Zonguldak Emniyet Müdür Yardımcısı Ümit Boztepe, kentte artan intihar olayları üzerinde üniversite ile bir çalışma yaptıklarını belirterek, “Kadınların biyolojik yapıları biraz daha farklı. Bizim hissettiğimiz ya da bizim araştırmalarımızda kadınlar ilgi çekmek için intihara kalkışıyorlar” dedi.
İl Emniyet Müdürlüğü, 10 Nisan Polis Bayramı etkinlikleri kapsamında düzenlediği huzur toplantılarının birincisini Zonguldak Belediyesi Nikah Salonu’nda gerçekleştirdi. İl Emniyet Müdür Yardımcısı Ümit Boztepe’nin yanında, Asayiş Şube Müdürü Okan Çakıroğlu ve Trafik Şube Müdürü Özer Yılmaz’ın da bulunduğu toplantıda mahalle muhtarları, esnaflar ve vatandaşlara polisin ceza uygulamaları hakkında bilgi verildi. Hırsızlığa karşı alınabilecek önlemlerin slayt gösterisi eşliğinde anlatıldığı toplantıda İl Emniyet Müdür Yardımcısı Ümit Boztepe de muhtarları ve esnafları, özellikle hırsız ve dolandırıcılara karşı dikkatli olmaları konusunda uyardı.
Kentte artan intihar olaylarıyla ilgili Zonguldak Karaelmas Üniversitesi ile işbirliği içinde bir çalışma yaptıklarını belirten Ümit Boztepe, kadın ve erkeklerde intihar vakalarının değişiklik gösterdiğini söyledi. Boztepe; “İnsanların nasıl bir ruh halinde olduğunu anlayamıyorsunuz. Kendi canına kastedecek kadar bir şeylerden vazgeçmek. Bunu araştırmaya çalıştık. Kadınların biyolojik yapıları biraz daha farklı. Bizim hissettiğimiz ya da bizim araştırmalarımızda kadınlar ilgi çekmek için intihara kalkışıyorlar” dedi.
Kadınlarda intihar teşebbüslerinden sonra ölüm oranlarının erkeklere göre daha az olduğunu vurgulayan Boztepe, araştırmalarında intihar nedenlerini de ortaya çıkarmaya çalıştıklarını söyledi. Boztepe, “Yaşadıkları coğrafi konumdan mı kaynaklanıyor? Aile içi şiddet mi, kız-erkek ilişkileri mi? Hepimizin kızı var, oğlu var. Gençlerde bu eğilimin ne kadar olduğunu belirlemeye çalışıyoruz. Bu konuda sizlerden de yardım bekliyoruz. Çevrenizde bu şekilde eğilimi olanlarla ilgili her zaman bize ulaşmanızı istiyoruz” diye konuştu. (Ajanslar)
Gazeteci Ahmet Şık’ın yayımlanmadan toplatılan “İmamın Ordusu” adlı kitabı için bir yasak kararı daha çıktı. Şık’ın yaptığı itiraz da reddedildi.
İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, ”Ergenekon” soruşturması kapsamında tutuklanan gazeteci Ahmet Şık’ın ”İmamın Ordusu” adlı kitap taslağının dağıtım ve satışını yasakladı.
Mahkeme kararı İçişleri Bakanlığı tarafından Türkiye genelindeki tüm kitabevi ve kırtasiyelere gönderildi.
Bakanlık, “İmamın Ordusu” isimli doküman ve kitap taslağının dağıtım ve satışının yasaklandığını belirtti.
Öte yandan, gazeteci Ahmet Şık’ın avukatlarının kitabın imha edilmesine yaptıkları itiraz ise reddedildi. Mahkeme heyeti, kararı oy birliğiyle aldı.
