Röportaj

Ali Erol: “Homofobi ve nefret küresel bir ayrımcılık ideolojisi”

0
Ali Erol

Ali Erol

Ugandalı bir insan hakları eylemcisi olan ve eşcinsellerin haklarını savunduğu için 26 Ocak 2011’de Kampala’daki evinde öldürülen David Kato adına lezbiyen, gey, biseksüel ve transseksüellerin haklarını savunan bireylere verilen Uluslararası David Kato ödülü bu yıl Türkiye’de LGBT haklarının önde gelen savunucularından ve Kaos GL’nin kurucularından Ali Erol’a verildi.

Ali Erol’la ödül ve Türkiye’deki LGBT hareketi hakkında konuştuk.

Yeşil Gazete: David Kato’dan ve LGBT hareketi açından öneminden bahsedebilir misiniz?

Ali Erol: David Kato Ugandalı bir insan hakları savunucusuydu. Lezbiyen, Gey, Biseksüel ve Transların (LGBT) maruz kaldıkları yoğun hak ihlallerine karşı örgütüyle birlikte çalışırken Hükümetin hedefi haline geldi. Medya homofobik nefretiyle “asın bunları” diyerek Kato dahil bir grup eşcinselin resmini yayınladı. Böylesi bir siyasi atmosferde mücadelesi sebebi ile açık ölüm tehditleri alan, cezaevine giren ve hükümetin hedefi haline gelen David Kato, göz göre göre, 26 Ocak 2011’de, Kampala’daki evinde vahşice dövülerek öldürüldü. Kato Uganda’da LGBT haklarının öncüsü olmaktan öte homofobiye teslim olmayarak, dini ve milliyetçi nefrete karşı mücadele kararlı olunabileceğinin örneklerinden biri oldu.

David Kato

Uluslararası Aile Planlaması Federasyonu’nun (IPPF) 60. kuruluş yıldönümünü konferansında gerçekleşen David Kato Ödül Töreniyle ilgili konuşan IPPF Genel Müdürü, David Kato Ödülünün Pan-Afrika Parlamentosu’nda verilmesinin bütün Afrika için bir iddia olduğunu belirtmişti. Bu iddiaya cüret eden, insan hakları mücadelesi hayatına mal olsa bile David oldu.

Uganda’da LGBT hareketi ne durumda? Dünyanın bu konudaki en sorunlu ülkesi olduğu söyleniyor.

Dünyanın en sorunlu ülkesi gibi ifadeler bazen tam tersine etki yapar ve yaşanan hak ihlallerinin ve maruz kalınan homofobik şiddetin sanki o bölgeye özgüymüş gibi algılanmasına yol açabilir! Oysa homofobi ve nefret küresel bir mesele!

Küresel ölçekte, hayatımızı ablukaya almak isteyen, LGBT olarak kendimizi ifade etmemize müsaade etmek istemeyen homofobi ve nefretin, herhangi bir dine ya da bölgeye veya millete özgü olmadığını, bütün sınırları aşan ideolojik bir yaklaşım olduğunu, bir ayrımcılık ideolojisi olduğunu görmemiz gerekiyor.

Muhafazakârlığın riyakârca tutunduğu bahanelerden misal “geleneksel değerler” ile sunulan politikalar, sırf kendi cinsini sevdikleri için, sırf heteronormativiteye uymadıkları için, bırakın haklarından mahrum bırakılmayı, eşcinsellerin yaşamasına müsade edilsin mi edilmesin mi diye tartışıldığı bir noktaya getirdi dünyayı. Bu noktadan baktığımızda evet, Uganda başta olmak üzere Afrika’nın bazı bölgelerinde sürmekte olan siyasi tartışmalar dehşet verici. Uganda’da gündemde tutulan yasa tasarısı ile eşcinsellere idam öngörülebiliyor. Kolonyal dönemden nüfuz eden ve kurumsallaşan homofobi yetmiyormuş gibi Amerikalı evanjelistlerin ektiği nefret tohumları tartışmaları daha da hoyratlaştırdı ve iş “eşcinselleri öldürün”e kadar vardı. Bütün bu dini ve siyasi sahtekârlıkların kıskacında olan bir süre, yaşamaya değer görülmeyen ve hoyratça gözden çıkarılabilen hayatlara olacak gibi. Tüm bunlara rağmen David Kato’nun örgütü “Cinsel Azınlıklar Uganda” ile Kato’ya sahip çıkan ailesi ve dostlarının gösterdiği cesaret ile bu homofobik nefret dalgası muhtemel ki dağıtılacak.

Kaos GL’nin dünyadaki eşcinsel hareket ve olaylarla teması nasıl?

