Hafta SonuKöşe YazılarıKültür-SanatManşetYazarlar

Arkadaş’ın izinde: Ulaş Tosun’la ‘Merhaba Canım’ın perde arkası

0

Yönetmen Ulaş Tosun’un çektiği “Merhaba Canım” belgeseli üç yılı aşkın bir çalışmanın sonunda izleyiciyle buluştu. Şair Arkadaş Z. Özger üzerine uzun yıllar süren bir araştırma ve çok sayıda tanıklıktan yola çıkarak hazırlanan film, bugüne kadar karanlıkta kalmış bir hayatın izlerini sürüyor.

Hem Türkiye’deki arşiv geleneğinin zayıflığı hem de eşcinsellik söz konusu olduğundaki otosansür nedeniyle, yaklaşık 40 sene önce 25 yaşında hayatını kaybeden bir insan üzerine kişisel arşivlerden ve tanıklıklardan yola çıkan bir belgesel hazırlamak çok meşakkatli bir iş. Ulaş Tosun ve ekibi, bu anlamda çok başarılı bir işe imza atmışlar.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın ve Yayın Yüksek Okulu’ndan mezun olan Özger, TRT‘nin Ankara bürolarında çalıştı; Dost, Forum, Kent 16, Papirüs, Ulus, Yordam gibi mecralarda şiirleri yayımlandı. Kendine seçtiği ve kullandığı isimler kadar eşcinselliği ve ölümü üzerine de farklı şeyler söylendi, yazıldı. 1973 senesinde geçirdiği beyin kanamasının, 24 Ocak 1971’deki Siyasal Bilgiler Fakültesi Yurdu’na yapılan polis baskınında kafasına aldığı darbelerden kaynaklandığı da bunlardan biriydi. İlk kitabına vermek istediği “Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası” ismi ölümünden sonra, belgeselde de izlediğimiz üzere kitabı yayımlayan arkadaşları tarafından saygı görmedi ve “Sevdadır” adıyla basılan kitap ancak 2014’te bu isimle yayımlanabildi.

Başka bir suret biçme çabaları

Arkadaş Z. Özger‘in filmle aynı ismi taşıyan şiirinin son dizelerini hatırlatıp sözü “Merhaba Canım” filminin yönetmeni Ulaş Tosun’a bırakalım.

 “…ve bir gün hiç anlamıyacaksınız/ güneşe ve erkekliğe büyüyen vücudum/ düşüvericek ellerinizden ellerinizden ve/ bir gün elbette/ zeki müreni seviceksiniz/ (zeki müreni seviniz)”

 Merhaba Canım’ın tohumları nasıl atıldı, Arkadaş Z. Özger belgeselini çekmeye nasıl karar verdiniz ve üç yıllık bu süreç nasıl ilerledi, biraz anlatır mısınız? 

Arkadaş Z. Özger’in şiirini çok severim ancak tanışıklığım şiirinden bağımsız olarak çocukluğumda bizim evde de bulunan Sevdadır kitabından başlar. Mayıs Yayınları‘nın 1989 basımı bu kitap, belki kapağındaki vesikalık bozması portreden, belki Arkadaş isminden aklımda hep kaldı. Abimler İstanbul Üniversitesi’nde öğrenciydi, birinin bir öğrenci eyleminde gözaltına alındığı haberi geldi. Bizim evde bir refleks Arkadaş da dahil bazı kitaplar, Ruhi Su’nun, Zülfü Livaneli’nin kasetleri sobada yakıldı. Olanları hayal meyal hatırlıyorum, Benzer içerikler delil sayılarak işkence gören, hapse atılan akrabalarımız vardı. Aynı şeylerin bizimkilerin de başına gelmesinden korkmuşlardı.

Bu olaydan yıllar sonra ben de İstanbul Üniversitesi’ne girdim ve kısa sürede kendimi sol kantin olarak anılan Edebiyat Fakültesi’nin kantininde buldum. Her zaman gergin ve duman altı olan bu mekânda Sevdadır’ın kapağı gibi afişler hiç eksik olmazdı. Öldürülen üniversitelilerin ve 68’lilerin vesikalık bozması portreleri aynı kırmızı fonun üzerinde duvarlara asılıyordu. Kırmızı fonlara her yeni vesikalık eklendiğinde okulun koridorlarında Arkadaş Z. Özger’in

“Başını omuzuma yasla / Göğsümde taşıyayım seni / Gövdem gövdene can olsun…”

dizeleriyle süren şiiri bağırılırdı. Aynı yıllarda şiirleri protest müzik sanatçıları tarafından da besteleniyordu…

Üniversitenin bittiği yıl o zamanlar adet olduğunca bir sürü kitap almıştım TÜYAP’tan. Aralarında Sevdadır da vardı. Kitapta ilk olarak o bildiğim şiirini aradım, bulamadım. Çünkü şiirin adı besteleyenlerin taktığı isimlerden hiçbiri değil “Aşkla, Sana” imiş. Garipsemiştim, ardından “Merhaba Canım” şiirine rastlayınca, onun tanıdığımı düşündüğüm kişiden farklı biri olduğunu gördüm. “Beyaz Ölüm Kuşları”nda, “Müfreze”de “Hüzün Mevsimi”nde, “Kurdeşen”de ve birçok şiirinde gerçek Arkadaş Z. Özger’i gördüm. Bunun üzerine onun hakkında yazılanları takip etmeye başladım ancak her edebiyat dergisinin bir Arkadaş Z. Özger sayısı olmasına rağmen anlatılanların onunla ilişkisinde protest müzikte olduğu gibi -en kibar deyimle- bir değiştirme, gizleme içerdiğini gördüm. Ardından onu tanımak için kendim işe koyuldum.

