Evet, yapabiliriz!

Anayasa değişikliğine dair görüşmelerin TBMM Anayasa Komisyonunda tüm hızıyla devam ettiğini gazetelerden okuyoruz. Muhalefetin söz hakkı kısıtlanarak,  Meclisin tüm teamülleri yok sayılarak değişiklik paketinin bir an önce TBMM Genel Kuruluna getirileceğini, ardından da 12 Eylül cuntası günlerini aratacak bir propaganda sürecinin sonunda yapılacak referandumla sonuçlandırılacağını sonunu bildiğimiz bir film izler gibi çaresizce kabullenmemizi istiyorlar.

Maruz kaldığımız durum tam anlamıyla bir  psikolojik harp senaryosu. Yenilgiyi peşinen ve sessizce kabul etmemizi sağlamaya çalışıyorlar.

Bu paketin içeriğini bilmeden ve tartışmadan, hazırlanma sürecine göstermelik de olsa katılmadan oluşacak yeni duruma rıza göstermemizi bekliyorlar.

Bir olup bitti ile karşı karşıyayız, sanki itiraz etme hakkımız yokmuş, kapalı kapılar arkasında hazırlanan değişiklik paketine rıza göstermekten başka bir seçeneğimiz yokmuş gibi düşünmemizi istiyorlar.

Bizi azınlık olduğumuza, çoğunluğun iradesine boyun eğmekten başka yolumuzun olmadığına her fırsatta, bazen incelikle ve gerekirse baskılarla inandırmaya çalışıyorlar.

Kabul ettirilmeye çalışılan yeni anayasa değişikliği paketinin ne denli demokrasiden uzak olduğunu, demokratik kazanımlarımızı ortadan kaldıracak tuzaklar barındırdığını demokrasiyle ilişkisini koparmamış her zihniyetten hukukçu defalarca dile getirmeye çalışıyor. Bu konuda neredeyse söylenecek her söz söylendi ve her fırsatta söylenmeye devam edilecek.

Bu anayasa değişikliği paketine itiraz etmek için ilk ve en temel adımı yenilmişlik önkabulüne karşı çıkarak atabiliriz.

Bize psikolojik harp taktikleriyle kabul ettirilmeye çalışılanın aksine  her şey olup bitmiş değil, hatta henüz mücadele başlamış bile değil. Demokrasiyi hala önemseyen kitleler bu yenilmişlik duygusundan, muktedirlerin isteği dışında bir alternatif olmadığı yanılgısından bir an önce sıyrılıp seslerini duyulur kılmanın yollarını aramaya çıkmalılar.

Oldu bitti peşinde koşanların en korktukları şey insanların anlatılan bu hikayeye inanmadıklarını görmeleri olacaktır.

Anayasa değişikliğiyle sistemi tek kişinin keyfine bırakacak şekilde demokrasi kanallarını sonuna kadar tıkamaya çalışanlara verilecek en iyi cevap ne kadar sınırlı olursa olsun mevcut demokrasi kanallarını sonuna kadar kullanmak olacaktır. Oyunlarını ancak elimizdeki tüm demokratik enstrümanları alabildiğince kullanarak, sadece bu yolla bozabiliriz.

Geçmişte de bunun bir çok örneğini gördük, yaşadık. Nasıl 2003’te Irak krizi sırasında NATO güçleri topraklarımızda konuşlanmışken 1 Mart tezkeresinin Mecliste geri çevrilmesini sağlayıp savaş lobisinin hevesini kuşağında bıraktıysak, bu sefer de vicdanlara  ve akıllara seslenerek belki Mecliste, olmazsa sandıklarda hiç ummadıkları bir sonuç elde edebiliriz. O zaman Türkiye’yi sonu belirsiz bir maceraya girmekten ala koymuştuk, şimdi de sonucu az çok belli olan bir felaketi engellemek mümkün.

Hiç de sandıkları kadar azınlık olmadığımızı, 150 yıllık demokrasi mücadelesinin boş yere yapılmadığını, evrensel demokratik standartları hak ettiğimizi ve irademizi tek adamların keyfine bırakmaya niyetli olmadığımızı gösterebiliriz.

