Yazarlar

Ümit Şahin’in “Referandum Şansı…” yazısına eleştiriler – Ozan Zeybek

0
Ozan Sezai Zeybek

Ümit Şahin’in referandum hakkındaki birinci yazısına eleştiriler/eklemeler yapmak istiyorum. Yazıda Ümit referandum kavramını kullanmış, ben de buna sadık kalacağım.

Ümit ilk yazısında, hükümetin referandum çağrısının itibarsızlaştırılmasına itiraz ediyor. Baskın Oran, Cengiz Aktar ve Korhan Gümüş’ün referandum itirazlarına cevap veriyor; daha kapsamlı bir referandum fikri geliştirmeye uğraşıyor. Geçmişte başarılı örnekler olduğunu, referandumun yerel yönetim fikrini güçlendirebileceğini; bu anlamda bu çağrı hakkında en azından bir düşünmek gerektiğini vurguluyor.

Ben şu noktada referandumu kabul etmektense müzakereye ve mücadeleye devam edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Daha önce kısaca yazdığım yazıya buradan göz atılabilinir.

Ancak Ümit’in yazısında da aklıma yatan önemli noktalar var. Bir referandum yasası ile bu mücadeleye ara vermek pek de küçük bir kazanım olmayacak… Fakat Ümit’in bu ilk yazısı özelinde beni ikna etmeyen hususlar da var. Referandum eleştirilerini biraz basitleştirmiş, farklı argümanları üst üste koymuş ve sonuçta Gezi Parkı’nı mümkün kılan temel hissiyatı ıskalamış.

Şöyle başlamak istiyorum: Yazıda Baskın Oran, Cengiz Aktar, Korhan Gümüş (ve bahsi geçen diğer itirazlar) “birbirine benziyor” denerek aslında bambaşka meselelere işaret eden itirazların hakkı verilmemiş. Ardından bu birbirine benzediği iddia edilen itirazlara pek de tatmin edici olmayan ve temel olarak teknokrasi mi referandum mu zıtlığına dayanan bir cevap üretilmiş. Sonunda da “kararı halk versin” denmiş. Önce birkaç hususu ayıralım.

1- Cengiz Aktar’ın yazdıkları biraz hafife alınmış. Aktar, demokrasinin göbeğindeki bir meseleye değiniyor oysa. Yerelde olsun olmasın, çoğunluk fikri ne dereceye kadar demokratiktir, diye soruyor. Yerelde yaşayan insanlara soru sormak bir olayı çözer mi? Örnek: Çorlu’daki sanayi kuruluşları olsun mu olmasın mı? Kime soracağız, buranın yereli kim? Eğer Çorlulular diyeceksek coğrafya ile ilgili temel varsayımlarımızda bir hayli sorun var demektir. Çorlu’daki nehir, birkaç yüz kilometrelik tarım bölgesinden geçer, Saros’taki balıkçıları etkiler, atıklar İtalya kıyılarında birikir. Türkiye’deki ayçiçeğinin yarıdan fazlası buradan gelir. Çorlu, İranlı işçilerin çalışmaya geldiği bir merkezdir.

Bu basitleştirilmiş örneği vermekteki amacım, yerel fikrinin ne kadar karmaşık olduğunu göstermek ve “orada yaşayanlar”, “çoğunluk” gibi muğlak kavramlarla çalışmanın zorluklarına işaret etmek. Seçilen ölçek önemli. Mesela göçmenlerin hareket imkanlarına dair meseleleri yerelde yaşayan insanlara sorsak ve “hayır, şehrimizde/ülkemizde işsiz yabancı istemiyoruz” kararı çıksa demokrasi tecelli etmiş olur mu? Zor sorular bunlar. Yerelliğin, çoğunluğun, bir meselenin hangi kriterlerle ele alınması gerektiğine dair tartışmaların karşısına sandık fikriyle, yereldeki çoğunluk fikriyle çıkmak, demokrasinin bir hayli sınırlı bir tarifi çünkü.