Sol’dan gelen homofobi

Sol’un ötekine bakışı ve kendi içindeki muhafazakarlığı malum. Belgeseldeki tanıkların dönemin ruhunu anlattıkları kısımlarda, kişisel hikayelerin o dönem çok arka planda tutulduğunu, kişisel alana politik alandan daha az değer verildiğini görüyoruz. Mikrofon uzattığınız kişileri konuşturmak zor oldu mu? Özellikle eşcinsellik konusundan bir kaçınma gözlemlediniz mi, ya da açık açık soralım, homofobiyle karşılaştınız mı?

Sol’un öteki olana bakışı konusunda genelleme yapmak istemiyorum zira belgeselde de tanıkların anlattığı üzere Arkadaş Z. Özger ve Tuğrul Eryılmaz’la farklılıklarını bildiği halde dostluklarını sürdüren başta Hüseyin Cevahir olmak üzere 68’liler mevcut. Görüşme yaptığımız insanların büyük kısmı 70’lerden bugüne entelektüel anlamda yolculuklarını sürdürmüş kişilerdi. Ancak sorduğumuz sorular üzerine “siz Arkadaş’ın yatak odasıyla neden ilgileniyorsunuz, asıl siz hepiniz eşcinselsiniz” gibi cümlelerle akılları sıra hakaret eden iki kişi oldu. Bunca yıl kendilerini devrimci ve entelektüel olarak yutturmayı başarmış bu kişiler güçlerinin yettiğince tehditler savurarak belgeseli durdurmaya da çalıştı. Bu durum belgeseli durdurmaya yetmedi ancak korkup bizimle konuşmaktan vazgeçen birkaç kişi maalesef oldu. Diğer taraftan bu durum Arkadaş’ın karşılaştığı homofobik tavırlar konusunda bize eşsiz bir deneyim de yaşattı. Gazetecilik yıllarımda veya haberleri takip eden bir okur olarak birçok defa başka insanların uğradığı homofobik saldırılara şahit olmuştum, ancak bu belgesel vesilesiyle ucundan kıyısından bunu yaşadım.

Filmi sizin tabirinizle “kolektivizm ruhuyla” tamamladınız. Fongogo mecrası üzerinden yaptığınız çağrıda yazan “(Filmin) bağımsız fonlar tarafından karşılanması planlanmış ancak ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşullar nedeniyle söz konusu desteklerin birçoğu iptal edilmiştir” cümleleri günümüz bağımsız sinemasının içinde bulunduğu şartları özetliyor. Bir tarafta küçük bir zümreye sunulan devlet desteği, diğer tarafta ise bağımsız fonlama var diyebilir miyiz? Bu kolektif ruh belgesele neler kattı, biraz bundan bahseder misiniz?

Biz belgesele başlarken Arkadaş Z. Özger üzerinde çok etkin bir tabu vardı. Dönemi bilen herkesin bildiği ancak halen endişe yaratan bir durum vardı, o da Arkadaş’ın farklılıklarıydı. Arkadaş’ın maruz kaldığı ötekileştirme, şiirinin en belirleyici parçalarından biri olmasına rağmen sanki böyle bir durum yokmuşçasına “Bu konuya girmesen de sadece onun şiirini anlatsan” gibi çok fazla telkin aldık. Bu durum uzunca bir süre projeyi koruma amaçlı olarak, sessiz bir şekilde sürdürme refleksi yarattı. Ta ki elimizdeki maddi kaynaklar tükenene kadar. Önce Arkadaş Z. Özger’in, Sevdadır’daki portresinden daha fazla kendisini yansıtan ve ailesinin ilk defa bizimle paylaştığı fotoğrafının olduğu afişi ve fragmanımızı yayınladık. Bunun ardından şairin sevenleri tarafından büyük ilgiyle karşılandık ve bizi hiç yalnız bırakmadılar.

Hasan Saltık’a selam

Arşiv malzemesini bir sinema diline dönüştürmek çok zor. Özellikle de fotoğraf söz konusu ise. Bu tip belgeseller çoğu zaman “sabit fotoğraflar ve konuşan kafalar” filmine dönüşüyor ister istemez. Merhaba Canım, röportajlar ve fotoğraflarla oluşturulmuş olsa da çok canlı ve hareketli bir duyguyu izleyicisine ulaştırıyor. Kurgu sürecinden biraz bahseder misiniz?

