Doğa MücadelesiEkolojiManşet

ABD’li maden şirketinden, kendi deniz dibini korumak isteyen Meksika’ya milyarlarca dolarlık dava

0
Kuzeybatı Meksika kıyılarındaki San Juanico'nun sularında balıkçılıkla geçen bir gün daha... lakin bu kıyılara uzun zamandır yaklaşan bir fırtına var. Fotoğraf: Laura Paddison

Yazan: Laura Paddison

Yeşil Gazete için çeviren: Cemre Nayir

*

Gemi

İlk belirdiğinde, yüzen bir şehri andırıyordu. 2012 yazında Baja California Sur‘un Pasifik kıyısında kocaman, insanı şaşkına çeviren bir varlık gibi, aylarca, öylece durdu.

Florencio Aguilar endişeliydi. Sulardaki bu yabancı, bir tehditti. Çünkü, Meksika‘nın kuzeybatısındaki San Juanico, Las Barrancas ve diğer küçük balıkçı kasabalarındaki pek çok kişi gibi Aguiların da geçimi burada yetişen ıstakoz, ahtapot ve denizkulağına bağlı. Bu bakir sular aynı zamanda nesli tükenmekte olan deniz kaplumbağalarına ev sahipliği yapıyor, dev gri balinaların üreme alanı ve dünyanın en uzun dalgalarına sahip bir yer olduğundan sörfçülerin de  uğrak noktası.

Dünyanın en uzun dalgalı yerlerinden birisi olan San Juanico’da sörfçüler. Fotoğraf: Laura Paddison

Aguilar ihtimalleri tek tek düşündü: Bu dev gemi, zengin deniz yaşamını incelemek için Baja kıyılarında dolaşan araştırma gemilerinden biri olamazdı ve arada bir karides yakalamaya gelen büyük balıkçı gemilerinden birine de benzemiyordu.

Haberi en nihayetinde birkaç balıkçı meslektaşından aldı. Gemi, Meksika deniz yatağının büyük bir bölümünde ticari gübrelerin temel maddesi olan fosfat madenciliği yapmak üzere imtiyaz alan Florida merkezli Odyssey Marine Exploration şirketine aitti.

“Kocaman, insanı şaşkına çeviren bir varlık”: ABD merkezli Odyssey Marine Exploration’a ait Odyssey Explorer. Fotoğraf: AP Foto/Odyssey Marine Exploration

Aguilar dehşete düşmüştü. Dip tarama işleminin 50 yıl boyunca devam etmesini öngören proje, kuşaklar boyunca aileleri bu sulardan geçinen 120’den fazla balıkçının oluşturduğu Puerto Chale kooperatifine ait balıkçılık imtiyazıyla doğrudan çakışıyordu.

Aguilar, “Aralıksız dip taraması deniz yaşamını ve balıkçılık sektörümüzdeki tüm yaşamı bitirecek” diyor.

Bu sadece bir başlangıçtı ve Aguilar ile kooperatif varoluşsal bir tehdit olarak gördükleri madene karşı yıllarca süren mücadelenin tetikleyicisi oldu. Öfkeli halk toplantıları, yolsuzluk suçlamaları, Meksika başkanına çağrılar yapıldı.
Nihayet, altı yıl sonra 2018’de Meksika hükümeti madenin kurulmasına izin vermedi, çünkü olası çevresel etkileri yıkıcı olacaktı. Aguilar ve halk bunu kutladı. Onların hikayesi bir kez olsun, maden şirketlerinin yollarına çıkan küçücük halkları ezip geçme modasına karşı çıkmış gibi görünüyordu.
Ancak Odyssey’in elinde bir koz daha vardı.

2019‘da Meksika’ya dava açtı. Bunu yapmak için de yatırımcı-devlet anlaşmazlıklarının giderilmesi (ISDS) adı verilen ve şirketlerin yerel mahkemeleri atlamasına olanak tanıyan muğlak bir uluslararası hukuk aracı kullandı. Aniden, bu deniz yatağı madeninin kaderi, çöllerle kaplı bu kıyının çok ötesinde bir önem kazandı. Odyssey’in açtığı dava, dünya iklim ve biyolojik çeşitlilik çöküşünün eşiğinde dururken, ülkelerin kendi çevrelerini koruma kapasitelerini ciddi şekilde baltalama gücüne sahip şeffaf olmayan bir hukuk sistemine pencere açtı.

