Ana Sayfa Blog Sayfa 5243

EMASYA Newroz için hortladı

2010 yılının Şubat ayında kaldırılan EMASYA protokolü, Mart 2011’de Erzurum İl Jandarma Komutanlığı’nın yetki istemesine neden oldu. Bununla birlikte Valilik de, Jandarma’nın bu isteğine olumlu yanıt verdi. Radikal’den Abdullah Kılıç’ın haberine göre olay şu şekilde gerçekleşti:

Erzurum’da İl Jandarma Komutanlığı bir yazı yazarak 21 Mart Nevruz öncesi, valilikten polis bölgesinde istihbari faaliyet izni istedi. Erzurum Valiliği, jandarmanın bu isteğini kırmayarak 15 Mart 2011’de buna izin verdi. İşin ilginci ise Erzurum Valisi Sebahattin Öztürk imzalı, ‘21 Mart Nevruz Etkinliklerinde Alınacak Önlemlere İlişkin Harekât Emri’ konulu yazıda, EMASYA Protokolü’ne yasal dayanak olarak kullanılan ‘Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı arasında 5442 Sayılı il İdaresi Kanunu’nun 11/d maddesi gereğince alınması gereken Müşterek Tedbirlere ilişkin Protokol’ de ilgi tutuldu. Oysa 28 Şubat 1997 MGK’sı kararı ile uygulamaya konulan EMASYA Protokolü Başbakan Erdoğan’ın emri ile Şubat 2010’da kaldırılmıştı.
Erzurum İl Jandarma Komutanlığı’nca hazırlanarak Vali Öztürk’çe imzalanıp ilgili birimlere gönderilen ‘Harekât Emri’nde, EMASYA Protokolü’nü andıran önlemlere yer verildi. Belgede, Erzurum ve ilçelerindeki, polis bölgeleri de dahil olmak üzere alınacak tüm güvenlik tedbirlerinin jandarma tarafından hazırlanması isteniyor.

Jandarma kontrolünde

Protokolde dikkat çeken başka bir husus da, Erzurum Emniyet Müdürlüğü’ne Jandarma Komutanlığı’nca yapılan görevlendirmelerde, emniyetin kanun tüzük yönetmelik ve genelgelerinin hiçbirisine yer verilmedi. Buna göre Erzurum polisi, Nevruz etkinlikleri nedeniyle alacağı güvenlik tedbirlerinde, kendi yasal mevzuatını değil de, jandarmanın belirttiği yetkileri kullanmak zorunda kalacak.

EMASYA Protokolü Nedir?

Kısa adı EMASYA olan ‘Emniyet-Asayiş-Yardımlaşma’ Protokolü, Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı arasında 7 Temmuz 1997’de imzalandı. Toplumsal olaylara askerin müdahale etmesine imkân tanıyan EMASYA Protokolü’nün 9. maddesi EMASYA komutanlıklarının, vali, kaymakamlık gibi mülki amirlerin yardım talebi olmaksızın olaylara müdahaleye imkan veriyor. Protokol 4 Şubat 2010’da kaldırıldı. -Yeşil Gazete-

DİSK-KESK-TMMOB-TTB: ‘Susmayacağız’

0

DİSK, KESK, TTB ve TMMOB, bugün (18 Mart) AKP’nin baskılarına karşı İstanbul, Ankara ve İzmir’de aynı anda ‘Susmayacağız’ dedi. Emekçiler dün Ankara, İstanbul ve İzmir’de eş zamanlı olarak sokağa çıktı ve AKP’nin baskı politikalarına karşı “Susmayacağız” dedi.

İstanbul

DİSK, KESK, TTB ve TMMOB saat 12.30’da Taksim Tramvay Durağı’nda buluştu. Eylemde “Susmayacağız!” yazılı pankartın yanı sıra KESK İstanbul Şubeler Platformu’nun pankartı ve TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu’nun “Başbakan der ki; nükleer santral riski = tüpgaz riski” yazılı pankartı açıldı. Eylemde Metal İşçileri Greviyle Dayanışma Platformu ve direnişteki Ontex-Canbebe işçileri de pankart açtı.

Yağmura rağmen eyleme yüzün üzerinde emekçi katıldı. Eylemde ilk konuşmayı DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün yaptı. Görgün, AKP’nin baskı politikalarına karşı susmayacaklarını belirtti. Başbakanın nükleer santrale ilişkin sözlerini eleştiren Görgün Japonya halkıyla dayanışma içinde olunması gerektiğini ifade etti. Görgün, başbakanın Arap liderlerine ‘halkı dinleyin’ derken kendi emekçisine cop ve biber gazıyla cevap verdiğini ifade etti ve AKP’nin baskılarına karşı mücadele edeceklerini belirtti.

Görgün’ün ardından KESK Genel Başkanı Döndü Taka Çınar ortak basın açıklamasını okudu. Çınar, AKP’nin referandumun ardından baskıcı-otoriter bir rejim inşa ettiğini ve kendi yargısını yaratarak ‘hukukun üstünlüğü’ yerine ‘sınırsız hukuksuzluğu’ getirdiğini ifade etti. AKP’ye muhalif herkesin susturulmaya çalışıldığını belirten Çınar, cemaati eleştiren gazetecilerin gözaltına alındığını söyledi. Çınar, AKP’nin kendisine karşı olan herkesi ‘Ergenekoncu’ ilan ederek gerçek Ergenekon’u örtmeye çalıştığını vurguladı.