Avukatlar, mahkeme kararında “dağıtım ve satış” yasağı bulunmadığını, polisin tebliğinde bunları da ekleyerek kararı genişlettiğini savundu. (Ajanslar, NTV)
Seçime iki ay kadar bir süre kalmışken ve Japonya’da gerçekleşen depremden sonra beklenen İstanbul depremi de konuşulmaya başlanmışken, Kadir Topbaş’tan iki konuyu da ilgilendiren bir hamle geldi. Bu hamle sonucunda, deprem gözardı edilerek, seçim önplana çıkartılıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, İstanbul’da 1 milyon 600 bin civarında yapı bulunduğunu, bunların yüzde 60’a varan bölümünün de imara aykırı olduğunu belirterek, “Bunlara müdahale etmek mümkün değil. Biz buralara af anlamına gelmeyecek, geçici kullanım belgeleri izni verelim. İstanbul’da deprem gerçeği var. Binası güçlendirmek isteyenler, iskanı olmadığı için güçlendirme çalışması ruhsatı alamıyorlar. Hem bunun da önü açılmış olur. İşyeri ruhsatı alamayan da ruhsatını alır. Bu izin karşılığında da iskan harcının belirli bölümünü ödesinler. Binaların ömürleri bittiğinde, yeniden yapmak istediklerinde, imar durumları neyse onlar geçerli olmak koşuluyla, daha önce ödedikleri harcı da düşelim. Yeni binalarını yapsınlar” dedi.Yeraltında toplantı
AKP İstanbul İl Başkanlığı tarafından, 29 Mart 2009 yerel seçimlerinin 2’nci yıldönümünde, Sarıyer- Çayırbaşı tünelinde, yerin 80 metre altında, “İstanbul için yatırımlar ve hizmetlere hız kesmeden devam” başlığı altında bir toplantı düzenlendi. İl Başkanı Aziz Babuşçu, Kadir Topbaş ve İstanbul’un 26 AK Partili belediye başkanı, ilçe başkanlarının katıldığı toplantıda, yerel seçimlerin ardından geçen iki yılın değerlendirmesi yapıldı. Yapımı devam eden, Sarıyer- Çayırbaşı tüneli, 4 kilometre. 228 milyon TL’ye mal olacak olan tünelin önümüzdeki aylarda tamamlanması planlanıyor. İl Başkanı Aziz Babuşçu, konuşmasında, “Bizi yolsuzluk iddialarıyla mahkum etmeye çalışanlar, yolsuzluk, ve rüşvet batağında boğuldu” dedi. Daha sonra söz alan Topbaş, özetle şunları söyledi:
İstanbul’a 36 milyar TL
“İstanbul’a 2010 sonu itibariyle yaptığımız yatırımlar toplamı, 36 milyar TL’dir. Bu tünelleri yaparken, insanların bu tünellerde boğulacağını, trafiğin aksayacağını, yanlış proje olduğunu söylediler. Şimdi oradaki zaman, akaryakıt ve hava kirliliğinin azalımına bakın. Siyasiler insanların duygularını istismar etmemeli. Söz bir insanın namusu kadar önemlidir.”
Japonya’da Fukuşima Daiçi Nükleer Santralı’ndan sızan radyasyon, dün Ege’den Türkiye’ye girdi. Radyasyon yüklü bulutlar 3 Nisan’a kadar Türkiye’ye gelmeye devam edecek. Çok düşük yoğunlukta radyasyon taşıyan bulutlar Pasifik, Amerika ve Avrupa rotasında 20 bin km’den fazla yol kat etti.
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, “Jet rüzgârlarıyla taşınan bu bulutlar, 10 bin metrede. 5 bin metre üstü bulut yağmur üretmediğinden, radyasyonun yağışla yere düşme olasılığı yok. Esas tehlike Japon çıkışlı gıdalarda” dedi. Meteoroloji uzmanı Bünyamin Sürmeli ise ‘‘Meteorolojik olaylarla birlikte hangi bölgelerin etkilenebileceği belirlenmeli. Türkiye’ye gelen bulutların yağmurla yere inmesi düşük ihtimal olsa da temkinli olmalı” diye konuştu. Peki ya uçak yolcuları? ‘Euro Control’dan henüz bir uyarı gelmediğini belirten havacılık uzmanı Uğur Cebeci ‘‘Radyasyon rüzgârla dağıldığı için ciddi etkiden söz edemeyiz. Kaldı ki iniş yapan tüm uçaklarda radyasyon okuması yapılıyor’’ dedi. Dün Atatürk Havalimanı’nda da radyasyon bilgilendirme toplantısı düzenlendi. Japonya’dan gelen tüm uçakların içi, dışı ve kargosunda radyasyon taraması yapıldığı, herhangi bir sıkıntı olmadığı açıklandı.