Fosfat avı: Odyssey’in sekiz tonluk uzaktan kumandalı keşif aracı Zeus denize indirildi. Fotoğraf: Reuters

Şirket

Dünya çapında madencilik üzerinde yaratabileceği etki düşünüldüğünde, Odyssey’in daha önce hiç maden işletmemiş olması ironik bir durum. Şirketin geçmişi çok farklı bir deniz tabanı çıkartma işine dayanıyor: Şirket 1994 yılında bir gemi batığı toplama şirketi olarak kuruldu.

Odyssey dikkatini yeni bir sektöre çevirdi: Kazançlı olabilecek deniz tabanı madenciliği dünyasına…

İki kurucu, eski bir reklamcı olan Greg Stemm ve eski bir gayrimenkul müteahhidi olan John Morris, bu işte zaten uzun bir geçmişe sahipti. Aynı yıl, Florida Keys‘teki bir enkazın değerini yanlış beyan ettikleri iddiaları üzerine önceki şirketleriyle ilgili olarak dolandırıcılık ve içeriden bilgi sızdırma suçlamalarıyla boğuşuyorlardı. (1997‘de suçlamaları başarıyla savuşturdular).

Odyssey Marine Exploration’ın kurucularından eski reklamcı Greg Stemm ve proje yöneticisi Tom Dettweiler (sağda) 2007 yılında Black Swan batığından çıkarılan bir madeni parayı inceliyor. İspanyol bir yargıç Odyssey’in hazineyi geri vermesi gerektiğine hükmetti. Fotoğraf: AP

Sonraki yıllarda okyanusta daha değerli batıklar aramaya başladılar ve 2007‘de büyük ikramiyeyi vurdular: Portekiz‘in Algarve kıyılarındaki bir batıkta yüz milyonlarca dolar değerinde 17 ton gümüş ve altın sikke bulundu. Odyssey gemiyi Black Swan olarak tanımladı, sikkeleri yüzeye çıkardı, plastik kovalara doldurdu ve Florida’ya uçurdu.

İspanya buna karşı çıktı. Black Swan’ın 1804 yılında 200’den fazla mürettebatıyla birlikte İngilizler tarafından batırılan fırkateynlerinden biri olduğunu söyleyerek hazinenin yasal olarak İspanya’ya ait olduğunu iddia etti. 2012 yılında ABD mahkemeleri Odyssey’i madeni paraları iade etmeye ve bir yargıcın deyimiyle “davayı başından beri etkileyen sürekli, kötü niyet temelli aldatma ve yanıltma kampanya yürütmeleri” nedeniyle İspanya’ya 1 milyon dolar ödemeye zorladı.

Yasalar daha sıkı ve yatırımcıların paraları daha az olduğu için gemi enkazı avcılığının riskleri artarken Odyssey, dikkatini, uzmanlık alanı olan okyanus becerilerini kullanabileceği yeni bir sektöre çevirdi: Potansiyel olarak kârlı deniz tabanı madenciliği dünyasına.

Muhabir

Odyssey’in sualtı madeni hakkındaki söylentileri Baja California Sur’un başkenti La Paz‘da yaşayan gazeteci Carlos G İbarra‘ya ilk ulaştığında durumdan hemen şüphelendi.

Bunaltıcı bir eylül akşamında, La Paz‘daki kalabalık bir sahil barında oturan Ibarra, tüm hayatı boyunca madenlerin gölgesinde yaşadığını anlatıyor. Çocukluğunu bir tuz madeni kasabasında, yetişkinlik kariyerini ise buradaki maden çıkarma şirketlerinin etkilerini takip eden bir muhabir olarak geçirdi.

Odyssey projeyi, kıyı şeridinden görünmeyecek ve balıkçılara ya da turistlere hiçbir rahatsızlık vermeyecek standart bir tarama operasyonu olarak tanıttı. Fotoğraf: Odyssey Deniz Araştırmaları

İlk başlarda söylentiler net değildi. Su altı madeni aramasının tam olarak nerede yapılacağını veya şirket hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Sonra merakını doruğa çıkaran bir yatırımcı raporu okudu.

