Röportaj

Ferdan Ergut: “Gerçek özgürlükçü sol muhalefet, EDP ve Yeşiller’in durduğu yerden yapılabilir”

0

EDP Genel Başkanı Ferdan Ergut

Yeşiller Partisi ve Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP), uzun zamandır devam eden ortak çalışma ve görüşme sürecinin ardından birleşme yönünde tartışmaya başladı. Önümüzdeki günlerde her iki parti de bu konudaki tavrını belirleyecek.

Biz de EDP Genel Başkanı Ferdan Ergut‘la bir söyleşi gerçekleştirdik ve hem Yeşiller-EDP birleşmesi üzerine, hem de politik gündemle ilgili görüşlerini sorduk. ODTÜ tarih bölümünde öğretim üyesi olan Doç. Dr. Ferdan Ergut bir yılı aşkın bir süredir EDP’nin Genel Başkanlığını yürütüyor.

Ferdan Bey, siz nasıl solcu oldunuz?

(Gülerek) Bunun tesadüflerle belirlendiğini düşünürüm. Benimki de tesadüftü… Çok saygı duyduğum bir aile ferdimizin endoktrinasyonuna maruz kaldım. Daha sonra şöyle oluyor: Benimsediğiniz sol akımın çerçevesinde okumalar yapıyorsunuz. Muarızlığınızı bu çerçeveden oluşturuyorsunuz ve kendinize bir kimlik inşa ediyorsunuz. Her zaman haklı olan siz oluyorsunuz, muarızlarınız haksız oluyor. Fakat rastlantı anını düşünürseniz, olumsal bir anda, rastlantısal bir tercihle başlayan bir yolculuk bu… Onun için bu rastlantı anına biraz kafa yorsak, farklı perspektife açık, yeni bir solu kurmamız biraz daha kolaylaşacak.

“Mesela devlet mülkiyeti, solun çarpıtılmış bir tanımıdır. Solun teorisinde “özel mülkiyet araçlarının devlet elinde toplanması” yoktur. Ben bunun Marx’ın çok yanlış bir okunması olduğunu düşünüyorum.”

Alper Budka ve Ferdan Ergut

Marksist orijinli solun, farklılıklara ve gelişmeye en açık ideoloji olduğunu düşünüyorum. Dünyadaki solda böyle bir arayış var. Oysa Türkiye solunun kendinden çok mutlu olduğunu düşünüyorum. Türkiye’deki solun kültüründe “arayış” kavramı bile “döneklik”le eş anlamlı kullanılır.

…yani ne sol değildir?

Mesela devlet mülkiyeti, solun çarpıtılmış bir tanımıdır. Solun teorisinde “özel mülkiyet araçlarının devlet elinde toplanması” yoktur. Ben bunun Marx’ın çok yanlış bir okunması olduğunu düşünüyorum. “Önemli olan iktisadi düzendir, üretim araçları gelişecek, gelişecek, sosyalizme gidilecek” böyle determinist bir sol var. Ama bizim itirazımız: Hayır, insanlardır solu tercih edecek olan… İnsanlar tercih ederse sosyalizm olacak, tercih etmezlerse olmayacak.

“Bütünsel ve kesin bir eşitlik, neredeyse sıfır özgürlük anlamına gelir. Bütünsel ve kesin bir özgürlük, neredeyse sıfır eşitlik durumu yaratır. Dolayısıyla özgürlüğün ve eşitliğin, her ikisinin birden, değer olduğunu bilen bir siyaseti kurgulamamız lazım.”

Sizin ya da EDP’nin ortalama soldan farkınız nedir?

Benim için en önemli iki kavram, eşitlik ve özgürlüktür. Bu kavramların temel alınmasını savunan insanlar bence solcudur. Solcu, insanın kendini geliştirme potansiyeline inanır. Bunun önündeki engellerin kaldırılması için mücadele eder. Bu anlamıyla özgürlükçüdür. Fakat şunu da bilir ki, bu özgürlük için, belirli bir eşitlik temelini varsaymamız gerekir. Tam bir eşitlik ile tam bir özgürlük arasında gerilim var. Bütünsel ve kesin bir eşitlik, neredeyse sıfır özgürlük anlamına gelir. Bütünsel ve kesin bir özgürlük, neredeyse sıfır eşitlik durumu yaratır. Dolayısıyla özgürlüğün ve eşitliğin, her ikisinin birden, değer olduğunu bilen bir siyaseti kurgulamamız lazım.