Gezi Parkı için de 12 milyonluk bir şehrin karar verici merci olarak öne sürülmesinde aynı tuhaflık var. Nasıl sınırlandırırsanız sınırlandırın (Beyoğlu-Kadıköy-Şişli mi mesela?), Gezi Parkı’nın yerelini bulmak çok zor. Buradaki sorun, bir daha söylüyorum, sadece şehrin kalabalığı değil, kavramsal düzeyde yerelliğin içini doldurmanın zorluğu.

2- Baskın  Oran şöyle demiş: “[Türkiye gibi ülkelerde] liderler, iktidarını meşrulaştırmak için, soruyu istediği gibi sorarak insanları “evet” vermeye güder.”

Gütmek kelimesinin barındırdığı kibir ayrıca tartışılabilir; ama bu gene de önemli bir itiraz. Ümit yazısında bunun üstünden “abartılı bir şüphecilik” diyerek atlıyor. Oysa Baskın Oran, demokrasinin barındırdığı, daha doğrusu belki bugünkü tüm demokratik rejimlere içkin bir güç eşitsizliğine işaret ediyor. Medya ve bilgi üreten kurumlar bağımsız değil, tekelleşmiş televizyonlar ve gazeteler bugün hâlâ milyonlarca insanın kanaatlerini şekillendiren en önemli araç. Bunu uzun uzun örneklendirmeye gerek yok. Mesela Irak işgalinin Amerika’daki kamuoyuna nasıl sunulduğu muazzam bir örnek. Ölenleri cips yiyerek seyredecek kadar yabancılaştıran birtakım iktidar aygıtlarından bahsediyoruz. Keza Gezi işgalinin nasıl algılandığı da ciddi bir güç mücadelesine işaret ediyor.  Bugün inşa edilmeye çalışılan genel kanı şu: “Aralarında iyi çocuklar var; ama bunlar iç-dış mihraklarca desteklenen, halkın iradesini tanımayan darbe yanlısı gruplar tarafından kullanıyorlar. Devlet bunları biliyor, birbirinden ayırıyor.” Kısa vadede, yaratılan bu algının hangi grupları mahvedebileceği üstüne aklımdan geçen şüpheleri burada paylaşmak istemiyorum.

AKP, elindeki her türlü komplo teorisini kullanıma sokuyor. “Milli İradeye Saygı:  “Büyük Oyunu Bozmaya, Haydi Tarih Yazmaya” isimli dev mitingler yapmaya hazırlanıyor şu aralar. Bir referandum olsa kazanmak için hangi tellere basacaklarını, hangi mağduriyetleri, hangi kalkınma masallarını gözümüze sokacaklarını iyi biliyoruz ve bütün bunların ne kadar etkili olduğunu… Daha önemlisi, karşı tarafı devamlı köşeye sıkıştıran, iftira atan, çamura yatan, provokatör kullanan, ötekileştiren yalan söyleyen bir zorbalıkla karşı karşıyayız. Ben böyle bir canavarla girişilen referandum mücadelesinin daha ziyade direnişe gem vuracağını düşünüyorum.

Ümit, dünyada referandumun işe yaradığı örnekler olduğunu söylemiş. Ben de şu videoyu sizinle paylaşayım, Kızılay Meydanı hakkında yakın zamanda yapılan referandumun ahvali. Lütfen bu kepazeliği seyredin:

https://www.facebook.com/photo.php?v=470123156398633

Siyaset böyle bir şey olmak zorunda değil ve galiba sadece iyi oynamak yeterli değil, oyunun kurallarında da değişiklik yapmak gerekiyor. Zira hakikatlerin ortaya konamadığı bir ortam pek çok demokratik aracı (referandum dahil) iktidarın bir başka aracına dönüştürüyor. Cengiz Aktar’ın Ümit’in yazısına yaptığı yorumdan alıyorum. [Yeterli bilgilendirmenin olmadığı durumlarda] referandumun sonucu kışla dayatmasının reddi de olsa bu oylama Yeni Türkiye’nin dili ve yöntemi olamaz. “Sandıktan sandığa demokrasi” konusunda bir “ara sandık” niteliğinde olan referandum siyasî katılım alanını açan değil daraltan, bu ölçüde de demokratik talepleri karşılamada son derece yetersiz bir araçtır. Bir bakıma siyasetin sıfır noktası…”

