Dış Köşe

Sökülen gemiler, dökülen hayatlar – Bülent Şık

0
Bülent Şık

Bu ülkenin milliyetçisi ve muhafazakârı hakikaten bir enteresan. “Vatanın tek bir karış toprağını kimseye vermeyiz” sözünü dillerinden düşürmezken aynı vatan toprağının toksik kimyasallarla zehirlenmesini ya da erozyonla kaybedilmesini hiç önemsemezler. Bu konularda çıtları çıkmaz nedense.

“Gelecek mi gelmeyecek mi?” diye sorulan soruların ya da ülkemiz karasularına girmesin diye yapılan uyarıların üzerinden daha birkaç gün bile geçmemişken hem radyoaktif ve hem de toksik kimyasal maddeler içeren Kuito isimli devasa gemi Aliağa’daki gemi söküm tesislerinde karaya oturtulup sökülmeye başlanmış bile. Ne hız. Pes doğrusu.

Aliağa’daki gemi söküm merkezi çok ciddi bir kirlilik kaynağı İzmir Körfezi için. Bölgedeki gemi söküm faaliyetlerinin yol açtığı çevre kirlenmesini araştıran Dokuz Eylül Üniversitesi öğretim üyeleri G. Neşer, A. Kontaş ve çalışma arkadaşları, denizden alınan örneklerde ağır metaller ve polisiklik aromatik hidrokarbonların seviyesinin normalden çok daha yüksek olduğunu ve bunun gemi söküm faaliyetlerinin yol açtığı ciddi bir kirlilik olarak değerlendirilebileceğini belirtmişlerdir.

Gemi sökülürken kimyasallar çıkıyor 

Gemi söküm işi denildiğinde aklımıza çok karmaşık işler gelmemeli. Yapılan iş sahile çekilerek karaya oturtulan gemilerin, çoğunluğu deneyimsiz işçiler eliyle ve genelde kaynak makineleri kullanılarak parçalanması. Bu iş esnasında daha önce gemiler inşa edilirken kullanılan tehlikeli ve toksik etkili pek çok kimyasal madde ortaya çıkarak hem işçiler ve hem de çevre sağlığı açısından büyük bir sorun oluşturuyor. Sökülen gemilerden elde edilen metaller tekrar işlenerek ekonomiye kazandırıldığı için önemli bir ekonomik faaliyet olarak görülen ve savunulan bir iş bu. Ama aslında tehlikeli ve toksik etkili pek çok kimyasal çöpün başka ülkelere ihracı söz konusu olan. Dahası, üste para vererek, ton başına 150-200 dolar gibi paralar ödenerek alınıyor bu hurda gemiler.

AB ve ABD’de gemi sökümü yasak

2010 yılı rakamlarına göre dünyadaki gemi söküm işinin yüzde 70’i Hindistan, Bangladeş ve Çin’de yapılıyor. Bu ülkelerden sonra sıralamada Pakistan (%20-22)  ve Türkiye (%4-5) geliyor. Geriye kalan iş ise diğer ülkelerde yapılıyor. Ülkemizde her yıl yaklaşık olarak 200 civarında gemi sökülüyor.

Avrupa Birliği ülkeleri, ABD, Kanada, Japonya gibi ülkeler çevre kirliliğine yol açan bu işi 1980’li yıllarda yasakladı. Akdeniz bölgesinde Türkiye’den başka hiç bir ülkede böyle büyük çaplı gemi sökümü işi yapılmıyor artık.

Yasaklama kararlarının en önemli nedenlerinden biri yapılan işin çevre açısından çok ciddi bir kirlilik kaynağı olması. Diğer önemli neden ise işçilik maliyetlerinin çok yüksek olması. İşin aslı bu iş çevre koruma önlemlerinin yetersiz, işçi sağlığını koruyucu ve iş güvenliğini sağlayıcı önlem ve uygulamaların es geçildiği veya yok sayıldığı ülkelerde yapılıyor artık. Dünyada, sökümü yapılan her bir gemi için en az bir işçinin iş kazası sonucu hayatını kaybettiği belirtiliyor.