TAEK ölçüyor
TAEK de ‘www.taek.gov.tr’de hem Fukuşima’daki son durum hem de Türkiye’de kurulu 99 istasyondan alınan radyasyon doz hızı bilgilerini veriyor. Türkiye’deki ölçümler 2 saatte bir güncelleniyor. Sitede dün yapılan açıklamaya göre Türkiye’de olağandışı durum tespit edilmedi.
Nükleer kriz aylarca sürecek
Fukuşima civarında toprakta yüksek derecede kanserojen ‘plütonyum’ bulunması kaygıları iyice arttırdı. Yetkililere göre plütonyum sızıntısı, 3 no’lu reaktörde ısının çok yüksek olduğu ve muhafaza sisteminin işlemediğinin göstergesi. Soğutmanın ise aylarca süreceği tahmin ediliyor. Soğutma sularıyla oluşan dev ‘radyasyon havuzları’ da ayrı bir sorun.
Radyasyon intiharı
Fukuşima’da bir çiftçinin radyasyon nedeniyle sebzelerini satamayınca kendini astığı belirtilirken Çin, Güney Kore, Filipinler, Vietnam hava sahasında ‘sağlığa zarar vermeyecek oranda’ radyasyon bulundu. Asya ülkeleri Japonya’dan tarım ve deniz ürünü almayı kesti. Bölge ülkeleri, denize karışan radyasyonun kendi deniz ürünlerine rağbeti düşürmesinden endişeli. (Ajanslar)
Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler Derneği (KOBİDER) Başkanı Nurettin Özgenç, 8 Mart vesilesiyle yaptığı açıklamada “Kadın-erkek eşitliği safsatadan ibarettir”le başlayan ve fiş ile priz hiç bir olur mu ile devam eden sözler söylemişti.
Nurettin Özgenç, bu sefer de nükleer santral ile ilgili konuştu. Özgenç’in KOBİDER adına yaptığı “Türkiye Nükleer Sahibi Olmalı” başlıklı açıklaması şu şekilde:
Bilim adamları tarafından insan hayatına en uygun enerjinin nükleer enerji olduğu ifade ediliyor. Faydalarının yanında her işte olduğu gibi riskleri de olabiliyor. Buda gayet tabidir.
Bulunduğumuz alanda kofra patladı diye elektrik kullanımından uzak mı duruyoruz tabii ki hayır. Demek oluyor ki faydasının yanında bazen zararı da olabiliyor.
Sınır komşularımız Bulgaristan ve Ermenistan dahi nükleer elektrik üretirken bizde ise hala çevre kirliliği, yenilenebilir enerji gibi buna benzer nedenler öne sürülerek engelleme yapılıyor.
Türkiye’nin kalkınmasını istemeyenler nükleer santral yapılmasını istemiyorlar. Bu konuda lobicilik faaliyeti ile engelleme çalışmaları yapılıyor. Dışarıda lobi içerde uzantıları kullanılıyor.
Türkiye ne zaman büyük bir çıkış yapsa bir merkezden yapılmışçasına “köprüye karşıyız”,”HES’lere karşıyız”,”Nükleer santrale karşıyız” diye mantar gibi çevreciler bitiyor.
İyi ki çimenleri ıslatıyor diye yağmura,yeşili örtüyor diye kar yağmasına karşı çıkmıyorlar.
Bu işler İstiklal Caddesinde. ”Akkuyu Fukuşima olmasın, nükleer santrallere hayır” sloganı atmayla olmuyor. Enerji sanayide ve tüketimde ihtiyaçtır yakacağı olmayan vatandaş elektrik yerine tezekle mi ısınacak?
Euro 2012 finallerine gidebilmek için dün Avusturya karşısına çıkan milliler, mücadeleyi 2-0 kazanarak bir krizin önüne geçti. Peki spor basınının usta kalemleri bu galibiyeti nasıl yorumladı ya da ‘taçtan gol olur mu’ diye soran bir millet nasıl oldu da taçtan gol atan bir takıma dönüştü?
Sabah / Rıdvan Dilmen
Dün de anladım ki, bizim ülkemizde gerek kulüp takımları gerekse de Milli Takımımız, bu tarz “Tamam mı devam mı?” maçlarında gerçek kalitesinin altında kalıyor. Bu karşılaşmada gerçekten çok ciddi oynuyoruz. Takımlarımızın disiplin olarak bir problemi de yok. Çok da mücadele ediyoruz. Ama oyun kalitemiz, oyuncularımızın bireysel kalitesinin iyi seviyede olmasına rağmen beklenen kadar iyi olmuyor.
Ligimizin ikinci yarısında oynanan, Fenerbahçe’nin bir Antalyaspor maçını düşünelim. Ya da Trabzonspor’un Manisa deplasmanındaki oyununu. Kulüp takımları o maçlarda nasıl tedirginse, Milli Takımımız da dün aynı şekilde tedirgin, yaratıcılıktan uzak, garantici ve kontrollüydü. Bu tarz bir stratejiyle kazanma arzusundaydık.
Allah’tan Arda gibi bir yeteneği var futbolumuzun. Muhtemelen Guus Hiddink, yüzde 100 hazır olmasa da Arda’yı, bu yeteneğini ve skoru değiştirme özelliğini bilerek ilk 11’de başlattı. Oyuna ve skora baktığımızda karşılığını da aldı.
Mehmet Demirkol / Milliyet
Bu bir 4-6-0 denemesiydi ancak iki noktada plan iyi işlemedi. Oyuncular çok hareketsiz ve birbirine benzeyen tarzdaydılar, dolayısıyla topu hızlı çeviremedik ve rakibi eksik yakalayamadık. İkinci olarak da yeterli derecede agresif değildik. Avusturya hep bizi bekledi, bize saygı duydular, hata yapmaktan çekindiler. Onlar bizi bekledi ama biz kontrolün dozunu kaçırdık. Arda’nın isyankârlığı ve özel zekası olmasa oyun olduğundan daha da fazla sıkışabilirdi. Sıkıntıya girmemizi Volkan’ın kurtarışı engelledi. Dün becerilerini kullanabilen zekalar ve onların soğukkanlılıkları bizi yarışta tuttu.
Metin Tekin / Sabah
Euro-2012 Avrupa Futbol Şampiyonası finallerine gidebilmek için çok önemli bir sınavdı dünkü Avusturya maçı… Dün gece kazanmadan daha ilerisini düşünmek çok zor görünüyordu. Ve üç puanı almayı başardık dün gece…
Sahaya çıkan ilk 11’e baktığımızda Burak’ın en uçta kullanılması endişe yaratmadı değil… Burak, o bölgede sık oynayan bir isim değil. Santrfor özelliği yok. üstelik, Burak’ı orada kullanınca hem onun kanattaki özelliklerinden mahrum kalıyoruz, hem de Semih gibi gerçek bir santrfordan. Belli ki, Hiddink önde santrfor oynattığı futbolcunun koşu özelliği olmasını istiyor. Bu anlamda tercihini Burak’tan yana kullanmış olabilir. Bu tercihle, yavaş olsa da topa sahip olarak oynamayı başardık ama defans arkasına ve arasına koşular yapacak oyuncu eksikliğimiz pozisyon üretmemizi engelledi; etkili olamadık. Golü oyunla değil; Arda’nın becerisi, Avusturya savunmasının büyük hatası ile bulduk.
