Hafta SonuManşet

Sevinç Seyla Tezcan ile çevirmenlik, hayat ve kadın üzerine, “Kelimeler nefesle bulaşan en güzel şeydir!”

0

Yabancı dil hâkimiyeti sınırlı bir toplumda büyük bir yükü sırtlanmış ama çoğu zaman Türkçe’ye kazandırmak adına meydan okudukları metinlerin ve yazarların gölgesinde kaybolmaya itilmiş bir mesleği gündeme getirmek istiyorum: Çevirmenlik. Ama bu mesleği “çok özel” bir röportajla sizlerle birlikte eşelerken; “best-seller” mevzuuna, ev-ofis çalışma pratiklerine, insanın yaşama azmine, küçük mutluluklara, kadın meselesine, ve tabii ki meslek emekçiliğine de girmeden etmeyeceğiz. Konuğumuz ise, vizyondaki “Açlık Oyunları” ve “Grinin Elli Tonu”, “Özgürlüğün Elli Tonu”, “Karanlığın Elli Tonu” serisinin tüm kitaplarını ve daha nice eseri dilimize kazandıran Sevinç Seyla Tezcan… Ve kendisinin teveccüh ettiği samimiyete sadık kalarak TRT3 formatımdan çıkıp diyeceğim ki: Sevinç, “herşeyi” “tüm açıklığıyla” “sadece” YEŞİL GAZETE’ye anlattı…

 * * *

Yeşil Gazete: Sevinç, edebiyat çevirmenlerinin bir yazar ve iki dil arasına sıkışmış olmaktan daha geniş bir hareket alanı olduğunu düşünmüşümdür. Dünya çapında ses getiren popüler romanları Türkçe’ye kazandırmış bir çevirmen olarak, çevirdiğin metinlere senin nefesinden neler geçiyor? Neler geçmiyor?

Sevinç Seyla Tezcan: Benim çevirilerim edebiyattan çok “çok satanlar” diye adlandırdığımız sınıfa girdiği için, genelde evet, “bir yazar ve iki dil arasında” yaşadığımı söyleyebilirim. Çeviri romanlarda editörün rolünden çok fazla bahsedilmez ama son sözü genelde editör söyler. Dolayısıyla köşelerini; yazar, iki dil ve editörün tuttuğu bir baklava diliminin ortasında kaldığımızı söylemek çok yanlış olmaz. Sanırım kitap çok satanlar sınıfında da olsa benden (ve elbette diğer meslektaşlarımdan) bir miktar duygu geçmesi kaçınılmaz çünkü söz konusu yabancı dilin Türkçe kelime karşılıklarını seçen öncelikle biziz, editör “dokunuşuyla” değişikliğe uğradığı zamanlar dışında. Ve sen de bilirsin ki, kelimeler nefesle bulaşan en güzel şeydir.

YG: Takım çalışması olmaksızın ve ofis ortamı dışında çalışıyorsun. Bu birçokları için gerekli kişisel disiplini oturtabilmek adına oldukça zorlu. Ayrıca idare etmen gereken ev ve özel hayatın var. Bize biraz bir çevirmenin mesai gününü anlatır mısın? Güne ve çalışmaya nasıl başlarsın? Haftada kaç gün ve kaç saat çalışırsın? Zihnini nasıl zinde tutarsın?

SST: Evde çalışma kısmı işin en zor kısmı. Öncelikle senin de dediğin gibi, kendini terbiye etmek gibi okkalı bir zorlukla karşı karşıya kalıyor insan. Benim günüm erken başlar ve saatten ziyade, sayfa sayısıyla ölçtüğüm bir çalışma düzenim var. Daha çok gündüzleri çalışıyorum ama akşamları çalıştığım da çoktur. Hafta sonu da genelde çalışırım. Çünkü kendime ait programlara ve arkadaşlarıma daha çok hafta içi vakit ayırıyorum. Ev hayatı ve özel hayat genelde kafadaki programı sekteye uğratabildiği için çok düzenli bir çalışma şablonum olduğunu söylersem yalan olur. Bu işin bir diğer zor tarafı, evde çalıştığın için hiç çalışmıyor gibi algılanabiliyorsun ve sosyal çevren senden esneklik bekleyebiliyor. Yani programın sekteye uğraması çok basit ve bu yüzden tahmin edilenin aksine sürekli bir zamanla savaş ve iş yetiştirme stresi söz konusu.

YG: Çizdiğin tablo bir kitaptan öbür kitaba koşuşturmayı resmeder gibi duruyor. Bir kitaba başlamadan önce veya çeviri sürecinde araştırmalar ya da ön hazırlıklar yapman gerekiyor mu? Yapabiliyor musun?

