Böyle bir ‘zemin’de 12 Eylül – Erol Katırcıoğlu

Bir öneriye “hayır!” demek “evet!” demek kadar kolaydır. Dersiniz olur biter. Eğer üstelik bu sözü samimiyetle söylemişseniz her ikisi de iç rahatlığı verir. Tavrınızı koymuş, pozisyonunuzu almışsınızdır. “Gerisini diğerleri düşünsün” der gibisinizdir. Rahat ve fütursuz!

Ama galiba asıl zor olan, “Hayır!”ın içine “Evet!” diyenleri ya da “Evet!”in içine “Hayır!” diyenleri de katabilmek, onları da ikna etmeye, onları da yanınıza almaya çalışmak. Zor olan bu.

Biz toplum olarak oldum olası ya evet ya da hayır diyen bir toplumuz. Ya bir şeyi benimsiyor ya da ona karşı çıkıyoruz. Benimsediğimiz konuların eksikliklerini göstermeye çalışmak ve onların düzeltilmesini talep etmek bizim davranış biçimlerimiz içinde pek yok. O nedenle de hep “Tek yol”larla“Kahrolsun”larla yürüyoruz. Ya tümden karşı çıkıyor ya da hiç sorgulamadan tümden kabul ediyoruz. Sanki toplumca davranış kalıbımız bu.

Dün 12 Eylül davasına gösterilen ilgiye bakınca bunları düşündüm. Bilindiği gibi bu davaya sol ve demokrat kesimler arasında “komik” diyen, “tiyatro” diyen, hatta bu davayla “12 Eylül”ün meşrulaştırılacağını” ileri sürenlerle; “sembolik” olacak olsa bile 12 Eylül’ün generallerinin mahkemeye getirilmeleri önemlidir diyenler arasında bir zamandan beri bir tür ayrışma yaşanmaktaydı. Ama dün her iki kesimden de insanların yan yana olduklarını gördük. Birlikte değillerdi ama yan yanaydılar.

Bu itişmenin sol ve demokrat kesimler arasındaki filizlenişi ise 12 Eylül Referandumu ile başlamıştı. Bu kesim içinde bir kısım insan referandumda “AKP zihniyetine hayır, referandumda evet!”, bir kısım insan da “Yetmez ama evet!” derken diğer bir kısmı da ya “boykot” ya da “hayır” demeyi seçmişti.

Bu yarılma sol ve demokrat çevrelerde yeni değildi kuşkusuz ama özellikle geçmişin tartışmalarından habersiz genç kuşaklar arasında yeni ayrılış tohumları ektiğini de unutmamak gerek. Referandumda alınan sonuçta hangi grupların daha etkili olduğu gibi bir meseleyi tartışmak anlamlı değil.

Ama bu vesileyle tekrar altını çizmekte yarar var ki her şeye hayır diyen bir pozisyon her şeye evet diyen bir pozisyon gibidir. Değil mi ki referandumu AKP hükümeti getirdi o zaman mubah değildir bakışı, mademki referandumu bizim parti AKP getirdi o zaman desteklemeliyiz bakışından çok farklı değil. Oysa farklı olabilseydi belki şu anda eleştirilen yalnızca Kenan Evren/ Tahsin Şahinkaya davası değil belki de gerçek bir 12 Eylül hesaplaşması söz konusu olabilirdi.

Mithat Sancar’ın dünkü yazısı bu davayla ilgili önemli bir saptamayı içeriyordu. Arjantin örneğinden giderek Sancar, “Evren/ Şahinkaya davasını 12 Eylül’ün yargılandığı bir davaya dönüştürmek için, Arjantin’deki gibi bir siyasal çerçeveye ve zemine ihtiyaç var”diyordu. Bu “siyasal çerçeve” ve “zemin” olmadıkça 12 Eylül’le de olması gerektiği gibi hesaplaşmak mümkün olmayacak demek istiyordu.

Doğrusu bu konunun öncesi ve sonrasındaki tartışmalara baktığımızda görülen, sol ve demokrat kesimler arasında böyle bir “çerçeve” ve “zemin” yaratmak ihtiyacının büyüklüğü kadar bunun yaratılmasının da neredeyse imkânsız olduğu…

12 Eylül darbesinin zorluklarını beraber yaşamış olan bir kuşağın 12 Eylül’ün, sembolik de olsa planlayıcı ve emirleri veren iki kişisinin yargılanması konusunda bile anlaşamıyor oluşu sanırım siyasibir olaydan çok sosyolojik bir olay.

O nedenle de dün meydandaki sol ve demokrat kesimlerden gelen yüzlerce kişinin onlarca farklı bayrak

altında toplanmış olduğuna bakarak sevinç mi duymalıydım yoksa hüzün mü karar veremedim.

Erol Katırcıoğlu – Taraf

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR