Yazarlar

Filistin’den Taksim’e biber gazı: Neoliberalizmin küresel kentler savaşı (2) – Yahya Berman

0

Yazının dün yayınlanan birinci bölümünü okumak için TIKLAYIN

ABD’nin İsrail’e biber gazı ihracatını savunan raporuna dönersek: Belirleyici olan şudur: ABD ‘savunma’ endüstrileri, 1987’den bu raporun hazırlanmasına kadar sadece İsrail’e en az 6,5 milyon dolarlık gaz ihrac etmişti. Ama daha önemlisi var: Filistin’de yapılan promosyonun ardından biber gazı, kitlesel bir uluslararası ticaret nesnesi haline geldi.


Öldürücü olmayan kitle denetimi silahları’ endüstrisi, yani kentsel başkaldırı ve gösterilere karşı silah üreten endüstri, uluslararası ticarette en hızlı büyüme oranına sahiptir ve önümüzdeki yıllarda trilyon dolarlık bir cüsseye ulaşacaktır. Biber gazı, ‘öldürücü olmayan silahlar’ endüstrisinin cüz’i ama gelişmesi umulan bir kısmını oluşturuyor. Büyük bölümü ABD ve AB ülkelerinde üretilen işkence teknolojilerindeki küresel ticaret hacmi, 2011 yılında 1.4 milyar dolardı ve 2020’de 4 milyar doları aşması bekleniyor. Neoliberal küresel rejim açısından işkence teknolojileri, ekonomik değerinin ötesinde, ürettiği siyasal katma değer açısından önemli. Neoliberal rejimler, kamusal alanı kapatmak zorundalar; bu hem sermaye birikiminin, hem de ideolojik tahakkümün bir gereği. Bu nedenle insan haklarının muhafazakar değerler ve güçlü yönetim adına sorgulandığı günümüzde, gösteri özgürlüğü ve işkence yasağı hedefte.

Neoliberal rejimlerin gösterilere karşı askeri taktikler kullanması, ordular, polis teşkilatları ve ünivesite ile rejim ve endüstrideki korporasyonlar arasında ittifaklar kuran bu devasa endüstrinin geleceği açısından güvence oluşturuyor. [Anna Feigenbaum’un yönettiği bir araştırma projesi, biber gazının kitlesel kullanımına dair küresel bir harita sunuyor] Bahreyn’de biber gazına bağlı 36 göstericinin ölümünün ardından Bahreyn Kraliyet Muhafızları Komutanı, İngiltere’deki 2013 Terörle Mücadele Expo’sunun onur konuğu olacaktı (Anna Feigenbaum, Teargas: a booming market in repressing dissent, 7 Haziran 2013). ABD, hem Mübarek döneminde, hem de Mursi döneminde Mısır’a biber gazı sevk etmeye devam etti.

Türkiye’de de AKP hükümeti 2005 yılında hızla biber gazı alımlarına başladı ve şimdiye kadar Türkiye bütçesinden 21 milyon dolardan fazla ödeme yapıldı. Biber gazının en ileri versiyonları, Filistin’de denedikten sonra 2000 senesinde Mısır ve Türk polisince keşf edilmişti.

Sömürgeci şiddetin bumerangı

İsrailli insan hakları kuruluşu B’Tselem, Filistinli göstericilere karşı gaz ve diğer ‘öldürücü olmayan silahlar’ın kullanımını ve bedellerini titiz çalışmalar yaparak belgeledi. Raporların ve videoların gösterdiği bütün uygulamalar, barışçıl göstericiler hedef alınarak gaz kapsülleri fırlatılması, olayları görüntüleyen göstericilerin dövülmesi, göstericilerin yaralanması ve öldürülmesine rağmen açılan soruşturmaların sonuçlanmaması, ABD ve İsrail’in Arap devrimleri sırasında Mısır, Tunus ve Bahreyn’e, aynı zamanda da önce Kürt göstericilerden başlayacak olan Türkiye’ye ihraç ettiği uygulamalardı.

İsrail’in işgal altındaki topraklardaki savaşlarının ve ‘operasyonlar’ının, yeni silahların test edilmesiyle ilgili olduğu defalarca tespit edildi (Palestinian Chronicle). Filistin’in işgali, ABD merkezli Neoliberal İmparatorluk açısından sömürgeci bir test sahası teşkil ediyor. Burada sergilenen silah ve taktikleri daha sonra ABD ve İngiltere’deki ‘güvenlik sergileri’nde inceliyor polis teşkilatları. Neoliberalizmin küresel kentler savaşı için ihracat çarkları dönüyor, küresel polis-sanayi-teknokrasi kompleksi büyüyor.