Ben Mehmet Ekici’nin neden ilk 11’de oynadığını merak ediyordum. Belli ki Hiddink Mehmet Ekici’den çok umutlu. Yetenekli, ayakları iyi, topu kaybetmeyen bir futbolcu. Ama o da koşuyla değil, topu ayağına isteyen bir futbolcu tipi. Böyle olunca tamamen pas yapan (oldukça yavaş) ama etkili olamayan bir görüntü çizdi.
Milliyet / Uğur Meleke
Sert orta üçlüleri bizim oyunumuzu bozduğu için biz pas serileri yakalayamadık, umudumuz sadece yetenekli futbolcularımızın sololarına kaldı. Neyse ki, iki büyük uluslararası yıldızımız Arda ve Gökhan’ın yüzde yüz olmayan sağlıkları bile bu maçın kaderini tayin edecek soloları yapmaya yetiyor. Maç iki bireysel performansla kazanıldı.
Arda’nın ön direğe koşular yapıp Hamit’e şut alanları açışı muazzamdı. “Taçtan gol yenir mi?” veciz sözünün sahibi bir milletin taçtan gol atması da manidardı. Demek ki çalışınca, her bir ufak duran top kırıntısından gol umudu çıkarılabiliyormuş.
Sıkıcı maçtan bulabildiğimiz son olumlu puan da Selçuk-Burak ikilisine… Bana uyumlarıyla Tanju-Rıdvan’ı hatırlatıyorlar. Burak’ın hem 4’te hem 47’de yaptığı etkili driplinglerde Selçuk’un pasları vardı. Trabzon’da evde ve işte kurdukları süper arkadaşlıklarını milli takıma da yansıttı bu ikili. Bizi de (yabancı maddeler ve ulusal marş ıslığı nedeniyle çok utandığımız bu maçta) dostluk kökenli iyi oyunlarıyla teselli ettiler.
Radikal / Bağış Erten
Hamaset/gaz paritesi en düşük milli maçlardan birine çıktı Türkiye. Henüz meşhur ‘öldüren-kaldıran’ maçlar başlamadığından mı; yoksa milli hasasiyetlerimizdeki ‘doku kaybından’ mı, bilinmez. Öyle ya da böyle bu haliyle daha sempatik göründüler. Yeni bir dönemin kapısını açan maçta, duygu yoğunluğundan çok akıl sağlığına ihtiyacımız olduğu kesin.
İkinci yarıya daha kontrollü bir oyunla başladı Ay-yıldızlılar. 51’de Arda, Ronaldo dolaylarından bir sağ dış plase denedi. Olmadı. Mehmet Ekici oyundan çıkmadan beş dakika önce ilk ve tek gereksiz hareketini yaptı, kötü bir şut attı. İyi de oldu. Yoksa nazar değecekti.
O ana dek Nuri’yle birlikte neredeyse kusursuzdular. Liverpoolluların en sevdiği tezahüratlardan biri Beatles’ın Yellow Submarine’i bestesi olan “We all dream of the team of Carraghers” geldi aklıma. Bütün takım ‘Carragher’lardan oluşsun isteyen Liverpoollular gibi ben de Nurilerden, Ekicilerden, Gökhan Gönüllerden bir takım istedim. Kalede bile oynarlar gibi geliyor.
Bu anektodal gelişmeler yüksek güvenlik standartlarına sahip olduğu şüphesiz ve dayandığı pozitif bilimin tüm sorunları çözeceği faraziyesi dimdik ayakta olan ucuz, güvenli, doğa-dostu nükleer teknolojiye ithaf olunur:
Cumartesi günü Yukinobu Okamura isminde bir deprem uzmanı 2 sene önce Fukuşima’da 7.5 büyüklüğünde bir depremin yaratacağı tsunaminin çekirdek erimesine yol açabilecek hasarlar verebileceğine dair bir rapor hazırladığını, ancak TEPCO’nun bunu gözardı ettiğini açıkladı. Şirketten konu hakkında bir yorum gelmedi.
Japonya Sanayi Bakanı, bakanlığının Cuma günü ülkedeki nükleer santral işletmecilerinin reaktörleri tekrar çalıştırmaya başlamadan önce teyid etmesi gereken bazı güvenlik önlemleri açıklamaya hazırlanıyor olduğunu söyledi. Karar, Kyushu Elektrik Şirketi’nin Genkai Nükleer Santrali’ndeki iki reaktörü çalıştırma tarihini tehir etmesi üzerine geldi. Diğer bir nükleer santral işletmecisi Japonya Atom Enerjisi Şti. ise Tsuruga Nükleer Santrali’nde 20 milyon Yene (yaklaşık 250 milyon Dolar) mâl olacak ek soğutma tedbirleri almak zorunda olduğunu açıkladı. Kansai Elektrik Şti. de bahar dönemi için yapacağı plütonyum ve uranyum-oksid karışımı ve serpintisi son derece tehlikeli MOX yakıt sevkiyatını ertelediğini açıkladı. Gerekçe olarak deprem sonrası süreçte hükümetin bu sevkiyatın güvenliğini sağlamakta zorlanacağı gösteriliyor.
Çarşamba sabahı geçen bir habere göre ise Fukuşima 1 nükleer santraline yeniden elektrik bağlama işleminde çalışan taahüt şirketlerinde çalışan işçilerin güvenliği gözardı ediliyor. Kablo döşetilen işçilerin (koruyucu giysi içinde olduğunu tahmin ettiğimiz) ayaklarının radyoaktif suyun içine girdiğini gören bir görgü tanığı şaşkınlığını ifade edip bunun çalışma usulüyle bağdaşmadığını açıklıyor. Fukuşima’da şu anda çalışan 300 kişinin 50’si taahüt şirketlerine bağlı. Ayni kaynak, hafta başında radyoaktiviteye maruz kaldıkları için hastaneye kaldırılan 3 işçinin çalıştığı mekânda da radyoaktivite ölçümü yapılmadığını beyan ediyor. Oysa ki kazanın tasfiyesinde kimin ne kadar radyasyona maruz kalacağı kontrol edilip işçilerin dönüşümlü çalışması şart. Santral çalışanı olan bu kaynak ayni zamanda reaktörlerin tamamıyla sökümünün 50 yılı bulacağını ifade ediyor. İş güvenliği konusunda içi rahat.
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı bile Japonya’ya kaza hakkında daha fazla şeffaflık çağrısında bulunurken dün Japon başbakanı Naoto Kan ile ABD başkanı Barack Obama’nın nükleer kazaya dair bir telefon konuşması yaptıkları açıklandı. Konuşmanın içeriğine dair hiçbir detay açıklanmadı.
Bu arada, Nagasaki’de ülkede yasadışı ikamet eden bir Çin vatandaşı polis merkezine giderek teslim oldu ve Fukuşima’ya nispeten daha yakın bir yerleşimden kaçtığını, nükleer sızıntı kaygıları yüzünden sınırdışı edilmek istediğini belirtti.
NBA’de Miami Heat, LeBron James’in triple-double yaptığı maçta Cleveland Cavaliers’a 102-90 mağlup olmaktan kurtulamadı.
NBA’e dün gece oynanan 4 maçla devam edildi.
NBA’in bu sezon en kötü galibiyet yüzdesine sahip olan takımı Cleveland Cavaliers, evinde konuk ettiği Miami Heat’i 102-90 yenmeyi başardı.
Sezon başında 7 yıl formasını giydiği Cavaliers’den Miami Heat’e transfer olması nedeniyle Cleveland seyircisi tarafından hoş karşılanmayan Lebron James’in eski takımına karşı ”triple-double” yapması mağlubiyeti engelleyemedi.
Lebron maçı, 27 sayı, 12 asist ve 10 ribauntla tamamladı. Cavaliers’da en skorer isim 21 sayı, 12 ribauntla ”double-double” yapan J.J. Hickson oldu. Cavaliers’da Anthony Parker 20, Ryan Hollins 13 sayı attı.
Böylece Cavaliers bu sezonki 15. galibiyetine ulaştı. Cleveland ekibinin 58 mağlubiyeti bulunuyor.