İki partinin çok ortak noktası olduğunu düşünüyorum. Birincisi sahiciyiz, sorunlara bugünden bakıyoruz. Bizler sorunları “cennetin” (devrimin) ötesine erteleyen partiler değiliz. İkincisi, bizlerin sahiciliğine birer ütopya eşlik ediyor. YEŞİLLER’in de kapitalizm karşıtı bir ütopyası var. Ama bu ütopya, bugünden kopuk değil.

Ferdan Ergut

Kendine güvenen bir politik hareket, kendini farklılıklar üzerinden tanımlamaz. Kendi gündemini ortaya koyar, farklılıklar kendiliğinden ortaya çıkar… EDP ve YEŞİLLER, ortak noktaları kendiliğinden belirmiş partilerdi. Birleşme biraz kendiliğinden oluştu. Diğer birleşmelerde olduğu gibi bir “mühendislik projesi” değildi. İki partinin çok ortak noktası olduğunu düşünüyorum. Birincisi sahiciyiz, sorunlara bugünden bakıyoruz. Bizler sorunları “cennetin” (devrimin) ötesine erteleyen partiler değiliz. İkincisi, bizlerin sahiciliğine birer ütopya eşlik ediyor. YEŞİLLER’in de kapitalizm karşıtı bir ütopyası var. Ama bu ütopya, bugünden kopuk değil.

Mesela ürün zincirlerini, süpermarketlere sokmadan, direkt olarak tüketicilerle nasıl buluşturabiliriz? İstanbul’daki balıkçıları örgütleyerek, onları kabzımalların tasallutundan nasıl kurtarırız? Kars’taki 20 köyün örgütlenerek ürettiği buğdayı, aracısız bir şekilde İstanbul’daki tüketiciye nasıl getirebiliriz? Bu sorular YEŞİLLER’in programında yer alıyor… Bunlar bizim kapitalizm karşıtlığımızla uyumlu bir fikriyat…

Öte yandan, EDP’yi mevcut soldan ayıran şöyle bir şey var: Türkiye’nin tarihinden kaynaklı kadim kimlik sorunları var. Bu sorunlar ile sınıf sorunları arasında hiyerarşik bir ilişki kurulamaz dedik. Biz milliyetçilikle, ittihatçılıkla, vesayet rejimleriyle uğraşmak zorundayız. Bu toprağın maddesinde ne var, bakmak zorundayız. AKP’nin son dönem muhafazakarlaşma ve otoriterleşme eğilimlerine karşı, gerçek özgürlükçü sol muhalefet, EDP ve YEŞİLLER’in durduğu yerden yapılabilir. Neoliberalizmin doğaya saldırısı her yerde…  Doğa, sermayenin kendisini gerçekleştirdiği alan oldu neredeyse… Bana göre, önümüzdeki dönemde “kentsel dönüşüm” ve “ekolojik tahribat” bütün siyasetlerin merkezinde olacaktır.

EDP; ÖDP’den ayrılanların, SHP ve birtakım sol hareketlerle birleşmesiyle oluştu. EDP ve YEŞİLLER, diğer sol partilerin önemli bölümüyle blokta yer aldı. Bugün ise sadece EDP ve YEŞİLLER birleşiyor. Bütün bunlar çok kısa zaman içinde oldu bitti. Bu ayrılmalar ve birleşmeler psikolojinizi nasıl etkiledi?

(Gülerek) İlk başta bir hayal kırıklığı yarattı EDP’lilerde… SHP’nin merkez elitleri EDP’yi terk ettiler. Oysa birçok SHP’li arkadaşımız, partinin örgütlerinde hala görev yapıyorlar. Partide hala sosyal demokratlar var ve yönetici konumundalar. Alevi arkadaşlarımız, Kılıçdaroğlu’ndan sonra cazibeye diremediler. Anlayabiliyorum, devlet kuran partinin başına bir Alevi geldi. Onlar bunu kolay göz ardı edemezdi. Hayal kırıklığına uğrayacaklarına eminim. Dolayısıyla bütün bunlar, motivasyonumuzu biraz düşürdü. EDP’nin ayakta kalması bile bir mucize. EDP’nin içinde böyle bir gri dönem var. Ama çok kısa sürede toparlandık. Ben bunu fikri zeminin gücüne bağlıyorum. EDP’nin şimdi YEŞİLLER’le birleşmesi ve yeniden bir cazibe merkezi oluşturması, bunun bir sonucu…

YEŞİLLER’le birleşme süreci nasıl gelişti? Ve birleşme düşüncesi sürecin neresinde gelişti?

