Ana Sayfa Blog Sayfa 5219

Yarımağan: ‘Korkumdan konuşamadım’

KPSS’deki kopya skandalının ortaya çıkmasının ardından görevinden ayrılan eski ÖSYM Başkanı Yarımağan, YGS’deki şifreli kitapçık iddialarıyla ilgili konuştu ve şunları söyledi: “Türkiye, korku imparatorluğu haline geldi. Ben de 8 aydır korkumdan konuşamadım!”

Eski ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan, Yükseköğretime Giriş Sınavı’ndaki (YGS) şifreli kitapçık iddialarıyla ilgili değerlendirme yaparken, “Türkiye korku imparatorluğu haline geldi. Ben de görevden ayrıldıktan sonra aylarca konuşmaya çekindim ve korktum” dedi.

KPSS Eğitim Bilimleri Testi’nde ortaya çıkan kopya skandalının ardından ÖSYM Başkanlığı’ndan ayrılan ve 8 aydır basına açıklama yapmayan eski ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan, YGS’deki son iddialarla ilgili de bir kaç gün sessiz kaldı.

Yarımağan, dün bir bir açıklamada bulundu ve Hürriyet gazetesinin haberine göre şunları söyledi:

“KORKU İMPARATORLUĞU”
“Türkiye korku imparatorluğu haline geldi. Ben de görevden ayrıldıktan sonra aylarca konuşmaya çekindim ve korktum. Neden hiçbir üniversiteden, uzmanlardan çıt çıkmıyor, hiçbir bilim adamı görüş belirtemiyor? En dinamik beyinler konuşamıyor, ses çıkaramıyor. Tartışılmıyor. Bu ülkemiz adına çok olumsuz bir durum.

NCAA’in kralı Connecticut

0

Amerikan Kolej Basketbol Ligi NCAA’de mutlu sona ulaşan takım Connecticut Üniversitesi oldu. Final maçında Butler’ı 53 – 41 yenen Connecticut, tarihindeki 3. şampiyonluğu kucakladı.

NCAA finalinde, Connecticut ile sadece 4 bin 200 öğrencisi bulunan küçük bir üniversite olmasına karşın, 2. sezon üst üste şampiyonluk maçına çıkmayı başaran Butler karşı karşıya geldi. Savunma savaşına sahne olan karşılaşma,  karşılıklı basketlerle başladı. İlk yarı Shelvin Mack’in üçlüğüyle 22 – 19 Butler’in üstünlüğü ile son buldu. Bu aynı zamanda, 1945 yılından bu yana, NCAA finallerinde ilk yarıda atılan en az sayıydı. Ancak 2. yarıya hızlı başlayan Connecticut,  Jeremy Lamb’in öncülüğünde yakaladığı 22 – 3’lük seri ile bitime 6 dakika kala farkı 13 sayıya kadar çıkardı ve maçı da 53 – 41 kazanarak, tarihindeki 3. şampiyonluğu elde etti.

Connecticut’ın sezon boyunca en etkili ismi Kemba Walker, 19’da 5 şut isabetiyle oynamasına karşın, 16 sayıyla maçın en skorer ismi oldu.  Maç boyunca yüzde 18 şut isabet oranı tutturabilen Butler’da ise skor katkısı beklenen Shelvin Mack ve Matt Howard 28’de 5’te kaldı. Butler geçen yıl da,  final maçında duke üniversitesine 61 – 59 yenilmişti. Birçokları en iyi oyuncusu Gordon Hayward’ı nba’e gönderen Butler’ın, bu sezon benzer bir başarıyı tekrar etmesinin imkansız olduğuna inanıyordu.

NCAA’in efsane koçlarından Jim Calhoun, 68 yaşında final kazanarak,  şampiyonluk mutluluğu yaşayan en yaşlı koç olarak tarihe geçti. Final-four’un en değerli oyuncusu ise Connecticutlı Kemba Walker seçildi.

Rodman hala şaşkınlık içinde…

0

NBA tarihinde iz bırakan oyunculardan Dennis Rodman, şöhretler müzesine dahil edilmenin şaşkınlığı içinde. Rodman, sıradışı yaşam tarzı nedeniyle şöhretler müzesine hiçbir zaman giremeyeceğini düşündüğünü itiraf etti.

Dennis Rodman,  14 yıllık NBA kariyeri boyunca sayısız başarılar yaşadı. 2 kez Detroit Pistons, 3 kez de Chicago Bulls ile şampiyonluğa ulaşan Rodman,  üst üste 7 sezon ribaund kralı oldu. Kariyeri sona erdiğinde, NBA tarihinin en büyük savunmacılarından biri olarak anılıyordu.

Rodman parkedeki başarısı kadar,  özel yaşamıyla da tüm dikkatleri üzerinde topladı. Rengarenk boyattığı saçları,  ilginç dövmeleri,  sıradışı yaşam tarzıyla basının gündeminden hiç düşmedi.  Bu yüzden kendisi de,  basketbol şöhretler müzesine kabul edilmeyi beklemiyordu. Şöhretler müzesine girebilmek için “temiz çocuk” imajının son derece önemli olduğunu düşünen Rodman; “seçildiğimi söylediklerinde şaka yaptıklarını sandım. Hala hayatta olduğum için bile şanslıyım. Şöhretler müzesinin diğer sakinleri çok daha düzenli bir hayata sahip. onların arasında şımarık bir çocuk gibi kalacağım” diye konuştu.

Ozon tabakasında rekor kayıp

Kuzey Kutbu’nda ozon tabakasındaki kayıp geçmiş senelere göre rekor düzeye ulaştı.

Dünya Meteoroloji Örgütü, bu kış tabakanın yüzde 40’ının yok olduğunu bildirdi.

Daha önce bu oran kış döneminde en fazla yüzde 30 olmuştu.

Birleşmiş Milletler’e bağlı Dünya Meteoroloji Örgütü’ne göre, ozon tabakasının zarar görmesinin nedeni, endüstriyel kimyasal maddeler.

Bu maddeler, atmosferin üst katmanlarında alışılmışın ötesi soğuk havalarda daha da tahrip edici oluyor.

Tabaka, kalkan görevi görüyor

Ozon tabakası, Güneş’ten gelen ve deri kanserine de yol açan tehlikeli mor ötesi ışınları engelleyip bir nevi kalkan görevi görüyor.

İskandinav ülkelerinde yetkililere, olası sağlık sorunlarına karşı gelişmeleri dikkatli şekilde izlemeleri çağrısı yapılıyor.

Ozon tabakasını tahrip eden endüstriyel kimyasal maddelerinin kullanımını, Birleşmiş Milletler’in girişimiyle 1987 yılında imzalanan Montreal Protokolü ile kademeli olaarak azaltılıyor.

Ancak BBC çevre muhabiri Richard Black, ozon tabakasına verilen zararın tamamen telafi edilmesinin çok uzun süreceğini söylüyor.

Yapılan hesaplara göre zarar en erken 2045 yılında telafi edilebilir.

Bu süreçin 2060 yılına kadar uzaması da mümkün. (BBC)

İlk göz ağrımız – Ertuğrul Kürkçü

Yıllardan sonra, onca zulüm, onca cefa, onca ölüm, onca göz nurundan sonra Özgür Gündem bir kez daha ellerimizde.

Özgür Gündem… İmtiyaz sahibinden yerel muhabirine, sokak müvezziinden duayen yazarına, yayın yönetmeninden şoförüne kadar her düzeyde ölümü göze alarak çalışan ve onunla tanışanların çıkardığı gazete…

Kurulu düzen gazeteciliğinin yok saydığı her şeyi asıl davası kılan, Kürt halkının özgürlüğünü Türkiye emekçilerinin kurutuluşundan,  1915 Ermeni Soykırımını Dersim Katliamı’ndan ayrı tutmayan, kadınları yönetimine taşımayı görev bilen, sosyalist aydın ve habercileri baş tacı eden gazetemiz. 12 Eylül karanlığından çıkmak için çırpınan Türkiye’ye Kürtlerin tuttuğu ışık… İlk göz ağrımız.

Özgür Gündem olmasa,  Türkiyeli devrimciler, entelektüeller ve muhalifler, sendikacılar, kanaat önderleri, sosyal ve politik araştırmacılar Fırat’ın doğusunda bir savaşın sürmekte olduğunu, bu savaşta “dokunulamaz”  özel harp generallerinin komutasında sistematik olarak ve biteviye insanlık suçu işlendiğini, laik Türk müesses nizamının “Hizbu Kontra” şeriatçılığıyla omuz omuza Kürt muhalifleri her gün satırla doğradıklarını; yoksul köylülerin, uzak mezraların halkının binbir zulüm ve eziyetle köylerinden kovulduklarını, onların oğulları ve kızlarının her gün onlarcasının, yüzlercesinin bu zulme karşı isyan edenlerin saflarına katıldıklarını öğrenemeyeceklerdi.  Ya da çok geç öğreneceklerdi.

Henüz internet yokken, her gün hayatını yeniden ortaya koymaksızın gerçeği halka ulaştırmak mümkün değilken Özgür Gündem’i yayınlamak, orada çalışmak, orada gazeteci olmak akıntıya karşı yüzmek demekti gerçekten.

Buna cüret ederek bizleri kendileriyle birlikte çalışmaya davet edenlerin ne kadar büyük bir başlangıcın kapısını açtıklarını görmek için kan ter içinde 19 yıl geçirmek gerekiyormuş.

Bu 19 yılın sonunda militan Kürt gazeteciliği diye bir şey var artık  ve kendi işini kendisi gören, hiç kimseye muhtaç olmayan, Türkçe, Kürtçe günlük gazeteleri, haber ajanslarını, yerel radyoları, uydu televizyonları, internet kanallarını çalıştıran onları güvenilir ve birincil birer haber kaynağı kılan bir gazeteci, haberci ve yayıncı stoku.

Özgür Gündem, bu muazzam patlamanın habercisi, ilk uç verdiği yerdi.  Bu başlangıca tanık olmak, onun faillerinden biri olmaya davet edilmiş olmak ne büyük onur.  Her saldırıdan sonra küllerinden yeniden doğan, her kapanıştan sonra başka bir adla yeniden açılan ama ilk adını hiçbir zaman unutmadığımız Özgür Gündem sadece haberleriyle ve yorumlarıyla değil, işleyişiyle de devrimci bir başlangıçtı. Hiç kimsenin ebedi bir kariyere sahip olmadığı, haber merkezindeki sıradan bir gazetecinin yayın yönetmenliğini devralabildiği ve onu “yılların gazetecisi”nden hiç de geri kalmayan bir dirayetle sürdürebilmesine fırsat tanındığı bir yerden söz ediyoruz.

Steril ve düzen içi gazeteciliğin en büyük kusuru saydıkları şey Özgür Gündem’in en büyük meziyetiydi:  “Çaycı bile habere karışıyor”du… O “çaycı”nın bir zaman sonra bir sıcak mücadelede havaya uçtuğunu öğreniyordunuz. Yanık tenli genç kadın ve erkeklerin, ayrılanların yerini alıp sesiz sedasız çalıştıklarını, adım adım en aşağıdan başlayarak servisleri devraldıklarını, tirajın yüksek olduğu günlerde hergün on binlerce basılan bir gazetenin mali ve idari işlerini su sızmadan hallettiklerini, görüyordunuz.  Tansu Çiller’in, Mehmet Ağar’ın katilleri gazeteyi havaya uçurur uçurmaz, onu sektirmeden yeniden yayınlamanın yolunu bulanlar onlardı.

Gazetedeki görevlerini politik görevlerinden ayırmayan,  orada çalışırken tanıdığımız bildiğimiz meslektaşlarımızın cesaret ve tevazu ile süregiden hayatları kadar ölümleri de gözlerimizin önünde… Çalışkan bir gazeteci olarak gece gündüz didinen Gültan Kışanak’ın güven veren Eş Başkanlığını gururla izliyor, ilk kadın yayın yönetmenimiz Gurbetelli Ersöz’ü sevgiyle anıyoruz.  Kaybettiklerimizin tümünü içimiz sızlayarak yad ediyoruz…

Özgür Gündem bir kez daha Özgür Gündem olarak elimizde, bir kez daha bayilerde.  İkinci hayatında hiç kapanmasın,  bütün çalışanlarıyla, uzun ve özgür bir hayatı birlikte paylaşalım. Umarım…

Ertuğrul Kürkçü / BİANET

Evde nasıl kompost yapılır?

Evsel atıklarınızın, bahçenizde kestiğiniz çimlerin, kopardığınız dalların, hatta ve hatta tahta talaşının çok basit bir süreç ile kaliteli gübreye dönüştürülebileceğini biliyor musunuz?

Ogün Samast haklı

Ne yazık ki artık çocuk mahkemesinde yargılanan Ogün Samast dün duruşmada söylediklerinin önemli bir kısmında haklı.

Herkesin dinlendiği Türkiye’de YGS’ye girerken Ahmet Şık okumak*

Geçen hafta öğrendik ki,  tüm Türkiye dinleniyormuş. Gazeteci Hrant Dink suikasti davasında ifade veren Emniyet Başmüfettişi Levent Yarımel, Türkiye’de kullanılan bütün telefonlara ait görüşmelerin kayıt altında olduğunu açıkladı. Çok açık ve net. Bütün telefon görüşmeleri kayıt altında. Peki neden ifade vermiş Levent Yarımel? Çünkü Dink suikastinde kayıtların değiştirilip, silinmesi yönünde şüpheler var. Demek ki, herkes dinlenebilir, her şey kayıt altında tutulabilir ama gerektiğinde de silinip, değiştirilebilir. Zaten kayıt altına almak ya da almamak ölümü engelleyebilmiş mi? Hayır! Adalet işte!

