Ana Sayfa Blog Sayfa 5404

HSYK’da istifa depremi

17 Ağustos tarihinden bu yana fiili olarak görev yapamadıklarını söyleyen Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanvekili Kadir Özbek ile birlikte 2’si yedek 7 üye, görevlerinden istifa etti.

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda (HSYK) bugün istifa depremi yaşandı.

İstifa sinyalini HSYK Başkanvekili Kadir Özbek, sabah saatlerinde yaptığı açıklamayla verdi.

Saat 14.30’da basın toplantısı düzenleyeceklerini söyleyen Özbek ve 6 üye, kameraların karşısına geçti. Kadir Özbek, toplu istifayı şu cümlelerle açıkladı:

“Bilindiği üzere HSYK bir süredir kamuoyunun üzerinde fazlasıyla yer almaktadır. Hukukun bu şekilde yıpratılması topulma zarar vermektedir.

HSYK, hiçbir önyargı ve hiçbir art niyet olmadan anayasanın çizdiği sınırlar içerisinde yetkilerine sahip çıkarak, görev yapma amacını ısrarla ortaya koymuş olmasına rağmen 17 Ağustos tarihinden bu yana fiilen çalıştırılmamaktadır. Bu husus Adalet Bakanlığı’na defalarca iletilmiş ancak sonuç alınamamıştır. Bakanlık son olarak gönderdiği yazıda yeni oluşum gerçekleşinceye kadar HSYK’da gündem yapılmayacağını resmen bildirmiş bulunmaktadır. HSYK, bu süre içerisinde birçoğu ivedi olan hiçbir görevini yapamadığı gibi bu ivedi işlerin Adalet Bakanlığı tarafından nasıl yürütüldüğü konusunda hiçbir bilgiye sahip değildir.

Bizim bugün basın toplantısını yapacağımızı açıkladıktan sonra, yaklaşık 1,5 saat kadar önce, HSYK’nın internet sitesine bizim yeni taslakla ilgili görüşlerimizi eklediler. HSYK taslağı için bile görüşümüz istenmedi ve sitede daha önce görüşlerimiz yer almıyordu.

Şahsım ve 7 arkadaşım görevimizden istifa ediyoruz.”

Kadir Özbek’le birlikte istifa edenler arasında Ali Suat Ertosun, Suna Türkoğlu, Musa Tekin, Orhan Cem Erbük, Fatma Anıl Genç, Hatice Ceyda Keyman ve Ayşe Albayrak Doğan yer alıyor.

İstifa eden kurul üyeleri Yargıtay ve Danıştay’daki eski görevlerine dönecek. Özbek bir ay önce, Anayasa değişikliğinin geçmesi halinde istifa edeceklerini açıklamıştı.

Bakan ve Müsteşar dışında HSYK şu üyelerden oluşuyordu:

  • “KADİR ÖZBEK:Başkan Vekili – YARGITAY 13.H.D.
  • SUNA TÜRKOĞLU:Asıl Üye – DANIŞTAY 13. D.
  • ALİ SUAT ERTOSUN:Asıl Üye – YARGITAY 6.C.D.
  • MUSA TEKİN: Asıl Üye – YARGITAY 15.H.D
  • ORHAN CEM ERBÜK:Asıl Üye – DANIŞTAY 8. D
  • COŞKUN ÖZTÜRK:Yedek Üye – YARGITAY 10 H.D.
  • F.ANIL GENÇ:Yedek Üye – DANIŞTAY 4.D.
  • FEYZİ ALTINOK:Yedek Üye – YARGITAY 20. H.D.
  • H.CEYDA KERMAN:Yedek Üye – DANIŞTAY 9.D.
  • AYŞE ALBAYRAK DOĞAN:Yedek Üye – YARGITAY 11. H.D.”

İsrail’de ırka vurgu yapan yemin

0

İsrail’de hükümet, vatandaş olmak isteyenlerin ”Yahudi ve demokratik devlete” bağlılık yemini etmelerini öngören bir düzenlemeyi kabul etti.

İsrail’deki Arap azınlığı öfkelendiren düzenlemenin yürürlüğe girmesi için İsrail Parlamentosu Kneset’te de onaylanması gerekiyor.

Benzer bir tasarı geçen yıl da gündeme getirilmiş ama reddedilmişti.

Tasarı, Yahudi olmayan, ancak İsrail vatandaşlığına geçmek isteyenlerin, “Yahudi ve demokratik İsrail devletine bağlılık yemini” etmelerini öngörüyor.

Düzenlemenin büyük ölçüde İsraillilerle evlenen ve aile birleştirme kapsamına giren Filistinlilerle, yabancı işçileri etkilemesi bekleniyor.

İsrail nüfusunun yüzde 20’sini Araplar oluşturuyor.

Koalisyonu oluşturan gruplardan İşçi Partisi tasarıya karşı çıkarken, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun düzenlemeyi Filistinlilerle müzakerelerin sürdürülebilmesi için önşart haline gelen olası yerleşim merkezi inşaasının durdurulması kararına karşı bir ödün olarak öne sürdüğü bildiriliyor.

Ancak Netanyahu’nun sözcüleri bu konuda koalisyonun diğer ortağı Avigdor Lieberman liderliğindeki aşırı sağ İsrail Evimiz’le pazarlık yapıldığı iddialarını reddediyor.

Düzenleme Lieberman’ın seçim kampanyasının en önemli unsurları arasında yer alıyordu.

Eylül ayında yeniden başlayan barış görüşmeleri İsrail’in Batı Şeria’da yerleşim merkezi inşaasına uygulanan moratoryumu kaldırması ardından tıkanmıştı.

Müzakerelerin ilerleyen aşamalarında ortaya çıkacak olan anlaşmazlık konularının başında ise Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkında ilişkin talepler yer alıyor.

Netanyahu, ”mültecilerin geri dönüş hakkı”na İsrail’in demografik hareketler yoluyla yıkılmasına neden olacağı savıyla muhalif.

Filistin yönetimi İsrail’i bir devlet olarak tanırken, bu ülkeyi Yahudi devleti olarak tanımayı reddediyor.

Bütün bu tartışmalar bağlamında ele alındığında çoğunlukla Arapları etkileyecek bir düzenlemeyle ”Yahudi devleti”ne bağlılık yemini İsrail toplumunda yoğun tartışma yaratan bir konu haline geldi. (BBC)

Loç vadisi için özgürlük – Cansu Çiftçi

Karadeniz başta olmak üzere birçok bölgeden baraj karşıtı çığlıklar yükseliyor şu günlerde. Loç da bunlardan sadece biri. Dişil varlıkların bekaretinin bu kadar önem taşıdığı ülkemizde doğa ananın bekaretine karşı bu saygısız tutumumuz ilginç doğrusu. Ümran Boru ve Orya Enerji çeşitli iş birlikçi politikalarla vadiyi yok ediyor.