SST: Dediğim gibi, genelde best-seller (Tür. En çok okunan) çevirdiğim için: Hayır! Hatta heyecanı korumak adına, kitabı da önceden okumam. Çevirirken geride bir hata bıraktığımı fark ettiğim zaman geri döner, düzeltirim…

60

YG: Açlık Oyunları ile genç ve geniş bir kitleye de erişmiş oldun. Çevirdiğin metinlerle ve okuyucularınla ilişkin nasıl? Metinlerden ve okuyuculardan beslenebiliyor musun?

SST: Ben genelde genç-yetişkin romanları çevirdiğim için daha çok genç kahramanlar ve genç okurlarla ilişki halindeyim. Bu işin en keyifli kısmı. Çünkü artık bir “Sevinç Abla” kavramı oluştu aramızda ve onların o coşkulu tepkileri beni de motive ediyor. Her zaman yetişemesem de sosyal medya üzerinden sürekli iletişim halindeyiz ve genelde kimseyi cevapsız bırakmamaya özen gösteriyorum. Diğer yandan kitaplar genelde 3 ya da üstü kitaplık seriler olduğu için, kahramanlarla da uzun süreli ve düzeyli bir ilişki yaşıyoruz. Bazılarını cidden çok seviyorum. Ve evet, galiba besleniyorum. Ama bazı kahramanları bizzat beslemek hatta tutup sarsmak istediğimi de saklayacak değilim!

 

YG: Türkiye’de çevirmen olmak nasıldır peki? Mesleğinin zorlukları nelerdir? Çalışma şartları nasıldır?

SST: Türkiye’de çevirmen olmak, düzenli bir işiniz varsa ve çalıştığınız kurum ödemeler konusunda hassassa, benim gibi bir anne için keyifli bir iş. Ancak tahmin edileceği gibi, süreklilik çok önemli bir sorun. Çünkü çok fazla yayınevi, çok fazla kitap, çok fazla çevirmen var. Rekabet fazla olduğu için, çevirmenlerin şartların pazarlığını yapma lüksleri pek yok. Ben 6 yıldır çalışabileceğim en iyi yayıneviyle çalışıyorum. Tahtaya vuralım lütfen! Çalıştığım yayınevi çok kaliteli kitaplara imza atan bir yayınevi. Benim ailem gibi gördüğüm, benimsediğim bir kurum ve çok tatlı çalışma arkadaşlarım var. Ama bu işe soyunan herkes benim kadar şanslı olamayabilir.

 

YG: Söyleşimizi “hayat ve kadın” meselesiyle noktalayalım. Yetişmiş olduğunuz İstanbul’da endüstriyel denebilecek bir işte çalışıyordun. Sonra tek çocuk annesi başarılı bir çevirmen oluverdiğin İzmir faslına geçtin. İçinden geçtiğin değişim süreci bunlarla sınırlı da değildi üstelik. Türkiye’de kadınların hayatlarının akışlarını değiştirebilmeleri ne kadar mümkün? Bu değişim senin kelimelerle ilişkini etkiledi mi?

61

Türkiye’de bırakın değişime soyunmayı, kadın olmak tek başına büyük bir zorluk olduğu için, bu soruya ayrıca teşekkür ederim. “Başarılı” kelimesine de… Ben yapmak istediği işi bulmuş ve keyifle yapma şansını yakalamış şanslı azınlıktanım. Ancak bunu yaparken, aza tamah etmeyi, maddi beklentileri düşürmeyi, istediğim işi yaparken anneliğe ayıracak zamanı bulmayı seçtim. Yani, içinde ödünler barındıran bir süreçti. Hâlâ da öyle… Manevi doyum benim için önde gidiyor. Dediğin gibi, şehir, iş ve ailevi değişimler, kayıplar üst üste geldi ve beni elbette etkiledi. Ama ben bu süreçte, hayatın çok basit bir şey olduğunu öğrendim. Yaşamak için küçük sebeplerim var ve o küçük sebeplerin getirdiği büyük mutlulukların “asıl” olduğunu, artık biliyorum. Ve evet! Bunlar o çok sevdiğim kelimelerle ilişkimi çok başka bir yere taşıdı ve bana yeniden yazmayı öğretti. Ama özellikle altını çizmek istiyorum ki, ben bu değişimleri arkamda ailem, yayınevim ve çok sağlam dostlarımla yaşadım. Şanslıydım. Türkiye’de bu değişimler bir kadın için, özellikle yalnızsa, hiç ama hiç kolay değil. Bu yüzden kadınların birbirine daha çok destek vermesi gerektiğine inanıyorum ben. Moral olarak, profesyonel destek olarak, dostluk olarak…

 

Bu içten olduğu kadar mütevazı sohbetten harika bir alıntıyla yanınızdan ayrılıyorum:

Kelimeler nefesle bulaşan en güzel şeydir!

Sevinç Seyla Tezcan’ın kendi öykülerini de bizlere bulaştırması dileğiyle…

Sanat ve barışla kalın…

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.