ManşetTürkiye

Adnan belgeselinde bahsedilen İşkence Atlası: Deli saçması bir bağlantı

0

140 Journos‘un, Adnan Oktar ile ilgili hazırladığı belgesel dizisinin son bölümü olan “Adnan”da ileri sürülen  Türk Tabipleri Birliği (TTB) Genel Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı‘yla ilgili iddiaların odağında olduğu  tartışmalar sürüyor.

Fincancı, 10 Şubat’ta “Adnan” belgeselinin yayınlanmasının ardından, örgüt adına sahte işkence raporu hazırladığı iddiasıyla karalama kampanyasına maruz kalmıştı. Söz konusu belgeselde rapor ile Türkiye İnsan Hakları Vakfı‘nın İşkence Atlası arasında ilişki kuruldu.

YouTube’da yayınlanan “Adnan” başlıklı videonun ardından konunun X’te gündem olmasıyla, bir yandan Fincancı’ya yönelik bir linç kampanyası başlatılırken, birçok kişi ve platform da destek mesajlarını iletti.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) tarafından da belgeselde işaret edilen İşkence Atlası‘na ilişkin açıklama yapıldı:

“Söz konusu ‘belgeselde’, ayrıca TİHV tarafından 2005’te somut hazırlıklarına başlanıp 2007’de yayımlanan ve bu alanda dünyada ilk örneklerden biri olan ‘İşkence Atlası’ ile ilgili her açıdan gerçek dışı ve daha da önemlisi her bir cümlesiyle işkencenin alenen meşrulaştırılması anlamına gelen ifadelere yer verilmiştir. ‘İşkence Atlası’ bir kişinin değil kurumsal olarak TİHV’in bir yayınıdır. Sağlık çalışanlarının mesleki uygulamalarına katkı sağlama amacıyla aralarında Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın da olduğu dokuz bilim insanı ve uzman tarafından TİHV’in tedavi ve rehabilitasyon merkezlerine başvuran 10 binden fazla işkence gören kişiye ait 6 bini aşkın fotoğraf ve röntgen filmi değerlendirilerek hazırlanmıştır.”

Belgeselde Adnan Oktar örgütüyle arasında bağ kurulan Şebnem Korur Fincancı konuyla ilgili açıklamada bulunmuş, “Bir belgesel(?) olarak yayına girdiği anlaşılan son dizi de işkencenin meşrulaştırılması için hakikat dışı söylemleriyle kişisel olarak benim düzenlediğim tıbbi değerlendirme raporlarını sahte gibi göstermeye çalışmaktadır” demişti.

‘Deli saçması bir bağlantı’

2005’te hazırlanmaya başlanan ve 2007’de yayınlanan 240 sayfalık İşkence Atlası’nın dokuz yazarından biri olan Dr. Ümit Şahin, Yeşil Gazete’ye Ortopedi ve Anatomi atlaslarına da işaret ederek tıpta atlasların ne kadar yaygın olduğunu hatırlattı.

İşkence Atlası’na ilişkin “Bu da bir tıp kitabı, akademik bir eser, bir tıp atlası; diğer atlaslardan farkı işkenceye bağlı tıbbi bulguların gösterildiği bir eser olması” diyen Şahin, kitapta elektrik veya askı gibi işkencelere bağlı ciltte kalabilecek izler veya kas erimeleri gibi bulgulara ilişkin örneklerin fotoğraflarına anonim olarak yer verildiğini belirtti: “Sadece o uzvun fotoğrafı var, bulgu kişinin kolundaysa kolunun fotoğrafı gibi… bundan ibaret. Olguların kimlikleri belli değil, göz altı nedenleri de yazmıyor.”

Dr. Ümit Şahin X’te konuyla ilgili bir soruya da aşağıdaki mesaj dizisiyle cevap verdi:

Bahsedilen işkence raporuyla İşkence Atlası’nın da birbirine karıştırılmaması gerektiğinin altını çizen Dr. Şahin, şunları aktardı:

“Bu atlas Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın 2007 yayını. İki yılda hazırlanan bir eser. 2007’de basıldı. O zamanlar e-kitaplar pek yoktu. Bu da normal, ciltli bir kitap olarak basıldı. Vakıf yayını olduğu için de piyasada satılmadı. İlgilenenlere veriliyordu, hala vakıfta birkaç tane kalmış olabilir, bilmiyorum. Sonuçta bu vakfın bir yayını, dokuz yazarı var, hepsi de hekim ve bilim insanı. Yani İşkence Atlası bir tıp kitabı, rapor değil ve olay bundan ibaret. Yaratılış Atlası’ndaki “atlas” kelimesi üzerinden kurulan bağlantı da tamamen hayali, gerçek dışı ve deli saçması bir bağlantı. Öyle bir şey yok tabii ki.”

