Saroyan ülkesi – Ufuk Uras

32. İstanbul Film Festivali birbirinden güzel filmlerle yaşantımızdaki önemini sürdürüyor. Dile kolay, kesintisiz 32 yıldır dünya sinemasıyla bizi buluşturuyor bu şölen.

Festival filmleri 1982’de başladığında varolan sinema salonları teker teker vandalizmin kurbanı olduğu için, bugün filmleri buruklukla izliyor olsak da anlam dünyamızı zenginleştirmeyi sürdürüyor bu etkinlikler. Diyelim, Paris’te Opera binasını alışveriş merkezine çevirip operayı da 6. kata çıkarmak kimsenin aklına gelmezken, bizdeki arsızlığın haddi hesabı yok. Üstelik Emek sineması artık kamunun da değil, özel çıkarlara peşkeş çekilmiş halde.

Bu atmosferde, her gün yaşadığımız hoyratlıkların, ihtimam eksikliklerin ve daha da ötesi insani dram ve yokoluşların izine, yönetmeni Lusin Dink’in belgedram diye adlandırdığı Saroyan Ülkesi (Saroyanland) filminde bir kez daha tanık oluyoruz.

Tıklım tıklım dolu Atlas sinemasında Willam Saroyan’ın, 1964’de Amerika’dan memleketi Bitlis’e ziyaretinin izlerini soluğumuz kesilerek izledik. Giderek kendi içimize dönük bir yolculuğa dönüşen film, enfes bir görüntü ve müzik eşliğinde Saroyan’ın yolculuk anıları notlarıyla devam etti. Trabzon, Van, Bitlis yolculukları o toprağın, taş evlerin ve oraların yerlisi bir kaplumbağın o sessiz sesini, çığlığını duyurdu yüreğimize.

Film sonrası sohbette yıllardır ülkesine dönememiş insanlardan, Ermeni Lisesi öğrencilerine, insanlığın o büyük ailesini oluşturduk. Rakel Dink’in gözünde hissettiğim pırıltı bizlere yetti.

24 Nisan’a yaklaşırken, ortak acımızı bir kez daha anarak, özrümüzü yine Taksim Meydanı’nda dilediğimizde, bizi anlamayan, hoyrat davranan, hiç sıkılmadan karşımızda eylem yapan Ergenesol’unu belki de kendi çözülüşü ile başbaşa bırakmak en doğrusu.

Özür dileyerek yapılan yüzleşme, sizi İttihat Terakki’nin katilleriyle mi özdeşleştiriyor, yoksa o büyük insanlıkla mı bütünleştiriyor? “Biz mi yaptık ki özür dileyeceğiz” anlayışsızlığını da kendi küt dünyalarının cehenneminde bırakmak gerekiyor.

Sinema günlerinde Srdan Golubovıc’in Circles (Kesişen Yollar) filmi de çok etkileyiciydi. Bosna savaşında bir Müslüman esnafı öldürmeye kalkan Sırp askerlerine engel olduğu için öldürülen başka bir Sırp askeri Srdjan Aleksic’in anısına yapılan film, kafalardaki edinilmiş klişe karşıtlıkları aşarak, aynı toplum içindeki vicdanlılarla vicdansızları cinayetten 12 yıl sonra yüzleştirmeyi sağlıyor. Filmin Sırp milletçiliğini çok rahatsız ettiğini söylememe gerek yok. Bütün milliyetçi retorikler zaten birbirine benziyor; Sırp milliyetçisi ile Yunan milliyetçisi ya da bir Türk milliyetçisi arasında herhangi bir fark yok. Halbuki yönetmenin vurguladığı gibi siyasetin de ötesinde, vicdani, insani bir meseleyle yüzleştiriyor film bizi.

Bir haksızlık, adaletsizlik olduğunda, niçin kimimizin sırtını dönüp, kimimizin üstüne gittiğimizin bilimsel bir açıklaması yok. Sanat da bu insani gizemi çözmek için var zaten.

Bu hafta sonu İsveç’te Süryani toplumuyla birlikte olacağız. Bu toprakların kadim halkıyla başka bir ülkede buluşmak galiba hala süren en büyük ayıbımız. Umarım barış süreci bütün halkların anayurtlarına dönmesi ile sonuçlanacaktır. O yüzden barış sürecini bütün kalbimizle destekliyoruz. Barışa sunulan desteği iktidara destek gibi gösteren savaş cephesine, Selahattin Demirtaş’ın verdiği, “Biz AKP’yi değil, barışı destekliyoruz,” yanıtı hepimize tercüman oldu. Tabii anlayarak sürecin usulen değil, gerçekten bir parçası olanların çoğalmasıdır muradımız.

Yıllar önce Filistin’e Özgürlük mitinginde kürsüden konuşurken, bazı İslami gruplar, “Kudüs bizimdir, bizim kalacak,” diye slogan attıklarında, onlara seslenerek: “Bugünkü İsrail yönetiminin de tezi bu değil mi? Neden bu dünya şehri hepimizin olmasın, ortak değerimiz olarak kalmasın?” diye sormuş ve sessiz bir düşünme anıyla karşılaşmıştım. Galiba işin anahtarı da burada saklı: Senin, benim değil, hepimize ait bir dünya daha güzel ve anlamlı olacak, umut ve barış böyle yeşerecek. Yeter ki kendi sözcüklerimizin, coğrafyalarımızın, sabitleşmiş, taşlaşmış kimliklerimizin tutsağı olmayalım. Farklılıklarımız anlam dünyamızı zenginleştirsin, anlamlarımız farklılıklarımızı güzelleştirsin.

Ve ülkemizde bu özlemi gerçekleştirmek de sevgili Saroyan’a sözümüz olsun bizim.

Ufuk Uras – Özgür Gündem

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR