Yeşeriyorum

Rengahenk bir Gökyokuş

0

Gökova Pedallarımın Altında’nın dördüncüsünü anlatıyorduk geçen hafta. Köşenin sınırları bizi ancak Bodrum’a kadar getirebilmişti.

Kaldığımız yerden devam edelim.

Biliyorsunuz Bodrum’a Halikarnas Balıkçısı’na selam vererek girmiştik. Ertesi sabah ayrılırken Zeki Müren’le vedalaştık, gönül penceresinden ansızın bakıp geçtik.

Datça’ya gitmek üzere, bisikletlerimizi ve yorgun gövdelerimizi feribota yükledik.

(Bu feribot yolculuğunu yapanların anıları genellikle pek hoş değildir. Ceviz gibi sallanmaktan ve konfor sorunlarından bahsederler sık sık. Bizim böyle sorunlarımız olmadı. O kadar bisiklete bindikten sonra seleden başka her yer insana çok rahat geliyor.)

Öğleye doğru Datça’ya vardık. Öğle yemeğinin ardından eski Datça’ya Can Baba’ya, gitmek üzere yola koyulduk.

‘Canevi’ne gitmeden önce bir otelcilik meslek lisesinde ağırlandık. Öğrenci arkadaşlarla ayaküstü muhabbet ettik. Bu kadar yolu bisikletle geldiğimiz için suratlarında yoruma açık bir tebessüm vardı.

Okuldan ayrıldık… ‘Rengahenk’ bir ‘Gökyokuş’u tırmanıp eski Datça’ya vardık.

(İş Bankası Can Yücel’in toplu eserlerini yeniden yayımlıyor. Rengahenk ve Gökyokuş da onların arasında.)

Can Baba’nın varlığı eski Datça’ya o kadar sinmiş ki, mandalinalar, üzümler bile ‘yeşilmişik kokuyordu.

Genç insanların Can Yücel’e besledikleri muhabbete sevinmemek elde değil; Lakin birçoğu onu güzel içen, güzel küfreden bir şirin baba gibi algılıyor.

Şirin Baba’nın Can Yücel ile olan akrabalığına itiraz etmem elbette. Ama şu meşum şehir efsanesine itirazım bakidir. Yanımdaki çocuk, arkadaşına heyecanla anlatıyordu: “Duygu Asena ‘Nâzım Hikmet kartpostal şairidir’ deyince, Can Baba: ‘Kart sensin, postal da sana girsin’ dedi, gözlerimle gördüm…”

Metin Üstündağ yıllarca bunun böyle olmadığını, Can Yücel’in o lafı Duygu Asena’ya söylemediğini anlatmak için yırtındı durdu. Hatta Digital Age dergisinin ekim sayısında kendisiyle yapılmış bir söyleşide yine aynı konudan söz etti: “Bir başka örnek Duygu Asena’ydı bence, belki o yüzden kanser oldu… Can Yücel’in bütün anma toplantılarına gelirdi Duygu Asena. Rahmetli onu her yerde açıklamak zorunda kaldı.


Can Yücel onu Ece Ayhan’a söyledi. İki büyük şair, onlar da öyle sevişirlerdi…

Bilir misiniz Ece Ayhan’da Datça doğumludur ve Bisiklet Manifestosu’nun iki maddesi ilhamını bu iki koca şairden almıştır. (Şarabi Eşkıya ve Mor Külhani.)

Can Baba’yla vedalaştıktan sonra, Aktur Kamping’e gitmek üzere yola koyulduk. Aktur akşamında, seyyah olmuş şu âlemi gezen dostların bisiklet videolarını ve slaytlarını izledik. İmrendik.

Aktur’dan sonraki rotamız Marmaris’ti.

“Marmaris’e kadar gitmişken Kenan Evren’i de mi ziyaret etsek?” diye geyik çevirdik. Yeni nesillerin onu kötü resimler yapan bir amca zannettiği söylenir. Allahtan bizim grup paşayı gayet yakından tanıyordu.

(Kenan Evren’i daha iyi tanımak için bir film oynuyor sinemalarda. Oğlunuz Erdal yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren’in hikâyesi. Hani Nazi subayı, Guernica’yı gösterip Picasso’ya “bunu siz mi yaptınız” diye sormuş, üstad: “hayır siz yaptınız” diye cevaplamış ya; Kenan Evren’e verilecek cevap aynıdır.)

Marmaris bizim için GPA’nın son durağıydı. Ertesi sabah 175 yoldaşla vedalaşıp yola koyulduk ve akşam saatlerinde İstanbul’un kaosuna düştük.

GPA’nın nesini sevmezsiniz diye sorulsa cevabımız hazır: İstanbul’a dönüşünü.

(Bu cümleyi bir İstanbul aşığının yazdığını hatırlatırım.)

Çok keyifli bir hafta geçirdim. Ne Londra konferansı, ne doping bombası… Hiçbiriyle ilgilenmedim. Ruhuma detoks yaptım..

Emeği geçen herkese müteşekkirim.

Yazıyı Can Yücel’in kızı Su’ya yazdığı dizeyle bitirmek istiyorum: “Şiir getirenlerin çok olsun çocuğum…”

Şiir getirenleriniz çok olsun…

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.