Fincancı, işkence eylemine ilişkin şu açıklamada bulunmuştu:

“İşkence kamu görevlilerinin kasıtlı, korkutma, sindirme amacıyla yaptıkları bir şiddet eylemidir. Fail kamu görevlisi olduğundan devletlerin önleme, uygulamama ve cezasız bırakmama sorumluluğu olan mutlak yasak bir suçtur. İşkence görenin kim olduğu, ne yaptığı işkence suçunu meşrulaştıramaz. Ancak işkenceyi meşrulaştırma çabaları ve cezasızlık işkencenin devam etmesi için yaygın olarak kullanılmakta, işkencenin görünür olması çabalarının değersizleştirilmesi için tüm yöntemler işleme sokulmaktadır.

Bir belgesel(?) olarak yayına girdiği anlaşılan son dizi de işkencenin meşrulaştırılması için hakikat dışı söylemleriyle kişisel olarak benim düzenlediğim tıbbi değerlendirme raporlarını sahte gibi göstermeye çalışmaktadır. Beni hedefe koyar gibi yapan, ancak son noktada çok tehlikeli bir duruma kapı aralayarak, işkence görenlerin zarar görmesine yol açacak ifadelere yer vermektedir.

Adli tıp uygulamalarında tıbbi değerlendirme; öykü, tıbbi muayene, ruhsal değerlendirme, tetkikler ve bu aşamalarda derlenen verilerin tartışılması, ayırıcı tanı ile sonunda tanıyı içeren bir sonuçtan oluşur. Bu aşamalar ilk muayenelerde olmadığında eksikler tanımlanarak tüm inceleme adımlarının tamamlanması gereğini ifade eden bir değerlendirme de mümkündür.

İşkencenin belgelenmesi için sürdürülen araştırmalar aylar, hatta yıllar sonra işkence tanısı koyabilmeyi mümkün kılan tanı yöntemleri geliştirilebilmesini sağlamıştır. İstanbul Protokolü de tüm bu aşamaları ve yöntemleri içeren bir kılavuzdur. Zarar verdiği ve zarar gördüğü iddia edilen tarafların varlığında bu taraflardan biri istediği olmadığında düzenlenen tıbbi belgeyi, kimi zaman da bu belgeyi düzenleyeni, kurumları değersizleştirmeye, bu olayda olduğu gibi nihai olarak işkenceyi meşrulaştırmaya hizmet eder.

İşkenceyi meşrulaştırmak topluma zarar verecek bir girişimdir. Bir kez meşru görüldüğünde toplumun tüm bireyleri işkence görme riski ile karşı karşıyadır. O nedenle işkence ile mücadele eden insan hakları savunucuları kimin kime işkence yaptığından, meşru göstermek için ortaya konanlardan bağımsız ve ayrımsız işkenceyi görünür kılmak için uğraş verirler.

Bir yargılama sürecinde olması gereken işkenceyle kanıt toplamak değil adil yargılama ile sürecin yürütülmesidir. Bir suç iddiasının araştırılmasında işkence görenlerin varlığı ve işkencenin görünür kılınması suçun araştırılmasını akamete uğratmaz. Tam tersine işkence uygulaması mutlak yasak olmasına rağmen devam ettiğinde, cezasız bırakıldığında ve suça dair delillerin uygun yöntemlerle toplanması yerine getirilmediğinde o iddia edilen suçun da örtbas edilmesine yol açar.

Sahte rapor iddiaları da bu tıbbi belgelerin değersizleştirilmesi için yaygın olarak kullanılmaktadır. Yalnız bu ülkede değil, dünyanın pek çok ülkesinde bu tür iddialarla on yıllardır karşılaştım. Yapılan soruşturmalarda düzenlenen bütün raporların tıbbi bilgiye ve araştırmaya dayalı sonuçlar olduğunu kanıtlamış olsam da her seferinde denemekten vazgeçmediler, belli ki vazgeçmeyecekler.

Diziyi hazırlayanlar öyle olduğunu iddia etse de ne yazık ki bana ulaşmadılar. Herhangi bir açıklama isteği de olmadı. İlgili tıbbi belgeleme süreci tümünde her zaman uyguladığımız gibi tıp biliminin olanakları ile ve birçok uzmanlık alanından görüşler ve ilgili tetkiklerin değerlendirmesiyle hazırlanmıştır.

Elbette bu raporlar tıbbi ortamlarda tartışılabilir. Yeni tetkikler varsa değerlendirilir. Bir bilimsel yayının tartışması bilimsel ilkelerle yapılır ancak işkencenin meşrulaştırılması için kullanılamaz. Uygunsuz bu süreç ve sosyal medyada emek verdiğimiz kurumları da içine alacak biçimde yürütülen karalama kampanyası ile ilgili hukuki girişimlerde bulunacağımı da buradan paylaşayım.”

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.