Kimyasal silahlar, tarihsel olarak da ilkin emperyal güçler tarafından sömürgelerde kullanılmış, daha sonra metropol ülkelerde emperyal devletin kendi halkına, Amerika ve İngiltere’de işçilere karşı kullanılmıştı. İngiltere, 1960’larda sömürgelerde biber gazı kullanımı sayesinde muazzam bir endüstri geliştirdi ve Londra’da ilk kez 1969’da kitlesel olarak biber gazı kullanıldı (Anna Feigenbaum, A Hundred Years of Toxic Humanitarianism, 24 Temmuz 2013).

Hannah Arendt’in ‘Şiddet Üzerine’de belirttiği gibi, İngiltere’nin ‘tahakküm altındaki ırklar’a karşı geliştirdiği şiddet yöntemleri, eninde sonunda ‘tahakküm altındaki son ırk’ın İngilizler olmasına yol açacaktı. Kimyasal silahlara ilişkin Cenevre Sözleşmesine taraf olmayı reddeden ABD, Vietnam’da denediği biber gazı da dahil olmak üzere kimyasal silahları, 1968’de ‘ileri kapitalizmin gizli faşizmi’ne ve ‘tüketim toplumu’na karşı ayaklanan üniversite öğrencilerine karşı kullandı. Arendt, bunu şiddete dayalı tahhakümü sömürgelerden metropole taşıyan bumerang etkisi olarak görür (s. 67).

1960larda gençlik hareketleri, kapitalist devletin tahakküm kapasitesini test etti. Rızaya dayalı iktidar iddiasının zeminini kaybeden kapitalist devlet, iktidarını kaybettiği her alanda iktidarı şiddetle ikame etme hırsına kapılacaktır. İtaat edenlere hukuk devleti, itaat etmeyenlere şiddet. Totaliterizme, ya da hükümet yöntemi olarak teröre giden yol böyle kurulur.

Kentsel gösterilerin militarizasyonu

Barışçıl gösterilerin polis tarafından savaşa dönüştürülmesi ve kimyasal silahların ve diğer yerinde işkence tekniklerinin uygulanması önümüzdeki yıllarda devam edecek. Biber gazı, şiddetin ‘orantılı’ olup olmamasıyla değil, aktif bir muhalefete karşı yürütülen savaşla ilgili. Neoliberal rejimler, meydanları ele geçirmek ve toplumsal muhalefet biçimlerine kamusal alanı kapatmak için daha etkili, insan sağlığına belki daha az zararlı teknikler kullanacaklar.

Bu nedenle ABD ve müttefikleri, 1993 Kimyasal Silahlar Sözleşmesinde, ‘isyan kontrol ajanları’ tanımını yaparak, biber gazı gibi kimyasal silahları bu kapsamdan çıkarmış oluyordu; isyan kontrol ajanlarının savaşta kullanımı yasaklanıyor, yani kentsel başkaldırı ve direniş hareketlerine karşı kullanımı uluslararası hukukun dışında kalıyordu. Aksi takdirde Sözleşmenin imzaya açılması mümkün olmayacaktı.

Oysa ABD ve İngiltere’nin taraf olmayı kabul etmediği 1925 Cenevre Gaz Protokolü, soluksuz bırakmayı amaçlayan ve zehirli olan gazların savaşta kullanımını, Sözleşme hukukunun da ötesinde evrensel bir yasak (uluslararası örf hukuku kuralı) olarak görüyordu. Bunun mantıksal sonucu, söz konusu gazların kitlelere yönelik kullanımının ‘medeniyet’le uyuşmayacağı yönünde bir genel kabuldü.

BM Genel Kurulunun Nisan 2013te kabul ettiği Silah Ticareti Sözleşmesinde de, ‘iç güvenlik amacıyla kullanılan silahlar’ kapsam dışında bırakıldı. Af Örgütü, bu durumun insani hukuk açısından boşluk yarattığına dikkat çekmişti. Savaşlarda kullanımı ve bu amaçla ticareti yasak olan silahların yuttaşlara karşı kullanımının hukukun dışına taşınmasından, ya da uluslararası denetime tabi olmayan ayrı bir hukuk alanı olarak tanımlanmasından doğan bir boşluk.

Barışçıl gösteriler, hukuksal açıdan isyan ya da iç güvenlik operasyonlarının meşru hedefi olarak kabul edilemez. Ama bu ayrım, örneğin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde başvurucuların avukatları tarafından ileri sürülmedikçe gündeme gelmeyecek ve zamanla ortadan kalktığı görülecektir.

(devam edecek)

Yahya Berman

 

More in Yazarlar

You may also like

Comments

Comments are closed.