Köşe Yazıları

Herkes “yeşil” derken, Yeşil Hareket (2)

0

Geçtiğimiz günlerde 2010 yılında Avrupa Yeşil Başkenti unvanını kazanmış Stockholm’e gitme ve bir kentsel dönüşüm projesini inceleme fırsatım oldu.

Türkiye’deki yaygın örneklerinin aksine bir konut alanının “soylulaştırılması” ve ranta açılması üzerinden değil, şehre uzun bir süre sanayi ve ticaret alanında hizmet vermiş bir bölgenin geleceğe taşınması üzerinden bir proje vardı ortada. Bu geleceğe taşıma da tamamen sürdürülebilirlik üzerinden planlanmıştı. Stockholm Royal Seaport/Stockholm Kraliyet Limanı Projesi adı verilen bu projeyi gerçekleştirenler kendilerine üç tane temel hedef koymuşlar.

Bunlar;

* Dönüşümün gerçekleştiği alanda kişi başına düşen karbondioksit salımını 1.5 tonun altına düşürmek. (Şu anda İsveç ortalaması 4.5 ton.)

* İklim değişikliğine uyum politikalarına uygun bir alan yaratmak. Örneğin yağış artışı sağlamak.

* 2030 yılında, proje tamamlandığında bölgeyi fosil yakıt kullanılmayan bir yaşam alanı haline getirmek. Yani orayı fosil yakıttan arındırmak. Stockholm’ün tamamen fosil yakıttan arındırılması için belirlenen tarih ise 2050.

Tüm bu projenin üst başlığı ise “Dünya standartlarında çevresel kentsel bölge”. Bu proje kapsamında liman ve sanayi bölgesi olarak kullanılan 236 hektarlık bir alana 12.000 daire, 35.000 ofis yapılması ve 30.000 yeni iş yaratılması planlanıyor. Tabii ki bunların hepsinin yanında bir de “sürdürülebilir” kelimesi var. En ince ayrıntısına kadar sürdürülebilir olması için planlamalar yapılıyor.

Bu noktaya kadar her şey normal karşılanabilir belki. İsveç gibi bir ülke, Stockholm gibi bir kent düşünüldüğünde böyle bir Yeşil Kent planlaması çok da şaşırtmıyor. Fakat burada ilginç bir nokta var. Stockholm’de bu dönüşümü planlayan ve gerçekleştirenler İsveç politikasının sağcıları. Sağ bir koalisyon tarafından yönetiliyor şehir. İsveç Yeşiller Partisi’nin şehirde önemli bir oy ağırlığı var. Son yerel seçimlerde 13.9 oy almışlar. Şimdilerde ise oylarının %25’ler civarında olduğu söyleniyor fakat yine de bu planlamayı ve düzenlemeyi gerçekleştirenler, anlatanlar, savunanlar sağ partilerden seçilmiş kişiler. İşte burada Yeşil Hareket açısından düşünüldüğünde bir sorun ortaya çıkıyor. Türkiye’ye uzak olsa da, yine de varlığını hissettiren bir sorun.

Herkes “yeşil” derken, yeşil hareket ne yapacak, nasıl hareket edecek? Öncülüğünü nasıl sürdürecek?

Dünya ülkelerinin politikalarına bakınca, şirketlerin yeşil Kapitalizme yöneldiğini  görebiliyoruz. Yeşil kapitalizm isteği ve hedefi, kapitalizmle bağı sıkı sıkıya olan, bağını kopartmayan ya da bağını kopartamayan partiler tarafından da sahipleniliyor, hatta bir umut olarak görülüyor. Bu Yeşil Hareket’in en “meşhur” olduğu Almanya’da da böyle, yukarda kısaca bir örneğini vermeye çalıştığım İsveç’te de böyle, Türkiye’de de yavaş yavaş böyle. Türkiye’de şirketler, politikadan bir kaç adım önde gidiyorlar sadece. Kapitalizmin bu haliyle kendi kendini bitireceği, belirli düzenlemeler yapılmazsa durumun bir yok oluşa doğru gittiğini herkes görüyor. Sadece Stockholm örneğinde bahsettiğim Avrupa Yeşil Başkenti unvanının ilk defa 2010’da verildiğini söylemem dahi yetebilir. 2000 yılında böyle bir arayışa gitmeyenler, 2010 yılında şehirleri belirli kriterlere yaklaştırabilmek için Yeşil Başkent diye bir unvan yaratabiliyorlar. Kapitalizmin, bu şekilde gitmeyeceğini görüyorlar görmesine…

Fakat hala belli kutsalları var bu politik yapıların ve Yeşil Kapitalizm’in arkasındaki yapıların. Her kutsal gibi bunlar da dokunulmaz kabul ediliyorlar. “Zaten oradaymış, orada olmaları çok doğalmış” gibi yaklaşılıyor ve sorgulanmıyor, sorgulanmaması isteniyor. Bu dokunulmazların en önemlisi de, bizzat yeşil kapitalizmin, kapitalizm kısmı. Yeşil ya da değil; kapitalizm, kapitalizmdir. Amacı, işleyişi, gereklilikleri ve sonuçları aynıdır. Evet, kapitalizmin Dünya üzerindeki yükünü hafifletmesi olumlu bir gelişmedir. Evet fosil yakıttan arındırılmış iş merkezleri ileri bir adımdır fakat o iş merkezlerindeki sömürü ilişkisi devam ettiği sürece siyasal anlamda ekolojik bir yaşama ulaşmak da mümkün değildir. Ve tabii ki unutmamak gerekir, Kuzey’in ve Batı’nın zengin ülkelerinde kapitalizm “yeşil” yaşanabilsin diye Güney’in ve Doğu’nun fakir ülkelerinde halkların üzerine daha büyük bir yük yüklenmesi de kabul edilebilir değildir.

O zaman, Yeşil Hareket’in önüne koyması gereken kapitalizmi yeşillendirmenin de ötesidir. Kapitalizmin yaşam üzerindeki baskısının hafifletilmesi, yaşamı uzatabilir (İklim değişikliği bir yaşam-ölüm sorunu çünkü) fakat o yaşamın kalitesini, o yaşamın nasıl olacağını olumlu yönde etkilemez. Bu yüzden kapitalizmle daha radikal bir sorgulama gerekliliği Yeşil Hareket’e doğru hızla yaklaşıyor. Stockholm Royal Seaport/Stockholm Kraliyet Limanı Projesi örneğin İsveç Yeşilleri için bu sorgulamanın geldiğinin bir göstergesi. Bu radikal sorgulama da belki de kapitalizmin araçları üzerinde gerçekleşmekten ziyade, kapitalizmin ruhu, insanlar arasında yarattığı ve dayattığı yaşam üzerine, ilişkiler üzerine kısaca kültürü üzerinden gerçekleşmeli. Kapitalizmin gözü gibi koruduğu, her türlü karşıtını içine alabilmesini sağlayan en büyük kutsalı orası çünkü.

İlk yazıyı okumak için: Herkes “yeşil” derken, Yeşil Hareket

*

Yeşil Gazete yazıları ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net

https://twitter.com/#!/Urbarli

 

You may also like

Comments

Comments are closed.