Çocuğunuz anaokulu öğretmeni lezbiyen olsa ve sevgilisiyle beraber evlat edindikleri kızlarıyla sizin çocuğunuz aynı sınıfta olsalar, ne düşünürdünüz?
Merak ediyorum, doktorum trans bir kadın olabilecek mi bir gün?
Dünyada eşcinsel evlilikler yasallaştıktan sonra onlarla beraber evliliğe karşı çıkmak, eğlenceli olacak…
Bugün LGBTI+ bireylerin kendi kimliklerini toplumsal hayatta özgürce yaşayabilmeleri üzerine konuşabiliyoruz, en azından. 2. Dünya Savaşı sonrası ABD’de yaşasaydık, işler biraz daha zor olacaktı. Eşcinsellik pek çok eyalette yasal olmadığı gibi, tedavi edilemeyen durumların da olabildiği bir hastalık olarak görülüyordu. Bunu destekleyen bilimsel çalışmalar olduğu gibi, eşcinsellerin tedavi edildiği ve üzerlerinde incelemeler yapıldığı hapishane – hastaneler vardı. Diğer yandan, New York gibi şehirlerde yaşayanlar iç göçlerin neticesinde özellikle varoşlarda “erkek görünümlü kadınlar” ya da “kadın görünümlü erkeklerle” karşılaşmaya başlamışlardı. LGBTI+ bireylerin hayatlarının 1960’ların özgürlükçü hareketleriyle kesiştiği oluyordu. Sonuçta çiçek çocuklar aşkın özgürleşmesinden bahsediyorlardı, değil mi?
Bugün İstanbul Valiliğinin turistlerin güvenliği ve kamu düzeni gözetilerek yasakladığı Onur Yürüyüşünün bu halini 28 Haziran 1969’daki StoneWall Inn ayaklanmasında da görebiliyoruz. O ayaklanmanın dünyanın dört bir yanına Onur Yürüyüşleri şeklinde yayılması ve Valiliğin, bunu bildiğinden değil ya, tam da o gece “Artık Yeter, bir yere gitmiyoruz!” diyen insanların tepki gösterdiği söylem ve tavrı temsil etmesi benim için önemli bir şeye işaret ediyor, hafızanı kolla, ona tutun. Onu sağlam tut ve kim olduğunu unutma. O hafıza ki, kim olduğunu göstermek için anne rahmine düştüğün anın ötelerine götürebilir seni.
Gidelim bakalım.
1960’ların ortasında New York’un Greenwich Village bölgesinde hatırı sayılır sayıda gay bar varmış aslında. Bu barların çoğu da belirli mafya aileleri tarafından işletiliyormuş. Zamanın New York polisleri, özellikle seçim zamanında valilerin talimatıyla bu barlara sık sık baskın düzenliyorlarmış.
Diğer kulüplerden farklı olarak StoneWall Inn, özellikle gay bar olarak bilinmiyor; hatta biranın sulu ve nispeten pahalı olduğunu da eklemelerine rağmen gay’lerin istedikleri gibi dans edebildikleri tek kulüp olması burayı onlar için özel kılıyormuş. 28 Haziran 1969 gecesinde kulübün loş ışıkları bir anda aydınlanıp müzik kesilmiş. Bunun anlamını bilenler çıkışlara ve tuvaletlere yönelirken bilmeyen kalabalık iki kadın – iki erkek gizli polisle içeride kalmışlar. Kadın polisler baskınların rutininde olduğu gibi kadın gibi giyinenleri ayırıp kimlik kontrolüne başlamak istemişler fakat içeridekiler kimliklerini göstermeyi reddetmiş. Bunun üzerine sorunsuz görünen bir bölüm dışarı çıkarılmış ve destek polis ekibi çağırılmış. Yalnız bu sefer de dışarı çıkarılanlar içeridekilere destek olmak için kulübün önünden ayrılmamışlar. Dışarıda sessiz ve gergin bir bekleyiş başlamış. Diğer kulüplerdekiler de desteğe geldikçe sayıları giderek artıyormuş. Bu sırada kulübün kapısında polisin zor kullanımına karşı bir kadın, “hadi artık bir şeyler yapın” diye bağırdığında kalabalık hareketlenmiş, sokakların darlığı ve sayılarının çoğalmasıyla kızgın kalabalık polisleri gece kulübünde rehin tutmuş ve desteğe gelen polisleri de kapana kıstırmışlar. Olaylar sabaha kadar sürmüş ve ertesi gün de, parklarda buluşmalar, sloganlarla ve gösteriler günlerce devam etmiş.
Sevdiğim bir deyiş var, “Bazı tarihler kendilerinden önce ve sonraki zamanlara akarak devam eder” denir. 28 Haziran 1969 da onlardan biri. New York’ta bir yandan polis baskınları, bir yandan da bu baskınlara ve baskılara yönelik gösteriler uzun bir süre devam etti. İlk talep gece kulüplerinin mafyadan polislerden arınmasıydı.
Bir yıl sonra, olayın mesajını yaymak ve dayanışmayı büyütmek için bir yürüyüş organize etmeye karar vermişler. StoneWall Uprising (Stone Ayaklanması) belgeseline konuşanlar, yürüyüşe giderken az kişi olmaktan ve destek görmemekten korktuklarını anlatıyor. Metrodan çıktıklarında sadece 10 kişi olmanın verdiği düşük bir motivasyonla gitmişler aslında toplanma yerine. Ve gittikleri anda karşılaştıkları manzarayı anlatırken ise gözleri doluyor. “Bu yürüyüş binlerce kişinin katılımıyla New York’un 51 sokağına yayıldı.”
Ertesi yıllarda Onur Yürüyüşü ABD’de ve Avrupa’nın farklı kentlerine ev sahipliği yaptı. ABD’de altmışa yakın gay grubunun sayısı iki yılda iki bin beş yüze yükseldi.
Haziran onurlu bir ay.
Sadece Obama 2009 yılında Haziran’ı Onur ayı olarak ilan ettiğinden değil tabii. Olayların 40. Yıl dönümünde dünyanın dört bir yanında Onur Yürüyüşleri artık bir şenlikti.
İstanbul’daki ilk Yürüyüşün 2003’te 30 kişinin katılımıyla gerçekleştiğini hatırlatıyor SPOD.
Kişisel hafıza da toplumsal hafızayla beraber çalışıyor ve karşılıklı, birlikte gelişiyorlar. Kendi tecrübelerimiz, öğrenerek tartışabildiğimiz toplumsal gerçekliklerle beraber buluyor yerini. Birbiriyle karşılaşana kadar da aslında bir sözünüzün olması kolay olmuyor.
İstanbul’a yerleşeli bir yıl olmamıştı, İstiklal Caddesi ve çevresini çok iyi biliyormuş gibi davranıyordum. Uzun hikâyenin sonunda, bir gün kayboldum. Dar bir sokaktan hızlı hızlı ilerlerken kaybolduğumu kabullendiğim anda durdum. Yol sormak için doğru kişiyi aradım gözlerimle. Tam karşımdaki kafede oturan çift burunları değecek kadar yakınlaşmış, ellerini sıkı sıkı birbirine dolamaya çalışıyordu. O sırada uzaklardan slogan sesleri gelmeye başladı. Seslerin İstiklal’den geldiğini düşünerek yavaşça yürümeye başladım. Kız elini çocuğun avuçlarından çekti ve masadaki kutuya uzanıp içinden bir sigara aldı. Sigarayı dudaklarına götürür götürmez çocuk slogana eşlik ederek kızın sigarasını yaktı, “Susma, haykır, eşcinseller vardır!” Sesini kalınlaştırmış mıydı? İyice yaklaşmıştım onlara. Kızla göz göze geldik. Bana sanki bu çocuktaki eksiklerin farkındayım, der gibi bakmıştı. Bunu o an uydurdum belki de, sadece bir bakıştı bu, anlamlı değildi. Hiç emin olamadım. Kızın o bakışı da nedense aklımdan hiç çıkmadı. Ben yanlarından kalabalığa doğru ilerlerken öpüşmeye başlamışlardı. Kalabalığın arasında ilerlerken bu insanlarla daha önce hiç karşılaşmadığımı düşündüm. Babamla yaptığımız acımasız sınıf değerlendirmelerine sokamadıklarım vardı aralarında. Sloganları da biraz önceki çocuk gibi dudaklarını gererek değil de, zıplayarak ya da çenelerini hafif yukarı kaldırıp görünmeye çalışıyormuş gibi yaparak atıyorlardı. Arada durup, ne de güzel slogan attık der gibi alkış tutuyorlar ya da birbirlerine sarılıyorlardı. Ne gerek var şimdi buna, diye düşündüğümü hatırlıyorum. Benim Haziran’ım henüz onurlanmamıştı demek. Yıl 2006 olmalı.
Bir sabah, gökkuşağı alkışlar eşliğinde parka girdiğinde tanıdık yüzler bana doğru yönelmişti. İşte o zaman gerçekten onurlanmıştım – saf mutluluktan çıldırmıştık galiba. Biliyorsunuz, Haziran 2013.
Özgürce kendin olabildiğin ortamların nasıl mümkün olabildiğini gördüğünde, o ortam ya da ilişkiler sadece peşinden koştuğun bir bilgi değil; senin de dönüştürebildiğin bir değer olabiliyor.
Onur haftası, ondan haberdar olabilen herkese LGBTI+ bireylerin sloganların dışında da devam bir hayatları olduğunu, bu hayatlarında kendileri olmaya herkes kadar hakları olduğunu hatırlatan ve insana yaşadığını hissettiren bir hafta.
Logolarının fonuna gökkuşağı yerleştiren belediyeler, kitapevleri, kurumlar; gülümseyen resimlerini gökkuşağıyla paylaşan insanlar ve bir türlü aramızda ne olduğunu konuşmaya yanaşmayan devletle daha çok işimiz var. İşler biraz karışık, karışık olmasından daha çok, zor. Neyse ki
#buradayız #biryeregitmiyoruz
#alışınburadayız
Kaynaklar
-
Stonewall Uprising Belgeseli, https://www.youtube.com/watch?v=fhMeFmt51dQ
-
David Carter, 2004 Stonewall: The Riots and Sparked the Gay Revolution
-
Brittney Kidwell, 2015 The Stonewall Riots: The Sissies Fought Back http://roundtable.menloschool.org/issue20/5_Kidwell_MS_Roundtable20_Winter_2015.pdf
Bahar Topçu