Günün her saatinde farklı bir kişiliğe bürünen vadi gerçekten büyülüyor insanoğlunu. Bu büyü sadece insanoğluyla kalmıyor olsa gerek yöredeki ayılar da toplanıp sahip çıkıyor içgüdüsel olarak vadiye. Kastamonu’nun Cide ilçesine bağlı Küre Dağları’nda konumlanan vadi Valla Kanyonu’nu içeren milli park sınırlarında. Sınırın içinde mi yoksa dışında mı kaldığı daha sık tartışılır olmuş son zamanlarda. Tabi ki dışında olduğunu söylüyor yetkililer, sanki sınırların çok da önemi varmış gibi. Valla Kanyonu dünyanın 4. büyük kanyonu olma özelliğini taşıyor. İçerdiği mağara sayısı bakımından küresel anlamda çok önemli yere sahip bu milli park. Karstik kayaçlarıyla bilinen milli park 100’ün üzerinde kuş türüne de ev sahipliği yapıyor. Ancak 40’ın üzerinde kuş türünün nesli tükenmemek için direniyor. Endemik tür miktarı ise azımsanmayacak cinsten. Kanyon yolunda “balta girmemiş” sözünü ilk defa gözünüzle gördüğünüz bir yer için kullanma fırsatı buluyorsunuz. Kanyonlar, mağaralar ve yeşile doymuş bir orman iç içe geçmiş sanki belgesel karelerinden fırlamışçasına.

Vadiden çığlıklar yükseliyor son günlerde. Doğa ananın tercümanları doğaseverler dört bir yandan toplanıp nöbet tutuyorlar dere başında. Önce dere karşılıyor misafirleri, sonraysa köy halkı. Yüzlerinde garip bir ifade oluşuyor sizi gördüklerinde. Buruk bir mutluluk. Mutlulukları anlatılacak cinsten değil. Yalnız olmadıklarını hissediyorlar. Ancak içleri buruk. Su sesi eşliğinde yapılması gereken muhabbetlere ağır iş makinelerinin gürültüsü eşlik ediyor.

Koskocaman bir çınar ağacı var kamp alanında. Tüm yaşanmışlıkları biriktirmiş kabuğunda. Meğer bugün doğaseverlerin çadırlarına ev sahipliği yapan güzelim vadi bir zamanlar köy halkıyla dolup taşarmış. Köylü çınara beşik kurar, çocukları bırakır, işine bakarmış. Şaşmamak lazım ki bu çınar da damgalanmış kesilmek üzere. Çınarla beraber anılar da çınarın gölgesinden yararlanamayan kapitalist güçlerce yok olmaya mahkum kalmış meğer.

Ne olursa olsun umutlular, anlatacak anıları var her daim. Bir amcamızla beraber dereye doğru yürüyoruz. Bomboş bir alana takılıyor gözümüz, iç çekiyor amcamız. Daha bu kadar yerleşmemişken şantiye sakinleri vadiye, fosseptik çukuruna ihtiyaç duyulmuş haliyle. En basitinden, belki sadece 3-4 çalışanın ihtiyacını karşılamak için açılan fosseptik çukuru 3-4 ağaca bedel olmuş. Dayanamamış yılların kök salmış yeşil gökdelenleri. Amcamız hemen bir gazeteyi aramış, uygun bir başlık atılmış. Bu küçük bireysel adım nice ağaçların fosseptik çukurunun pisliğinde çürümesinin önüne geçmiş. Gereken yapılmış ve fosseptik çukuru kapatılmış.

Keşke fosseptik çukurunu kapattırmak kadar kolay olsa diye geçiriyor insan içinden. Loç Vadisi’nde bireyselin ötesine geçmiş toplumsal bir çaba var aslında. Sivil toplum örgütleri, topluluklar mücadelede hiçbir zaman yalnız bırakmıyor halkı. Halk ise ikiye bölünmüş durumda. Dört tane köy var çevrede. Anlatılanlara göre düğünleri, cenazeleri, bayramları ayrı geçmezmiş. Birlikmiş hep bu köyler. Belki de suymuş bir arada tutan. Kendini üstün gören kuvvetler suyu paylaşmaya kalkınca hiyerarşi artmış köyler arasında. Kimileri baraja maddi çıkarları doğrultusunda destek vermiş, kimileri sessiz kalmış, kimileri ise isyana kalkmış. Sonuç olarak birlik ortadan kalkmış yıllarca aynı suyu içen köylüler arasındaki. Yerel halk çok önemli diyoruz hep. Teyzelerimizden biri yöreye özgü ağzıyla kandırıldılar diyor. En azından halkın bilinçli kesimi için şükrediyoruz.

Şantiye alanında ise durum içler acısı: İş makineleri, çalışanlar, çalışanlardan daha çok sayıda özel güvenlik görevlileri ve peşimizdeki jandarmalar… Doğayı katledenleri, doğayı koruyanlardan korumak için oradalar. Şantiye şefiyle görüşmek istiyoruz haklı olarak ve iş makinelerinin şantiye şefi olmadan çalıştığını öğreniyoruz tesadüfen. Zabıt tutturmak istiyoruz ve bizlere haritacıyı yolluyorlar açıklama yapması için. Duyduklarımız karşısında gerçekten irkiliyoruz. Param olsa burada çalışmam diyor haritacı ve ekliyor: “Zaten merak edilecek bir şey yok, endemik türlerin tohumlarını üniversitemizdeki bir hocamıza toplattık. Nesli tükenince başka yere ekeceğiz.” O anda başka söze gerek olmadığını anlıyoruz. Çoğu insanın kurbanı olduğu hiyerarşik emirler zinciri gerçeğine bir kez daha şahit oluyoruz.

Herkes bir şeyler yapmaya çalışıyor. “HES’e karşı ses” sloganıyla bisikletleriyle İzmir’den yola çıkan bir grup arkadaşımız Çevre ve Orman Bakanlığı önünde yaptıkları eylemlerinden sonra bisikletlerini Loç’a çevirdiler. Loç’a sağ salim ulaşan arkadaşlarımız seslerini orada duyurmaya devam ettiler.

Çeşitli sloganlar bir süre daha duyulmaya devam edecek gibi duruyor vadiden. Ne Loç halkının ne de dört bir yandan toplanıp Loç’a gelen ziyaretçilerin bu gidişata göz yummaya niyeti yok. İnsanlar umutlu, kararlı ve doğa anaya saygılı. Kendilerini diğer organik ve inorganik formlardan üstün görmeyen, çıkar gözetmeyen insanlarca sahip çıkılıyor sularımıza, ormanlarımıza, kültür miraslarımıza, yaşama alanlarımıza, haklarımıza. Loç, Allianoi, Alakır, Hasankeyf gibi bir sürü yer var kurtarılmayı bekleyen. Hem yerel hem de küresel anlamda hem sıcak hem de soğuk bir savaş, su savaşı. Durdurulmayı bekleyen kötü bir savaş, acilen anlaşmaya varılması gereken yalnız anlaşma yapılırken doğanın haklarının gözetilmesi gereken kötü bir savaş. Bizim görevimizse bu savaştan minik mavi küremizin olabildiğince az hasarla kurtulmasını sağlamak.

Cansu Çiftçi

Kusturica’yı da Kaçırtmayı Başardık

Ünlü yönetmen Emir Kusturica, Antalya Altın Portakal Film Festivali jüri üyeliğinden çekildiğini açıkladı. Türkiye’nin karnesine de bir sanatçıyı daha ülkesinden kaçırtma notu eklenmiş oldu. Hem de Kültür Bakanı eliyle… Kusturica yaptığı açıklamada, “Bir jüri üyesi olarak toplantıya katılıp, öğrencilere workshop yapacaktım. Öğrencilere 50 bodygard eşliğinde bir şey anlatamazsınız. Bunu yapmayacağım. Basın toplantısından sonra burayı terk edeceğim” dedi.

Kusturica’ya yönelik tepkiler, Kültür Bakanı’nın onu hedef gösteren açıklamalarından sonra daha da derinleşmişti. Kültür Bakanı, “Kusturica varsa, ben yokum!” şeklinde bir açıklama yapmıştı.

Bu olayın daha ilginç bir yanı ise ünlü yönetmenin son bir yıl içerisinde ülkemize ikinci kez gelmiş olması. Bursa Film Festivali kapsamında Bursa’ya gelen ve etkinlikler çerçevesinde bir konser de veren Kusturica’nın o dönem ne hükümet yakasından ne de il belediyesi tarafından bir tepki görmediğini de unutmamak gerekli. Açıklamasında buna da değinen Kusturica şunları söyledi: “Bu festivalde ilk kez başıma bir şey geldi. Kendimi savunmak bile istemiyorum ama bazı şeyleri açıklamak istiyorum.

Büyükşehir Belediye Başkanı Akaydın ve sıcak insanlara, gösterdikleri sıcak ilgi nedeniyle teşekkür etmek istiyorum. Bu ülkenin Kültür Bakanını ise bir düşman olarak görüyorum. Çünkü o bunu hak ediyor. Hayatını insanlığa pencereler açmak için adayan bir insan, herhangi bir suçu destekliyor olamaz. Bir kaç ay önce Bursa’da konser verdik, çaldık. Kültür Bakanı ile aynı partiden olan belediye başkanı bizi öpüyor, kucaklıyor, elinden gelen en iyi ağırlamayı yapıyordu. Çok güzel bir konser verdik. Başörtülü kadınlar el çırpıyor, dans ediyorlardı. Bu benim için büyük mutluluktu.”

(Yeşil Gazete)

En büyük küresel eylem başladı

Hindistan'da 10 Ekim 2010 350 eylemi

10/10/10 eylemleri Yeni Zelanda’da başladı. 350.org sitesine Yeni Zelanda’dan sonra düşen ilk eylem fotoğrafları ise Endonezya ve Hindistan’dan. Endonezya’da Museo Sang Bata Sa Negros’un Eco-Teens adlı grubu mangrov ormanlarında ağaç dikerken ve Kuzey Hindistan’daki Doon vadisinde Vandana Shiva’nın arkadaşları tarafından kurulan bir organik tarım çiftliğinde yulaf taneleri üzerine 350 yazarken görünüyor.

Eylemler 188 ülkede binlerce eylemle sürüyor.

(Yeşil Gazete)

Endonezya'da 10 Ekim 2010 350 eylemi

3. köprüye karşı, 2 Milyon İstanbullu eylemine yurttaş katkısı

Ülkemizin toz duman içindeki, siyasilerin ağız dalaşıyla kararmış siyasal atmosferi,  2 Ekim akşamı, binlerce İstanbullunun yaktığı binlerce mumla aydınlandı. Boğaziçi, Marmara sahillerinde parlayan ışık,  Ege ve Akdeniz sahillerinde yanan mumlarla destek buldu, büyüdü. Eylem, karanlığa bir mum yakanların,  ses verenlerin; rant uğruna kentimize, doğamıza, havamıza kastedenlere zarif bir uyarısıydı.

Partimizin başlattığı, “2 Milyon Ağaç için 2 Milyon İstanbullu” kampanyası, çevre örgütlerinin, semt derneklerinin, meslek kuruluşlarının, sanatçıların katkılarıyla ve yurttaşların katılımıyla,  2 Ekim 2010 Cumartesi günü, İstanbul’un 23 yerinde, sahillerde, İskelelerde, Saat 20.00’de mumların yakılmasıyla, basın açıklamasının okunmasıyla gerçekleşti.

O gece Fındıklı’ya, eylem yerine ulaşmaya çalışırken, 1. Köprüye, Boğaz istikametine ilerlemeye çalışan araçların içinde olmadığıma şükrederek yürüyor ve milyonlarca İstanbullunun yaşamının nasıl bir çileye dönüştüğünü düşünüyordum. Trafik yayalardan daha ağır ilerliyordu. Sadece raylı sistemdekiler şanslı görünüyordu. İşte iki köprünün  İstanbul’da ulaşım sorununa getirdiği çözüm, diye düşündüm.

3. Köprüye karşı kampanyanın öncüsü olan ve çalışmanın ağırlığını üstlenen Yeşiller Partisinin kampanya ekibine ve destek veren tüm örgütlere, iletişimcilere, sanatçılara kendi adıma teşekkür ediyorum.

Ancak bu yazının asıl amacı, 2 Ekim eylemini radyodan, basından, afişlerden, bildirilerden duyup sahillere koşan isimsiz, İstanbullulardan söz açmak. Bana göre, onların katılımı olmasaydı eylem de başarı da eksik olurdu. Bu başarıda onların katılımını kolaylaştıran etken, eylemin İstanbul’un 23 yerinde, herkesin kendi semtinde katılmasını mümkün kılacak şeklide örgütlenmiş olmasıydı. Kampanyanın çağrısı da açıkça, örgütlü örgütsüz İstanbul sakinlerine, bir başka deyişle çağrı, yurttaşlara yapılmıştı.

2 Ekim’de mumunu alıp sahile koşan İstanbullunun davranışı; 1997 Yılının Şubat ayı boyunca, her gece saat 21.00’de ışıklarını bir dakika boyunca yakıp söndüren, karanlığa ses veren yaklaşık 23 Milyon yurttaşın davranışıydı. Cumhuriyet tarihinin en büyük sivil eylemi olarak değerlendirilen, “Sürekli Aydınlık için 1 dakika Karanlık” eylemi, hatırlanacağı gibi, 3 Kasım 1996’da Susurluk’ta bir kamyonla bir Mercedes’in çarpışması, devlet-siyaset-mafya üçgeninin, devlet içindeki çeteleşmenin ortaya çıkmasına yol açmıştı.

Çeteleri kuranların, onlara görev verenlerin yargı önüne çıkarılması talebiyle bir ay boyunca aynı saatte yanıp sönen ışıklar, başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerin gecelerini ateş böcekleri gibi yanıp sönen ışıklarla doldurmuş, eylem özgün bir yurttaş eylemi olarak dünya literatürüne geçmişti.

1 dakika karanlık eylemini öylesine yığınsallaştıran özellik, her bireyin kolayca ve güven içinde katılabileceği, yaratıcılığa açık bir eylem olmasıydı. Yurttaş, önce ışıklarını yakıp söndürürken, sonra eylemi yaratıcılıkla çeşitlendirdi. Işıklarını yakıp söndürürken, aynı zamanda ses vermeye, düdük, tencere tava çalmaya, kapı önüne çıkıp hoplayıp zıplayarak “susma sustukça sıra sana gelecek” diye tempo tutmaya, beş dakikalık şenlikli, barışçıl kapı önü eylemleri yapmaya başladı. Her yaştan ev halkı eyleme katılıyor, evlerde ışıkçılar, sesçiler olarak görev bölüşümü yapılıyordu. O saatte yolda olan arabalarsa, eyleme korna çalarak katılıyorlardı. Sokaklar, mahalleler bu yolla iletişim içinde oluyorlar, çetelerden arınmış bir devlet, temiz bir toplum talebinde yalnız olmadıklarını hissediyorlardı.

3. Köprüye karşı eylemin 2 Ekim gecesi yarattığı görüntüler ve isimsiz hemşerilerin katılımı, 13 yıl sonra bana o günleri hatırlattı. Mahallelerde, semtlerde örgütlü olmanın; semtine, kentine, çevreye, doğaya, hayata sahip çıkmanın yolunun yerel örgütlenmelerden başladığını yeniden düşündüm. Diğer yandan, yerel hareketlerin başarısının, sivillerin biraz daha siyasileşmesinden, Yeşiller Partisi’nin başarısının ise, sivil hareketle bütünleşmesinden geçtiğini…

Yeşiller Partisi, 3. Köprüyü kamuoyunun gündemine taşıyarak ilk önemli başarısını elde etti. Toplumda görünürlüğünü ve böylece sorumluluğunu da artırmış oldu.  Şimdi hedefimiz, kampanyanın talebini, kesilecek 2 milyon ağaçtan alternatif çözümlere yükselterek, köprünün yapımını engelleyecek bir yurttaş hareketini örgütlemek olmalıdır.

Yolumuz açık olsun!

Bugün 10.10.10… Bugün eylemce günü!

10/10/10 eylemlerinin ilki sabah gün doğumunda Yeni Zelanda'da başlatıldı. (Kaynak 350.org)

Bugün, 10 Ekim 2010, yani 10.10.10. Bugün aktivistler dünyanın 188 ülkesinde yapacakları 7347 eylemle, yani dünyanın en yaygın eylem ağıyla, küresel ısınmayı durdurmak için işbaşına geçmeye hazır olduklarını tüm dünyaya gösterecekler. Türkiye de bu ülkelerden biri. İstanbul, Ankara, İzmir ve başka yerlerde çok sayıda eylem aynı anda yapılacak. Be arada eylemler gün doğumunda Yeni Zelanda’da başlatıldı.

Bugünkü 10/10/10 etkinliklerinin en büyüğü saat 15:00’de Galatasaray meydanında başlayacak. Taksim meydanına kadar yapılacak müzikli danslı bir yürüyüşün ardından Noam Chomsky ve Richard Falk’ın da aralarında bulunduğu aktivistler konuşmalar yapacaklar.

Eylemin çağrıcılarından, 350 hareketinin kurucusu Bill McKibben’ın ABD Greenpeace’den Phil Radford ve Rainforest Action Network’ten (Yağmurormanları Eylem Ağı) Becky Tarbotton ile birlikte yazdığı “Neler Yapmalıyız” başlıklı mektubu bugünkü eylem için yapılmış önemli çağrılardan biri. Mektubun tam metnini yayınlıyoruz:

İklim Değişikliğinin ciddiye alınması için neler yapmalıyız?

Tanrım ne yazdı ama… Federal bilimadamları insanlık tarihinin en sıcak 6 ayı, en sıcak yılı ve en sıcak 10 yılını geçirdiğimizi açıkladılar. 19 ulus zamanın en yüksek sıcaklık rekorlarını kırdı. Pakistan’da dereceler Asya’da ölçülen en yüksek sıcaklığı, 54′ü (129F) gösterdi. Moskova’nın destansı sıcak hava dalgaları ve yangınlara boğulmasına ya da beklenmedik selin Pakistan’ın yarısını alıp götürmesine bakacak olursak bu rakamların yalnızca teoride kalmıyor.

Ama bunlar yalnızca olanların yarısı. Bu yaz aynı zamanda ABD 20 yıllık küresel ısınma ile ilgili ‘iki partili hiçbir şey yapmama’ rekorunu koruma kararı aldı. Küresel ısınma tanrının işi değil. Dünyanın en karlı ve güçlü endüstrilerine karşı duruyoruz: Fosil yakıtlardan rekor kar eden firmalar. Ve onları nazikçe sorarak alt edemeyiz. Koca Petrol ve Koca Kömürün finansal gücüne geri adım attıracak, daha önce hiç oluşturmadığımız kadar büyük bir hareket oluşturmaya ihtiyacımız var. Bu hareket bizim tek gerçek umudumuz ve geleceğini çizmemiz için yardımınıza ihtiyacımız var.

Derhal ve kati olarak alınması gereken önceliklerimiz var. Mesela, iklim krizine birçok çözümümüz olduğunu göstermek için 10/10/10′da dünyanın birçok yerinden Küresel İş Partisine (Global Work Party) katılımlar olacak. Yalnızca güneş panellerimizi kuracağımız değil aynı zamanda siyasi liderlere “Biz çalışıyoruz. Peki ya siz?” mesajı vererek yüzlerini kızartabileceğimiz güzel bir gün olacak. Aynı zamanda ülkenin dört bir yanında avukatlar ve topluluklar yeoman’in organizatörlüğünde yeni kömür santrallerine karşı savaşacak, aktivistler kurumsal canilere kredi vermemeleri için bankaları ikna etmeye, kent meclisleri kentlerini nasıl daha etkin ve dirençli yapabilecekleri üzerine çalışacaklar.

Bu emekler gerekli olsalar da yeterli değiller. İlerleme kaydettiğimiz doğru ancak fiziksel durumun kötüye gittiği kadar hızlı değil. Zaman bizden yana işlemiyor. Bu yüzden oy hakkı hareketi, sivil hak hareketi ve kurumsal küreselleşme karşıtı savaşta olduğu gibi kitlesel doğrudan eylemlerin bu harekette daha büyük rolü olmalı. Şimdi bile, Appalacinia kömür yatağındaki çevreciler bu taktikleri küçük çapta da olsa iyi şekilde kullanmaktalar.

Sosyal değişimi neyin tetikleyeceğini kimse önceden bilemez. Paul Revere İngiliz ilerlemesine dikkat çeken tek binici değildi. Rosa Parlestan’dan önce de birçok kişi otobüsün arkalarına ilerlemeyi reddetti. Ama iki şeyi biliyoruz. İlki, birlik olarak hareket etmeliyiz ve ikincisi, birçok aklın birlikte çalışması daha akıllıcadır. Bu yüzden yardımınıza ihtiyacımız var. Gezegenimiz için farklı topluluklarda diğer işinizi yaparken doğrudan eylem olasılıklarını düşünün ve onları yazıp bize gönderin. Burada size yol gösterebilecek bazı düşünceler var:

– Eylemlerimiz Gandhi’nin, Martin Luther King Jr.’nin ve diğer barışçıl aktivistlerin ruhundan ilham almalı. Şiddet yok, mallara zarar vermek yok.

– Halktan birçok katılımcıyla geniş eylemlere ihtiyacımız var. Yüzlerce, binlerce düşünün. Yani öyle az sayıda cesur uzmanın yürütebileceği taktikler üzerine düşünmeyin. Tüplü dalış ya da tırmanış yapacak yüzlerce insanımız olmayacak.

– Fosil yakıt ekonomisini anlamlı bir süre için fiziksel olarak kapatabileceğimizi bir dakika bile düşünmüyoruz çünkü çok büyükler. Kirli, eski kömür yakan santraller gibi etkin ve sembolik hedeflere yönelmeliyiz ve onları karbonu hızlıca kesmenin ihtiyaç ve fırsatlarını anlatmak için kullanmalıyız.

– Eylemlerimiz, yerel grup ve akivistlerin ele ele organize olduğu topluluklarda köklenmeli.

– Taktiklerimiz uzaktan izleyenleri de bize katmalı, uzaklaştırmamalı. Provokatör ve tahrikçileri uzak tutacak ve halkın geri kalanını gerçekten etkileyecek cinste insanları çekecek etkin yollarımız da olmak zorunda. Disiplin önemli.

– Planlarımızda şeffaf ve açık olmalı, gizliliğe bel bağlamamalıyız. İşimizi hukukun yanımızda olacağı şekilde kesin yapmalıyız. Metodumuz sürpriz olamaz.

– Güzellik önemlidir. Karşıtlarımız tarafından çalınmış dünyadaki güzellik ve aynı zamanda kalpler ve akıllar adına savaşıyoruz.

– Kaynaklarımız sınırsız değil. Bu tip eylemlerin masraf ve güçlüğü hızlıca artabilir. Çevreyle ilgili her şeyde olduğu gibi tutumluluk ve sadelik erdemdir.

Gruplarımızın hepsinin uluslararası bağlantıları olsa da şu an yalnızca Amerika için düşünmekteyiz. Bunun üç nedeni var. Bir, zaten dünyanın bazı yerlerinde aktivistler bize çok şey öğretecek harika işler çıkardılar. İki, tarihsel olarak iklim değişiminin en büyük sebeplerinden biri olduğumuza göre, Amerika olarak gerçekten artık biraz liderlik göstermeliyiz. Ve üç, biz Amerikalılar doğrudan eylem yaparken gerçek ve ciddi risklerle karşı karşıya kalsak da, diğer birçok ülkede bir sürü insanın aynı şeyleri yapması on yıllar ya da daha uzunca bir süre kapıları kapatabilir. O yerlerde diğer taktikler yeterli olmalı.

Bu mektup yalnızca üç farklı çevreci gruptan gelmiş olsa da, biz bu kavganın herkese açık olmasını istiyoruz. Planlar ilerledikçe, hedeflerimiz ve taktiklerimizi benimseyen diğer organizasyonlarla da birlikte çalışmaktan mutluluk duyarız. Zaten gruplar arasındaki sınırları kaldırmanın başarının anahtarı olduğuna inanmaktayız. Size ulaşmak için elimizden geleni yapacağız ancak siz de lütfen katılma isteğinizi bize ilettiğinizden emin olun.

Fikirler için özel bir e-posta adresi açtık: [email protected] . Sonbaharın sonuna doğru bu fikirleri değerlendirip ilkbahardan itibaren uygun eylemler düşüneceğiz.

Biliyoruz ki bu strateji hepinizin ilgisini çekmeyecek. Olabilir… Ama yardım etmek için daha başka binlerce faydalı yol var ve kimseyi işlerinden alıkoymak da istemeyiz. Eğer herhangi bir fikriniz varsa lütfen bize gönderin. Bizim için bunun uzun soluklu bir savaş olacağı çok açık ve ilkelere bağlı ve yaratıcı olmamız gerekecek. Bunun büyük bir parçası olduğunuz için çok teşekkürler.

Bill McKibben, 350.org,
Phil Radford, Greenpeace USA
Becky Tarbotton, Rainforest Action Network

(Yeşil Gazete)

Demek iyi şeyler yapıyoruz!!

Son günlerde, doğa ve ekoloji mücadelesi hiç olmadığı kadar gündeme geliyor. Haberlere çıkıyor, konuşuluyor, haklı bulunuyor ve yavaş yavaş da olsa kitleleşiyor. Allianoi’nin üzerine baraj yapılmak istenmesi, İstanbul Boğazı’na İstanbul’un nefesini kesecek şekilde yapılmak istenen 3. Boğaz Köprüsü, nükleer santral, HES’ler, Küresel İklim Değişikliği’ne karşı gerçekleşen (gerçekleşecek olan) küresel mücadeleler.

Mücadele, uzun süre sonra salonlardan çıkıp sokaklara iniyor. Sokaklarda da, salondaki insanların yanına yeni yeni yüzler katılıyor, çoğalınıyor. En son Yeşiller Partisi’nin 3. Boğaz Köprüsü’ne karşı gerçekleştirdiği “2 Milyon İstanbullu” kampanyası ile ortaya çıktı bu. İstanbul’un kıyılarında insanlar bir çağrı üzerine toplandılar, mumlar yaktılar ve kentlerinin ulaşım politikasına dahil oldular. En yakın ise, 10.10.10 var. Küresel bir eylem günü. Milyonlarca insane kendi kentinde sokağa çıkacak, küresel ısınmanın durdurulması için taleplerini ortaya koyacaklar, yeni örgütlenmelere gidecekler, var olan örgütleri büyütecekler. Bir grup şehrine bisiklet yolu isterken bunun yanında, bir grup da Allianoi’ye gidecek. Orada yapılan, gözler önünde, katliama tekrar ilgi çekecekler. Doğa ve ekoloji mücaledesinin etkili olduğunu anlamanın bir yolu da “karşı taraftan” gelen tepkiler. Benzeri eylemlerde ve etkinliklerde hiç ses çıkmazken medyada, artık medyanın “ünlü” kalemlerinden de tepkiler gelmeye başladı. Tabii ki bu tepkiler kendi fikri ve maddi dünyalarını destekleyecek şekilde gerçekleşiyor.

İlk “fikir beyanı” Murat Bardakçı’dan geldi ve Habertürk Gazetesi’nde basıldı. Gazete’nin sahibinin Ciner Grubu olması ve enerjide gösterdiği faaliyetlere dikkat çekmek gerek. Ne demiş Murat Bardakçı?

“ Üzerine eski, rengi uçmuş bir tişört geçirin, hanım iseniz saçlarınızı taramaktan vazgeçin, şayet erkekseniz sakal traşınızı birkaç gün ihmal edin, meramınızı 150 kelime ile sınırlı peltek bir Türkçe ile ifadeye çalışın, aynı tornadan çıkmış sloganları hiç durmadan tekrarlayın ve her üç kelime arasında “Hayıııır!” çığlıkları atın, sonra da gidip kendinizi biryerlere zincirleyin…

Bu tavsiyelerime eksiksiz şekilde uyduğunuz takdirde “çevreci” ve “yemyeşil” bir entellektüel oldunuz demektir! ” (…) “ Boğaz’da inşa edilecek üçüncü köprüyü hedef alan patırtılar daha bitmeden, çevrecilerimize yaz aylarında yepyeni bir eğlence çıktı: Bergama taraflarında yapılan ama henüz faaliyete geçmeyen Yortanlı Barajı bahanesi ile Allianoi yaygarası! Çevrecilerimiz, Allianoi olduğu iddia edilen yerde birkaç günden buyana “Hayıııır!” çığlıkları atarak kendilerini dağlara-taşlara zincirlemekle ve dâva üstüne dâva açmakla meşguller. ”

Bardakçı, hızını alamamış olacak ki, birkaç gün sonra aynı konu üzerine ve aynı düzeyde bir yazı daha yazdı. Onun bıraktığı yerden bayrağı Sabah Gazetesi’nin güzide yazarı Emre Aköz devraldı. Her konuyu 12 Eylül Referandumu’na bağlayan Emre Aköz, Türkiye’de aptallığın %42’ye düştüğü yazısının hemen ardından yazdığı yazıda şunları kaleme almış:

“Boğaz’a yapılacak 3’üncü Köprü ve çevre yolları nedeniyle depreşen “ağaç fetişizmi”…

2 milyon ağacın kesileceğini iddia ediyorlar. Rakama itirazım var ama bir an için doğru olduğunu varsayalım…

Ne var bunda? Bugün 2 milyon kesersin, yarın 4 milyon ağaç dikersin.

Artık işler eskisi gibi değil: Yeni teknik ve teknolojiler kaybedilen ağaçları, hızla yenilememizi mümkün kılıyor.

Kafkaslar’dan gelen Karadeniz Otoyolu, Balkanlar’a bağlanacak. İstanbul’u beslemek için de gerekli o köprü ve çevre yolları. Yapmaya mecburuz.

Üçüncü köprüye karşı çıkanları izlemiştim ekranda: 10 protestocudan 9’unu gözüm bir yerlerden ısırdı; ben diyeyim Cumhuriyet mitingleri, siz deyin “Hayır”cı kalabalıktan bir kesit. Tek bir büyük aile gibi! ”

Aköz, ne kadar güzel bağlamış bir paragrafta her şeyi. 2 Milyon ağaç kesersin, yarın 4 milyon ağaç dikersin cümlesiyle aslında tamamen açıklıyor mantığını Aköz. Çevre ve orman ile olan bilgi bağı işte bu kadar. Daha fazla yazıp, sinir bozmaya ve ciddiye almaya gerek yok bana kalırsa. Sabah Gazetesi’nin de sahibinin hangi grup olduğuna ve onun da çevre mücadeleleri ile karşı karşıya kalan yatırımlarına dikkat çekmek gerek. %42’lik aptal kitle (ama aman hepsi demeyelim, çıkar dava falan açarlar, para kaybederiz. 10’da 9’u diyelim), darbeci kitle yapıyor bunları. Gerçi darbecilik şimdi “out” sanırım. Başka örgüt isimleri dolanıyor ortada.

Ve, son “fikir beyanı” Taraf Gazetesi’nin en çok bağaran yazarından geldi. Rasim Ozan Kütahyalı ne yazmış?

“Modern insanın, modern zihniyetin ve dolayısıyla modern medeniyetin tabiat ile ilişkisi baştan sona problemli ve sakat bir ilişki… Bugün “çevre/ekoloji sorunları” gibi kulaklara çok aleladede gelen meselenin kökü oraya dayanıyor. O sebeple ben “çevre/çevrecilik” gibi tanımların bu hayati meseleyi “bir kısım entelin uğraşı” haline getiren bir algı yarattığı kanaatindeyim. Türk Yeşil Hareketi eğer var olacaksa şu anki ithal dil ve üslupla bu işi götüremez, kitleselleşemez, marjinal bir hareket olarak kalır… Aynı problem değer verdiğim bir insan olan Ömer Madra’nın dilinde de var. Günümüz insanı yaklaşık 30 yıldır “Çok yakında dünya mahvolacak, her gün şu kadar canlı gidiyor, yok oluyoruz” söylemini duyuyor, vicdani duyarlılığı üst seviyede insanlara da bu söylem inandırıcı gelmiyor artık.”

