Köşe Yazıları

12 Mart’ın 3 hali: Darbe-Katliam-Referandum

0

12 Mart önemli bir tarih. Çeşitli önemli günlerin dönümü. Ilk 12 Mart tabii ki, 12 Mart 1971 Muhtırası. Tam 30 sene önce verilmiş bir muhtıra. Sonrasında solun liderlerinin öldürüldüğü bir sürecin başlangıcı. İkinci 12 Mart, 12 Mart 1995. Gazi Mahallesi Katliamı. Göz göre göre 17 kişinin öldürüldüğü ve ne yazık ki tarihe Gazi Mahallesi Olayları olarak geçen günün de yıl dönümü bugün. Gazi’den bugüne çıkacak belki de ilk ders, kelimelere, tarihe sahip çıkmamız gerektiği. İnsanların tarandığı, öldürüldüğü, otellerde yakıldığı günleri tarihe “olay” olarak geçirmek isteyenlere karşı entelektüel olarak mücadele etmemiz gerekiyor.

Üçüncü 12 Mart ise, bir yarım yıl dönümü. Bu 12 Mart, 12 Eylül Referandumu’nun 6. ayı… Herhalde artık bazı şeyleri değerlendirmek için yeteri kadar süre geçmiştir. 3 ay sonra da seçim olacağı düşünülürse, seçime kadar yapılacak her şey yapılmış sayabiliriz. O zaman geriye dönüp bir bakmak lazım, neler değişmiş, verilen sözler yerine getirilmiş mi? Referandum öncesinde sürekli yazıp çizenlerin, bunları da yapması gerekmez mi?

Referandumda sunulan değişiklikler, %58 ile kabul edilmişti. Şimdi tüm maddelere olmasa da can alıcı maddelere bir bakalım.

Referandum sonucunda, kadın-erkek eşitliğini sağlayıcı, pozitif ayrımcılık içeren bir madde kabul edildi. 6 ayda neler oldu bu konuda? Neler konuşuldu? Başbakan kendisi, kadınla erkeğin eşit olamayacağını ifade etti örneğin. Kadın cinayetleri gündeme oturdu. 7 yılda %1400’lük bir artışın gerçekleştiğini ortaya koydu kadın örgütleri. Yine Başbakan, bu konuda, “Bu medyanın ve muhalefetin abartmasıdır.” açıklaması yaptı.

Referandumda kabul edilen başka bir maddede, kişisel veriler korunacaktı. Evet verilmesi yönünde yapılan kampanyada buna vurgu yapılırken, fişlemenin biteceğine dair sloganlar kullanılmıştı. Kişisel veriler korunacak, fişleme bitecekti. 6 ayda neler oldu? Adalet Bakanlığı’nın hakim ve savcıları içki içip içmediğine dair fişlediği ortaya çıktı mesela. Bakanlık buna yönelik açıklamasında, bu fişlemenin yıllardır yapılan rutin bir uygulama olduğunu açıkladı. E hani bitmişti fişleme? Rutinler kalıcı mıydı? Hadi bunu bir yana koyalım. Kişisel verilerinin güvende olduğunu düşünen bir kişi var mı? Bir kişi kaldı mı? Telefonunun dinlenmediğini düşünen, rahatça konuşabilen, yazabilen, eleştirebilen kaç kişi var? Referandumun getirdiği havanın getirileri bunlar biraz da.

Referandumun üzerinde en çok konuşulan iki olgusu yargıya yönelik düzenlemeler ve 12 Eylül’e yönelik olarak kaldırılması istenen “Geçici 15. Madde’ydi.” Referandum kabul edildiğine göre, bu maddeler de isteklere göre değişti. Peki ne oldu?

Referandum öncesinde 12 Eylül’ü gerçekleştirenlerin yargılanıp, yargılanamayacağı büyük bir soru işaretiydi. Bir takım insanlara göre kesinlikle yargılacak, 12 Eylül’den hesap sorulacaktı. Bir takım insan da bunun gerçekleşmeyeceğini, buna inanarak “Evet” oyu vermenin yanlış olduğunu söylüyordu. Geçen zamana göre ikinci kesim haklı çıktı. 6 ayda Kenan Evren ve Darbe arkadaşlarının yargılanacağına dair bir işaret yok. Peki hiç mi bir şey olmadı Kenan Evren’e dair? Evet oldu! Kenan Evren’in maaşına zam yapıldı. 12 Eylül’de hesap sorulmak için yola çıkanlar, 900 lira zamla, Kenan Evren’in maaşını 12 bin 300 liraya çıkardılar. Ya birileri bize yalan söyledi, ya da gerçeklerden bu kadar uzaklardı.

Referandum’un bir diğer temel tartışma odağı yargı ve yargı üzerinden kuvvetler ayrılığı tartışmalarıydı. Yargı, demokratikleşecekti. Peki ne oldu? HSYK’ya yapılan seçimlerde hakim ve savcıların çok büyük bir kısmı blok halde oy kullandı/kullanmak zorunda kaldı. Demokratikleşme, HSYK’ya bloklaşma halinde geldi. Tabii ki, blok halinde oy kullanabilir hakimler ve savcılar ama o liste Adalet Bakanlığı’nın listesi olunca iş değişiyor ne yazık ki. Bununla birlikte diğer yargı kurumlarında meydana gelen değişiklikler sonucunda artık kuvvetler ayrılığı sorunu tamamen ortadan kalktı.

12 Mart 2011 itibariyle kuvvetler ayrılığının tablosu şu şekilde: Gün 8 Mart. TBMM’de parti grup toplantılarının olduğu gün. Başbakan, Meclis’e girecek, Ankara kar altında, vekiller dışarda, sıraya girmiş şekilde bekliyor. Yasama bu… Başbakan’ı kar altında sırada bekleyen vekiller. Yasamanın hali bu.

Gazeteciler Ahmet Şık ve Nedim Şener gözaltına alındığında, tepkiler çoğaldığında savcılar bir açıklama yaptı: “Bu kişiler gazetecilikten tutuklanmadılar. Açıklayamayacağımız deliller var.“ Bu açıklamanın hukuksal olarak durumu ayrı bir olgu. Açıklanmayan delil olur mu? Açıklanmayan delillerle gelen tutuklamalara, sanık avukatları nasıl itiraz ederler?…  Kısacası yargı da bu.

Yine 8 Mart’a dönelim. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan aynı grup toplantısında, savcının açıklamasına benzer bir açıklama yaptı. Bu kişilerin gazetecilikten tutuklanmadığını ifade etti. Ahmet Şık ve Nedim Şener ile alakasız olmakla birlikte, başka gazetecilerden söz etti. Onların hapiste olmasının nedenleri arasında gazeteciliğin bulunmadığını açıkladı. Gazetecilik bir suç olsaydı, tabii ki böyle bir suçtan hapse giren kişiler olacaktı. Ama yok. Suç olmayınca, suçlu da yok. Yürütme de bu.

Yargının demokratikleşmesinin yerine gelen Adalet Bakanlığı listesi üzerinde bir bloklaşma, yargı ile yasama-yürütme bloğunun iç içe gelmesi… Referandumda bunun tam tersi olacaktı halbuki. Böyle söylenmemişti bize? Nasıl böyle oldu? Bakıldığında görülen tablo şu: Yasama-Yürütme-Yargı iç içe… Yasamanın ve hatta bir kişinin öncülüğünde ilerliyor.

Şu anda durum çok net. 2011’de Türkiye’de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “ol” dediğine olmaz diyebilecek ya da ol dediğini oldurmayabilecek bir kişi ya da bir kurum var mı? Kaldı mı? Kalmadı! AB Parlamentosu’na karşı ne dedi Recep Tayyip Erdoğan? “Onlar rapor hazırlamakla, biz bildiğimizi okumakla görevliyiz!” Durumun bu olmasının nedenlerinden bir tanesi de referandumdur. Bu yüzden geriye dönük olarak konuşulması gerekir.

Son yaşananlar ışığında, üzerinden 6 ay geçmişken, geriye doğru bakıp, bu değişiklikleri olumlayanların düşüncelerini yazmaları, söylemeleri gerekir. Hararetle savunanlar, gelinen nokta ile ilgili ne düşünüyorlar? Bunu bilmek hakkımız. Tek adamlık, otoriterlik, muhalifleri tek torbaya koyup sindirme, bunun için yargıyı kullanma… En sembolik değişikliklerin bile gerçekleştirilmemesi hakkında en tepeden, en tabana kim ne düşünüyorsa açıklamalı. Geçmişe yönelik bir fikir jimnastiği, bir düşünme, belki yapılan hataların açıklanması gerekmez mi? Bence gerekir. Çünkü çok açık ve elle tutulur bir olgu bu. 12 Eylül Referandumu’na dair politik çıkarımlarda bulundu herkes, politik saptamalar yaptı, geleceğe dönük tahminlerde bulundu. Sonuç ortada. Bu tahminlerdeki başarı, öngörü geleceğe de ışık tutacaktır. Bu yüzden herkesin geriye dönük düşünmesi şarttır.

http://www.urbarli.net/

You may also like

Comments

Comments are closed.