3-Korhan Gümüş ise bu işler muhakeme ister, birikim ister, herkese sormak abestir demiş. [Mealen söylüyorum, Korhan’ın kelimeleri farklı]. Uzmanlaşmaya dayanan bir tür ayrıcalık talep etmiş. Bu üstünde çok tartışılacak bir başka husus. “Bir yandan uzmanlaşma bir yanda demokrasi mümkün mü?” üstüne yazılmış yüklü bir külliyat var. Uzmanlaşma bir yönüyle bir birikim, meseleyle haşır neşir olmak anlamına geliyor. O anlamda bir tür hiyerarşi kuruyor elbette. Ancak bunun nasıl bir iktidar oluşturduğundan bahseden, uzmanlaşmaya karşı çıkan pek çok itiraz da var. Ümit’in eleştirilerine ben de bu noktada katılıyorum. Şöyle diyor Ümit Şahin: “Konu bir kent politikası ve yerel demokrasi meselesinden bir mimarlık ve şehir plancılığı tartışmasına dönüştürülüyor.” (Ancak burada Korhan Gümüş’e de haksızlık yapıldığını, kendisinin karşısında mücadele verdiği bir konuma itildiğini düşünüyorum.)

İyi düzenlenmiş referandumların bir yönetim aracı haline gelmesi elbette olumlu bir gelişme olabilir; şartların, soruların, muhatabın kim olduğuna bağlı. Ancak önümüzde duran engellerin ve buradan hareketle yapılan itirazların da ciddiye alınması gerektiğini düşünüyorum. Bulunduğumuz noktada Ümit’in yazısı bizi “halk mı teknokrasi mi” ikiliğine getirmiş. Sonra da tabii ki “halk” denmiş. Ancak bu, bana kalırsa, şu anki durumu izah etmek için yeterli değil. Süren bir mücadeleye karşılık, şartları ve sonuçları son derece muğlak bırakılmış bu öneriyi sahiplenmek Gezi’yi ortaya çıkartan meseleleri ıskalıyor.

Gezi Parkı bugün pek çok farklı gruba ilham veren bir sembole dönüşmüş durumda. Nazan Üstündağ’dan alıyorum: “Gezi Parkı tek değildir. Bir değildir. Gezi parkı, üçüncü köprüden kalekollara, barajlardan HES’lere, kentsel dönüşümden orman yangınlarına kadar büyük bir bütünün parçasıdır. Yalancı medyaya, 10 bin tutukluya, Kürdistan’daki kirli savaşa bir başkaldırıdır.”

O yüzden Türkiye’nin dört bir yanı Gezi’ye sahip çıktı. Sadece Topçu Kışlası değildi bu kadar insanı sokağa döken. Toplumun farklı kesimlerini farklı mecralarda hiçe sayan bir iktidar mekanizmasına itiraz edildi. Tayyip Erdoğan hepimizin gözünün içine baka baka yalan söyledi. Hep söylüyordu. Polis birilerini hep dövüyordu, işkence ediyordu. İstanbul Valisi, 90’lı yıllarda yaptıklarından yargılanmamış, gelmiş çiçek-böcek diyebiliyordu.

Biz o kadar çok şeye kızgınız ki…

Teknokrasiye hayır! Ancak onun alternatifi referandum değil. Ümit yazısında, bu ikisi arasında bir seçim yapma noktasına getirmiş bizi. Böyle bir ikilik yok. Ayrıca merkezden yönetimin kırılacağı yönünde tek bir işaret bile yok. Direnişi karıştırmak, etkisizleştirmek için ortaya atılan bir cin fikir var ortada sadece.

Ümit’in yazıdaki temennilerine karşı yazmadım bunları. Ancak somut engellerin ne olduğuna dair yapılan eleştirileri ve var olan kızgınlığı ciddiye almak gerekiyor. Zira başka hayaller kurmak için gerekenler tam olarak bunlar!

paylaşmak için tklynz / click for to share

Ozan Sezai Zeybek

 

 

Sezai Ozan Zeybek

ozanoyunbozan.blogspot.com/

More in Yazarlar

You may also like

Comments

Comments are closed.