Çınar, aydınlık bir gelecek, eşit, özgür, bağımsız ve demokratik Türkiye için baskıcı ve karanlık düzene direnmekten başka çare olmadığını söyledi ve AKP’nin karanlığına ve sömürüye karşı mücadele edeceklerini belirtti. Çınar, “sağlık emekçilerinin 13 Mart’ta güvencesizliğe ve özelleştirmelere karşı yükselttikleri ses ile 21 Mart’ta halkların barış ve kardeşlik bayramında yükselecek sesi 1 Mayıs’ta alanlara taşımak için yürüyoruz” dedi. Çınar’ın açıklamasının ardından eylem sona erdi.

Ankara

DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin çağrıcılığını yaptığı eyleme siyasi partiler ve demokratik kitle örgütleri de yoğun destek gösterdi. Saat 12.00’da “Susmayacağız” pankartı ile Kolej’den başlayan yürüyüş Sakarya Meydanı’na sonlandı. Sık sık “Özgür basın susturulamaz”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Susma sustukça sıra sana gelecek” sloganlarının atıldığı eylem de katılımcı kurumlar adına basın açıklmasını TMMOB Genel Başkanı Mehmet Soğancı okudu.

Konuşmasına Nazım Hikmet’in Hürriyet Kavgası şiiriyle başlayan Soğancı AKP iktidarının sermaye yanlısı tutumlarını devam ettirdiğini, gündelik hayata üzerinde de muhafazakarlaştırma temelinde baskılarını arttırdırğını söyledi. Tutuklanan gazeteciler, protestolarda uygulanan polis şiddeti, üniversitelere üzerine uygulanan baskı, emekçilerin haklarının gasp edilmesi, Alevi yurttaşların eşit yurttaşlık taleplerinin göz ardı edilmesi, Kürt ve muhalif siyasetçilere uygulanan baskı ve tutuklamalara dikkat çeken Soğancı sözün bittiği yerde olduklarını ifade etti.

AKP’nin ülkeyi nasıl bir karanlığa doğru sürüklediğinin ortada olduğunu söyleyen Soğancı yaratılmak istenen korku imparatorluğuna karşı direnmekten başka bir yol olmadığını belirtti. AKP’nin karanlığına ve sömürü düzenine karşı yürüdüklerini ifade eden Soğancı “Şimdi sesimizi birleştirme zamanıdır. Şimdi sesimizi büyütme zamanıdır. Şimdi “Kurtuluş yok tekbaşına ya hep beraber ya hiç birimiz” deme zamanıdır” diyerek konuşmasını sonlandırdı.

İzmir

AKP’ye karşı safları sıklaştıralım
DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin düzenlediği “susmayacağız” eylemlerinin İzmir ayağı kitlesel bir basın açıklaması ile yapıldı.

Saat 12.30 da Konak YKM önünde buluşan emek örgütleri buradan eski Sümerbank önüne yürüdüler. Yürüyüş sırasında sıkça “faşizme karşı omuz omuza”, “susma sustukça sıra sana gelecek” sloganları atan topluluk adına basın açıklamasını TMMOB İKK dönem sözcüsü Ferdan Çiftçi yaptı. Çiftçi konuşmasında, “AKP’nin ileri demokrasisini işçilere, gençlere, kadınlara ve muhaliflere uyguladığı baskı politikalarında görüyoruz” dedi. Özellikle üniversite gençliği üzerindeki baskıları eleştiren Çiftçi şunları söyledi: “İnsanların kendilerini savunma hakkı elinden alınıyor”.

Sesimize ses katın
Çiftçi’nin konuşmasından sonra DİSK Ege bölge temsilcisi Ali Çeltek AKP’nin baskı ve karalama politikalarına karşı herkesi direnişe çağıran bir konuşma yaptı. Çeltek; “Gazetecilere yapılan saldırılara karşı susmayacağız, tıpkı KESK’e yönelik yapılan saldırılarda susmadığımız gibi” dedi. “Başını kaldıranın üzerine silindir gibi geliniyor, bu uygulamalar faşist uygulamalardır” diyen Çeltek, metal işçilerinin greve gideceğini hatırlatarak “genel grev genel direniş” çağrısında bulundu. İşverenler arasındaki en azgın örgütlenme Metal Sanayicileri Sendikası’na (MESS) karşı greve gidecek olan Birleşik Metal İş Sendikası’yla dayanışmaya çağıran Çeltek; “Sesimize ses katın” dedi.

(sol.org.tr, sendika.org.tr)

Fenerbahçe yine kazandı

0

Ligin 26. haftası dev bir derbiyle açıldı. TT Arena’daki ilk derbiye konuk olan Fenerbahçe, geriye düştüğü mücadeleyi 2-1 kazanmayı başardı. Kazım’ın golüyle geriye düşen sarı-lacivertliler, Semih ve Alex’in golleriyle galip geldi. Brezilyalı kaptan, takımının ilk golünde de asisti yapan isimdi.