Bunu tespit etmek çok kolay… Doğum anı şuydu: İki parti bir mekanda, karşı karşıya salonlarda toplantılarını yapıyorlardı.

…Nerede?

Taksim’deki Cezayir Salonu’nda… Ve bu insanlar kendi toplantılarına ihanet ederek, öbür taraftaki toplantıya gitmeye başladılar. Ve bu olay, insanları etkiledi… Kadroların birbiriyle tanışma süreci başladı. Başlangıçta her iki partinin birbirine karşı rezervleri vardı. Zamanla görüldü ki, ortaklaşma zemini çoğalıyor. Toplantılarımıza EDP ve YEŞİLLER’in dışında katılımlar oluyordu. Bunun karşılığının olacağı şimdiden ortaya çıkmış durumda…

Genellikle iki siyasi partinin birleşmesinde, görece küçük olanın büyük olana dahil olması, onun içinde erimesi sonucu yaşanıyor. Ama bu sizin YEŞİLLER’le birleşmenizde istemediğiniz bir şey.

Bizim birleşme tecrübemiz… Bunun nasıl yönetileceğini biliyoruz.  Başlangıçta YEŞİLLER’den gelen insanların eşit şekilde katılımın sağlanacağı mekanizmalar üretilecektir. Ama bu ilanihaye devam etmez. Zaten buradan parti çıkmaz. Bunun tek yolu hemhal olmaktır. Ümit Şahin’in söylediği çok doğru bir şey var: Eğer katılımları arttıramazsak, evet, iki parti olarak devam ederiz ve fazla sonuç alamayız. 1 + 1 = 2’den fazla olmak zorundadır. Aydınlar ve akademisyenlerde buraya doğru bir eğilim var zaten…

Kürtlerin Türkleri ikna ederek, Türklerin nasıl mağduriyet yaşattıklarını idrak ederek bu sorunun çözülebileceğine inanıyorum. EDP’nin esas olarak hitap ettiği kitle, çoğunluğu oluşturanlardır. EDP müzakere zeminleri oluşturmaya çalışmaktadır. Sorunlar, vaaz ederek çözülecek hali çoktan geçti…

Sizin solu birleştirecek zamk olarak önerdiğiniz şey tanınma kavramı. Burada kastettiğiniz başta Kürtler olmak üzere öteki haline getirilmiş toplum kesimlerinin tanınması. Ancak Kürtler tanınma mücadelesini ağırlıklı olarak BDP’de sürdürüyor. Bize söyler misiniz, bir Kürt neden BDP’ye değil, EDP oy versin?

Kürtler EDP’ye oy vermek zorunda değildir. Problemini sürekli gündemde tutan ve bütün mesaisini buna harcayan BDP’ye de oy verebilir. BDP’yi hiçbir zaman rakip parti olarak görmedik. Ama bu tanınma meselesi, Kürt Sorunu’nu aşan bir şeydir. Kimlik sorunu, tanınma sorununun alt başlığıdır. Alevi Sorunu 500 yıldır bizimle birlikte, Kürt Sorunu Tanzimat’tan beri bizimle birlikte, AB sorunumuz Osmanlı kurulduğu tarihten beridir bizimle birlikte… Bu sorunların kısmi çözümleri artık yoktur. Yani sadece Alevilerin sorunlarını, sadece Kürtlerin sorunları çözebileceğimiz noktayı geçtik. Dolayısıyla Kürtlerin Türkleri ikna ederek, Türklerin nasıl mağduriyet yaşattıklarını idrak ederek bu sorunun çözülebileceğine inanıyorum. EDP’nin esas olarak hitap ettiği kitle, çoğunluğu oluşturanlardır. EDP müzakere zeminleri oluşturmaya çalışmaktadır. Sorunlar, vaaz ederek çözülecek hali çoktan geçti…

Siz solu “Vazediciler” ve “İknacılar” olarak ikiye ayırıyorsunuz. Vazedicileri, politik kaygılarla Kemalizm’le yakınlaşanlar, İknacıları ise Kemalizm’e mesafe koyanlar olarak tanımlıyorsunuz. Sizin söylediklerinizden solcuların belirli bir tarihte Kemalizm’den bütünüyle koptuğu sonucu çıkıyor. Sizce solcuların Kemalizm’e dönüşü gerçekten pragmatik bir şey mi? Yoksa bazılarının söylediği gibi, solun Kemalist genetik kodlar taşıdığını düşünüyor musunuz?

