Köşe Yazıları

Ben bu devrimleri hiç sevemedim

0
Berlin duvarının yıkılışından sonra doğu bloğunda başlayan sokak hareketlerinin her ülke için farklı sonuçları oldu. Kimilerinde iktidar sahipleriyle birlikte ülkelerin düzeni de değişti, kimilerinde ise iktidar sahipleri aynı kalırken sadece ekonomik  düzenleri değişti. Bir sürü iç ve dış dinamikle şekillenen bu süreçlerle ilgili genellemeler yapmak oldukça güç olmakla birlikte ne Yugoslavya’da devrim oldu, ne Arnavutluk’ta ne Ukrayna’da ne de Gürcistan’da… Daha çok dış dinamiklerin yani uluslar arası ilişkilerin hâkim olduğu bu süreçlerde ne yazık ki sokak hareketleri iktidarı tanımlayan etkin güç olmayı başaramadılar.

Doğu Almanya, Çekoslovakya, Macaristan ve Bulgaristan örneklerinde olduğu gibi bazı ülkeler yaşadıkları sancılı süreçlere rağmen nihai hedef olan batı bloğuyla bütünleşme süreçlerinde daha başarılı oldular. Coğrafi konumları muhalefetin örgütlenme geleneği, sosyal kültürel ve tarihsel birikim, kuşkusuz ekonomik alt yapı kadar,  bu süreçlerin oluşumunda etkili oldu.

Anlaşıldığı kadarıyla Mısır ve Tunus’ta yaşananları da bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Nihai hedef ya da en iyi senaryo her iki ülkede de batı tipi bir demokrasinin kurulması… Her iki ülkenin de askeri bürokratik bir zümreye yaslanan yıpranmış birer diktatörü var. İslami hareketlerin eski etkinliklerini yitirip, evcilleşmiş olanlarını saymazsak muhalefet neredeyse hiç yok. Sokağa çıkıp iktidar sahiplerini titreten ateşleri yakanlarının devrimci olduğuna hiç kuşku yok da, ne yazık ki sokakta başlayan devrim her iki ülkede de askeri bürokrasi ve dış etkenlerin himmetine muhtaç. Bundan sonra olacakların da devrim değil saray entrikalarından ibaret olması pek muhtemel. Son yirmi yıllık zaman diliminde bu tip diktatörlüklerin yıkılışına onlarca kez şahitlik ettik. Kimi ülkelerde batı tipi demokrasiler kurulurken kimilerinde kostüm değiştiren ”tıpkısının aynısı” diktatörler gülümseyerek geri döndüler.

Mısır ve Tunus’taki sokak hareketlerinin bu güne kadar elde ettiği en önemli kazanım da eskimiş diktatörlerin kovulması ki bunu sevinçle karşılamamak mümkün değil! Ancak tek kazanımı yeni diktatörü seçme hakkını elde etmekten ibaret olan sokak hareketlerini devrim olarak nitelemeye benim içim elvermez. Dahası var ki insan doğasını hesaba katıp dönüştürmeyen siyasal ve ekonomik düzen değişikliklerini topyekun olsalar bile devrim olarak tanımlamak olanaklı değil…Kaldı ki tarih bize insan doğasını dönüştüremeyen devrimlerin dolapçı beygiri gibi dönüp dolaşıp aynı yere geldiklerini onlarca kez öğretti. Ayrıca da Marks söyle demişti diye konuşmayı seven eski kitap kurtlarını da bir sürprizim var, dış etkenlerin değişmesiyle boya küpüne batırıp çıkarır gibi insan doğasının değişmediğini eskiden de biliyorduk ama artık tartışmıyoruz bile…

İktidarlar değişiyormuş, siyasal düzenler yıkılmış, ekonomik sistem alt üst olmuş bana ne! Siz bunlara devrim diyorsanız ben demiyorum. Devrim her türden düş kırıklığıyla birlikte, sevinç, aşk, nefret, biraz şiir ve yüzeysellikten oluşan bir şeydir.Yaşamımızın gidişatını değiştirme arzusuyla beslenir, çok sevilir, yaşama sevinci gibidir hem çok büyük, bir o kadar da küçücüktür. Peşinde koşanlar için her şey günlük yaşamın ayrıntılarında gizlidir. Hamasi siyasetin, sıkıcı ekonomi kuramlarının içinde aranılan şey devrimse beni hiç ilgilendirmediğini söylemeden edemeyeceğim.

You may also like

Comments

Comments are closed.