Türk Telekom Arena’da ilk derbi… Ancak pek de beklenilen şartlarda başladığı söylenemezdi. Bir tarafta şampiyonluk yarışındaki lider Fenerbahçe, diğer yanda Rijkaard ile başladığı sezonda istediklerini alamayınca Hollandalı’nın yerine Hagi’yi getiren ancak yine kötü gidişata dur diyemeyen Galatasaray.

Ancak derbi doğası gereği maçtan önceki hiçbir şeyin önemi yoktur. Derbilerde önemli olan, 90 dakikadır. İki taraf için de daha önce alınmış sonuçlar teferruattır.

Müsabaka desibel rekoru kırma motivasyonuyla trbünleri dolduran sarı-kırmızılı taraftarların tezahüratı eşliğinde başladı. İlk dakikalarda iki takım da dengeli oynamak adına çok pas hatası yaptı. İlk 10 dakikada pozisyon adına pek bir şey yaşanmazken karşılaşmanın ilk şuru 13’te Gökhan Gönül’den geldi.

Dakikalar 14’ü gösterirken Santos’un büyük hatası ev sahibi takıma golü getirdi. Sağdan bindiren Kazım’ın önüne geçen Santos topu kornere çıkmaması için son çizgide direnirken, Kazım topu kaptı ve içerideki Baros’u gördü. Çek golcünün yakın mesafeden şutunu Volkan çıkarttı ancak meşin yuvarlak Kazım’ın önünde kaldı. Çok sert vuruşla top fileleri buldu.

İlk yarının bundan sonraki bölümlerinde ev sahibi ikinci gol için bastırdı ancak Fenerbahçe savunması başarılı müdahalelerle bu girişimleri savuşturdu. İlk yarıda gösterilen beş sarı kart ise maçın stresini gözler önüne seriyordu. İlk yarı 1-0 ev sahibi takımın üstünlüğü ile sona erdi.

İkinci yarıya Fenerbahçe Selçuk-Semih değişikliği ile başladı. Bu değişiklik etkisini hemen gösterdi ve konuk takım Galatasaray’ın da geriye yaslanması ile ilk 10 dakika boyunca rakip yarı alanda top çevirme fırsatı buldu. Bu baskıyı atlatmayı başardığı zaman ev sahibi takım net fırsatlar yakaladı. 53. dakikada Stancu’nun ortasına Servet kafayı vurarak topu filelere gönderdi ancak hakemin kalkan ofsayt bayrağı gol sevincini yarıda kesti.

76. dakikada kazanılan serbest vuruşta topun başına usta ayak Alex geçti. Yaptığı ortaya çok iyi yükselen Semih golü kaydederek skora dengeyi getirdi. Bitime iki dakika kala ise Alex tekrar sahnedeydi. Gökhan sağdan ortaladı, Alex güzel yükseldi ve takımına galibiyeti getirdi. Maçtan sonra hakeme itirazlarına devam eden Baros doğrudan kırmızı kart gördü.

Maçta başka gol olmadı. Bu sonuçla Fenerbahçe 60 puana çıktı. Galatasaray ise 33 puanda kaldı.

Stat: Türk Telekom Arena
Hakemler: Fırat Aydınus, Serkan Ok, Aleks Taşçıoğlu
Galatasaray: Zapata, Neill, Servet, Gökhan Zan, Hakan Balta, Cana, Culio, Kazım(Dk. 61 Arda Turan), Yekta(Dk. 85 Ayhan), Milan Baros, Stancu(Dk. 68 Harry Kewell)
Fenerbahçe: Volkan Demirel, Gökhan Gönül, Yobo, Lugano, Andre Santos, Mehmet Topuz, Selçuk(Dk. 46 Semih), Cristian, Özer, Alex(Dk. 88 Bekir), Niang(Dk. 73 Stoch)
Goller: Dk. 14 Kazım (Galatasaray), Dk. 75 Semih, Dk. 87 Alex (Fenerbahçe)
Sarı kartlar: Dk. 15 Kazım, Dk. 30 Servet, Dk. 32 Gökhan Zan, Dk. 69 Milan Baros, Dk. 71 Culio (Galatasaray), Dk. 28 Selçuk, Dk. 43 Özer (Fenerbahçe)
Kırmızı Kart: Baros (Galatasaray)

Allen Iverson dönüyor

0

Kanser şüphesi ile tedavi için Amerika Birleşik Devletleri’ne giden Allen Iverson, sahalara dönmeye hazırlanıyor. Başarılı bir tedavi dönemi geçiren Iverson’ın, pazartesi günü, çalışmalarına yeniden başlaması için doktorundan onay alması bekleniyor.

Allen Iverson, sağ baldırında bir lezyon oluşması üzerine,  Beşiktaş Cola Turka’dan ayrılarak, tedavi için ülkesine gitmişti.  Söz konusu lezyonun kötü huylu olmadığının ortaya çıkması üzerine  Iverson ameliyat masasına yatmaktan vazgeçti.  Baldır bölgesine,  lezyonun büyümesini önleyen bir sıvı enjekte edilen deneyimli oyuncu,  pazartesi günü muhtemelen,  yeniden çalışmalara başlamak için doktorundan onay alacak.  Iverson’ın menajeri Gary Moore; “Doktoru onay verdiği andan itibaren, Iverson son derece yoğun bir çalışma temposuna girecek.  Kendisi yeniden sahalara dönmeye kararlı” dedi.