Tamamen iyi niyetle yazılmış bir yazı da bu. Sorulsa, kesinlikle iyi niyetle ve destek olunmak için yazıldığı söylenecektir. Yeşil Hareket’in etkili teorisyenlerinden olan Rasim Ozan Kütahyalı’nın televizyonda yaptığı programın Kanaltürk’te olması önemlidir. Kanalın sahibi olan grubun gazetesinde ve televizyonunda yaptıklarını en iyi İzmirli çevre ve ekoloji mücadelecileri bilecektir. Bergama’da bulunan altın madeninin sahibidir bu grup.

Sonuç olarak, bir hareketin başarılı olmaya başlaması, etkisinin artması ve kalabalıklaşması ile ölçülebildiği gibi, ondan rahatsız olanların sayısının artması ile de ölçülebilir. Gelen tepkilere, tepkilerin geldiği yerlere ve gelen tepkilerin üsluplarına bakarsan şunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz: Demek İyi Şeyler Yapıyoruz!!

Yeşil Gazete ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net

Behice Boran Anılıyor

Türkiye İşçi Partisi (TİP) genel başkanı ve Urfa Milletvekili, sosyolog Behice Boran, ölümünün 23. yıldönümü olan 10 Ekim 2010 Pazar günü, saat 13:00’te, İstanbul’da, Zincirlikuyu’daki mezarı başında anılacak.

Boran 1 Mayıs 1910’da Bursa’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini İstanbul’da, yüksek öğrenimini ABD’de tamamladı. 1946’da çevirmen Nevzat Hatko ile evlendi. 1948’de siyasi görüşleri nedeniyle Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ndeki görevinden uzaklaştırıldı.

1950 yılında Türk Barışseverler Cemiyeti kurucu üyeleri arasında yer aldı; cemiyetin başkanı oldu. Kore’ye asker gönderilmesine karşı çıkan bir telgrafı Meclise göndermesi ve aynı konuyla ilgili bildiri dağıtması nedeniyle tutuklandı.

1953’te tekrar tutuklandı, 1954’te tahliye oldu. 1962’de TİP’e giren Boran, 1965 seçimlerinde Urfa milletvekili olarak Meclis’e girdi.

1970’de TİP genel başkanı oldu. 12 Mart sonrası 15 yıla mahkum oldu. 1971 darbesiyle TİP’i arkadaşlarıyla birlikte 1975’de yeniden kurarak genel başkan oldu. 12 Eylül 1980 darbesiyle TİP yeniden kapatıldı, Boran da kısa bir gözaltından sonra yurtdışına çıktı.

Haziran 1981’de vatandaşlıktan çıkarıldı. Boran öldüğünde 77 yaşındaydı. Siyasi mülteci olarak Belçika’da bulunuyordu.

Festival habercisi – 8 , Back to nature -2 / Zoi Salamander

Psy kültürünün içinde farklı olan; sanatsal faaliyetler. Herkesin, o an sadece eğlenmek için değil, bunun dışında da birbirleri arasında etkinlikler harici iyi iletişim içinde olmaları, duruma göre de örneğin dışa dönuk herhangi bir durumda muhafazakar hareket edip sahiplenmeleri bile psy kültürünün disko camiasından farklı olmasını sağlıyor.

Baktığın zaman müzik altyapıları da farklı tarz müziklerden geliyor. Zaten club camiasının yok olma sebeplerinden en önemlileri; içlerinde böyle iletişim ve etkinlikler kuramamaları ve yeni gelen jenerasyona bunu doğru şekilde aşılıyamamalarıdır. Bu durum onları köreltti…
DJ. Jashmed Sharraf

…FOÇA DA, FOÇA ….

Back To Nature - 2
Back To Nature - 2

Bazı festival takipçileri için olmazsa olmaz bir festival adresi haline gelen eski Foça’ ya, yazın son güneşli günlerini yakalama umuduyla, kamp tipi barınma ekipmanlarını yüklenen 150 kadar katılımcı, kendilerini birbirlerinden farklı günlerde müzik, dans, deniz ve vecd harmanının kucağına bıraktı. Ulaşım için kullandıkları araçlar çeşitliydi. Kimi yörede çalışan otobüslerle kimi özel otosu, karavanı, motosikleti yada otostop yaparak festival alanına sıcak bir sevinç, şen bir telaş, bazılarıysa yorgun, uykusuz buna karşılık umutlu yüzlerle üçer beşer gelmiş çadırlarını kurmuşlardı. Eski Foça merkezinden yeni Foça’ya doğru giderken 6-7. kilometredeki 500 adımlık sahiliyle, bir vadiyi anımsatan Mersinaki-4 Koyu beşinci kez ev sahipliği yapıyordu Psy- Trance dinleyicilerine.Ulaşım, konaklama ve diğer konularla ilgili bağlantıya geçtiğiniz anda festival yetkililerinin sıcak açıklamalarıyla, dostça değerlerin ön planda olduğu bir camia ile kaynaşmak üzere olduğunuzu sezinliyorsunuz ve kamp alanına adım atmadan eğlenmeye başlıyorsunuz.

Etkinliğin, otoyola dolayısıyla kent merkezine yakınlığı genelde böylesi etkinliklerin tadını azaltır, ancak bu koy için pek öyle gözükmüyor. Birkaç yıldır tekrarlandığından yöre halkı olsun, ilgili kurumlar olsun alışmak bir yana festival tecrübesi edinmişler diyebiliriz. Toprak üzerinde gezinenleri benimsemişler.

Kumsal

Festival alanında, deniz neşeli şıpırtısını bonkörce saçıyor çevreye ve ılık rengarenk samimi bir Aura çepeçevre kuşatıyor sizi. Koy girişinde çoğu diğer festivalde rast geldiğiniz esir kamplarının biricik alameti, bir nizamiye ile karşılaşmadan içeri süzülüyor, insanlarla tanışmaya-kaynaşmaya başlıyorsunuz. Çadırınızı kurduktan, ilk keyifli saatleri yaşadıktan sonra ne yaptığını bilen biri yanınıza kadar gelip, kayıt ve bilet işlemleri ile zaman harcamaya uygun iseniz yani ‘daha sonra’’ demezseniz sizinle görüşüyor. Hiç bir sponsor desteği olmadan kotarılan etkinliğe 50 TL ödeme yaparak “destek” olabiliyorsunuz.