Heat’de ise Lebron’un ardından en çok sayı atan oyuncu 24 sayıyla Dwyane Wade oldu. Miami ekibinde Mike Bibby 23, Chris Bosh 10 sayı kaydetti.
The Guardian gazetesinin uzmanlara dayanarak verdiği habere göre, Fukuşima 1 Nükleer Santrali’nin kontrol altına alınmasında güçlük çekilen reaktörlerinden 2 numaralı reaktörde, radyasyon ölçümleri değerlendirildiğinde, reaktör kazanının delinmiş olması muhtemel. Bu ciddi bir radyoaktif materyal sızıntısı riskini doğuruyor, ancak yetkililer müdahaleyle durumu kontrol altında tutmaya gayret ediyorlar.
Reaktörü kuran firma General Electric’in o zamanki reaktör güvenlik sorumlusu Richard Lahey’ye göre bu durum Three Mile Island (TMI) kazasındaki gibi bir çekirdek erimesinin yaşandığını ve TMI’daki seviyeyi geçip, eriyik reaktör yakıtı ve üstüne kaynayan zinkoryumun birincil koruma unsuru olan kazanı deldiğine işaret ediyor.
Uzmanlar Çernobil tarzı bir serpintinin düşük bir itimal olduğunu söylüyorlar. Eriyen çekirdeğin bir bütün olarak değil, lav gibi akarak çıkıyor olması eriyen çekirdeğin kazan dışında reaksiyonlara geçip gaz salmadan deniz suyu basarak soğutma işleminin devam edebileceğini gösteriyor. Oysa, deniz suyundaki minerallerle temas hidrojen patlamalarının ana sebebiydi ve ciddi ağır metal oluşumuna sebep olabileceği söyleniyor. Bu soğutmanın atmoferik kirliliği ve ani bir insan sağlığı riskini azaltması beklense de yakıta maruz kalan soğutma suyunun nasıl tasfiye edildiği, sudaki radyoaktivitenin denize ve insan sağlığına vereceği zarar kriz idaresi esnasında tartışma konusu edilmiyor.
En büyük kaygı ise özellikle hidrojen patlamalarıyla zarar görmüş olabilecek ikincil çelik ve beton muhafazada her hangi bir çatlaktan bu yüksek dereceli atığın ve betonla temasta üreteceği radyoaktif gazların sızması. Pazar günü türbin binası ve dün dışarıdaki çukurlarda tespit edilen yüksek derecede radyoaktif maddeler içeren su da buna işaret ediyor. Ciddi sızıntının büyüme riski Salı gecesi itibariyle devam ediyor.
(11 Mart) Japonyanın kuzeyi bilinen tarihin 5. büyük depremi ile sarsılır. Once 8.9 ardından 9.1 richter ölçeğinde olduğu bildirilen şiddetteki deprem pasifik okyanusunda 6 metrelik bir tsunami meydana getirir. 9.1 şiddetindeki depreme bile hazırlıklı olan Japon halkını tsunami hazırlıksız yakalar.
Elektrik hatlarındaki kesintiler sadece günlük yaşamı değil Japonyanın enerji ihtiyacının %30’nu karşılayan nükleer santralleri de etkiler. Fukushima Daichi nükleer santralininin 3. reaktöründeki yakıt çubukları bu nedenle soğutulamaz diğer reaktörlerde bu sorundan nasibini alır ve çekirdek erimesi başlar.
Yaşanan bu süreçte Türkiye medyası uzun bir süredir “farkında olmadığı” bir gerçekle yüzyüze gelir, “Nükleer Santraller ve Tehlikeleri” gerçeği ile. Penny Marshall’ın 1990 tarihli enfes filmi “The Awakenings” (Uyanışlar) (frgmn) filminde gibiyizdir. Filmdeki Dr. Malcolm Sayer’in (Robin Williams) yerini Japonyadaki deprem, tsunami, nükleer santraldeki gelişmeler; hasta Leonard Lowe’ın (Robert De Niro) yerini ise ülkemizin “necip” basını almış gibidir.