Gezi direnişinin sonlarına doğru eli sopalı, satırlı bindirilmiş kıtalar arkadaşlarımıza karanlık sokaklarda saldırmaya başladıklarında genç bir arkadaşımın attığı tweet mesajı galiba bugün de durumumuza çok uyuyor: “bizi dövemezsiniz demedik, bizi yenemezsiniz diyoruz”

Bugün de o tweet’i sık sık hatırlamamız ve birbirimize hatırlatmamız gerek: Bizim sesimizi kısmaya çalışabilirsiniz, göz altılarla, tutuklamalarla korkutabilirsiniz, elinizde tuttuğunuz propaganda araçlarıyla ahlaksızca linç edebilirsiniz ama bizi yenemeyeceksiniz!

Yaratmaya çalışılan korku ve yılgınlık iklimi bizim fıtratımıza uygun değil.

Çünkü bizler henüz güzel günler, güneşli günler göreceğimize dair inancımızı yitirmedik, yitirmeye de niyetimiz yok.

 

Mahmut Boynudelik

Mahmut Boynudelik
Mahmut Boynudelik
1957 doğumlu ve YG ekibinin şimdilik yaşça en tecrübelisi, kimsenin bilmediği bağzı eski kelimeleri kullanır. 6 Ağustos 2012’de kırk yılın başında Yeşil Gazete için yazdığı köşe yazısı vasıtasıyla Noam Chomsky, James Hansen ve Bill Mc Kibben ile köşe komşusu olması nedeniyle yerli yersiz övünür. Aslen Yeşil Gazete esenler muhabiridir; yani estikçe yazar. Bazen okur yazar, bazen yazar okumaz, bazen okumadan yazar, bazen okur yazmaz, bazen ne yazar, ne okur. Okumadığı ve yazmadığı zamanlarda Kazdağları ve İstanbul arasında tembellik hakkı aktivistliği yapar. Ha, bir de YG dış köşe ve yorum editörüdür, yorum yazıları göndermeyi düşünüyorsanız iyi geçinmenizde fayda var. Rumuzu: MB

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Şirketlerin toplumsal sorumluluğu

Türk şirketleri kurumsal sosyal sorumluluk ve sürdürülebilirlik uygulamalarında batılı benzerleri kadar başarılı değil. Ancak bu sadece şirketlerden kaynaklanmıyor, 'öngörülemezlik ortamı' ve toplumsal baskının eksikliği de bunda etkili. 

‘Qou vadis-2’: Ülke nüfusu

Geleceği ile ilgili derin kaygılar duymakta olan nüfus kesimlerinin, Türkiye’nin her yerinde giderek artmakta olduğu bir ortamdayız. Ne kent nüfusu kentte kalabilecek uzun erimli bir gelecek görüyor, ne de kır nüfusu kırda kalabilecek bir durum algılıyor.

[Bir şarkının hikayesi] San Francisco/ Scott McKenzie

Scott McKenzie’nin Hippi kültürünü konu alan 'San Francisco (Saçınıza Çiçek Taktığınızdan Emin Olun)' şarkısı, Beatles’ın 'All You Need is Love'ı ile beraber, 'Summer of Love'ın belirleyici şarkılarından biri olarak kabul edilir.

Yandı Çukurova yandı

Türkiye’de tarımın geldiği yer içler acısı. Ülkenin dört bir yanındaki çiftçiler isyan halinde. Diğer taraftan en fazla artış gıda fiyatlarında. Dikkate alınması gereken ciddi bir dengesizlik var.

[Çocuklar için Yeşil Kitaplar] Bir güvercini sevmekle başlayacak her şey

Maalesef sorun yarattığı var sayılanlara karşı empati yoksunu, sadece kendi refahını gözeten adaletsiz çözümler üretmek yalnızca 'Güvercin Kakası' kitabındaki kasaba halkına mahsus değil. Katliam Yasası'nı unutmadınız değil mi?

EN ÇOK OKUNANLAR