Çevre kirleniyor, işçiler ölüyor 

Gemi söküm işinde çalışan işçilerin çeşitli kimyasal maddelere maruz kalmaları nedeniyle sağlıklarının etkilenip etkilenmediğini belirlemeye yönelik çalışmalar benzeri iş kollarında olduğu gibi bu iş kolunda da yapılmıyor. Çalışanların büyük bir kısmının geçici ya da taşeron işçi olması düzenli bir sağlık izleme-değerlendirme faaliyetini olanaksız kılıyor.

Yapılan çalışmalar söküm işi esnasında işçi sağlığı ve güvenliğini sağlamaya yönelik önlemler alındığı zaman bu işin karlı olmaktan çıktığını gösteriyor. Yani işçilerin sağlığı ve hayatı pahasına yürütülebilecek bir iş bu.

Her şey bir yana, ne kadar önlem alınırsa alınsın önceden tahmin edilemeyen durumlar da var. Örneğin iki yıl önce, 22 Mart 2013’de yaşanan fırtına, Aliağa tersanelerindeki parçalanmakta olan gemileri birbirine katmış, gemilerde bulunan yağ ve petrol çamurunu etrafa ve epeyce uzakta olan Çandarlı sahillerine kadar bulaştırmıştı. Kimyasal kirlilik asla yerel bir olay değildir. Mekân hareketlidir. İçinde olan her şey de öyle.

Kimyasallar hareketlidir

Bir mekânı oluşturan veya bir mekânın içinde bulunan her şey gibi kimyasallar da hareket eder. Hava ve su gibi akışkan unsurlar toprağa gömülü ya da toprağın bünyesinde bulunan çeşitli kimyasal maddeleri oradan oraya taşır durur. Canlılar da bu sürecin aktif bir parçasıdır. Mikroorganizmalar toprakta bulunan çeşitli kimyasallarla birlikte zehirli kimyasalları da bünyelerine alır, bu kimyasallar bitkilere, sucul canlılara, kuşlara, çeşitli hayvanlara ve nihayet insana ulaşacaktır.

Besin zinciri herkesi birbirine bağlar. Aslında toprağı, havayı ya da suyu değil kendimizi zehirleriz.

Kuito’da zararlı her şey var

Aliağa’da sökülen Kuito isimli dev gemi yüksek düzeyde radyoaktivite, asbest, poliklorlubifeniller (PCB’ler), kurşun ve kadmiyum gibi ağır metaller içeriyor. Bu kimyasalların tamamı çok zehirlidir. Ama daha önemlisi bu kimyasallar kalıcıdır.  Yani bir kez herhangi bir ortama bulaştıklarında bir daha kaybolmuyor; zehirli etkilerini yıllarca sürdürüyorlar. PCB’ler gibi zehirli kimyasallar kalıcı organik kirleticiler olarak da adlandırılıyor. Bir ortamda kalıcı olmaları hem doğal hayatta yaşayan çeşitli canlılar ve hem de aynı doğal hayatın bir üyesi olan insan için çok ciddi bir tehdit. Tehdit, çünkü bu kimyasallar ortamdan ortama canlıdan canlıya zehirli özelliklerinden hiçbir şey kaybetmeden transfer oluyorlar. Gözden ve gönülden ırakta gerçekleşen bir gemi söküm işinden açığa çıkan kimyasal maddeler ne kadar uzakta olursanız olun er veya geç sofralarınıza gelecektir.

En çok çocuklar zarar görüyor

Çocukların hayatı ve sağlığı ile ilgili can yakıcı sorunlar sadece yoksulluk ve kötü beslenme ile ilgili değil. Çevre sağlığının bozulması ile insanlarda ortaya çıkan hastalıklar arasındaki etkileşimler son yıllarda tıbbi çalışmaların odak noktasında yer alıyor.

Çocuklar çevresel etkilere yetişkinlerden daha duyarlı. Gerek anne karnında ve gerekse doğum sonrasını izleyen büyüme dönemlerinde beslenme yolu başta olmak üzere vücutlarına giren çeşitli kimyasallara karşı daha savunmasızlar. Kimyasalların vücutta metabolize edilmesi, atılması, hormonal sistem veya organ gelişimi üzerindeki etkileri çocuklarda yetişkinlerden daha farklı olmakta. Bu kimyasalların sağlığı bozucu etkileri yetişkinlere kıyasla çocuklarda daha fazla görülmekte. Çocukluk çağında ortaya çıkan bazı hastalıklar ile çevreyi kirletici kimyasallar arasında bağlantı olduğu çeşitli bilimsel çalışmalarda da dile getirilmekte.

Ama yine de önlem almakta veya kötü sonuçlara yol açan bu süreci durdurmakta yetersiz kalıyoruz.

Sorunun ve çözümün bir parçası olmak 

1930’lu yıllarda dünyada kimyasal madde üretimi 1 milyon ton iken bugün 400 milyon tonu aştı. Bu kimyasalların “sadece yüzde yedisi” için güvenilirlik çalışmaları yapılmıştır. Üstelik yapılan o çalışmaların bile yeterliliği sorgulanmakta. Geriye kalan yüzde 93’ünün insana, doğal hayata ve çevre sağlığına ne tür etkileri olduğu hakkında ise hiçbir şey bilmiyoruz.

Meşru şiddetin sınırlarını çizen ve kişinin beden bütünlüğüne saldırıyı tamamen yasaklayan ceza hukuku ölüm saçan endüstriyel faaliyetleri sorgulama ve soruşturma konusunda son derece etkisiz. Dünyanın her yerinde böyle bu. Ve bu durum kolektif bir akılsızlığa değil son derece rasyonel alınan ama sadece dar bir azınlığın çıkarlarını koruyan kararlara dayanıyor. İşin içinde sadece endüstriyel faaliyetleri yürüten şirketler yok. Akademik kurumlar ile kamu politikalarını oluşturma ve uygulama sorumluluğunu taşıyan ulusal ve uluslararası resmi kurumların “gayretli” ve “hevesli” işbirliğini de unutmamak gerekli.

Toksik kimyasalları doğaya salan birbirine eklemlenmiş bu yapı sonuçta herkesin zarar göreceği apaçık olmasına rağmen bu tehlikeli görevi meşrulaştırıyor. Hiç kimseye bir şey sorulduğu ya da rızasının alındığı yok oysa. Doğadaki biyolojik türlerin sayısında dramatik azalmalar olması, toksik kimyasallarla ilişkili olduğundan kuşku duyulan belirli bazı hastalıkların toplumda görülme sıklığının artması, çocukların sağlığının bozulması gibi durumun vahametini gösteren bu liste uzatılabilir.

Asbestin yasaklanması yıllar aldı

Peki, çözüm nerede aranmalı? Bu soruya kestirme bir yanıt vermek zor olsa da ve üstelik bireysel değil kolektif eyleme geçmenin gerekli olduğu bir zamanda bir araya gelme becerimizin sürekli aşınması her şeyi zorlaştırsa da çözümün akademik veya kamu adına iş gören kurumlardan gelmeyeceğini fark etmek önemli.

Bu konularda geçmişte olan bitene bakılırsa mevcut durumda bir değişiklik sağlamanın çok kolay olmadığı görülüyor. Örneğin gemi söküm işlerinde en çok açığa çıkan kimyasal maddelerden biri olan asbestin kansere neden olan bir kimyasal olduğunu gösteren kesin kanıtlar ortaya konulmasına rağmen yasaklanması için yine de onyıllarca mücadele etmek gerekmişti.

Milyonlarca insan asbeste maruz kaldığı için öldü. Ama yasaklanması karşı çıkılamaz tıbbi kanıtlar nedeniyle değil yapılan ısrarlı ve kararlı politik mücadeleler sonucu oldu. Bunu unutmamamız gerekiyor. Bir arada yaşama ve bir araya gelme yetimizin de yok olmadığını ve hâlâ içimizde bir yerlerde durduğunu hatırlamamız da. Daha iyi bir hayatı talep etmeliyiz. Herkes için.

Bülent Şık – Bianet.org

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.