Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Susturulan, alandan atılan kim, sansürlenen kim?

0

En son ne zaman kadın haklarını, teorisini uzun uzun televizyonlarda konuştuk? Dinledik? En son ne zaman LGBTİ+ dertlerini, tasalarını veya yaşadıkları ayrımcılıkları ana akım bir medyada gördük? Şahsen hatırlamıyorum. Olan tüm haberler ise kadın ve LGBTİ+ haklarını savunan herkesi ve özellikle özneleri şeytanlaştırmakta, düşman göstermekte. Ahlakçı bir yerden yazılmakta. Katilin biri, bir kadını öldürür ve o haberin dilinden anlarız ki bir şekilde o katilin ve kadının hikayesi trajiktir, satılması gereken bir üründür velakin gerçekten alanda çalışıp söz üreten insanlar ne yayıncılara ne de propagandaya yarar.

Siz, translar!

İşte böyle bir zamanda hem bir kadın, hem de bir LGBTİ+ olarak yazdığım her mecranın e-postalarla, tweetlerle “linçlendiğini” görüyor ve duyuyorum:  “Bu trans, bu nasıl bir şeyler yazar ve üretir?!” Kasım ayından beri farklı mecralarda yazılarım çıkıyor ve hiç şaşmadan editörlerimle, yayıncılarımla bir bakmışım, bana gelen tepkileri okuyoruz.

Ne yazıyorum ki diye düşündüm: “8 Mart hepimizin, tüm kadınların…” En son köşe yazımın başlığı buydu örneğin.

Tepkilere şöyle bir baktığımda, çoğu zaman yalnızca kimliğimin eleştirildiğini görüyorum, benim kimliğime sahip başkalarının dediklerinin hesabı soruluyor ve asla fikirlerim, argümanlarım üzerinden eleştiri almıyorum. Aynı, ezber sözler: “Siz translar!…” (Oysa yapıcı eleştirilere daima aç ve açık birisiyimdir.)

Son 8 Mart eylemlerinde bir grubun, Feminist Gece Yürüyüşü’ne katılmak istemesi velakin bunu yaparken komite kararları ve ilkeleri dışı davranıp sonrasında “alandan atılıp, uzaklaştırıldığını” söylemesi üzerine açıkçası üzüntü ve şaşkınlık yaşadım. Üzüldüm çünkü ilkeler belli ve aslında takip etmesi zor değilken sadece nefret üzerine inat etmek istediler, binlerce kadının yürüyüşünde ayrı durdular. Şaşırdım, çünkü aslında hükümetle aynı düşünce ve taktiklerde birleştikleri halde, fikir ayrılığına sahip oldukları belli olan bir alanda ille de kadın kimliği üstünden orada olmak için bir hayli baskı yaptılar.

Feminizm nefret ve bağnazlık değildir

Her kadın aynı düşünecek diye bir durum yok. Her kadın aynı yerde yürüyecek diye de bir şey yok. Feminizm, her kadının aynı düşünmesi gereken tek bir akıl ve fikir olacak demiyor. Feminizm içerisinde ortak olan en önemli şey; ataerkiye karşı eşit yurttaşlık mücadelesi. Üçüncü dalga dediğimiz, kesişimsel değerlere yani ırkın, dinin, dilin, ekonominin, imkanın ve farklılıkların yarattığı kadınların ortak eşit yurttaşlık yolunda farklı tecrübelere sahip olabileceğini belirten bir düşünce akımı.

İşte buradan, 8 Mart üzerinden yaşanan tartışmayı anlayabilirsiniz. Bir taraf diyor ki, “hep birlikte mi?”, diğer taraf da diyor ki “hayır, sizsiz.” E o zaman ayrılık doğal olan şey değil mi? Neden farklı düşünen bir grup, Feminist Gece Yürüyüşü ilkeleri bilinirken, demokratik olarak yürüyüş öncesi katılımı tüm kadınlara açmışken, yürüyüş gecesi kendi pankartlarıyla yüzlerce kadının önüne geçtiği zaman, bir anda dışarıdan gelen ve iletişim yollarını tüketmeden kendi sesini ortaya koymak adına öne geçmeye çalışırken mağdur oluyor? Feminist Gece Yürüyüşü’ne gelip, orada örgütlenen ve dayanışan kadınlara “alanın sahibi geldi” diyenler, nasıl susturulan kadınlar oluyor?

Sadece transfobi ve orospufobi üzerinden, ahlakçı bir noktada, anneliği yücelten ve ataerkinin kutsal annelik mitlerini tekrar üreten söylemlerle bir araya gelmiş bir grup, kadın haklarını savunuyoruz kisvesi altında yine alanda olan ve erk şiddetine direnen, polise karşı yürüyen kadınları suçlu göstermek üzerine çalışıyor.

Kadınlar farklı düşünebilir, kadınların hayat tecrübeleri gibi feminizm anlayışları da farklı olabilir, ama kimse nefreti ve bağnazlığı “feminizm” diye kabul etmek zorunda ve sırf kadınsınız diye size kollarını açıp “kız kardeşim” diye bağrına basmak zorunda değil.

Yazdığım her yazıda, verdiğim her röportajda, yaptığım YouTube videolarımda ve kaydettiğim podcastlerde beni tanıyan, benim gibi düşünen kadınları, bana konuk olan ya da editörlük yapan kadınları, bana alan açan kadınları bir “lobinin parçası” olarak görüyorlar sanırım. “Network” diyorlar, “fonculuktur” deniyor. Sanki ana akımda trans bir kadın dertlerini anlatabiliyor, LGBTİ+ kadınlar konuşabiliyor ve korunuyor, sanki yıllarca sansürlenen biz değiliz de muhafazakar seslermiş gibi göstermek de büyük resimde, engellerin bir parçası.

Ne kadar trans kadını dinledi bu toplum, ne kadarımıza mikrofon verildi yıllar içerisinde? Bülent ve Selin şarkı söylediler ama dertleri ne kadar duyuldu? Birisi kimliği, ötekisi anneliği için resmen toplum önünde sınav verdi. Hiç dinleyebildik mi, kimliklerinden dolayı gerçekten ne yaşadılar, neler duydular? Selin Ciğerci’nin eski eşi maçta kötü oynadı diye onların ilişkilerine neler neler söylendi ve bunlar unutuldu gitti.

8 Mart’da erkle, hükümetle, İstanbul Sözleşmesi’ni kaldıranlarla aynı sözde buluşan kişilerin bizleri susturma, sindirme hareketleri zaten mücadelesini verdiğim sansürün bir parçası. “Sen trans cinayetleri dursun diye bağırma.” “Sen varım deme…” “Sen sus…”

Bizler yıllardır susturuluyoruz ve artık bizleri dinleme vakti geldi insanların. Bir de feminist alanlarda susturulmayalım.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.