Köşe Yazıları

Fatih’in kıymetlisi: Pardus

0

“Sene 1453… Constantinople’un devasa surları Fatih Sultan Mehmet’in topları ve cengaverlerine düşmek üzere. O sırada Bizans başpiskoposunun yeğeninin kızı Pardus kimselerden habersiz şehirden çıkar, Fatih’in çadırına gelir…” tadında bir giriş yapmak fena olmazdı aslında.

Lakin, Pardus tarihi bir kişi falan değil. TÜBİTAK tarafından desteklenen bir proje bünyesinde geliştirilen özgür ve açık kaynak işletim sisteminin adı, Pardus.

“İşletim sistemi” denen şey de bilgisayar, akıllı telefon ya da tablet bilgisayar gibi aletlerin ve bunların içinde kullandığımız tüm programlara (internete girmek, yazı yazmak, film izlemek vb..) kullanıcı tarafından rahatlıkla ulaşılmasını sağlayan zımbırtı. Diğer bir deyişle, 4 yıl bilgisayar mühendisliği okumayanların da bilgisayar kullanabilmesini sağlayan devrimin adı.

Microsoft’un şahane (!) pazarlama taktikleri sonucu Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde “bilgisayar” kelimesiyle özdeşlemiş olan Windows misal, bir işletim sistemi.

Pardus da Windows gibi bir işletim sistemi, ama “ufak” bir kaç farkla: Tekelci, aşırı pahalı, kapalı kodlu ve aslında oldukça başarısız (windows’unuzun kaç defa kilitlendiğini, yükledikten 1-2 ay sonra nasıl deli gibi yavaşladığını, her türlü virüs karşısında nasıl aciz kaldığını bir düşünün) Windows serisinin aksine teknoloji dünyasının en önemli devrimlerinden biri olan “Açık ve Özgür Yazılım” hareketiyle yıllar içinde mükemmelleşen Linux’un üzerine açık kaynak kodla yazıldı, ücretsiz ve oldukça başarılı.

Pardus Türkiye’de Emniyet teşkilatı, Türk Silahlı Kuvvetleri, RTÜK ve eski DPT gibi kurumlar, bir çok üniversite, belediye ve sendikalar tarafından en azından kısmen kullanılıyor. Daha fazla kurumda kullanılması ise “açık kaynak” yazılımın ne olduğunu bilmeyen bürokratların “açık” kelimesinden duydukları  derin ve tarihsel korku nedeniyle mümkün olamıyor henüz.

Açık kaynak ve özgür yazılım falan; bu konulara aşina olmayanlar için bir adım geri gidelim:

Bilişim dünyası temelde iki ayak üzerinde yükselir, donanım ve yazılım. Donanım elinizdeki misal tablet bilgisayarın çipi, transistörü, ekranı… yani bilimum elektronik aksamıdır. Üretimi, tasarımı ve montajını topyekun ve rekabetçi anlamda yapabilmek için çok büyük sermayeler ve kalifiye kadrolar gerekir; evde-garajda becerilecek iş değildir.

Yazılım kısmı pek öyle değildir ama: Yaratıcı, becerikli ve iyi bir fikre sahip birisi evde pijamalarıyla otururken yarının milyar dolarlık web sitesini yaratabilir. Ya da misal Microsoft muydu bir evin garajdına başlatılan? Dünyanın en çok bilinen kelimesi “Google” un iki üniversiteli tarafından kurulduğunu hatırlayalım. Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg’in sitenin kodlarını evinde laptopunun başında, bira içerken yazdığını biliyoruz. Bill Gates 1985’te ilk Windows sürümü olan Windows 1.0’i yazarken elindeki hamburgerin mayonezini gömleğine damlatıyordu belki de.

Windows hikayesinden devam edelim, ne de olsa konumuz bunla doğrudan ilintili.

Bill Gates’in 1985’te ilk ürününü çıkardıktan (sadece 20 yıl sonra (ve esas son 15 senede) dünyanın en büyük servetine -50 milyar dolar mıydı?- sahip olmasının nedeni dünyanın en çok ihtiyaç duyulan şeyini neredeyse bir tekel olarak, tarihin en iyi pazarlama/dayatma sistemlerini kullanarak satıyor olmasıydı: Bilgisayarların karşısında uzay gemisi görmüşe dönen çoğunluğun dertsiz-tasasız-kafasını yormadan kullanabileceği (kaliteli olmasına gerek yoktu nasılsa) basit mi basit bir işletim sistemi.

Tam da bu dönemde çıktı işte “Özgür ve Açık Yazılımlar”. Bunlar dünyanın dört bir yanından ve internet aracılığıyla tanışıp yine safi internet üzerinden beraber çalışan bilgisayar mühendisleri, öğrenciler, akademisyenler, matematikçiler ve bilimum bilişim uzmanıydı. Felsefeleri basitti: Bilgi evrenseldir, kapalı kutular arkasında saklanamaz, tekelci patent uygulamalarıyla kimseden men edilemez.

