alanda her şeyi bu yeni anlam çerçevesinden anlatabilmeye ihtiyacımız var. Öte yandan bunun için temsil ettiği anlamı doğrudan taşımaya uygun yeni bir dili öğrenmek de gerekli.

Bu mücadelenin kolay olmadığı, olmayacağı açık. Ama başarmak mümkün. Çünkü realite, değişimin hızı, kestirmeden söylersek, bu sefer tarih, kapitalist ideolojiden yana değil. Bu süreçte kapitalist ideoloji her gün daha çok yıpranıyor. Artık kimse onu hala tarihin sonu diye parlatamıyor. Gezegenimiz, tehlikeyi her gün daha çok hissederken kitlelerin çözüm arayışı ve talepleri de artıyor. Dolayısı ile bize düşen, başka bir dünyayı ve bunun mümkün olduğunu gösteren anlam çerçevesini ortaya koymak. Böyle bir süreç, egemen azınlığın elindeki her türlü olanak göz önüne alındığında dağınık, birbirinden kopuk güçlerin tek tek mücadelesi ile amacına ulaşamaz. Kapitalizmin ideolojik kabuğunu kıracak güce sahip olmak için bu süreçte mücadele eden kesimlerin bütün unsurları ile güçlerini aynı yönde birleştiren bir ideolojik aygıta, onların hep birlikte uyumlu hareket etmeleri için elde bayrak sallayarak yön veren bir liderliğe ihtiyaç var.

 

Berkay Erkan

You may also like

Comments

Comments are closed.