Beşiktaş Cola Turka,  Iverson’ın takımdan ayrılmasından bu yana oynadığı 8 maçın 7’sini kazandı.

Filede 4’lü final heyecanı

Fenerbaçe ve Vakıfbank’ın yer aldığı Kadınlar Avrupa Şampiyonlar Ligi Dörtlü Finali İstanbul’da başlıyor.

Burhan Felek Voleybol Salonu’nda bugün ve yarın yapılacak dörtlü finalde iki Türk takımı Fenerbahçe Acıbadem ile Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom’un yanı sıra, Azerbaycan temsilcisi Rabita Bakü ile İtalya temsilcisi Scavolini Pesaro, Avrupa’nın kulüpler bazında en büyük kupasını kazanabilmek için mücadele edecek.

Organizasyonun ilk gününde Fenerbahçe Acıbadem ile Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom arasında yapılacak yarı final mücadelesi saat 18.00’de, Rabita Bakü ile Scavolini Pesaro arasındaki diğer yarı final maçı ise saat 15.00’de başlayacak.
İlk gün maçlarını kazanan takımlar, 20 Mart Pazar günü saat 18.00’de finalde karşılaşacak. İlk gün maçlarını yitirenler ise pazar günü saat 15.00’te üçüncülük mücadelesinde karşı karşıya gelecek.

Kadınlar Avrupa Şampiyonlar ligi Dörtlü Finali’nin programı şöyle:
19 Mart Cumartesi:
15.00 Rabita Bakü-Scavolini Pesaro
18.00 Fenerbahçe Acıbadem-Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom
20 Mart Pazar:
15.00 Üçüncülük maçı
18.00 Final maçı

Irak, Halepçe’yi ‘soykırım’ olarak kabul etti

ırak Meclisi, Saddam Hüseyin döneminde Halepçe’ye yapılan zehirli gaz saldırısını soykırım olarak tanıdı.

Halepçe’de halkın üzerine helikopterler ve uçaklardan zehirli Hardal gazı atılmıştı ve bu olay sonucunda en az 5 bin Kürt ölmüştü. Zehirli gazın etkileri de yıllarca bölgede hissedilmişti.

Irak’ın işgal edilmesi sonrasında kurulan hükümet, bu saldırının sorumlusu olarak Saddam Hüseyin’in kuzeni Hasan El Mecit’i yargılamış ve idam etmişti.

(Yeşil Gazete)

Açık Radyo şenliği başladı

15 yıldır yayınını sürdüren Açık Radyo bu yılki dinleyici destek yayınına başladı. Bugün başlayan destek şenliği 9 gün sürecek. Şenlik boyunca ünlü konukların ve dinleyicilerin yapacakları özel yayın sırasında dinleyiciler telefon veya internet yoluyla radyoya bağışta bulunabilecekler. Bağış yapmak isteyen destekçiler yarım saatlik bir programa sponsor olmak için 60, bir saatlik bir program için 120 TL ödüyorlar. Bir topluluk radyosu olan Açık Radyo sekiz yıldır yayınını dinleyicilerin maddi destekleriyle sürdürüyor.

Açık Radyo’nun sekizinci dinleyici destek yayınında bugün Kaan Sezyum, Zeynep Atikkan, Akın Eldes, Rüya Köksal gibi isimler özel yayın yapacaklar. Dokuz günlük destek şenliği boyunca yayına katılacak özel konuklar arasında Okan Bayülgen, Uğur Yücel, Kenan Işık, Mehmet Aslantuğ, Yasemin Göksu, Kardeş Türküler’den Fehmiye Çelik, Feryal Öney ve Vedat Yıldırım, Jehan Barbur, Sabahat Akkiraz, Arto Tunçboyacıyan, Burak Güven ve Harun Tekin, Lale Mansur ve Cem Mansur, Derviş Zaim, Semih Kaplanoğlu ve Leyla İpekçi’nin de aralarında olduğu onlarca ünlü isim bulunuyor.

Dinleyici Destek Projesi, 2004 yılı Mart ayında “Açık Radyo Dinleyicisini arıyor!” şiârı ile başladı. Projenin amacı, kurucuların ve  gönüllü programcıların kolektif çabasının, dinleyicinin katılımı ile tamamlanması, birkaç bin dinleyicinin, her yıl tekrarlanan sürekli maddi katkısı –ve fikrî  katılımı– ile, sürdürülebilir, kalıcı bir mecra olma hedefine ulaşmak olarak tanımlanıyor.