Ateş gösterisi

Renkli kostümlere, rasta örgülü saçlara aşina birkaç insanın işlettiği büfe lokanta karışımı bir tesisten sıcak, soğuk, alkollü, alkolsüz içecekler; günün menüsü, özel sipariş fast-food yada sulu yemekler, meyve, çerez edinmeniz mümkün, yanınızda malzeme getirip ateşte, gaz ocağında kendi yemeğinizi hazırlamanıza bir itiraz eden de yok elbet. Hatta tesis ilgilileri, serin yerde saklamak gereken malzemeleriniz için bir soğutucu depo bile tahsis etmiş.

Bir hafta sürmesi planlanan etkinliğe internet üzerinden yapılan duyurularda isteyenlerin erken de gelebileceği “sohbetin-muhabbetin” tesisata, sisteme bağlı kalmaksızın başladığı bildirilmişti. Bu sene zaten ilk 4 günün çeşitli workshoplar, meditatif bazı uygulamalarla geçirileceği, kalan 3 gün normal ses sistemi ile “tam gaz” devam edeceği duyurulmuştu. Fakat katılımcılar gündüzleri deniz, kum, güneş, geceleri sohbet, yıldızlar, içki, şifalı bitki çayları, kamp ateşi çevresinde sigaralarını tüttürmeyi veya patates közlemeyi seçtiklerinden, pek planlandığı gibi olmadı. Ama, bana kalırsa “planların”; Psy –Trance kültürü içinde, okyanusun dibindeki bir gemi enkazı kadar yer bulmasının, bu kültürün en çok spontane yüzleşmelerle ışık saçabilmesi için lazım gelen puslu haritaları gün yüzüne çıkaracak maharetli eli kolayca seçebilmeyi mümkün kılacağını anlamamak bir kayıp olacaktır. Ne hoş ki, Back To Nature’ü organize eden Mind Manifest kadrosuda gerek geçmiş festival deneyimleri gerekse kişisel meziyetleri ile festival boyunca azalmayan kondüsyonlarıyla aksiliklerin tad kaçırmasına, “doğaya gülüşü” zora sokacak pürüzlerin yüzleri ekşitmemesi adına, üstesinden gelmedik pek bir engel bırakmadılar.

Sahne

Sahnenin, festivalin kalbi olarak güp güp attığı, elbette ki güneş battıktan, yıldızlar ortaya çıktıktan, müzik artık doğrudan kanınıza karışmaya başladıktan sonra anlaşılıyor. Çevresinde dolaşırken ya da içinden diğer yöne ilerlerken güp güp’lerin sıcaklığı sizi ısıtıyor ancak sahnede sıcaklığın direk kendisi, ondan bir parça olmadan öylece durabilmek gerçekten zor; dans etmeye başlıyorsunuz ve baslar, looplar, bazısını bir yerlerden başka türlü anımsadığınız sample’ların içinde varoluşunuzun size armağan ettiği hazinenin pırıltısına yelken açıyorsunuz. Artık bazen ateşten dalgaların ihtişamıyla, bazen başka bir boyuttaki buz dağlarının üzerindeki beyaz ayılarla yada adı sanı belirsiz diyarlarda göklerde rengarenk saçaklarıyla devinen ejderhalarla rastlaşmanız olası. Olurda bu astral hazza bir mola vermek gelirde aklınıza çadırların arasında bir tura çıkarsanız; karavan ışıkları, kamp ateşleri başında aynı ritimle küçük sallanmaların da etkisiyle, insanların ne kadar çok birbirine benzediğini fark edip, “dünyada neden bunca anlaşmazlık ve savaş var.” diye depresyona girmenizi çoğunlukla karanlıklar içinden bir selam veya bir ateş başı daveti alıkoyuveriyor. Yaklaşır ve yerinizde durabilirseniz size geldiği yerden getirdiği bir içkiyi, bir bitki çayını, közden yeni çıkarılmış bir patatesi uzatıyor birisi. Bir sessizlik sonlanıyor, bir muhabbet başlıyor…Uzak doğuda zen keşişleri “parti her yerde” manasına gelen bir cümle sarf ederler, zıtlıkları kovalama derdine bir çare bulamadığım zihnim, “her yerde olabilen hiçbir yerde olmayabilir’’ diye kurar genelde ama aynı kovandaki arılar gibi denizden esen yel, kesilmeyen müzik; azalmayan her bir başka dj ile ayrı tadlara bürünen ritm, karanlıklar içinden arada kopan kahkahalar bunu orada mümkün kılmıyor, o an.

Dj Nirmal (Scotland)

Başka yerleri bilemiyorum ama ben tam ortasındaydım partinin, biz tam ortasındaydık partinin… Festivale İstanbul’dan katılan Alp Döşeyenler; “aşk, sevgi ve dostluğun sanrılarla buluşması’’ dedi Back To Nature-2 için. Hem de uzun bir özlem sonrası gerçekleşen bir buluşma sanki, ertelemelerin küf kokularından arınmanın huzuru ile sarhoş sanki… Bazı kimselerin hemen önce bir başka festivalden, Fethiye’deki Psyfiles – 2’den çıkıp geleceğini bildiğimden ekstra mutlu yüz aradım çevrede, ancak bilet fiyatları ve bazı psy trance alışkanlıklarına aykırı gelecek talihsizlerden ötürü o yüzlere pek denk gelemedim. Denizli’den gelen Bilkan Pişkin; Katrancı koyunun hoş bir yer seçimi olduğunu ancak bazı günübirlik piknikçilerin Psyfiles’a gölge düşürdüğünden bahsetti. Eski Foça Mersinaki-4 koyundaki Mind Manifest etkinliği içinse “belki daha az dark, daha çok psytrance daha leziz olurdu’’şeklinde görüşlerini paylaştı bizimle. Geçici de olsa kendi eğlenceli renklerine boyuyor festivaller kumsalları, vadileri… Dünyanın bunca karmaşasında asık suratlı politikacıların bin yıllık yanlışlarını devam ettirmekteki inatçı tutumlarına bir tenefüs arıyor insan; İzmir’den Kristal Güngörün; “tüm gri elbiselerimizi yırttık, üzerimize zorla giydirilen ve hiç de yakışmayan bu ciddiyet kostümünü istemiyoruz artık!!! Ruhumuzun renkleri, özgürleştikçe parlıyor’’ diye özetliyor. Bizi özgürlüğün parıltısına çağırıyor. Her anınızın bir festival coşkusu içinde geçmesi dileğiyle….

1, 4, 5. fotoğraflar Selçuk Edis

2 ve 3. Fotoğraflar Lee Nukes