Geçen hafta bir şeyi daha öğrendik. Mantığa, akla ve en önemlisi vicdana sığmayan suç tanımları kabul edilmezse ve kitlesel olarak reddedilirse, o suç tanımı trajik bir anı olarak kalır. Tabii ki yine aynı soru: Trajik ya da değil, ilk kişiyi cezaevine sokuyor o suç ve trajik bir anı hale gelmesi onu kurtarmaya yetmiyor. 31 Mart günü, onbinlerce insan, bir suç işledi. Yasaklanmak istenen, içinde yazanlar bilinmesin istenen bir kitabı indirdi, sayfalarını karıştırdı, okudu. O kitabı bilgisayarında bulundurdu. Bu bile yeter! Bu öyle bir suç ki, size kazandıracağı sıfatlar saymakla bitmez. Ne demokrasi düşmanlığınız kalır, ne postal severliğiniz. O kadar tehlikeli bir kitap bu; medya, medyacığımız bu haberi göremedi bile. Zaten iki ayrı koldan ilerliyor medya. Bir köşe yazarlarının gündemi var; bir de gazetelerin kendi gündemi. Bazı köşe yazarları bu gerçek sivil itaatsizliği görebilmişken; gazeteler göremedi. Görseler ne olur, görmeseler ne olur! Bu neyi değiştirir? Medyanın o anlı şanlı demokrasi yanlısı köşe yazarlarını okudunuz mu 31 Mart’tan sonra. Nasıl gerçek demokrasiyi görünce susup kaldılar? Bir grup yazar da vardı ki, onların şimdiki görevi itibarsızlaştırma. Artık yeni taktik bu. İtibarsızlaştırma. Zaten elde medya bol. Kimse doğru olup olmadığına da bakmıyor.

Bu haftanın bize son öğrettiği ise, bu ülkede artık adaletin olmadığı. Adalete inancın da olmadığı. Geçen sene KPSS olmuştu. Soruların çalındığı ortaya çıktı. Çalan, çaldıran, dağıtan, bunu organize eden ne oldu bilinmez. Binlerce insanın girdiği bir sınavda hile yapmak, hangi vicdana sığar? Yaptılar ama. Organize bir şekilde yaptılar, birilerini, bir yerlere bağlı kişileri, aldılar bir yerlerden bir yerlere getirdiler. Onlar da belli görevlere gelince, bu döngüyü devam ettirsin diye. Tekerleme gibi söyledik, söyledik ve unuttuk. Biz tam unutmuştuk ki; yine hatırladık olanları. Bu sefer de YGS! Açıkça kandırılıyoruz. Deniyor ki her adaya ayrı kitapçık basılmış ha? Yani ayrı kalıplar hazırlanmış, ayrı şekilde paketlenmiş… 1.7 milyon tane ayrı sınav kitapçığı basmanın ne kadar süreceğinizi siz düşünün. Bunu bir de sadece İstanbul’da 7 tane okula bir tane erkek öğrenci gönderemeyenler yapacak? İnanalım mı? O kadar ayrı kitapçık basıp, sadece medyaya verdikleri o “tek” kitapçığın “tesadüf” eseri şifreli çıktığına da mı inanacağız peki? Hem de her adayın kitapçığını internete yükleme işi bile bu kadar uzun sürerken? Bugün daha altıncı ili yükleyebilmişler. Ankara’ya kadar gelebilmişler. Onda da sorunlar çıkıyor, internete yüklenen ile asılların aynı olmadığı ortaya çıkıyor.

70 gün sonra seçim var. Böyle bir ortamda, böyle sistemlerle gidiliyor seçime. Bugün gazetelerin yarısı ÖSYM Başkanı’nın nasıl haklı olduğunu anlatıyor. Anlatacaklar. Ahmet Şık’ı görmüyorlar. Görmeyecekler. Onbinlerce kişinin yaptıklarını yazmıyorlar. Yazmayacaklar! Herkes dinleniyormuş! Dinlenecek. Gereken yerlerde o dinlemeler işe yaramayacak, “gerektiği” yerlerde gazetelerden okuyacağız! Böyle böyle gideceğiz seçime. Her hafta öğreneceğiz nasıl yaşadığımızı, ne şekilde yaşadığımızı. Neyi değiştirmeye çalıştığımızı…

 

* Haftanın tortusu

http://urbarli.net/

Felaket büyüyor: Sızıntı devam ediyor!

Fukuşima Nükleer Santrali’nde Bütün Çabalara Rağmen Radyoaktif Sızıntı Devam Ediyor!

Fukuşima Nükleer Santrali’nde Japon elektrik şirketi TEPCO, iki numaralı reaktöre, soğutma amaçlı, su pompalamaya devam edebilmek için reaktörden 10,000 ton ‘düşük seviyeli’ radyoaktif suyu Pasifik Denizi’ne boşalttı. Şirket ayrıca beş ve altı numaralı reaktörlerin yakınındaki 1500 ton radyoaktif yeraltı  suyunun da boşaltılacağını belirtti.

Hükümet yetkilileri bir kez daha, işlemin halk sağlığı açısından büyük bir tehdit oluşturmadığını iddia ederken Santral’den gelen bilgiler felaketin hızla büyümeye devam ettiğini gösteriyor.

Santral’deki 5. ve 6. Reaktörlerin yakınında bulunan radyoaktif yeraltı suları soğutma çalışmalarını olumsuz etkilerken, yüksek seviyede radyoaktif suların denize sızmasına da engel olunamıyor. TEPCO denizde yapılan ölçümlerde yasal sınırın 10,000 kat üzerinde radyoaktif iyot-131 tesbit edildiğini açıkladı.

Santral’deki 2. Reaktörün beton kısımlarında oluşan çatlaklar da kaygı yaratıyor. Diğer Reaktörlerde de benzer çatlakların oluşması ise en kaygı verici olasılık.

Yetkililer umutlarını, yüksek düzeyde radyoaktif suyun denize boşalmasının önüne geçilmesi için ise birkaç güne kadar tamamlanması planlanan bariyerlere bağlamış durumda.

25 Ülke radyasyon korkusu sebebiyle Japonya’dan yiyecek ithalatını durdurdu

En az 25 ülke, Japonya’dan gelen zirai ve diğer gıda ürünlerine yasak getirdi. Bu ülkeler arasında, Filipinler, Rusya, A.B.D., Çin ve Güney Kore bulunuyor. Avrupa Birliği ve Brezilya ise Japon Hükümeti’nden ihraç edilen ürünlerde radyoaktivite testi yapmasını ve sertifikalandırmasını istedi.

 

Ajanslardan derleyen: Korol Diker

Düzce’nin yaylaları kulüplere veriliyor!

Fenerbahçe Kulübü’ne tahsis edilen Düzce’deki Topuk Yaylası’ndan sonra şimdi de aynı bölgedeki Torkul Yaylası ve Göleti 50 yıllığına Beşiktaş Jimnastik Kulübüne kiralanıyor.

Fenerbahçe Kulübü’nün Düzce Topuk Yaylası’ndaki 155 bin metre kare alan üzerinde kurduğu tesislerin tamamlanmasına çok az bir zaman kala bu defa da  Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün Düzce Kaynaşlı İlçesi sınırları içindeki Torkul Yaylası’na toplam 3 bin metrekarelik bir tesis yapacağı ortaya çıktı. Tesis için Çevre ve Orman Bakanlığın’dan izin çalışmaları konusunda son aşamaya gelindiği ve Düzce Belediyesi’nin bu bölgeyi bedelsiz şekilde Beşiktaş’a verdiği bildiriliyor.

Tam bir doğa harikası olan Torkul Yaylası, 1300 m. rakıma sahip. Doğal bir göletten oluşan yayla etrafındaki; kayın, göknar, gürgenden oluşan bakir orman içinde, doğal yürüyüş ve koşu yolları bulunuyor. Odayeri Yaylası’na 6 km., Bolu Dağı yoluna 15 km. uzaklıktaki yayladan Düzce Ovası ve Karadeniz izlenebiliyor.

Doğasever ve fotoğrafçı Halit Edip Özcan bir Düzceli olarak bu olaya tepkisini şu sözlerle dile getiriyor: “Tüm Anadolu insanına ait bu cennetten bir köşe olan gölet ve çevresi, maalesef Beşiktaş Jimnastik Kulübü’ne  50 yıllığına kiraya verilmiş veya verilmek üzereymiş.  Kim, kimin malını kime veriyor? Burayı bir kaç imza ile veren bir kaç atanmış  insan, 3 sene sonra kaybolup gidince ne olacak?”

“Ahali, ‘Tesisler yapılınca çevreye de katkısı olur’diye kandırılmış. Senede 50 kg domates 5000 ekmek, 1 ton et ile kim kalkınacak? Peki Galatasaray’a Düzce’nin hangi cennet köşesi verilecek?  Bu feryadımı duyun, duyurun!”

 

Yeşil Gazete