Awakenings (1990)
Nükleer Santraldeki durum ile ilgili ilk köşe yazısı gene de 3 gün sonra gazetelerde kendine yer bulur. Ardından da hemen hemen her konuda olduğu gibi bu konuda da kantarın topuzunun kaçtığı durumlar meydana gelir.
Zamanında Atinadan bildiren Reha Muhtar ise 18 Mart tarihinde 10 bin insanın ölü, yaklaşık 20 bin insanın kayıp olduğu açıklanan bu felaketin ardından geçmişe doğru uzanır ve çok ateşli günler geçirdiğini ima ettiği Japon sevgilisini yad eden “Japon sevgili ne yapıyor acaba şimdi” başlıklı bir yazı yayımlar. Sırrı Süreyya Önder Japonyayı değil ama Reha Muhtar tipi erkekleri anlatan “Muhtar’ın billosuyla üzülmesi” ile yanıt verir. Reha Muhtar‘ın buna evlere şenlik cevabı ise gecikmez, “Japon sevgili ve şehvetle sulanmış beyinler”
Nükleere de 3. Boğaz Köprüsüne de Aktivizme de karşı olanlara karşı Hıncal Uluç “imana gelir” 19 Mart tarihli “Nükleer enerji dedikleri” başlıklı yazısında ve abdli bir uzmanın görüşleri ışığında “bu galiba kötü bir şey arkadaş” sonucuna varır.
Harikulade!! türkçesi ile okuyanı kendinden alan Yiğit Bulut ise meseleye 14 Mart tarihli “Dünya “yıkıma mı” gidiyor… “Dünya sona yaklaşıyor“ tezleri gerçekçi mi?” yazısı ile giriş yapar. Bu noktada sözü eşsiz ! yazı ve ifade kabiliyeti ile sayın Bulut’a bırakalım, “Sevgili dostlar her sistem “en noktasına” değerek inişe geçecek ve dünya gezegeni de “ömrünün zirvesini” yaptıktan sonra belki tek başına belki de bağlı olduğu sistemle birlikte “yol olma” yoluna girecektir. Burada önemli ayrıntı, bu tip bir “sönümün – yok oluşun” insan ömrü gözlem aralığı kriterine asla sığmayacağı ve 2000 yıl, 3000, 5000 yıl gibi kısa bir zaman aralığında olmayacağıdır…”
Yılmaz Özdil’in 27 Mart tarihli, “Al sana nükleer!” yazısı ise “tüp de patlıyor zaten” zihniyetindeki bir başbakan tarafından yönetilen bir ülkenin manzarasını ortaya koyuyor. Muayene tarihi geçerliliğini kaybetmiş diyerek yolda durdurulan bir yardım kamyoneti bir yanda; Nükleer Tıp Merkezinin hasta kayıt odasındaki semaverin üzerine iliştirilen, “Semavere dokunmayın. Elektrik kaçırıyor” yazısı diğer yanda. Bu 2 ülke neresi olabilir diye düşünmenize dahi gerek yok. İlki Japonya, ikincisi ise Türkiye.
Basınımız hazır bu konuya The Awakenings filmindeki Leonard Lowe (Robert De Niro) karakteri gibi uyanmışken çıkan tüm köşe yazılarını sizler için derleyelim istedik ve gün gün 4 ana başlık altında bu yazıları tasnifledik.
1) Nükleer Enerjiye karşı çıkanlar
2) Arada kalanlar
3) Nükleer Enerjiye destek verenler
4) Başka telden çalanlar
Tüm yazıları aşağıda bilginize sunuyoruz. Felaketin üzerinden 2 hafta geçti. Yazıların seyrine bakılınca sizlerin de görebileceği gibi basınımızın sonu Leonard Lowe’un kaderi ile örtüşmüş durumda. Bu sadece geçici bir uyanış, o kadar !
Yeşil Gazetede bu konu ile ilgili tüm haber ve yazılara buradan ulaşabilirsiniz: