Köşe Yazıları

Renk Sevmezlik, Rant Severlik, Bahçe İsterdik, Ağaç Keserdik (3) – Can Kazaz

0

Yazı dizisinin ilk yazısı: 1-Renk Sevmezlik

Yazı dizisinin ikinci yazısı: 2-Rant Severlik

* * *

3- Bahçe İsterdik

Geçen yazıda uzun uzun bahsetmiştim ideallerimizi anlatıp kârlı olanı uygulamamızdan. Rant elde etmek için olmak durumunda değil tabi ki bunlar. Bazen her ne kadar katı etik kurallar koyuyor olsak da insan doğadaki en kırılgan ve savunmasız canlılardan biri. Neandertaller gibi türlerin soyu tükenirken, sosyalleşme ve örgütlenme kabiliyeti sayesinde, homo-sapience tüm Dünya’ya yayılabilecek şartları elde etmiş. Tabi psikolojik ve bedensel kırılganlığının üstesinden gelebilmek için çevresindeki her şeyi ve dolayısıyla doğayı kullanmayı ya da sömürmeyi öğrenmiş. Bu kırılganlığın ve egonun farkındalığı insanda türlü çerçevelerde özgüven eksikliği yaratıyor, çekincelerle bürüdüğü bir algı dünyası oluşturuyor ve garanti yollara eğilim göstermesine sebep oluyor. Buna bağlı sebeplerden, çoğunlukla ideallerimizi anlatır ancak kârlı olanı uygularız. Çünkü ideallerimiz sıradan ve sistem tarafından önerilen yaşantıya göre çok daha fazla risk, fedakarlık ve özgüven gerektirir. “Rant Severlik” başlıklı bir önceki yazıda daha geniş bahsettiğim gibi; mutlu hayatı, çoğunlukla parayla bağdaştırırız. Sistemin insanı olmak oldukça kötü bir hâl aslında. Renk sevmeyiz, rant severiz ama bahçe isteriz.

Betona boğulmuş şehirlerde yaşayan insanlara dikkat edin ki ben de onlardan biriyim. Piknik için gördüğü her yeşilliğe sarılır, şehrin dibinde havasının temizliği şüpheli olan çam kokusunu duyduğunda bile derin bir oh çeker. Şehrin kargaşasında yaşamanın ne kadar yorucu olduğunu çocuk yaşta farkeden insanlar, yarattıkları sahte habitatta değil de gerçek doğalarında yaşamaya dair ufacık bir durum yaşadıklarında anlık olarak kendilerine gelirler. Bu kısa zamanlı kendine gelişler tabi ki etkilerini gösterecektir. Şehirli insanlar, eğer yazlıklarının ya da şehirdeki evlerinin bir bahçesi varsa gururla bahsederler. Toprak derler, kum derler, güneş ve deniz derler. Ağaçların gölgelerinden bahsederler. Çime, toprağa basmak özel bir şeydir şehirli insan için.

Köylerine dönmek, kırsalda bir yere yerleşmek, ufak da olsa bir bahçeyle veya en kötü ihtimalle saksıda çiçeklerle uğraşmak gibi hayallere sahiptir şehirli insan. İşin en fazla tehlike oluşturan tarafı ise kırsalı kafasında romantize etmesidir. Şehirde öyle hasret duyar ve kırsalın nasıl bir şey olduğunu unutur ki insan, kırsalı çiçekler, kuşlar ve cennetten bir parça gibi hayal eder. Oysa ki toprakla uzun uzun zaman geçirmek gerekir onun karmaşık yapısını ve vereceği tepkileri anlamak için. Topraktan verim almak birikim ve özen gerektirir. Şehirdeki kapitalist düzenin içerisinde yaşam alanını yine kapitalizmin “çare”leriyle çözümlemek, yavaş yavaş içinden çıkılması imkansız bir girdap meydana getirir. Bu düzenden kurtulmanın tek yolu zihinsel hazırlığı yaptıktan sonra bir anda karar verip harekete geçmek olabilir. Bununla da bitmiyor; bu düzenden sıyrılınca gittiğiniz yerde kapitalizmin araçlarını kullanıyor olmak, yeni bir düzenden ziyade size küçük bir kapitalist düzen daha hediye edecektir. Dolayısıyla film seti gibi gözüken bakımlı bahçeler, ilaçlanan kusursuz görüntülü tarım ürünleri, paçalarınıza bulaşmayacak bir yağmurlu hava gibi düşünceler hayal olarak kalmaya mahkum. Gerçek olan; toprağınızın sağlığı, içinde barındırdığı mineraller, mantarlar, bakteriler ve üzerinde yaşayan tüm canlılar, onları besleyen su, güneş ve hava. Ekosfere bağlı ekosistemlerin tüm unsurlarıyla ilgili farkındalık olmadan romantik hayaller kurmak, idealleri için çabalayan gerçekçi insanların mücadelesine zarar veriyor diyebilirim. Dolayısıyla zararlı olan şey, hayal kuran şehirli insan değil, kırsalı romantize eden ve olduğundan farklı lanse eden herhangi bir insan aslında. Yaşadığı yeri betona boğup sadece mezarlığındaki toprağı ve bitkileri önemseyen insan; işte tehlike arz eden bu.

Zincirlikuyu Mezarlığı’nın Google Maps’te görünen yemyeşil bir görüntüsü ve etrafındaki gri. Dillere destan AVM’lerimiz.

Zincirlikuyu Mezarlığı’nın Google Maps’te görünen yemyeşil bir görüntüsü ve etrafındaki gri. Dillere destan AVM’lerimiz.

Şehirdeki tüm bu inşaatların arasında “süs” bitkileri, lolipop gibi budanmış bodur ağaçlar, meyvesiyle ilgilenilmeyen bir kaç meyve ağacı, birilerinin koparıp sattığı çiçekler ve halı gibi serilen “hazır çim”ler bulunur. Şehirlerin ve içindeki yaşayan insanın doğayla ilişkiden anladığı çoğunlukla bununla sınırlı kalır. Dolayısıyla kime oy verdiğinizden bağımsız olarak, yaşadığınız ülkedeki iktidarın ekosistem katledip betonarme ve çelikten yapılar dikiyor olması bence kendinizi de sorgulamanızı gerekiren bir nokta. Bu açıdan bakınca bireysel küçük ölçeğimizin, devlet gibi nispeten daha büyük bir ölçekteki tezahürünün katliam olması biraz daha anlaşılır hale geliyor. Siz ne yapıyorsunuz? Mücadelenizi büyütüyor musunuz? Tüm bunlara karşı (ve sosyal medya dışında) bir mücadeleniz var mı?

Sorular çoğalabilir. Önerim şu; bir başlangıç noktası olarak 28 Aralık 2014’te saat 12:00’de doğa için Kadıköy’de yapılacak mitinge katılmak sizin ilk adımınız olabilir. Dinamiği sönümlenmiş ama deneyimi içimize işlemiş bir Haziran 2013 var. O deneyimi büyütecek ve yeşertecek olanlar da bizleriz.

Yazı dizisinin ilk yazısı: 1-Renk Sevmezlik

Yazı dizisinin ikinci yazısı: 2-Rant Severlik

Can-Kazaz

 

Can Kazaz

You may also like

Comments

Comments are closed.