2013 yılında ABD’li koruma fonu Meson Capital‘in kurucusu Ryan Morris tarafından kaleme alınan rapor oldukça sertti. Morris, 2000 yılından bu yana Odyssey yöneticileri ve direktörlerinin 20 milyon dolar nakit tazminat aldıklarını ancak 180 milyon dolar zarar ettiklerini iddia ediyordu. Raporda, “[Odyssey’in] amacının, hayal kırıklığına uğramış yatırımcılar faturayı öderken, [Odyssey] içindekilerin okyanusta avlanarak ihtişamlı bir hayat yaşamaları için bir araç olarak hizmet etmek olduğuna inanıyoruz” deniliyordu.

Odyssey sözcülerinden biri raporu, “olgusal hatalar, eksik bilgiler ve yanıltıcı sonuçlar” içerdiği gerekçesiyle yalanladı. Ancak Ibarra bu durumu daha fazla araştırmak için bir işaret olarak gördü. Aguilar’a ulaştı ve Aguilar onu madencilik projesini araştırmaya devam etmesi için teşvik etti. Ibarra daha sonra hükümet yetkilileriyle görüştü ve Odyssey’in başvurduğu izinleri inceledi.

Şirketin Meksikalı bir yan kuruluşu olan Exploraciones Oceánicas aracılığıyla yaklaşık 270.000 hektarlık (667.000 dönüm) deniz yatağı üzerinde 50 yıllık bir imtiyaz elde ettiğini tespit etti. Odyssey daha sonra 580 milyon tondan fazla, yani Kuzey Amerika‘nın 100 yıllık gübre ihtiyacının çoğunu karşılamaya yeteceğini iddia ettiği, dünyanın en önemli fosfat yataklarından birini bulduğunu açıkladığında Ibarra’nın yüreği ağzına geldi ve yayımlayacak herkese bu konuda yazmaya başladı.

Nesillerdir kendilerini besleyen kıyı şeridiyle gurur duyan San Juanico halkı sahili süpürerek temizliyor. Fotoğraf: Laura Paddison

Maden

Ibarra madenin halka nasıl sunulacağını çok iyi biliyordu. Maden çıkarma projelerinin kurumsal anlatısı, iyi bilinen bir yolu izleme eğilimindeydi: Kaynak insanlık için hayati bir rol oynamaktadır, madencilik yerel halka fayda sağlayacaktır ve kalıcı bir çevresel zarar olmayacaktır.

Odyssey’de de durum farklı değildi. Bu gübrenin Meksika’nın gıdada kendine yeterliliğini güvence altına alacağını iddia eden şirket, vergi gelirleri ve ekonomik kalkınma yoluyla Meksika’ya istihdam ve milyonlarca dolar kazandırma sözü verdi.

Şirketin çevreci bir sunumu da oldu. Fosfat, çoğunlukla toprağı sökerek çıkarılır. Bunu suların altından çıkarmanın daha “sürdürülebilir” olacağını iddia ettiler.

Bugüne kadar deniz dibinde hiçbir fosfat madenciliği projesi hayata geçirilmemiştir. Yeni Zelanda benzer bir teklifi geri çevirdi

Bu teklife göre, büyük gemiler deniz tabanını tarayacak, güvertedeki fosfatı ayıracak ve daha sonra “değiştirilmemiş” tortulardan oluşacağını söylediği istenmeyen malzemeyi deniz tabanındaki oluklara geri pompalayacak.

Uluslararası sularda dört mil (6 km) derinlikten maden çıkarmayı içeren derin deniz madenciliğinin aksine, bu maden Meksika’nın kıta sahanlığının daha sığ sularında yer alıyor. Bu tür deniz tabanı madenciliği bazen çevresel açıdan tercih edilebilir olarak sunuluyor, çünkü kıyı suları derin denizlere göre daha iyi biliniyor.

Baja California Sur’un suları şişe burunlu yunusların yanı sıra gri balinalara, caretta caretta kaplumbağalarına ve deniz aslanlarına da ev sahipliği yapıyor. Dip taramasının onlara verebileceği zararı kimse bilmiyor. Fotoğraf: Minden Pictures/Alamy

Ancak sığ sular okyanusun dipsiz düzlüklerinde bulunan gizemlerden yoksun olsa da, yaşamla dolup taşan kırılgan ekosistemleri barındırmaya devam ediyor.

Odyssey, Guardian‘a yaptığı açıklamada, deniz dibi madencilik projelerinin “en çok ihtiyaç duyduğumuz mineralleri tedarik etmek için temiz, sürdürülebilir ve ekonomik bir fırsat sağlayabileceğini” ve projenin “çevresel etkileri sınırlamak için kapsamlı önlemler alacağını” ifade etti.

Ancak bazı uzmanlar, dip taramasıyla ortaya çıkan tortu birikintilerinin, gürültünün ya da fosfatla birlikte kaç organizmanın emilebileceğinin, bunların ne gibi etkiler yaratabileceğini kimsenin kesin olarak bilmediğini söylüyor. Kıyısal deniz tabanlarının kendilerini ne kadar çabuk onarabileceğini de kimse bilmiyor.

Bugüne kadar deniz dibinde hiçbir fosfat madenciliği projesi hayata geçirilmedi. 2015 yılında Yeni Zelanda Çevre Koruma Kurumu benzer bir teklifi “önemli ve kalıcı olumsuz etkilere” neden olacağı gerekçesiyle geri çevirmişti. Yakın zamanda Namibya‘daki girişimler de yoğun muhalefet nedeniyle durdu.

Helsinki Üniversitesi‘nde sığ su madenciliğini araştıran deniz bilimci Laura Kaikkonen, “Madencilik her zaman bir habitatın bir kısmını yok eder” diyor: “Sadece sığ bölgelerde olduğu için mineral elde etmek kolay bir çözüm değil.”

Namibya Walvis Bay lagünündeki flamingoların havadan çekilmiş bir fotoğrafı. Fotoğraf: Chris Wildblood/Alamy

Walvis Körfezi yakınlarında görülen bir sondaj gemisi. Namibya sularında fosfat madeni çıkarma girişimleri yoğun muhalefetle karşılaşıyor. Fotoğraf: Wirestock, Inc./Alamy

Aguilar daha da ileri gidiyor. Las Barrancas’ta sakin bir eylül Pazarında, bir evin yan tarafındaki beton ek binada oturmuş, güneş gözlüklerini açık mor gömleğinin içine özenle sokmuş bir halde, madeni durdurmayı bir ölüm kalım meselesi olarak gördüklerini anlatıyor:

“Yarımadada büyük bir su kaynağımız var ve burası zehirlendiğinde ki biz bunu böyle tanımlıyoruz, balıkçılık geliri ve ilerleme açıkça sona erecektir.”

Odyssey ise zehirlenmeyle ilgili söylemlerin “yanlış” olduğunu ve madencilik faaliyetlerinin “balıkçılık faaliyetlerini engellemeyeceğini” söyledi. Ayrıca diğer bölgesel balıkçılık örgütlerinin desteğine işaret etti.

Ancak geçtiğimiz on yıl boyunca Aguilar ve kooperatif geri adım atmayı reddetti, halka açık istişarelerde madene karşı mücadele etti ve bölgeyi ziyaret eden Devlet Başkanı Andrés Manuel López Obrador‘u protesto pankartlarıyla karşıladı.

Puerto Chale balıkçılık kooperatifi üyeleri maden tehdidine karşı mücadele etmek için bir araya geliyor. Fotoğraf: Laura Paddison

Bu çok zorlu bir yol. 2014 yılında Odyssey’in yan kuruluşu Exploraciones Oceánicas’ın bir temsilcisi Aguilar ve Ibarra hakkında suç duyurusunda bulundu ve Ibarra bundan ancak El Sudcaliforniano gazetesindeki bir yazıyı okuyunca haberdar oldu. Şirket, bu kişileri “sözde çevreciler” olarak nitelendirdi ve 10 yıla kadar hapis cezası gerektiren “madene direnerek gasp yapmak” ve “tüketime ve doğal zenginliğe saldırmak”la suçladı.

Aguilar, “Projenin onaylanmamasından ve milyonlarca dolarlık mali kayıptan bizim sorumlu olduğumuzu söylediler” diyor.

Ibarra, “Bu bir yıldırma stratejisiydi” diye ekliyor.

Odyssey sözcüsü “şantaj girişimine karşı kendini savunmak için gerekli yasal adımları attığını” ve “projeye karşı muhalefeti sindirmek ya da caydırmak” gibi bir niyetinin olmadığını söyledi. Hem Aguilar hem de Ibarra şantaj suçlamalarını şiddetle reddetti ve sonunda davanın ilerlemeyeceği söylense de, Ibarra için bu stres yıllarca gazeteciliği bırakmasına neden oldu.

Ama bir süreliğine, çekilen çileye değmiş gibi görünüyordu. Meksika hükümeti madencilik iznini iki kez geri çevirdi: Bir defa 2016’da, ikinci olarak da 2018’de, madenin “Meksika ve dünya için son derece önemli ve doğal bir hazine teşkil eden” bir yerin “deniz tabanını kesintisiz olarak taramaya çalıştığını” söyleyerek.

Aguilar, “Kendimizi çok tatmin olmuş hissettik,” diyor ama ekliyor: “Bunun sadece bir mola olduğunu ve tam bir zafer olmadığını biliyorduk.”

Haklıydı. 2019 yılında Odyssey, madenin gelecekteki tahmini kârı olan milyarlarca dolar için Meksika’ya dava açtı.

Dava

ISDS (yatırımcı-devlet anlaşmazlıkları uzlaşması) o kadar yavan bir kısaltmadır ki, sahip olduğu güç düşünüldüğünde sanki bilerek seçilmiş gibi görünür. En iyi niyetli tarifle bu, faaliyet gösterdikleri ülkenin yatırımlarına zarar verecek bir şey yapması halinde şirketlere kendilerini korumaları için bir yol sunan bir sistemdir.

Bu sistemi savunanlar tek bir yasadan ziyade 3 binden fazla ticaret anlaşması ve yatırım anlaşmasında yer alan hükümler aracılığıyla oluşturulan ISDS’nin bir kazan-kazan sistemi olduğunu, şirketlere güven verirken gelişmekte olan ülkelerde yatırımı teşvik ettiğini söylüyor. Ancak başkaları şirketlerin ülkelerdeki çevre, iklim ve insan hakları yasalarının hükümsüz kalmasına yol açan gizli bir yasal sürece dönüştüğüne inanıyor.

Tayland’ın Phichit bölgesindeki Chatree altın madeni arazide dev izler bırakıyor. Madencilik, hükümetin sağlık ve çevre kaygıları nedeniyle faaliyetleri askıya almasından altı yıl sonra yeniden başladı. Fotoğraf: Lillian Suwanrumpha/AFP/

Uluslararası tahkim avukatı ve New York‘taki Curtis hukuk firmasının yöneticisi George Kahale III, bunun “uluslararası hukukun vahşi batısı” olduğunu söylüyor.

Odyssey’in açtığı davada, Meksika’nın bilimsel kanıtları göz ardı ederek madeni reddetme yönünde siyasi amaçlı bir karar alarak Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA) kapsamındaki haklarını ihlal ettiği iddia edildi. Yatırımının değerinin gelecekteki karlarla birlikte yerle bir olduğunu söyledi ve 3.54 milyar $ (2.8 milyar £) talep etti, daha sonra bu miktar 2.36 milyar $‘a düşürüldü.

ISDS taleplerinin süreci şeffaf değil. Duruşmalar mahkemelerde değil, örneğin Dünya Bankası‘ndaki toplantı salonlarında, konferans merkezlerinde veya otellerde yapılıyor. Tazminat talepleri üç hakemden oluşan bir panel tarafından karara bağlanıyor: Biri şirket tarafından, biri devlet tarafından ve biri de karşılıklı anlaşma ile seçiliyor. Kararlar temyiz edilemiyor, sadece çok kısıtlı koşullarda iptal edilebiliyor.