Merhaba Canım’ın anlatısı 50 yıl öncesine dayanıyor. Bu dönemden günümüze ulaşabilmiş çok az içerik var. Diğer taraftan anlatılarda doğal bir unutuş ve otosansür gibi unsurların etkisi var. Fakat doğru bir okuma ile kendini tüm açıklığıyla anlattığı şiirler de vardı. Arşiv meselesi açılmışken, bizim ve bağımsız üretimler yapan binlerce kişinin kahramanı Hasan Saltık’ı anmak istiyorum. Kendisinden cesaret başta olmak üzere arşiv görüntüleri, stüdyo kayıtları ve belgeselde kullandığımız müzikler konusunda çok büyük destek aldık. Devri daim olsun.

Kurgu süreci tam olarak pandeminin artık gizlenemez boyuta ulaştığı ve olanağı olan herkesin evlere kapandığı, ilk dönemine rastladı. Evden çalışma vb. sistemlerinin de tam olarak oturmadığı bu iki aylık dönemde, Asistanım M. Kaan Karataş’la birlikte çok dağınık ve uzun röportajlardan doğrudan Arkadaş Z. Özger’le ilgili olan kısımları ayıklayarak, bir kaba kurgu oluşturduk. Bunun ardından ya bizim yaptığımız kaba kurguyu işleyecek ya da sıfırdan bir kurgu yaratacak isimi aramaya başladık. Çok fazla kişiyle görüştük, bizce en uygun olan isimle çalıştık. Benzer teknik mantıklı birçok filmi kurgulayan Burak Dal, Merhaba Canım’a çok şey kattı.

Yönetmen Ulaş Tosun.

Pandemi nedeniyle filmin izleyiciyle buluşması da zor oldu diye tahmin ediyorum. İstanbul Film Festivali’nde bir gösterim yapıldı sanırım ama belgeselin basın gösterimi dahil online yapıldı. Bu sizce filmler için bir şans mı (online izleyici dünyanın her yerinden ulaşabilir) yoksa şanssızlık mı? Salonların kapanması ve uluslararası festivallerin iptali sizi nasıl etkiledi? 

Aslında bu durum buluşmaya nasıl bir anlam yüklediğinizle doğrudan ilişkili, şüphesiz büyük salonlarda, yüz yüze gerçekleştirilebilen festivallerin en başta yönetmeni onore etme gibi olumlu tarafları var. Prömiyerini online yaptığımız 40. İstanbul Film Festivali’nin ardından filmimizin izlenme bilgilerini aldık. Merhaba Canım için kombineler dahil 700 küsür bilet alındığı bilgisine ulaştık. Bu rakam yüz yüze gösterimlerde ulaşılması çok zor bir olanağı işaret ediyor. Bunun bir bedeli olarak bu süreci evimizde internet başında geçirdik. Bu bence sorun değil.

Bu noktada Documentarist’i protesto amacıyla, festivalin başladığı 6 Temmuz’da Merhaba Canım’ı ücretsiz olarak 24 saatliğine gösterime açmanızdan bahsetmek ister misiniz?

Bu soruyu sorduğunuz için teşekkür ederim. İnternet olanaklarından az evvel bahsetmiştik, ilgilenenler süreci ayrıntılarıyla anlattığımız açıklamamızı kolaylıkla bulabilirler. Özetle bir festivalin kendisini muhalif olarak adlandırması, onu sorumluluklarından muaf kılmaz. Her festival, hele ki başvuru yapılmadan filme talip olan festivaller, süreç hakkında muhataplarını bilgilendirmek zorundadır. Biz maruz kaldığımız manasızlıklar silsilesinin ardından bir eylem gerçekleştirdik. Yaptığımız önceki sorunuzda dile getirdiğiniz online gösterimlere yaklaşımımızla da örtüşmekte.

Merhaba Canım, dönemin “muhalif entelektüellerinden” birine yazılmış bir başkaldırı şiirdir. Belgeselimize konu olan şair ise kendisinde birçok hakkı görenlerin dünyasına başkaldırmış ve bunu hayatıyla ödemiş bir insandır. Bu manasızlığa sessiz kalsaydık en çok Arkadaş Z. Özger’in üzüleceğini düşünüyorum.

Salonların yavaş yavaş açılması planlanıyor. Merhaba Canım’ın yolculuğu yeni başlıyor diyebilir miyiz? Salonlarda izleyebilecek miyiz? Seyirci filme nasıl ulaşabilir?

Belgeseli göstermek istediğini ileten festivaller ve Mülkiyeliler Birliği gibi kurumlar var. Gösterimler netleştikçe sosyal medya hesaplarımızdan ve www.merhabacanim.com adresinden duyuracağız. Merhaba Canım içeriği ve yapımını mümkün kılan yegane teknik başta olmak üzere bir çok noktasıyla “değerlendiriciler” tarafından dışlanmayı göze almış bir belgeseldir. Arkadaş Z. Özger ölümünden ancak 25 yıl sonra bir fanzinde (değilodadeğil) kendisine yer bulan muhteşem şiiri Kurdeşen’in öyküsünden ilham alarak seyircinin filme ulaşması için elimizden geleni yapmayı sürdüreceğiz.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.