Kaos GL olarak ‘90’ların başında yola çıktığımızda, Türkiye’deki eşcinsellere, geç kalmışlık sendromuna kapılmamıza gerek yok, tabandan ve yerelden kendi hareketimizi yaratabileceğimizi söylemiştik. Biz bu hattı takip ettik ve kendi hareketimizi yaratırken içerde toplumsal muhalefetin her kesimine ulaşmaya çalışarak dönüşmeleri için mücadele ettik. Bunu hem dayanışma için hem de farklı ayrımcılık alanlarının kesişim noktalarının aynı kaynağa işaret ettiğini göstermek için yaptık. Bu yöntem ve politikamızı sınırları aşacak şekilde yatay ağlar geliştirmek üzere de uyguladık. Bu süreçte Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasya ülkelerinin LGBT toplumları birlikte güçlenmek ve birlikte özgürleşmek gayesiyle üç yıldır “Homofobiye Karşı Bölgesel Ağ” adıyla bir araya geldiler. Aynı ağ kapsamında cinsiyetçiliğe ve homofobiye karşı Feminist Forum’u da geliştirmeye çalışıyoruz.

Kaos GL Dergisini daha fotokopi ile çıkardığımız dönemlerde Zimbabwe’den Rusya’ya, Çin’den Amerika’ya dünyanın her köşesindeki heteroseksizme karşı mücadele pratiklerini takip etmeye çalışırdık. Bugün ise heteroseksizme karşı mücadele pratiklerinin dünya çapında dolaşıma girmesi ve birbirini beslemesinin araçları ve olanakları çok daha arttı. Özellikle 2006’dan beri örgütlediğimiz “Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma” ile bu organizasyondan çıkan yeni ağlar ile hareketin hem akademik hem pratik gelişimine sınırları aşan katkılar sunabiliyoruz.

Bu ödülün Türkiye’ye verilmesinin önemi  nedir?

Her şeyden önce Türkiye’deki LGBT hareketini selamlamak ve LGBT toplumuyla dayanışmanın uluslararası kayda geçmesi anlamına geliyor. Ödülün kişiye özel bir sunumu olsa da Kaos GL’nin de bir bileşeni olduğu LGBT toplumunun yıllardır ortaklaşa geliştirdiği mücadele ve politikanın bir başarısı olduğunu belirtmek isterim.

Küresel ölçekte yükselen muhafazakârlığın yeniden cilalamaya çalıştığı “geleneksel değerler” kıskacına düşmeden, Uluslararası Aile Planlaması Federasyonu’nun “cinsel yönelim”i cinsel haklar kapsamında bir zenginlik olarak alması ve David Kato Ödül Törenine ev sahipliği yapmasını da görmek lazım.

Kaos GL’nin kuruluşundan bu yana LGBT hareketinde nasıl bir gelişme oldu?

Kaos GL’nin ayırt edici özelliği aracısız bir şekilde tabandan ve doğrudan örgütlenmek oldu. Eşcinsellerin kurtuluşu heteroseksüelleri de özgürleştirecektir şiarıyla yola çıktık ve böylece kapalı bir grup olarak kalmak yerine hem LGBT toplumundaki çeşitliliğe vurgu yaptık hem de heteroseksizme karşı mücadelede heteroseksüel kadın ve erkeklerin de kendilerini sorgulamalarının önünü açtık. Yasal güvence teşkil edecek hak mücadelesini unutmadan o hakların anlamlı olabilmesi ve hayatta karşılığını bulabilmesi için asıl olarak ve öncelikle kültürün, ilişkilerin, zihniyetlerin değişip dönüşmesi için yılmadan ve kararlılıkla mücadele ettik. Bir bütün olarak hareketin gelişmesi için farklı yerelliklerdeki inisiyatiflerle dayanışıp onların özerkleşmesi için çaba sarf ettik. Aynı zamanda LGBT toplumunun çeşitliliği ve ihtiyaçları doğrultusunda ortaya çıkan örgütlenmeleri hareketin zenginliği olarak teşvik ettik.

LGBT hareketinin gelişimi için mücadele ederken birlikte özgürleşme şiarıyla başta feminist hareket ile insan hakları hareketinin de gelişimi ve dönüşümü için katkı sunduk. Dışardan ve negatif bir eleştirellik yerine toplumsal muhalefetin, medyanın, akademinin anti-heteroseksist dönüşümü için çalıştık. Böylece bugün yasal hiçbir talebi kabul edilmemiş olsa bile LGBT hareketi hem kendini kurmuş hem de toplumsal dönüştürücü gücüyle kendi sınırlarını aşmıştır demek ne güzel ve doğru olacaktır.

2012 yılına baktığınız zaman LGBT hareketi açısında nasıl bir yıl geçirdik?

