Köşe Yazıları

Uluslararası ilişkiler : Değişimin Bekası

0

universitede uluslararası ilişkiler dalında eğitim alanlar bilirler; bu konularda sağlam ve doğru analizler yapabilmenin en önemli ön-şartlarından biri de “sistemin sürekli değişim halinde olduğunu” ve sisteme etki eden dinamiklerin, ki bunlardan biri de güç dengeleridir, sabit kalmadığını akılda tutmaktır. Bu nedenle 20 yıl, hatta 3-5 yıl önce kullandığınız bir analiz modelinin işe yaramama ihtimali gayet yüksektir, “değişkenlerin değişimini” sürekli akılda tutmak gerekir.

Şansıma, Soğuk Savaş sonrası uluslararası ilişkilerin ne menem bir hale evrildiği, ve kısa-orta vadeli gelecekte de ne yöne doğru hareketleneceği konusunda tutarlı tahminlerin yapılabilmeye başlandığı bir dönemde okudum ben uluslararası ilişkiler bölümünde… O dönemde hocalarımızın ve okuduğumuz güncel literatürün en belirgin hatırlatmaları Soğuk Savaş’ın iki kutuplu sisteminin sona erdiği ve yeni bir dönemin başladığı, bu dönemin kendi dinamiklerini yarattığı, ve bu nedenle klasik tip “(neo-)realist” analizlerin “neler olup bittiğini anlamakta, ve neler olup bitebileceğini kestirmekte” artık geçerli-yeterli olmadığı üzerineydi. “Dinazor” olarak nitelendirilen “eski kafa” uluslararası ilişkiciler ise bu yeni çağı anlamıyorlar, ya da (belki de yıllardır alışık oldukları analiz şablonlarından kurtulmaya üşendikleri için?) anlamamazlıktan geliyorlardı.

Galatasaray Üniversitesi’ ndeki nispeten genç ve parlak hocalarımızın bu “eski kafa” ve ondan güç alan “komplocu uluslararası ilişkilercilik” le nasıl da (haklı olarak) inceden eğlendiklerini iyi hatırlıyorum.

Sonra garip bir şey oldu.

“Sistemin sürekli değiştiği ve analiz modellerinin de sürekli güncellenmesi gerektiğini” (haklı olarak) sürekli ön plana çıkaran yazar ve uzmanların ta kendileri unutuverdiler bunu yapmayı!

Onlarca, yüzlerce örnek verilebilir. Ama Cengiz Çandar’ın 21 Mayıs 2010 tarihinde Radikal’de yayımlanan yazısı güncel ve “cuk oturan” bir örnek. Çandar “Soğuk Savaş sonrası” terimlerini sık sık ve gayet yerinde kullandığı yazısında Türkiye, İran, Brezilya ve ABD arasında yaşanan “nükleer diplomasisini” analiz etmeye soyunuyor. Özellikle de Türkiye’nin konumunu ve hamlelerini sorguluyor ve AKP hükümetine bu konuda “tam not” gibisinden bir şey veriyor, doğrudan öyle yazmasa da. Versin, hakkıdır. Analizi genelde sağlam veriler üzerine dayalı, ve değişkenleri (bir köşe yazısında mümkün olacak ölçüde) kapsıyor. Yalnız analizlerin 3 ayağı vardır, eğer sadece bugünü değil yarına dair öngörüleri de kapsıyorsa. İlk iki ayak, değişkenler ve veriler tamam; ve fakat üçüncü ayak “varsayımlar”… İşte burada Çandar “kafayı değiştirmek lazım kafayı!” diye haklı olarak haykırıp bunu kendisine uygulamayanlar kervanına katılıyor.

Şöyle : Uluslararası ilişkilerin soğuk savaş sonrasına yetişen uzmanlarının en büyük hatasıdır. İnsanlığın karşı karşıya kaldığı “en büyük iki değişimin”, yani iklim değişikliği ve (gerçekleşmiş, ya da önümüzdeki 10 sene içinde gerçekleşeceği istatiksel olarak neredeyse kesin kanıtlanmış) “petrol zirvesine” (peak-oil)  tamamen teknik bir konu olarak yaklaşırlar ve bu iki değişimin getireceği akla hayale sığmayacak büyüklükteki değişikleri “yok sayarlar.” Doğrusunu söylemek gerekirse bu konuda oldukça cahildirler genelde zaten; sorsanız iklim değişikliğini duymuşlardır ve ama ülkeler arasındaki iklim değişikliği “diplomasisinin” teknik özellikleriyle ilgileniyorlardır esas. Petrol-zirvesini (peak-oil) hiç duymamış olduklarını söylerlerse, şaşırmayın! Peak-oil konusunda yeterli bilgiye sahip olduklarını ve bi’-kaç kitap karıştırdıklarını da belirtirlerse, kuşkulanın. Çünkü bu kadar hayati derecede önemli iki konuyu “yeteri kadar bilip de analizlerinin temeline ‘yapısal değişken’ olarak koymuyor” olmalarının akıl alır bir yanı yok.

Cengiz Çandar da bunu yapıyor işte : Nükleerle ilgili fikirlerini beyan ederken Türkiye’nin 2023’te dünyanın en büyük on ekonomisinden biri olacağını ve “muazzam enerji talebinde” olacağını açıklıyor (ki bu, “Türkiye’nin nükleere mahkum olduğunu” söylemektir), ülkeler arasındaki enerji ve güç yarışının bir resmini çekmeye çalışıyor, yükselen güçlerden falan bahsediyor… 90’ların sonunda “hala Soğuk Savaş mantığıyla düşünenlere” yönelttiği eleştirileri aynen hak eder duruma düşüyor.

Olası bir kafa karışıklığı ihtimaline karşın biraz açayım : Petrol, dünya üzerinde eşi bulunmamış ve Yıldız Savaşları’ndaki ne idüğü belirsiz “mavi enerji” falan gerçek olmadığı sürece de bulunmayacak bir enerji “deposu”. Ve bugün tüm dünya ekonomisi, yediğiniz-içtiğiniz-kullandığınız-oturduğunuz ve bir şekilde hayatınızın içinde bulunan her hizmet ve mal başta petrol olmak üzere fosil yakıtlara dayanıyor. Ve bu enerji deposunun yıllık üretiminde (topraktan çıkarılmasında) zirve noktası geçildi, veya 5-10 yıl içinde geçilmek üzere. Bunun bir anlamı var : O nokta geçildiğinde küresel ekonomik büyüme duracak ve ardından ekonomi sürekli küçülmeye başlayacak. Çünkü herhangi bir ekonomik aktivite (koşmak, zıplamak, makinelerin çalışması, ulaşım…) için gerekli olan enerji artık orada olmayacak. Bunun yanına iklim değişikliği gerçeğini, susuzluğu, tarım üretimindeki düşüşü koyun…

İnsanlık ve yaşam tarzı kökten değişecek.

Şimdi gelin de analizlerinde bu iki temel değişkene yer vermeyip de hala güçten, nükleerden, enerjiden, ondan-bundan-şundan bahseden “uzmanları” anlamaya çalışın.

Bunun adı en iyimser ihtimalle “cehalet”, muhtemelen “çağın gerisinde kalmak”, kötümser ihtimalle de “insanları kandırmak” tır.

Yazısını “Değişimden yana ve karşı olanları görelim” diyerek bitirmiş Çandar, “değişim” kelimesinin karşı konulmaz ikna gücünü kullanarak. Ben de şöyle bitireyim madem :

Değişimin bakiliğini hala hatırlayanları görelim.

You may also like

Comments

Comments are closed.