Düşünüyorum elbette… Türkiye’deki solun şöyle bir trajedisi var: 12 Eylül darbesinden sonra, 90’ların başlarında, Kemalizm’le hesaplaşmaya başlamıştı.  Sol, genetik kodlarıyla yüzleşerek, Kemalizm’le arasına mesafe koymaktaydı. O dönemde solculaşanlar, örneğin ben, şanslıydık…  2002’den itibaren AKP’nin tam bir hegemonya kurmasıyla birlikte, solda bir yenilgicilik peyda oldu… Dolayısıyla “her türlü ittifaka evet” diyebilen bir “kategorik AKP karşıtlığı” ortaya çıktı. O Kemalizm’le koyduğumuz mesafe kapanmaya başladı. Şimdi solculaşan gençlere çok üzülüyorum. Kapitalizmle uğraşmak sorunları bile ikinci plana atıldı. Varsa yoksa AKP! Anayasa Mahkemesi gerekiyorsa Anayasa Mahkemesi, Yargıtay gerekiyorsa Yargıtay, pek söylenmiyor ama – ki söyleyen insanlar çıktı, Tarık Akan gibi –  gerekiyorsa Ordu! Bu başlı başına, EDP’nin, YEŞİLLER’in, başka bazı hareketlerin, ne kadar kıymetli olduğunu gösteriyor.  Ülkenin solunu demokrasisiz bırakmamak için…

Sizin Ferdan Ergut olarak 28 Şubat’taki tavrınız neydi?

28 Şubat’ta elbette demokrasi meselesinin çok önemli olduğunu düşünüyordum. Seçilmiş bir hükümete yapılmış bir darbe olarak da değerlendiriyordum. Fakat şu anda o dönemkinden çok daha radikal olarak mahkum ediyorum. Çünkü yaşanan süreçler hepimize öğretiyor. Ordu’nun, toplumu da kendisine katarak gerçekleştirdiği bir projeydi 28 Şubat… “Ama”sız, “fakat”sız karşı durmamız lazımdı. EDP kurulduğu zaman net bir şekilde 28 Şubat’ların karşısında pozisyon almıştık.

Size çok sorulmuş bir sorudur, artık bıkmışsınızdır. Ama şimdi bir kez daha soracağım. Sizce ne soracak olabilirim?

(Gülerek) Valla ben hocayım, soru sormaya alışkınım, böyle sorulara alışkın değilim.

Sizin 12 Eylül referandumundaki tavrınız…

(Gülerek) Hay Allah nasıl bilemedik!

12 Eylül’ü topluma anlatamadık. Bu sadece solculara yapılmış bir darbe değildi. Esas darbe topluma vurulmuş bir darbeydi. Şimdi bunu anlatma fırsatımız var. Bazı partiler müdahil oldular, meğerse iddianamenin ne kadar kötü olduğunu anlatmak için müdahil olmuşlar…

Mesela EDP olarak siz, referandumda “evet” dediniz. YEŞİLLER referandumda üyelerini serbest bıraktı. Bugün referandum olsa, gene “evet” der miydiniz? Yoksa YEŞİLLER gibi üyelerinizi serbest bırakmayı tercih eder miydiniz?

Yoo… Evet kararının doğru bir karar olduğunu düşünüyorum. Biz EDP’yi kurarken, “askeri bürokratik vesayet rejimi, Türkiye’nin temel meselesidir” diyerek yola çıktık. Önümüze gelen referandumun maddeleri, ağırlıklı olarak vesayet rejimine ilişkin maddelerdi. Referandumda “Genelkurmay Başkanı suç işlerse, yargılanacak bir makam olsun mu”, “Bir sivil, bir askerle ihtilafa girdiğinde, sivil mahkemede yargılansın mı”, “Sosyalistlerin ve Kürtlerin partilerini kapatan Anayasaya Mahkemesi’nin kombinasyonu değişsin mi” diye sordular… Hayır diyen arkadaşlarımız, objektif olarak bunlara “hayır” dediler.

