Karar diye açıklanan skandal mı daha önemlidir, yoksa dün 50 bin kişinin Agos’un önüne yürüyerek gösterdiği tepki ve kararlılık mı? Umut yaymak için değil, samimi görüşümü söylüyorum: Yürüyen 50 bin kişi ve toplumda yayılan büyük tepki çok daha önemli ve belirleyici olacak.
Nedeni basit: Hrant Dink cinayeti bir ilk değildi. Sabahattin Ali’den Uğur Mumcu’ya, Dersim’den Uludere’ye devletin işlediği ve üzerini örttüğü/örtmeye çalıştığı sayısız cinayetten biriydi. Dolayısıyla bu verilen karar da ilk değildi, hatta çoğu benzer olayda yargılama bile yapılmamıştı.
Ama bu kez “ilk değildi” derken, “ama son olabilir” diye ekleme şansımız var. Çünkü Hrant’ı öldürtüp üzerini örtmeye çalışanlar bu kez iyice ellerine yüzlerine bulaştırdılar. Rezil oldular. Onları rezil eden, cumhurbaşkanından skandal kararı veren hakimine kadar, bilerek üzerini örttükleri cinayetin failinin aslında devlet olduğunu itiraf ettiren bizleriz.
Düşünebiliyor musunuz Hrant öldürüldükten sonra bir ilk an tepkisi dışında herkesin geri çekildiğini, 5 yıldır davayı takip etmek için belki 30 kez Beşiktaş’ta buluşmadığımızı, her 19 Ocak’ta Agos’a doğru akmadığımızı ve Hrant Dink’i unuttuğumuzu? Unutturduklarını?
Unutturamadıkları için, sindiremedikleri için ve sokakta olmayı becerebildiğimiz için işledikleri suçu örtbas etmeye çalıştıkça daha fazla rezil oluyorlar. Bu davanın peşini bırakmadıkça, kamuoyunu gerçeğin ve haklının tarafında tutmayı başardıkça daha da fazla rezil olacaklar ve sonunda sallanıp duran tezgahları yıkılacak. Bu nedenle karar açıklanınca her şey bitti diye üzülen arkadaşlarıma söylediklerimi tekrarlıyorum: Demokrasi mahkeme salonunda değil, dışında…
***
Sözü Demokrasi Konferansı’na getireceğim. Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP) ve Yeşiller Partisi yarın Türkiye’de yaşanan adım adım otoriterleşme sürecini tartışmak üzere bir konferans topluyor. Çok önemli konuşmacılar, çok kritik konular tartışılacak. Programını zaten görmüşsünüzdür, buradan tekrar göz atabilirsiniz.
Demokrasi Konferansının alt başlıklarından biri “adım adım otoriterleşme”. Neden adım adım otoriterleşmeden bahsettiğimizi biliyorsunuz. Devlet Hrant Dink’in katillerini korumaktan vazgeçmeyeceğini açıkça ilan ettiği, AKP, katil devlet geleneğine bir kez daha sahip çıktığı için; düşünce ve ifade özgürlüğü ayaklar altına alındığı, hapiste yüze yakın gazeteci bulunduğu için; ekoloji mücadelelerinden dolayı yaklaşık bin kişi mahkemelerde yargılandığı için; Kürt siyasi hareketine mensup binlerce sivil politikacı ve aktivist cezaevlerine doldurulduğu ve Kürt sorunu çözümsüzlüğe ve şiddete sürüklendiği için; öğrenciler ve üniversiteler giderek daha fazla baskı altına alındığı için, basın özgürlüğü son yılların en kötü seviyesine gerilediği için “adım adım otoriterleşme”den bahsediyoruz.
Demokrasi Konferansı da böyle bir dönemde yapıldığı için önemli.
Bu tür bir toplantının rutini tekrar olduğu söylenebilir. Zaten yazılarını okuduğumuz, bu konularda televizyonlarda konuşan, siyaset yapan insanları bir kez daha dinlemeyi, üstelik böyle bir masanın arkasına geçip herkese bildiklerini anlatacakları klasik bir konferans formatını yeterince çekici bulmayanlar olabilir. Bu konular televizyonlardaki tartışma programlarında konuşulup durduğu için konferans önemsiz bulunabilir.
Bence durum böyle değil. Burada önemli olan sadece konuşulanlar değil, daha çok söylenen sözlerin toplamından doğacak siyasi hareket çizgisi. Sadece mağduriyet üzerinden değil, sadece vicdan üzerinden değil, hatta sadece insan hakları üzerinden bile değil, doğrudan doğruya demokratik rejimin nereye gittiği üzerinden, yani siyaset, hukuk ve sistemin aktörleri üzerinden bakmak gerekiyor bugün.
Makropolitik tartışmaların sahte olduğunu, devletin devlet, sistemin sistem olduğunu ve hiç değişmeyeceğini peşinen kabul edenler pek de haklı değiller. Önemli olanın yapı değil, sadece insan hikayeleri olduğunu düşünenler de tam olarak haklı sayılmazlar. Evet tatsızdır, yalanla, manipülasyonla, sahtekarlıkla doludur. Ama müdahaleyle, katılımla, tepkiyle biçimlenir. Zaten sistemin devam etmesini toplumun ikna olması, ses çıkarmaması, ses çıkaranların marjinalleşmesi, hatta bizzat zaten bu tür şeylerin boş olduğunun düşünülmesi sağlamıyor mu?.
Bugün durduğumuz noktada siyasi yönelimi saptamak her şeyden daha önemli görünüyor. Tek tek olgulardan ve insan hikayelerinden genele gitmemiz, yönelimi anlamamız gerekiyor.
Siyasi mücadeleler, duruşlar ve deklerasyonlar üzerinde şekillenir. Bu yüzden askeri darbe olunca birisinin şapkasını alıp gitmesiyle, diğerinin tankın üzerine çıkması aynı şey değildir. Doğru bir duruşa sahip olmak da yaşadığımız tarihsel anın doğru tahlilini yapabilmekle mümkün görünüyor. Konferans, sadece oturup konuşmak değil, bir deklerasyon demektir. Tarihsel bir deklerasyon olup olmaması da niteliğine bağlıdır.
***
AKP, 9 yıldır, kendi siyasi gündemi açısından kesintisiz, Türkiye demokrasisinin bütünü açısından dalgalı bir çizgide hareket ediyor. 12 Eylülcülerin yargılanmasını sağlayacak anayasa değişiklikleri yapmakla, Kürt siyasi hareketinin sivil temsilcilerini neredeyse toptan hapislere doldurmanın aynı zaman diliminde olabilmesi bunun göstergesi. Şu anda Türkiye’de demokrasinin otoriterleşme yönünde olduğu konusunda kimsenin kuşkusu kalmadı.
Ama önemli olan bu yönelimi toplumu generallerin dizayn ettiği, askeri darbe tehdidinin kural haline getirildiği, JİTEM’in, Ergenekon’un sokaklarda serbestçe kol gezdiği daha geri bir duruma dönmeden, dönmeyi savunmadan durdurabilmek ve demokratikleşme yönüne çevirebilmek.
Bunu AKP’den bekleyecek değiliz. Agos’a nasıl yürüyorsak, demokrasiye doğru da öyle yürüyebiliriz. Kimseden izin almadan.
Yarın hep beraber bunu nasıl yapabileceğimizi konuşalım. Konuşmaya başladığımız anda demokratikleşme yönünde yürümeye başlamışız demektir.