Köşe Yazıları

Belki bir gün 28 Mart da yargılanır

0

Henüz saat 10.00 bile değil. Zaten ilk haberlerin dün saat 19.30 olmasına bakarsak, çok saatle de bağlantılı bir durum değil Türkiye’de yaşananlar. Dün akşam 19.30’dan beri ülkede bir sıkıyönetim var ve bunun haberleri alınamıyor. İki ayrı skandal, iki ayrı baskı yöntemi uygulanıyor. Devletin sert baskısı ve medyanın görünmez baskısı. Neden oluyor bunlar? Çünkü KESK ve Eğitim-Sen Ankara’ya yürüyor. KESK’liler sendika yasasına ve eğitimi kesintili hale getirmek isteyen yasaya karşı seslerini Ankara’da çıkarmak istiyorlar. İçişleri Bakanı ise bunu istemiyor. Anayasa’nın 34. maddesine rağmen engellenecek diyor ve tabii ki her demokratik ülkede olduğu gibi (Mısır, Rusya vb.) Türkiye’de de yetkili bir kişi bunu istemiyorsa, o yürüyüş engelleniyor.

Bugün Ankara’da, evinizden çıkıp şöyle bir merkezi dolaşmaya kalktığınızda hiçbir şey göremezsiniz. Çünkü tüm yollar polis otobüsleri, polis minibüsleri, polis panzerleri ve yine polislerin kullandığı Toplumsal Olaylara Müdahale Araçları’yla (TOMA) kaplı. Meclis’in çevresi, Kızılay, ara yollar… O kadar ki, Ankara gibi, arada bir sokakları savaş araçlarıyla işgal edilen bir kent için, yani bu tip olaylara teçhizat olarak hazırlıklı bir kent için bile eldeki araçlar yetmemiş olacak ki, içi polis dolu sivil minibüsler de yollarda. Bunun yanında gelen haberler, durumun tüm Türkiye’de pek de farklı olmadığını gösteriyor. Ankara’ya uzaklık durumuna göre her şehirden polis engellemesi, otobüslerin durdurulması, sudan sebeplerle cezalar kesilmesi haberleri sırayla geliyor. Bir de tabii ki Ankara’nın girişlerinde alınan önlemler var.

Şimdi düşünelim. Meclis’in içerisinde 4+4+4 teklifi ve yeni sendikal düzenlemeler teklifi görüşülüyor. Fakat dışarıda şehir ve meclis bu iki teklif protesto edilmesin, bu tekliflere karşı çıkılmasın diye kuşatılıyorsa; o teklifler Meclis’ten silahların ve cezaevlerinin gölgesinde geçiyor, geçmiş demektir.  Ankara’da bugün olan durum budur. Yaşanan budur. Meclis’in hemen karşısında yüzlerce polis, TOMA’lar, panzerler var. Amaçları Meclis’te görüşülen ve kimilerinin evet, kimilerinin hayır oyu vereceği yasalara hayır oyu verilmesini isteyenleri durdurmak. Darbe dönemimi bu? Demokrasi mi bu? Sıkıyönetim mi bu? Şehirlerin çıkışları, başkentin girişleri ve her yeri kuşatma altındayken kabul edilen teklifler hangi demokrasi kuralına uygun?

4 Nisan’da 12 Eylül’ü yapan beş kişiden hayatta kalan ikisinin yargılanması başlayacak. Sembolik ama önemli bir adım. Aynı Samsun’da yapılan 12 Eylül işkenceleri için Samsun Cumhuriyet Başsavcılığı’nın zamanaşımı kararı vermesi gibi… Ve aynı 28 Mart 2012 gibi… Bir kelimeyle tüm Türkiye’nin sehayat özgürlüğünün kısıtlanabileceğini, yürüyüşlerin keyfi bir şekilde engellenebileceğini, Meclis’in çevresinin panzerlerle sarılıp içeridekilere ve dışarıdakilere ince mesajlar verilebileceğini gördüğümüz 28 Mart 2012 gibi. Sembolleri yargılayıp demokratikleştik diyenler, belki bir gün 28 Mart 2012’de Türkiye’nin büyük bir hapishane olmasını da adalet önüne getirirler. 12 Eylül’den çok da kopuk değil çünkü bugün yaşadıklarımız. Görüntülere göre, Türkiye darbeyi yargılayan değil, darbeyi yaşayan bir ülke.

Yeşil Gazete yazıları ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net

You may also like

Comments

Comments are closed.