LGBT hareketinin “anayasal eşitlik” talebinin bitmekte olan içinde bulunduğumuz yıla damgasını vurması herkesin teslim edeceği bir gelişme olmalı. 2012 yılında, Lezbiyen, Gey, Biseksüel ve Trans (LGBT) realitesini tanımayan bir anayasanın artık “yeni”, “demokratik” ve “özgürlükçü” olmayacağı kayda geçti. LGBT hareketi böylece cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılıklarına karşı talep edilen hakların temel insan hakları olduğunu ve vazgeçmeyeceklerini sivil topluma ve hükümete göstermiş oldular.

Peki ya nefret cinayetleri ve homofobi açısından nasıl bir yılı geride bırakıyoruz?

LGBT’lere yönelik nefret cinayetleri ve homofobik/transfobik şiddet açısından maalesef yine kötü bir yılı geride bırakıyoruz. Uganda LGBT’leri idam etmek ve misal ev kiralayanları cezalandırmak için yasa çıkartmaya kalkışırken Türkiye’de ise hükümet sessizliğiyle ve korumaya yanaşmayarak LGBT’leri hedef haline getiriyor. Yıl boyunca çeşitli şehirlerde işlenen homofobik/transfobik nefret cinayetlerinin ardından en son Avcılar’da sergilen sürgün ve linç kalkışmasına Hükümet’in seyirci kalması da aslında LGBT’leri vatandaş olarak görmediği, onların hayatlarını korunmaya değer bulmadığını gösteriyor. TBMM gündemine de gelen ve sivil toplum örgütleriyle CHP ve BDP’nin de ortaklaştığı “Nefret Suçları Yasası” tartışmalarında, LGBT’leri nefret suçları ve cinayetlerine karşı yasal güvence altına alacak “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ifadelerinin seyrini önümüzdeki yıl hep birlikte göreceğiz.

Politik alanda LGBT bireylerin temsiline nasıl bakıyorsunuz?

LGBT’lerin görünürlüğü ile çatışma alanları ve bu çatışmaları aşmak için siyasi talepleri de dolaşıma giriyor. Haliyle bu taleplerin siyasi takibini yapmak için en küçük birimlerden TBMM’ye kadar her alanda LGBT politik özneler mutlaka çıkacaktır. Kaos GL olarak bizim şimdiye kadarki bağımsız bir LGBT hareketindeki ısrarımız, LGBT toplumunun çeşitliliği ve katmanlı ihtiyaçlarından ötürü, herhangi bir siyasi parti ile bağlanmak yerine bir bütün olarak siyasetin dönüşümünü hedeflememizden kaynaklanıyor. LGBT hareketin gelişimiyle ve doğru bir yöntem ve politikayla geliştirdiğimiz mücadele sürecimizde mevcut siyasi yapıların dönüşümünün LGBT haklarını kapsamasıyla muhtemel ki politik alanlar ve örgütler daha da şenlenecektir.

Yeni anayasa yazımı konusunda LGBT haklarını görünür kılma açısından bir çalışma var mı?

LGBT hareketi, “yeni anayasa” daha gündemde bile değilken başlamıştı çalışmaya! 2007’den bu yana dillendirdiğimiz ve takibini yaptığımız ortak talebimiz “anayasal eşitlik” oldu. Bunun için de “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ibarelerinin eşitliği düzenleyen ilgili madde ile ayrımcılığı yasaklayan maddede “cinsiyet”ten sonra kayda geçmesidir. Yıllardır süren çalışmalarımız ile bu talebimizi başta kadın hareketi olmak üzere, “yeni, demokratik ve özgürlükçü” bir anayasa isteyen toplumsal muhalefet, DİSK ve KESK gibi sendikalar, TBMM’de ise CHP ile BDP de benimsedi. Yeni Anayasa yazım sürecinde ise TBMM’de çıkan tartışmalar tam da LGBT hareketin eşitlik talebini karşılama veya inkâr çatışmasında düğümlenmişti.

LGBT hareketinin “anayasal eşitlik” talebi yeniymiş gibi görülse de aslında tartışma eskidir. Bilinir, zorunlu heteroseksüelliğe direnen eşcinselseniz, tek dile direnen Kürt’seniz, tek dine direnen Alevi’yseniz, erkek iktidarına direnen kadınsanız, sömürüye direnen emekçiyseniz, çoğunluk karşısında azınlıksanız, yoksulsanız, hasta ya da sakatsanız, yaşlı iseniz yasadaki “herkes” asla olamazsınız! O yüzden LGBT hareket de, inkârın çare etmediği günümüzde eski taktiklerle geçiştirilmek yerine, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği realitesinin tanınmasını ve hayatın her alanına katılım için anayasal eşitlik talebinden vazgeçmeyecekler.

(Yeşil Gazete)

More in Röportaj

You may also like

Comments

Comments are closed.