Ve nihayet “darbeciler yargılansın mı, geçici 15. Madde kaldırılsın mı” diye soruldu. Hayır diyen arkadaşlarımız, “kalkmasın, kalsın” demiş oldu. Biz ta Halit Çelenk’lerden beri, askeri mahkemelerle mücadele eden bir gelenekten geliyoruz. Biz, her 12 Eylül’de darbeciler yargılansın eylemlerini yaparken, AKP falan oralarda yoktu… Şimdi akıllı bir sol, topluma döner ve der ki: Ey ahali! Görmüş olduğunuz maddeler, Türkiye solunun 30 yıllık mücadelesinin sonucunda gelmiş maddelerdir. Hiç kimsenin umurunda değilken, bunları gündemde tutan bizdik…

Şimdi böyle bir fırsat varken, Türkiye solu “bonbon şekeridir bunlar, bizi kandırıyorlar” falan dedi… EDP olarak biz, 12 Eylül’cüler yargılanacak demedik, yargılanamayabilirler dedik; bizim mücadelemizdir belirleyici olan… Ama bakın yargılanıyorlar… O arkadaşlar şimdi ise mahkum edilmeyeceklerini söylüyorlar. Mahkum etmeyebilirler, bu bizim başaracağımız bir şeydir… Toplumsal baskı haline getirmezseniz, mahkum da ettiremezsiniz. Ayrıca biz, 12 Eylül’ü topluma anlatamadık. Bu sadece solculara yapılmış bir darbe değildi. Esas darbe topluma vurulmuş bir darbeydi. Şimdi bunu anlatma fırsatımız var. Bazı partiler müdahil oldular, meğerse iddianamenin ne kadar kötü olduğunu anlatmak için müdahil olmuşlar…

Siz AK PARTİ’nin sadece siyasal değil, sosyolojik bir iktidarından söz ediyorsunuz. Bu iktidarın içinde, sizin ifadenizle, Nihat Doğan’lar, Seda Sayan’lar falan var. Peki siz sosyolojik muhalefetinizi kimlerden oluşturacaksınız. Nihat Doğan ve Seda Sayan’la nasıl mücadele edeceksiniz?

(Gülerek) Çok zor yani bu… Türkiye tarihinde, bu derecede hegemonya kuran bir parti olmamıştı. Buna Menderes, Özal, Demirel falan dahil… Karşı hegemonya mücadelesi vermemiz lazım. Bunun için muhalefetin, hegemonyanın bütün alanlarına girmesi lazım… Alternatif popüler kültür alanı, yok sayılacak bir alan değildir… Mesela, bence Türkiye’de interneti en iyi kullanan hareketler, faşist hareketler… İnsanların hayatına değen yerlerde siyaset yapmalıyız, afaki yerlerde değil…

Yunanistan ve Fransa’da sol yükselişe geçti.  Bu durum, Türkiye’de solun geleceğine dair olumlu tahminlere ya da beklentilere neden oluyor. Bu anlamlı bir beklenti midir? Avrupa ve Türkiye’de solun çıkışını belirleyen dinamikler aynı mıdır?

Bu Türkiye’de hep olur… Dünyada nerede sol iktidara gelse, “tamam işte, sol yükselişe geçti” beklentisi içine girilir. Ben bunun çok karşılığı olduğunu sanmıyorum. Türkiye solu, tarihsel olarak dip noktada. Henüz böyle bir şey söylemek için erken tabii… Bunu söylemek için çok çalışmamız lazım.

Siz bir yazınızda, “Marx mı, Weber mi” sorusunu soruyorsunuz? Siz Türkiye’de kitle partisi olmaya çalışıyorsunuz. Ama referanslarınız hep Batı’dan… Neden hep Marx diyorsunuz, hiç Ali Şeriati, Muhammed İkbal, Ebu Zerr demiyorsunuz?

Bu doğru bir eleştiri… Ama benim bahsettiğim, “onun yerine şunu alalım” değildi. Sadece şunu söylüyorum: bizi hakikate ulaştıracak bütün teorik girdileri kullanmamız lazım. Evet, saydığınız isimlerden bahsetmedim, benim teorik yetersizliğimden kaynaklanan bir şey bu… Ama mühim olan, bu ihtiyacı tespit etmektir. Sadece Şeriati’si değil, Yunus Emre’si, Pir Sultan’ı, tasavvufu var. Bunların hepsi önümüzü açacak, hakikati kuşatacak şeyler… Bunların içinde birini tercih etmekten ve belirleyici yapmaktan kaçınmamız lazım.

Röportaj: Alper Budka – Yeşil Gazete

More in Röportaj

You may also like

Comments

Comments are closed.