Deprem ve nükleer yalanlar

Japonya’da gerçekleşen deprem insanın tabiat karşısında bazen ne kadar aciz kalabildiğini gösterdi. Ancak, felaket sırasında insanın sadece tabiat karşısında değil, nükleer lobisi karşısında da ne kadar aciz kaldığını gördük. Nükleer lobisinin bütün kabiliyetinin yalan üretme ve yayma gücüne bağlı olduğunu bir kez daha gördük.

Japonya’da gerçekleşen deprem ve ardından gelen tsunami görüntüleri tüm aksine iddialarına rağmen insanın tabiat karşısında bazen ne kadar aciz kalabildiğini gösterdi.

Bu felaket sırasında insanın sadece tabiat karşısında değil, nükleer lobisi karşısında da ne kadar aciz kaldığını gördük. Nükleer lobisinin bütün kabiliyetinin yalan üretme ve yayma gücüne bağlı olduğunu bir kez daha gördük.

11 Mart sabahı insanlar haberini duydukları depremle ilgili ayrıntıları öğrenmek üzere televizyonlarına yöneldiklerinde ekranlarda bir takım uzmanlarla karşılaştılar. Uzmanlar nükleer teknolojinin aslında ne kadar gelişmiş olduğunu anlatıp, endişe edecek bir şey olmadığına bizi ikna etmeye çabalıyorlardı. Bir takım teknik sözcük, anlamsız sayılar ve karmaşık ifadeler sonucunda kendilerine inanmamızı ve gönül rahatlığıyla işimize gücümüze dönmemizi öneriyorlardı. Gözümüzün içine baka baka yalan söylüyorlardı.

Ardından Japonya Başbakanının nükleer santrallerin emniyeti konusunda verdiği güvence tecrübeli nükleer karşıtlarının şüphelerini artırmaya yetti. Çünkü uzmanların ve yöneticilerin nükleer kazalar konusunda sabıkaları kalın bir dosya oluşturuyor. Nükleer felaket tehdidini geçmişte de birçok kez yaşayan Japonya’dan A.B.D.’ye, Fransa’dan Rusya’ya kadar nükleer uzmanları ve yöneticiler, kazalar duyulduğunda aynı soğuk ve tepeden ifadelerle kamuoyunun önüne çıkıp gerçekleri gizlemeye çalıştılar.

Türkiye’de insanlar zamanın Enerji Bakanı Cahit Aral’ın Çernobil kazasından sonra radyasyona maruz kalmış çayları içip halkı sükûnete davet ederkenki görüntüsünü hatırlarlar. Çernobil kazası olaydan günler sonra İsveçliler tarafından dünyaya duyurulmuştu. Eğer İsveçliler haber vermeseydi Sovyet yetkililer bu felaketi ne zaman resmen duyururdu bilemeyiz. İngiltere Windscale nükleer tesislerindeki 1957 yılında oluşan nükleer sızıntı İngiliz yetkililerce, aradan 19 yıl sonra 1976 yılında resmen kabul edildi. Rusya’da 1956 yılında gerçekleşen Çelyabinsk nükleer reaktör kazası ise ancak Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra kabul edildi. İşin bir başka yönü ise Rusya’daki kazanın Amerikalılar tarafından öğrenilmesine rağmen nükleer teknoloji araştırmalarına ve nükleer endüstrisine zarar verebileceği kaygısıyla kamuoyundan gizlenmiş olması. Sınırımızın hemen dibindeki Metzamor nükleer santralinde geçtiğimiz aylarda gerçekte ne olup bittiğini ise bir türlü öğrenemedik.

Nükleer endüstrisi varlığını yıllardır kurguladığı yalanlar üzerinden sürdürüyor. Nükleer lobiyi oluşturan teknoloji hayranı ana akım medya ve uzmanlar ittifakı kamuoyunu nükleer teknolojiyi en rasyonel, en temiz, en ucuz, alternatif olarak pazarlamaya, kamuyounu nükleerin güvenilirliği konusunda ikna etmeye çalışıyor.

Oysa nükleer enerji en kirletici, en riskli ve en pahalı enerjidir. Nükleer enerji ne enerji sorununun, ne de başka bir sorunun çözümüdür. Nükleer enerji merakı tüm diğer sakıncalarının yanı sıra sürdürülebilir bir geleceğin gereği olan temiz enerjiye dayalı, enerjinin az ve verimli kullanımına dayanan politikaların önünü tıkamaktadır.

Enerji sorununun, iklim değişikliğinin ve ekonomik sorunların çözümü temiz enerjiyle, enerjinin daha az ve verimli tüketilmesiyle ve bir bütün olarak ekolojik politikalarla mümkündür. Oysa nükleer enerji merakı Türkiye’yi çağdışı bir enerji politikasına mahkûm etmektedir. Çözüm nükleer değil, yenilenebilir enerji ve enerji verimliliğidir.

Çernobil felaketi nükleer teknoloji tarihindeki ne ilk ve maalesef ne de sonuncu kazadır.

Buna rağmen nükleer lobileri yalanlarını bilimsel bir iddia gibi öne sürmeye devam etmekteler. Bütün insanlık nefesini tutmuş Japonya’daki Fukuşima nükleer santralindeki gelişmeleri ve evlerinden tahliye edilen binlerce insanı kaygıyla izlerken Türkiye Nükleer Teknoloji Platformu web sitesinde şöyle bir bilgi yer almaya devam ediyor.

“ Nükleer santraller güvenli mi ? “

“ Nükleer santraller güvenli değildirler, şeklinde yanlış bir inanç vardır. Günümüzde nükleer santral kazaları da tümüyle gündemden kalkmışlardır”

Mahmut Boynudelik
Mahmut Boynudelik
1957 doğumlu ve YG ekibinin şimdilik yaşça en tecrübelisi, kimsenin bilmediği bağzı eski kelimeleri kullanır. 6 Ağustos 2012’de kırk yılın başında Yeşil Gazete için yazdığı köşe yazısı vasıtasıyla Noam Chomsky, James Hansen ve Bill Mc Kibben ile köşe komşusu olması nedeniyle yerli yersiz övünür. Aslen Yeşil Gazete esenler muhabiridir; yani estikçe yazar. Bazen okur yazar, bazen yazar okumaz, bazen okumadan yazar, bazen okur yazmaz, bazen ne yazar, ne okur. Okumadığı ve yazmadığı zamanlarda Kazdağları ve İstanbul arasında tembellik hakkı aktivistliği yapar. Ha, bir de YG dış köşe ve yorum editörüdür, yorum yazıları göndermeyi düşünüyorsanız iyi geçinmenizde fayda var. Rumuzu: MB

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Kardan Kadın da Roma Bostanı’nda

İstanbul’da kar yağınca hayat yavaşlar. Okullar tatil olur, araçlar...

ABD’de seçimi izlemek: Korkuların cisimleştiği gece – Göktuğ Taner

Bizim evin geleni gideni bitmez, sağolsunlar. Amerika’daki seçim gecesi...

Bir “teferruat” hikayesi değil: Kaz Dağları, Termik, Baraj, HES!

Çanakkale’nin Yenice ilçesi geçtiğimiz günlerde siyanürle altın arama izni...

İklim Forumu ilk gününden izlenimler – Didem Usluca

Bundan bir yıl önce çalışmalarına başlayan #IklimIcin Hareketinin düzenlediği...

“G 20 Krizler ve Alternatifler” toplantısı ile benim krizim – Fatoş Çırnaz

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisinin Yeşil Sol buluşma G2O...

EN ÇOK OKUNANLAR