Haber ve müzik yayınının yanı sıra ekolojik kriz, nükleer felaketler, küresel ısınma ve çevre sorunlarıyla ilgili sürekli yayınıyla dikkat çeken Açık Radyo’nun Yayın Yönetmeni olan Ömer Madra, yollarına bağımsız devam edebilmeleri için daha çok desteğe ihtiyaç duyduklarını söylüyor: “Açık ve bağımsız kalacağız hep ama asla tarafsız olmayacağız. Tarafımız belli: Ezilenlerin yanındayız. Sesi çıkmayanın sesi ve toplumun vicdanı olmak için var gücümüzle uğraşıyoruz ve uğraşmaya da devam edeceğiz.”

Açık Radyo’nun destek için açık telefon hattı 0212 343 4141, internet sitesi ise www.acikradyo.com

(Yeşil Gazete)

19 Mart’tan 27 Mart’a kadar19

Fukuşima ve kalkınma saplantısı – Cengiz Aktar

Fukuşima santrali 1979’da Three Mile Island, 1986’da Çernobil’den sonra insan eliyle tertip edilmiş dünya felâketleri listesinde yerine almaya aday.

Dün yazıyı yazarken gelen haberde Amerikan kaynaklarının Fukuşima santralindeki nükleer yakıt çubuklarının erimesini engelleyecek suyun tamamen bittiğini bildiriyordu, ardından Japon askeriyesinin havadan helikopterle su boşaltmaya başladığını öğrendik. Amaç santrali soğutmak ve facianın daha büyümesini engellemek… Dünya teknoloji devi Japonya’nın kovayla su dökmeye mecbur kalması! Ama bunlar gözünü hırs bürümüş beşeriyete pek ders olmuyor.

Bilinçli kamuoylarının baskısı altındaki AB ülkeleri Japonya’da süren felaket sonrası epeyi bir telaşlandılar. Almanya’da onbinler Neckarwestheim nükleer santrali ile Stuttgart arasında 45 kilometrelik insan zinciri oluşturdu. Hükümetten 17 nükleer santralin 12 yıl daha açık kalma kararını geri çekerek mevcut santrallerin kapatılmasını istediler ve hükümeti şimdilik ikna ettiler. Finlandiya, Avrupa’nın nükleer enerji şampiyonu Fransa, İngiltere ve İspanya’da hükümetler işim vahametini idrak ederek stres testleri yapmaya başladılar. AB’de Enerjiden Sorumlu Komisyon üyesi Günther Öttinger ‘öngörülebilir bir gelecekte enerji ihtiyacımızı nükleersiz karşılamanın yollarını aramalıyız’ diyerek çıtayı hayli yükseltti. Dönem Başkanı Sarkozi G-20’nin gündemine nükleer emniyeti gündeme getireceğini duyduk. 20 ülke arasında Avustralya, Endonezya ve Suudî Arabistan ile birlikte Türkiye nükleer santrali olmamakla övünebilecek ülke. Ama nerede öyle bir vizyon!

Diğer batılılardan pek ses yok. Ama en vahimi başta Çin ve Hindistan olmak üzere bütün gelecek stratejilerini kalkınma üzerine kurmuş bulunan ‘hırs küpü’ ülkeler. Bunlar olanlardan hiçbir şekilde ders almayacaklarına neredeyse yemin etmiş görünüyorlar.

Nükleer enerji belki temiz ama ölümcül

Dünya enerji üretiminin %17’si nükleerle karşılıyor. İklim değişikliği ‘temiz’ nükleerin kötü imajını biraz düzelttiyse de Fukuşima’nın bunu yerle bir ettiğini söylemek abartı olmayacak. Çoğu çokgelişmiş olan 30 ülkede 443 nükleer santral var, önümüzdeki 15 yılda bu sayının ikiye katlanması bekleniyor. Ancak Çernobil örneğinde olduğu gibi nükleer felaket ülke sınırlarında bitmiyor, bulutla her bir tarafa bulaşıyor. Örneğin Türkiye’nin çevresi Ermenistan ve Bulgaristan’da faaliyette olan Çernobil tipi Sovyet yapımı santrallerle çevrili. Bulgarlar Belene’de Üsküp-Razgrad fay hattının üzerinde yeni bir santral daha inşa etmek istiyor. Nükleer tesisi olmayan Türkiye aslında yeterince tehlike altında.

Yaşamakta olduğumuz ve sonuçları tamamen belirsiz çevresel kâbusa rağmen gözünü kalkınma hırs bürümüş ülkeler hiç oralı değil. Örneğin bizde işler tamamen kurnazlık, rant ve şark kafasıyla yürüdüğü için faciaya rağmen ‘fay hatlarında enerji santralı kurma uzmanı’ Japonya’dan medet umuluyor, ‘dost ve müttefik’ Rusya ile ‘ben yaptım oldu’ usulü ihaleyle Akkuyu’da santral anlaşmasına gidiliyor. Hâlbuki bütün şifahi teminatlara rağmen Akkuyu güvenli değil. Enerji uzmanı Necdet Pamir, Ecemiş fayının Akkuyu’nun 20 km. ötesinden geçtiğini, verilen lisansın taa 1970’lerin başında bilgiler tamamen yetersizken verildiğini hatırlatıyor ve lisansın muhakkak yeniden değerlendirilmesi gerektiğinin altını çiziyor.

Sanayi devrimini gerçekleştiren Batı, ateşi yani petrol ve kömürü seçti. Isı teknolojisinin seçimi teknik bir evrimin sonucu değildi; tesadüfi ve bilinçli idi. Elektrik üretimi için, kömür kullanmaksızın yeldeğirmenlerinden rüzgâr enerjisini elektriğe dönüştüren türbinlere bal gibi geçilebilirdi. Bugün bu seçimin bedelini ödüyoruz. İklim değişikliği bizi azamî hız, azamî tüketim ve azamî doğa talanı üzerine bina edilmiş olan ama çok da uzun sürmeyecek olan konforumuzdan fedakârlıkta bulunmamız, kalkınma ideolojisinden ebediyen vazgeçmemiz gerektiği yönünde uyarıyor. Fukuşima faciası ise bu akıbeti elle tutulur, gözle görülür hâle getiriyor.

(Cengiz Aktar – Vatan – 17.03.2011)

Bütün incitilme girişimlerine karşın ayakta kalması, onu incitenleri borçlu kılar Diyarbekir – Sırrı Süreyya Önder

Diyarbekir nicedir yoksulların yurdudur.

Kitapta göreceksiniz, gezseydiniz de görecektiniz.

Her karede bir başka kırık ama insan sıcaklığında bir öykü…

Nedense çok parlak evlerin ve yaşantıların çağrıştırdığından daha çok yaşam çağrıştırır bana; öykü çağrıştırır.

Evet, yoksulluğun yüceltilecek, sevilecek bir tarafı yoktur, yaşayan bilir kahrını ama birbirine tutunarak yaşamanın ve bölüşmenin yüceltilecek tarafı çoktur.

Sözü, müziği, ağrısı, sızısı, heves ötesi sevinçleri…

Buralarda “ayakkabının yeniliği” bile, hâlâ bir mutluluk sebebidir mesela…

O, çatlak duvarların, sıvası dökülmüş damların, köyünden getirdiği alışkanlıkların, sazın, sözün, türkünün, şarkının, hikâyesi vardır.

Bunlar ne ki hikâyenin bile hikâyesi vardır.

Yıllarca maruz kaldığı şiddetin enkazları henüz açılıyor, hikâye dile henüz geliyor. Failini, meçhulünü, yazgısının sebebini henüz anlatıyor Diyarbekir.

 

‘Dewlet deyndar derket’

“İki gömleği olan bizden değildir” diyen İslam’ın yalnız sahabesi Ebuzer Gıffari “Aç sabahladığı halde kılıcına davranmayana şaşarım” sözünün de sahibidir.

Wilhelm Reich “asıl önemli olan aç insanın neden çaldığı ya da sömürülenin grev yaptığı değil; neden aç insanların çoğunun çalmadığı ve sömürülenlerin çoğunun greve gitmediğidir” der.

Bu şehir büyük bir greve gitti oysa…

Hem belki de dünya tarihinde hiçbir şehrin direnmediği kadar direndi…

Kanı hep içine aktı, her şeyini dedi de yoksulluğunu demedi.

Olan olmayanla bölüştü, aşını da derdini de…

Diyarbakır Elektrik İdaresi’nde çalışan ve sayaç kontrolüne çıkan memurlar bir yoksul eve giderler. Sayaç önceki aya oranla daha küçük haneli bir sayı vermektedir. Bunun iki anlamı vardır: Ya bu evde bir ay içerisinde çok ciddi bir elektrik enerjisi harcanmış ve sayaç sıfırlanıp başa dönmüştür ki tutarı o zamanın parasıyla milyarlar eder ya da hane sayaçla oynamış, ‘az yakmış’ görünsün diye geriye sardırırken işi biraz abartmıştır. Memur kapıyı çalar. Kapıyı yaşlı bir teyze açar. Teyzeye “Xaltîkê” der, “dewlet deyndar derket.” Memur durumu ironiyle harmanlayarak devletin eve borçlandığını söylemiş ama Yaşlı teyze buna pabuç bırakmamış. Memurun kolunu tutarak “Öyleyse devlet borcunu ödesin” demiş.

Burada yapılan iş hırsızlık hariç her şeydir.

Mesela devletten alacağını isteyen böyle bir teyzenin, Mardin’den satmak için toplayıp ‘kırma’ yaptığı bir kilo zeytini vardır. Bununla belki de bir ay geçinecektir. İstanbul’dan gelen bir kadınla pazarlık ederken kadın ayağını eşikten içeri atınca artık evine girdiği için misafiri olduğunu söyleyip para almaz.

Kadın kabul etmezse eğer daha da fazla kırılacağını söyler.

“Kürtler bizim zenginliğimiz” diyerek ana paranın faizi muamelesi yapanların kavrayamayacağı durum tam da budur işte…

Sur’unu, Bağlar’ını, şehrin içinden ses etmeden geçen Dicle’sini, Gazi Köşk’ünü, gençlerin köprüsü, Ofis’ini; yıllarca barikatlarla kapatılmış yollarını, ablukalarla susturulmuş sesini; panzer izlerinin durduğu caddelerini; sokağa çıkma yasağının kanıksandığı; kepenk indirmenin yoksullaştırdığı ama yoksunlaştırmadığı bu soylu şehir…

O kadar soylu ki yaşadıklarına rağmen dimdik ayakta…

Yüzündeki görkemli çizgiler, yaşadıklarıyla daha da derinleşmiştir.

Yoksul hanelere bakarak da görebilirsiniz, Surlara bakarak da…

Bütün incitilme girişimlerine karşın ayakta kalması, onu incitenleri borçlu kılar.

Olanları, sessiz sedasız köşesinden korkuyla izleyenleri daha da fazla borçlu kılar…

Öyleyse, söylenecek tek şey vardır: Borcu olanlar borcunu ödesin!

‘Mazxana’

“Kadim Dîyarbekir’in bazalt taşlı evlerinden biri. Orta yerde koca bir havş (avlu). Kapıları havşa bakan onlarca oda. Her odada yaşayan bir aile. Koca evin tuvalet, mutfak ve çeşmesi ortak. Günün her saatinde salkım saçak renk cümbüşü çamaşırlar avlunun her yanından sarkıyor. Çocuklar ve kadınlar; kokular, kavgalar, çığlıklar, dostluklar birbirine karışır vaziyette.

Şehrin en eski mahallele-rinden biri Gâvur Mahallesi’nde yaşayan Ermeniler “Metz Xana”, Kürtler “Mezin Xana” demişler. Sonra şehri kadimin lügatine ortak ad olmuş Mazxana (Büyük Ev).

Bu satırlar, Şeyhmus Diken’e ait bir fotoğraf altı yazısından alınma.

Diyarbekir’de yoksullukla inayet ve sadaka dışı çözümler için seferber olan bir kuruluş var, adı Sarmaşık… Bu dernek, Diyarbekir’in mahkûm edil-meye çalışıldığı yoksulluğu bir fotoğraf albümünde topladı. Üç dilde yayımlanacak olan bu albüme, başta Yaşar Kemal, Murathan Mungan, Yıldırım Türker olmak üzere 46 kişi, fotoğraf altı yazıları yazdı. Albümün adı ‘Mazxana’ olarak kondu. Geliri, derneğin faaliyetlerine, ‘çorbada tuz’ olacak.

19 Mart’ta hem Diyarbekir’de hem de Almanya-Gelsenkirschen’de fotoğrafların sergisi açılacak.

Hem Newruz’u kutlamak hem de bu sergiye katılmak üzere yollardayım.

Yollara bahar gelmiş, haberiniz olsun. Buz tutmuş gönüllerimize de gelmesi dileği ile albüme yazdığım önsözü sizlerle paylaşıyorum. Bundan sonrasını Diyarbekir’den bildireceğim. Newroz Piroz Be!

(Bütün incitilme girişimlerine karşın ayakta kalması, onu incitenleri borçlu kılar Diyarbekir – Sırrı Süreyya Önder – Radikal -17.03.2011)

 

Nükleerde mavi hapı seçmek

Bir haftadan beri “Nükleer güvenli mi?” döngüsüne sıkışmış bir tartışma yaşıyor ülke. Medyada nükleer ve Türkiye temalı tartışma ve haberlerin cirit attığı neredeyse tek konu bu. “Nükleer güvenli mi?”. “Patlarsa ne olur?” . “Akkuyu’ya yapılırsa patlar mı?”.

Ha bazı medya bunu da haberden saymıyor gerçi. Türkiye’nin tartışmasız en kaliteli ve en tarafsız ve en bağımsız ve gerçek habercilikle uğraşan haber sitesi Habertürk var mesela. Sayfalarında son bir haftada sadece bir tane haber gördüm nükleerle ilgili, o da “G. Kore nükleerden vazgeçmiyor” gibi bir şeydi. Sonra Habertürk’ün sahibi olan Ciner Holding’in Ruslarla Akkuyu için giriştiği nükleer macera geldi aklıma, “Haa, e normal” diyiverdim.

Normal olan başka bir şey daha var, Japonya’daki felaketten beri nükleerin safi güvenlik boyutunun tartışılıyor olması. Nükleer karşıtları, ellerine geçmiş bu ne yazık ki en sağlamından kanıtı bütün güçleriyle kullanıyorlar. Karşılarında ise tohuma kaçmış kabak tadı veren “Nükleer olmadan Türkiye gelişemez” safsatasını, duyanda kendini camdan atma isteği uyandıran “E riskli diye yapmayalım mı yani? Eve tüp de almayalım o zaman” saçmalığıyla bir adım ileri taşımız bir hükümet var. Sırf hükümet olsa yine iyi. Nükleer konusunda kendisine yıllardır anlatılan ve güçlü olmak, en büyük olmak, en birinci olup herkesi yenmek, gibi hep en yaralı eksikliklerine tuz basan yalanları “bilimsel doğru” bellemiş bir kesim de var toplumda.

Hal böyleyken tartışma da nükleerin çok tehlikeli olduğu gerçeği ile bu gerçeğin birileri tarafından inkarı arasında şekilleniyor.. Biz nükleer karşıtları da bile bile kapılıyoruz bu furyaya mecburen. Toplum nükleerci lobilerin ve çıkar peşindeki hükümetlerin ninnilerinden uyanmışken hazır, tüm gücümüzle bastırıyoruz biz de “Nükleer öldürür” diye.