İşletim sistemleri yazmaya başladılar. Yazdıkları her bir satır kodu açık ve özgürce yayımladıkları için bilgi ve yaratıcılık birike birike çoğaldı. Başlardaki sınırlı işlevli (ya da kullanımı zor, diyelim) işletim sistemleri giderek güçlenmeye, büyümeye, daha bi’ albenili gözükmeye başladı. Kullanımları da giderek kolaylaşıyordu.

Hareketin kendisi de giderek büyüyor, sadece işletim sistemleri değil bir çok ihtiyaç için açık kaynak ve özgür yazılımlar yaratılıyordu. Kamu kurumları, üniversiteler, belediyeler, sivil toplum örgütleri, hatta IBM gibi devasa şirketler! Windows’un kapalı kodlu, pahalı ve kötü sürümleri yerine açık kaynaklı ve ücretsiz bu işletim sistemlerini ve kodlarını internetten indiriyor, ister olduğu gibi kullanıyorlar, isterlerse üzerlerine özel ihtiyaçlarına yönelik eklemeler ya da değişiklikler yaparak yeni bir program yaratıyorlardı.

Bu yapıda ürünlerin kullanımı herkes için serbest ve ücretsiz, ek hizmet (“gel bunu yükle, modifiye et, sunucu kur”, vb.) talep eden şirketlerden kazandıkları parayla etik bir ticari sürdürülebilirliği de sağlıyorlar. Açık ve özgür yazılım hizmetlerinin küresel ekonomik hacimleri 40 milyar dolar civarında, an itibariyle.

İşte bu şenlikli, özgür ve katılımcı yapısıyla Özgür ve Açık Kaynak yazılımlar giderek büyüdü ve şekillendi. Debian, Ubuntu, Open Suse, Fedora gibi onlarca, hatta yüzlerce açık kaynak ve özgür işletim sistemleri şu anda Windows’tan daha iyi bir performansı ve kullanıcı özgürlüğünü ücretsiz olarak sağlıyorlar. Bunları kullandığınızda bilgisayarınızda ne olduğunu biliyor, sisteminizi istediğiniz gibi modifiye edebiliyorsunuz. Bugün Microsoft Office’den daha iyi olan Open Office ya da Libre Office var, misal. Aklı ve/veya haberi olan yavaş ve hantal İnternet Explorer’dan çoktan vazgeçti örneğin, açık kaynak ve özgür Firefox var çünkü misal…

Bunlar birer ufak örnek; profesyonel video ve montaj programından DJ setine, haritacılık programlarından oyunlara, bin türlü bilimsel programdan gündelik hayat düzenleyicilerine on binlerce program açık ve özgür kaynak olarak kullanıma hazır. Üstelik şu anda ticari ürünler kadar iyiler, her geçen gün de gelişiyorlar.

Pardus da işte bu sürecin Türkiye çıktılarından bir tanesi. TÜBİTAK’ın bünyesindeki bir projede Linux tabanlı olarak geliştirilen Pardus için toplamda 8,5 yılda 14 milyon dolar harcanmış. Birazcık olsun vizyon sahibi bürokrat ve politikacıları olsaydı Türkiye’nin, bu bütçe çok daha yüksek olur ve karşılığında Türkiye devasa (ve daha da önemlisi özgürlükçü!) bir bilişim hamlesini gerçekleştirmiş olurdu.

Şimdi sıra Fatih kısmında…

Bir kaç yıldır üzerinde ufaktan da olsa konuşulan Fatih Projesi kamuoyu gündemine de taşınarak başlatıldı. Proje aslında bir kaç farklı etaptan oluşuyor ama esas dikkat çeken kısmı toplamda 17 milyon öğrenciye tablet bilgisayar dağıtılacak olması.

“17 milyon tablet çok büyük bir sayı” diyor Binali Yıldırım. Hakikaten de öyle. Bu rakamı Goldman Sachs’a göre dünyada 2011’de toplam 55 milyon tablet satıldığı, ve satışların 2012’de 80 milyona ulaşmasının tahmin edildiği bilgisiyle birlikte değerlendirdiğinizde özellikle, ortadaki pazarın büyüklüğü çok belirgin.

Bu e-eğitim projesinin gerekliliği ya da doğruluğu hakkında tartışılabilir, ama ortada kesin olan bir şey var: Milli Eğitim Bakanlığı bundan 4-5 sene önce yaptığı inanması güç ve devasa hatayı tekrarlayarak Fatih Projesi’ni Microsoft’un pahalı, kalitesiz, tekel ve kapalı kutu Windows işletim sistemlerine tutsak etmemeli.

Böylesi bir hata, Türkiye’nin yakın tarihindeki en bariz ve tartışmasız devasa hatalar listesine tepeden giriverir, boğaza 3. köprü projesiyle birlikte (ikisinin de aynı bakanlıktan olması tesadüf mü olurdu, bilemiyorum).