Kahale bunu “istikrarlı bir şekilde yatırımcılar lehine ve yatırıma ev sahipliği yapan ülkeler aleyhine yorumlanan” “saçma sapan bir hukuk sistemi” olarak nitelendiriyor. (Kahale yakın zamanda Meksika hükümeti tarafından ISDS taleplerine yardımcı olması için görevlendirildi ancak Odyssey’in davasıyla bir ilgisi yok).

1990’lardan bu yana, bu davaların hacminde patlama yaşandı. ABD’li düşünce kuruluşu Institute for Policy Studies‘te araştırmacı olan Jen Moore‘a göre, hak taleplerinin yaklaşık %60’ı, başta ABD, Kanada ve Batı Avrupa olmak üzere zengin ülkelerdeki şirketler tarafından düşük gelirli ülkelere karşı yapılıyor. Bilinen tüm hak taleplerinin dörtte biri petrol, gaz ve madencilik şirketleri tarafından açılmış durumda.

Bu ticaret ve yatırım anlaşmaları, şirketleri varlıklarının fiziksel olarak kamulaştırılmasına karşı korumanın yanı sıra onları “dolaylı kamulaştırmaya” karşı da korumakta. Şirketler genellikle bir ülke projelerini insan hakları, iklim veya çevreyi tehdit ettiği gerekçesiyle reddettiğinde ISDS’ye başvuruyorlar.

Moore, “Madencilik şirketleri çoğu zaman toprağa kürek bile sokamıyorlar ama sonra bu çirkin davaları açıyorlar” diyor. Bunu “tahkim yoluyla kâr elde etmek için madencilik” olarak adlandırıyor.

Şirketler kazanıyor. 2016 yılında bir tahkim mahkemesi Venezuela’nın 1,2 milyar dolar ve faizini ödemesine karar verdi

Tazminat taleplerinin sıklığı arttıkça, miktarlar da artmış durumda. Kahale, nispeten küçük bir yatırımın 2 milyar dolardan fazla bir tazminat talebine yol açtığı Odyssey vakasının artık anormal olmadığını belirtiyor. Hatta bazı yatırım firmaları, bu işi yapacak şirketlere ödülden pay karşılığında fon bile sağlıyor: Odyssey’in kendi talebi Poplar Falls adlı serbest yatırım fonu tarafından finanse ediliyor.

Ve şirketler kazanıyor. 2016 yılında bir tahkim mahkemesi, Venezuela’nın çevre ve yerli halkla ilgili endişelerini gerekçe göstererek ulusal orman rezervinde altın madeni için izin vermemesi üzerine Kanadalı bir madencilik şirketi olan Crystallex‘e iflasla karşı karşıya olan bir ülke için büyük bir miktar olan 1,2 milyar dolar artı faiz ödemesine karar verdi. Crystallex, Venezuela’nın madeni kamulaştırdığını iddia etti.

Kanadalı madenci Crystallex’in Venezuela’nın Bolivar bölgesinin güneyinde sözleşme imzaladığı Las Cristinas imtiyazı yakınlarında altın aranıyor. Fotoğraf: Howard Yanes/Reuters

Moore, bu tür olayların bir “politika soğukluğu” yarattığını söylüyor. Örneğin Guatemala‘da, bilgi edinme özgürlüğü kapsamında yapılan başvurular, insan hakları gruplarının Yerli haklarını ihlal ettiğini söylemesine rağmen, hükümetin Kanada‘ya ait bir başka altın madenini askıya almamak için ISDS davası tehdidini gerekçe gösterdiğini ortaya koydu.

Uluslararası Çevre Hukuku Merkezi‘nden (Ciel) Carla Garcia Zendejas, bu gibi durumlarda sadece tahkim tehdidinin bile “siyasi baskı aracı” olarak devreye girebileceğini söylüyor.

Odyssey, tahkim işlemlerinin “örtülü ya da gizli kapaklı olmadığını” söyledi ve tahkimi bir “tehdit” ya da siyasi baskı aracı olarak kullanmadığını da ekledi. Şirketten yapılan açıklamada, “Odyssey, Meksika’nın hukuka aykırı eylemini ele almak ve Meksika’daki önemli yatırımını ve hissedarlarının çıkarlarını korumak için kullanabileceği kalan tek aracı kullandı” denildi.

Yine de birçok uzman için ISDS bundan daha örtülü ve gizli kapaklı olamaz. Moore, işlemlerin resmen kapalı kapılar ardında yapıldığına dikkat çekiyor. Tahkimin çoğu insan için ” esrarengiz bir şey” olduğunu ve “bir şirketin hükümetin bileğini bükmeye çalıştığı gerçeğini gizlemek için kullanışlı bir yol” sağladığını belirtiyor.

Halk

Aguilar için ISDS aynı zamanda kendisi gibi yerel halkları da dışlamak anlamına geliyordu. Puerto Chale kooperatifi bunu, Ciel’in yardımıyla ISDS paneline madenin kendilerini nasıl etkileyeceği konusunda kanıt sunma talebinde bulunduğunda öğrendi. Talepleri Aralık 2021’de, Odyssey yeni bir izin değil tazminat istediği için kooperatifin anlaşmazlıkta “önemli bir çıkarı olmadığına” karar veren iki kişilik panel çoğunluğu tarafından reddedildi.

Baja California Sur valisi Víctor Castro Cosío, Odyssey’e karşı verdiği mücadeleyi bir basın toplantısında anlatıyor. Fotoğraf: Laura Paddison

Karara muhalif kalan hakem, çevre avukatı Philippe Sands, “son derece üzücü” olarak nitelendirerek sert bir şekilde eleştirdiği kararın “bu yargılamaların meşruiyetine ilişkin algıları zayıflatmaktan başka bir işe yaramayacağını” yazdı. “Kendimizi savunmasız hissettik” diyor Aguilar.

Zendejas da projelerin yer aldığı bölgelerdeki halkların süreçlerde söz sahibi olmamasının yaygın bir durum olduğunu belirtiyor: “Bu, halkların hoş karşılanmadığı bir sistem.” Ayrıca Odyssey ve Meksika’yı, maden ruhsatının yeniden gözden geçirilmesine açık kapı bırakabilecek bir anlaşmayı görüşmekten alıkoyacak hiçbir şey olmadığını da ekliyor.

Gelecek

Baja California Sur’da yaşananlar dünyanın diğer bölgelerinde de yakından takip ediliyor.

Yaklaşık 5,000 mil ötede, Güney Pasifik‘te Cook Adası hükümeti, CIC adlı bir şirkete, kobalt ve yeşil ekonomi alanında kullanılan diğer metalleri içeren patates benzeri nodüller için deniz tabanı madenciliği araştırması yapmak üzere bir arama ruhsatı verdi.

Odyssey, CIC’nin bir yatırımcısı ve CIC’ye sağladığı hizmetler için ödeme alıyor. Peki CIC’nin kurucusu kim? Odyssey’den Greg Stemm’in ta kendisi.

Kuzeybatı Meksika kıyısındaki San Juanico’da huzurlu bir manzara – peki ama gelecek ne getirecek?

Bazı çevre savunucuları Cook Adaları‘nın, Odyssey’in Meksika’da yaptığı gibi milyarlarca dolarlık bir hak talebinden korktuğu için gelecekteki bir deniz tabanı madenini reddetme konusunda isteksiz davranabileceğinden endişe ediyor. Cook Adaları’nda kar amacı gütmeyen bir çevre kuruluşu olan Te Ipukarea Society‘den Kelvin Passfield, “İşte Meksika’da maden çıkarmak için çevre izni verilmeyen bu şirket şimdi dava açıyor” diyor.

Derin Deniz Koruma Koalisyonu‘ndan uluslararası avukat Duncan Currie, Odyssey’in Meksika’daki talebinin “bir tehdit” olduğunu savunuyor. Özellikle başka ülkelere milyarlarca dolarlık davalar açan şirketlere deniz tabanı arama izni veren ülkelerin kendilerini riske attıklarını vurguluyor: “Kimi ülkeler deniz madenciliğini olası bir servet kapısı olarak görse de, bence bunlar ülkelerin çok dikkatli davranması gerektiğine dair gerçekten iyi örnekler.”

ISDS, şirket haklarını bağımsız hükümetlerinkinden üstün tutuyoyr.

Moore, kendilerini korumalarının bir yolunun da uluslararası tahkim sistemini tümüyle reddetmek olduğunu savunuyor.

Pakistan, Ekvador ve Bolivya ISDS hükümleri içeren anlaşmaları feshetmeye başlayan ülkeler arasında yer alıyor. Fakat bunu yapmak zorlayıcı bir süreç olabilir. “Doğrudan yabancı yatırımları çekmek için uluslararası yatırım anlaşmalarının gerekli olduğu efsanesi hala güçlü diyor Moore.

ISDS maddesi, Temmuz 2020’de yürürlüğe giren yeniden müzakere edilmiş Nafta’da (şimdiki adıyla USMCA) Kanada ve ABD arasında da kaldırıldı. O dönemde Kanada Dışişleri Bakanı olan Chrystia Freeland, bunun en gurur duyduğu başarılarından biri olduğunu söylemişti: “ISDS, şirketlerin haklarını bağımsız hükümetlerinkinden üstün tutmaktadır. Bunu kaldırarak, hükümetimizin kamu sağlığını ve çevreyi korumak için kamu yararına düzenleme yapma hakkını güçlendirdik.”

Yeniden müzakere edilen anlaşma kapsamında ABD ve Meksika arasında ISDS hükümleri hala mevcut, ancak daha sınırlı; petrol, gaz ve taşımacılık davaları doğrudan ISDS’ye gidebiliyor, ancak diğerlerinin önce yerel mahkemelerden geçmesi gerekiyor. Yine de ISDS hükümleri, Kanada da dahil olmak üzere Meksika’nın imzaladığı diğer birçok ticaret anlaşmasında yer almaya devam etmekte.

Son zamanlarda yapılan bir hesaplamaya göre Meksika şu anda 11 milyar dolardan fazla ISDS talebiyle karşı karşıya.

Yıllarını madenle mücadele ederek geçirenlerin beklemekten başka çaresi yok. Ibarra, Baja California Sur’da ortaya çıkan madencilik şirketlerini ve devasa turizm inşaatlarını araştırarak gazeteciliğe döndü; bir gözü hala Odyssey’in planlarında.

Bu esnada, son on yıllarını maden endişesiyle geçiren balıkçılar hala her gün sabah 5’te kalkıyor. San Juanico’nun geniş, kumlu sahilinde, kafa lambalarıyla küçük bir balıkçı teknesinin etrafında dönen adamlar ıstakoz tuzaklarını yüklerken, motoru kontrol ederken, telsizi tamir ederken ışıklar mürekkep karanlığında sallanıyor. Hazır oldukları zaman, bir kamyon tekneyi şafak öncesi sessizliğinde kükreyerek okyanusa doğru çekiyor. Doğru dalgayı bekliyorlar, tekneyi dalgalara sürüyorlar ve Odyssey’in maden çıkarmak istediği yere doğru hızla ilerliyorlar.

Martín Guadalupe Trasviña, San Juanico Sörf kooperatifinden bir balıkçı. Fotoğraf: Laura Paddison

Buradaki insanlar Baja California Sur’un daha iyi yollar, daha istikrarlı elektrik, daha iyi sağlık hizmetleri açısından gelişmeye ihtiyacı olduğu konusunda hemfikir. Ancak çoğu, bölgenin can damarı olan balıkçılık ve turizm için bir tehdit olarak gördükleri madenden fayda göreceklerine inanmıyor.

Aguilar, “Sadece yıkım getirecek, birkaç kişiyi zengin ederken binlerce aileyi ve gelecek nesilleri fakirleştirecek bir proje için her şeyden vazgeçmek…” diyor ve bunu derken sesi titriyor.

Odyssey’in madencilik projesinde ikinci bir şans elde etmesi halinde, mücadeleye devam etmeye hazır olduklarını söylüyor. “Yarımada boyunca tüm halkı bir noktadan diğerine ve mutlak muhalefet içinde liderliği örgütlemek üzere ayağa kaldıracağız. Açık denizde ne yapabileceğimizi bilmiyorum – ama direnmek için bir şeyler yapmamız gerekecek.”

Makalenin İngilizce orijinali

You may also like

Comments

Comments are closed.