***

Evet, nükleer öldürür. Birşeyler yolunda gitmezse zaten öldürmekten de beter eder, süründürür. Hem sadece seni de değil, henüz doğmamış bebeğinin de hayatını daha başlamadan karartır. Torunun da nasibini alır kanser ve genetik mutasyondan, torununun torunu da. Yedi sülalenin yaşadığı topraklar çitlerle çevrilip bütün yaşama kapatılır. Ülkenin diğer ucunda bile olsan fark etmez. Maske kar etmez, ilaç kar etmez.

Herşey yolunda giderse nükleer yine öldürür. 50 yıldır nükleer enerji geliştiren bilim zira, nükleer atık sorununa bir çözüm bulamadı henüz.

Nükleerin öldürür ve süründürür ve hayatları felaket filmlerindeki sahneleri aratır hale getirir olduğu gerçeği değil ama benim esas meselem.

Ben diyorum ki, “Nükleer tamamen güvenli ve sıfır riskli olsaydı bile…Nükleere yine de hayır.”

 

Nükleer enerji siyasi bir tercihtir

Bugün enerji konusunun artık iç ve dış politikanın en önemli dinamiklerinden biri haline geldiğini biliyoruz. Bunun aksini savunan yok, neyse ki. Bir ülkenin enerji üretimi ve dağıtımındaki pozisyonunun o ülkenin hem bugününü hem de geleceğini şekillendirdiği konusunda hemfikiriz. Doğalgaz ve özellikle petrolün üretiminde tepe noktasına (peak oil diyorlar buna) yaklaştıkça enerji meselesi iyice önem kazanıyor.

Tam da bu noktada enerjiyi nereden temin edip ne amaçla ve nasıl kullandığınız sorusu muhabbetin tam göbeğine oturuyor. Benim “nükleer tamamen güvenli olsaydı bile, nükleere yine de hayır” dememin nedeni de bu.

Nükleeri tercih etmek, en basitinden, merkezi yönetimleri ön plana çıkarmak demek. Şeffaflık ve “kendi kaderini kendi belirlemek” ilkelerinden uzaklaşmak demek. Yaşamın bir öznesi değil basbayağı bir nesnesi olmayı kabullenmek demek.

Nükleer santraller kurulum kararından inşasına, işletim sürecinden herhangi bir sorun durumunda yaşananlara kadar tamamen kapalı kutudur. Bırakın civarda yaşayan yerel halkın üzerinde bir söz sahibi olmasını, ülke halkı olarak bile kolay kolay karışamazsınız geleceğine, aldığınız kararın uygulanması da yıllar alır. Söz sahibi olmayı geçtim, içeride neler olup bittiği hakkında en ufak bir bilginiz de olmaz. Geçmişte yaşanan nükleer kazaların çoğunun kamuoyuna en az 5-10 yıl sonra bildirilmiş olması da bundandır.

Nükleer santral, “egemenliğin kayıtsız şartsız tek sahibi” olan milletin hiç bir egemenlik hakkının bulunmadığı ayrı bir dünyadır.

Birileri gelir, kurar, elektrik üretir, para kazanır. Bir şeyler olmaktadır o tellerle çevrili kocaman beton yığınında, ve birey olarak siz sadece o elektriği tüketen istatistiklersinizdir. Başka hiçbir şey değil.

Ben yerel halkın onayından geçecek, yerel kaynaklarla işletilecek, üretim önceliği o yereldeki tüketim için olacak bir enerji alt-yapısı istiyorum. Türkiye’nin dört bir yanında yerel halk için sayısız tehlike, kirlilik ve sömürü yaratarak sırf büyük şehirlerin tüketimi için çalışan enerji santralleri görmek istemiyorum.

Bu yüzden nükleer enerjiyi reddetmek “çok mu tehlikeli, yoksa kabul edilebilir riskli mi?” tartışmasında safımızı belli etmenin ötesinde, “nasıl bir Türkiye istiyoruz?” sorusuna “dengesiz, adaletsiz, hantal ve demokrasiden uzak bir Türkiye” cevabı vermemizi isteyenleri de reddetmektir.

***

Nükleere evet demek ise, köy ve kasabaların daha da boşalacağı, şehirlerin ise iyice büyüyerek hepten yaşanmaz hale geleceği bir Türkiye’ye evet demektir.

Nükleere evet demek, bölgeler arası gelir ve refah adaletsizliğini körüklemek demektir.

Nükleere evet demek, doğrudan demokrasi ve yerelciliğin şenlikli ve eşitlikçi muhabbeti yerine, merkezi ve hiyerarşik yönetimlerin halkı kelle hesabı üzerinden gören zihniyetlerini kabul etmek demektir.

Nükleere evet demek, yaşamın hakiki ve eşit bir parçası olmak yerine o pek kızdığımız “sistemin” içinde edilgen ve sıradan bir dişli olmayı seçmektir.

Nükleere evet demek sorumluluktan kaçmak, kaderini ve hayatını “uzmanların” eline bırakmak demektir.

 

Nükleere evet demek, mavi hapı seçip “Matrix” te kalmaya giden yolda esaslı bir adım daha atmaktır.