Dış Köşe

Favela – Metin Yeğin

0

Mutlaka çok belgesel seyretmişsinizdir. İnsanın aklına hemen İngilizce bir üst ses, üzerine döşenmiş bir daha üst ses Türkçe geliyor. Kaptan Kusto ile büyüdük diyebiliriz biz. Fransız diyorlardı ona ama kesin Laz, Pontuslu filandı. Sonra Müslüman oldu dediler, doğrulanmadı ama Karadenizli olduğu kesin, burnuna bakın anlarsınız. Denizin altında 20 bin fersahı onun sayesinde öğrendik. Köpekbalıklarından korunmak için yapılmış demir parmaklıklar, dev yosunlar, rengarenk mercanlar siyah beyaz televizyonu renklendiriyordu. Eh gerçi sonra köpekbalıklarının insan eti yemediğini ve kendisini çok tehlikede hissetmedikçe saldırmadığını öğrendiğimde kendimi kandırılmış hissettim ama çok geçti. Eğer seyretmeseniz bile belgesel, evde televizyon olmanın mahçup açıklamasıdır. ‘Biz aslında televizyon seyretmiyoruz zaten ama işte, bazen belgesellere bakıyoruz’ denir. Hatta berberde filan sizin de belgesel yaptığınızı öğrendiklerinde, berber dahil herkes belgesel izleyicisi çıkar. Berberler hep ‘Ben en çok yılanlı olanlarını seviyorum’ derler.

Hayal kırıklığım sadece köpekbalıklarının insan eti sevmemesi ile sınırlı değil tabii ki. Daha sonra öğrendik ki o belgesellerin çoğu doğal parklarda sıkıştırılmış hayvanların fotoğraf platformlarından çekilmiş olanlardır. Yani aslanlar filan serbest de yine de onlara belli uzaklıkta yapılmış yoldan 4 çeker jipinizle geçerken koca koca objektiflerinizle çekip geçiyorsunuz. Üstüne tok sesli bir seslendiricinin sesini dayadın mı oldu sana belgesel. -Televizyonda herhangi bir şeyin doğru olabilmesi mümkün mü?- Aslında Metro Golden Mayer film şirketinin, her film başlangıcındaki kükreyen aslan çok daha gerçektir. O sahnenin çekimi sırasında, ne kadar terbiye edilmiş olsa da kameramanlar aslanın hemen iki adım ötesinde duruyor. Benim favori sahnemse 1968 yapımı James Bond filmindeki timsahlı kısım. Timsahların sırtına basa basa nehirden karşıya geçme aksiyonu. Her ne kadar tabii ki geçen kişi 007 James Bond değilse de ve timsahlar kuyruklarından bağlı olsalar da gerçek bir geçiş.

Nereden çıktı bu Pazar yazısı tadında yazı derseniz, nedeni ‘Favela’ safarisine çıkan Türkiyeli gazetecilerin dünya kupası marifetiyle gittikleri Brezilya’dan yazdıkları belgesel! yazıları. Favela gezisi başlarken rehber, ‘Yakınlarınızla vedalaştınız mı?’ diyormuş. Sonra kentin üstüne doğru tırmanış başlıyordur, balta girmemiş ormanlara ya da denizin altında 20 bin fersaha doğru. Aslanların, kaplanların, köpekbelıklarının yerleşimleri Brezilya gecekonduları favelalarına. -Nınınııııın, nınnınıııın, arkaya bir gerilim müziği koy- Şimdi işiniz, sokakta oynayan ‘güzel çocuk’ fotoğrafı çekmek olmalı. Burada izleyiciyi şaşırtmanız gerekiyor ‘Ay bu kadar güzel çocuk, nasıl Favela’da yaşıyor.’ demeli herkes. ‘Aaa futbol oynuyorlar’ her şey gerçek, Cola reklamı gibi. Hayatın gerçek tadı yani. Biraz sonra ‘Aman diyor rehber bundan biraz daha ileri gitmeyelim, orada uyuşturucu çeteleri var.’ -Gerçekten merak ediyorum ne zannediyorlar uyuşturucu çetelerini? Yani yan yana oturmuş bir sürü rahmetli Erol Taş’la simgelenmiş kötü adam, elleriyle tavuk budu mu yiyor?- Sonra anlıyoruz ki çok şükür, favela safaricileri bir şey olmadan, korkusuzca sıyrılıyorlar o tehlikeli sokaklardan ya da birilerine bir şey oluyorsa safari filmlerinde olduğu gibi yükleri taşıyan yerlilerdir kanyonlardan yuvarlanan. Her şey aynı. İstanbul cangılında iş kazalarında ölen işçiler gibi her şey.

Aslında asalak yaşayanlar favelaların sırtındaki gökdelenlerdir. Favelalarda yaşayanlar suçlular (!), soyguncular ve uyuşturucu satıcılarından mı ibaret? Gökdelenleri inşa edenler, onaranlar, temizleyenler, kapılarında güvenlik için bekleyenler ve hatta evlerinin temizlenmesi için anahtarlarını bıraktıkları insanlarının yaşadığı yerlerdir favelalar. Ayrıca sanki o mahalleler uyuşturucuyu uzaylılara mı satıyor? Gökdelenlerin talebi olmasa, o uyuşturucu kime satılabilir?

Metin Yeğin – Özgür Gündem

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.