Binali Yıldırım Pardus konusunda gelen sorular üzerine “Biz akıllı tahtalarda hem Microsoft’u hem Pardus’u öneriyoruz. Tabletlerde daha yolun başındayız. Tabii
seçenekli olmasında fayda var. Orada kısıtlama yokmuş. İhaleyi alan firma tercihi geçerli olacak. Benim düşünceme göre tabletlerde farklı firmaların olması icap eder. Fakat Milli Eğitim Bakanlığı bunu yaptığı için oradan teyit etmemiz lazım. Ben bunu uyarı olarak kabul ediyorum. Arkadaşlarla bu konuyu da görüşürüz” dedi geçenlerde.

Evet, bu konuyu mutlaka görüşmeli arkadaşlarla. Bir an önce görüşmeli.

Çünkü ortada çok açık bir seçim var: Tekelci, kapalı kutu ve başarısız Windows’un sahibi Microsoft’a 1 milyar dolara yakın para mı harcanacak, yoksa Pardus’a bunun en fazla 10’da biri bütçe ayrılarak başarılı bir ürün elde edilip Türkiye’de bilişim sektörüne de özgürlükçülük ve yaratıcılık, yenilikçilik yönünde devasa bir adım mı attırılacak?

Microsoft devasa indirimler yapsa bile… Seçim yine de Pardus’dan yana olmalı.

Gerçekleşmesi teknik olarak gayet mümkün bir komplo teorisinden de bahsedelim hem. Windows tamamen kapalı bir kutu olduğundan içinde ne olduğunu hiç bir zaman bilemezsiniz. Misal, Microsoft istese bir gizli yazılım koyar Windows’a, “bu tabletleri kullanan çocukların bütün öğrenme süreçlerini, etki-tepki aralıklarını, davranış paternlerini kaydedip benim merkezime gönder” der. Bu program kimsenin ruhu bile duymadan çalışır arkada, Windows da Türkiye’deki tüm öğrencilerden topladığı bilgileri algoritmayla değerlendirip ABD’nin Türkiye’yi nasıl işgal edeceğinin planını sunuverir Pentagon’a.

Komplo teoricilerine armağanım olsun.

Ekonomik gerçeklik de, stratejik düşünme de, siber güvenlik ihtiyacı da, kalite arayışı da aynı cevaba işaret ediyor: Pardus.

Bugünlerde Pardus’un “fişinin çekilebileceği” dedikodusu dolaşıyor ortalıkta. Eğer proje tablet bilgisayarlar için henüz hazır veya yeterince iyi değilse de zaman var, hemen gerekli bütçelendirme yapılıp Fatih’in kıymetlisi Pardus nezdinde tüm açık kaynak ve özgür yazılımlar sahiplenilmeli. Aynı İzmir milletvekili Erdal Aksunger’in de istediği ve anlattığı gibi..

Bütün bunların üzerine Bakan Binali Yıldırım’dan en kısa zamanda şöyle bi’ açıklama istemek lazım: “Pardus’u büyüterek devam ettiriyoruz, Fatih Projesi’nin tamamında da Pardus başta olmak üzere açık kaynak kodlu özgür yazılımları kullanacağız.”

Hatta şunu da istemek lazım, evet!: “Kamu kurum ve kuruluşlarına da bir genelde yollayarak açık kaynak ve özgür yazılım Pardus’u kullanmaya başlamalarını önereceğiz. Pardus’ta kalifiye eleman istihdam edip, teknik destek de vereceğiz. Böylece her yıl Microsoft’a ödediğimiz yüz milyonlarda dolar lisans parasının onda birine özgür, kaliteli, güvenli, güçlü ve tam olarak bizim ihtiyaçlarımıza karşılık verecek şekilde tasarlanmış bir işletim sistemini kullanacağız.”

Bilişim çok önemli, giderek de artıyor hayatımızdaki yeri. Şimdi biz bilişimi eğitim-öğretim sisteminin tam kalbine yerleştirmekten bahsediyoruz. Bu noktada yapılacak seçim çok ama çok önemli.

Açık kaynak ve özgür Pardus’u desteklemek sadece maliyet hesapları için değil, ama aynı zamanda demokrasi, katılımcılık, şenlikli bir gelişim ve bilginin adilce/muhabbetle paylaşılması için çok önemli.

Not: Dünyada öğrencilerine tablet bilgisayar dağıtan tek ülke Türkiye değil, bu arada. Hindistan’da devlet teşviğiyle İngiliz firması DataWind tarafından geliştirilen ve üretimi Hintli firma Quad tarafından Hindistan’da yapılan Aakash’ın ilk aşamada 100.000 öğrenciye dağıtılması planlanıyor. Aakash’ın birim üretim maliyeti (devlet tarafından sübvanse edilmezse) 47 $ olarak hesaplandı, devlete 50 $’a satılacak. Ekim 2011’de tanıtılan Aakash’ın ardından Nisan 2012’de de Aakash 2’nin hazır olması bekleniyor. Ve evet, doğru tahmin ettiniz: Aakash da açık kaynak ve LİNUX tabanlı Google Android kullanıyor.

You may also like

Comments

Comments are closed.