Ana Sayfa Blog Sayfa 5211

Kaçırılmaması gereken bir belgesel: ”Işığa Özlem”

Bugün İstanbul Film Festivalinin,Gerçek kişiler,gerçek hikayelerden oluşan NTV belgesel kuşağında yer alan film en seyre değer belgesellerden…

Patricio Guzman (2010)

Astronomlar Atacama Çölü’nde yıldızları incelemektedir.Burası aynı zamanda Şilili madencilerin ve siyasi suçluların cesetlerinin bozulmadan kalabildiği bir yerdir.

Galaksileri inceleyen astronomlara,toprağı kazarak kaybolmuş yakınlarını arayan kadınlar eşlik eder.

Kamerasını diktanın zorbalıklarının izlerinin bulunduğu gökyüzüne tutan yönetmen,”ışığı arıyor”…

Fitaş 1 sinemasında saat:1900’da.

İspanyolca-İngilizce; İngilizce ve Türkçe altyazılı.

Keyifli izlemeler.

Işıksız kalmıyalım…

Fatoş Çırnaz

Filmin tanıtım yazısından:

Beş saatlik Şili Savaşı ve benzer siyasi belgesellerin ünlü yönetmeni Patricio Guzman bu kez kamerasını diktanın zorbalıklarının izlerini bulduğu gökyüzüne çeviriyor. Şili’de üç bin metre yükseklikte, dünyanın dört bir yanından gelmiş astronomlar saydam bir gökyüzü altındaki Atacama Çölü’nde yıldızları inceler. Burası aynı zamanda sert hava koşullarından dolayı gezginler, madenciler ve siyasi suçluların cesetlerinin ve mumyaların bozulmadan kalabildiği bir yerdir. Ve astronomlar burada hayat belirtisi bulma beklentisiyle galaksileri incelerken, kadınlar toprağı kazarak kaybolmuş yakınlarını arar…

Bir “garip” aktivist: Luk Sips

For English, Click here.

Biz onu ilk olarak iki yıl önce yapılan İMF karşıtı gösteride,  şiddet sahnelerinin içinde çevresindekilere ve polise gül dağıtırken tanıdık. Gaz bombaları ve su püskürten panzerlerin arasında beyaz kıyafetiyle bir yabancı dolaşıyor, polisten o da nasibini alıyordu. Görüntüleri izleyen herkesin aklına gelecektir. İsmi Luk Sips…

Luk ayrıca, 2010 yılı coşkulu 1 Mayıs etkinliklerinde, kostümü ve semazen gösterisiyle yine dikkat çekmişti. Medyada yine “bir yabancı” olarak yer alıyordu. Dahası Türkiye Yeşiller partisinin organize ettiği, 3. Köprüye karşı “İki milyon İstanbullu” kampanyası çerçevesinde, 2 Ekim 2010’da boğaz kıyılarında yapılan ve yine coşkuyla geçen eylemlerde de performanslar gerçekleştirmişti.

Luk Sips bir performans sanatçısı. Bir Yeşil. “2010 Avrupa kültür başkenti İstanbul” projesi sırasında, projeye alternatif bir sanat merkeziyle yine karşı duruşunu sahnelemiş. ÜsküdART 2010 ismini verdiği projeyle bir yıl buyunca yerli yabancı sanatçıların bir araya geldiği bir mekan açmış. Şu günlerde sanat merkezinin kapanış sergisi gerçekleşiyor. Yeşil Gazete olarak, biz de kendisiyle bir söyleşi gerçekleştirerek hem sergi hakkında konuşmak ve hem de kendisini daha yakından tanımak istedik. Serginin son günü, cumartesi, bir kapanış partisi olduğunu da hatırlatalım.

 

Biz seni Türkiye medyasından “bir yabancı” olarak tanıdık. Bize kendini tanıtır mısın?

Adım Luk. Belçikalı’yım. Üniversitede “Sosyal hizmetler” bölümünde okudum ve 10 yıldan fazla süre boyunca, Belçika’daki genç insanlarla birlikte çalıştım. Aynı zamanda Türk ve Fas asıllı göçmenlerle de çalıştım.

Daha sonra, Brussel Üniversitesi’nde Sanat Eğitimi bölümünde master yapmaya başladım. Onu bitirdikten sonra, normal bir mesleğe sahip olmaktan vazgeçmeye ve erken gençlik yıllarımda hayalim olan işi yapmaya karar verdim: Tiyatro yapmak…

Fakat bu sefer, herhangi bir okula gitmeden… Performanslar sergilemeye başladım ve çeşitli atölye ve eğitimleri takip ettim.

Henüz 13 yaşındayken, daha sonralarda Belçika Yeşiller Partisi’ne oy vereceğimi biliyordum. Çünkü savaşı sevmiyordum ve Afrika’da çocukların açlıktan ölmesini istemiyordum…

Ülkemin bir parçası olan “Flemenk” tarafında , dünyadaki ve Avrupa’daki ilk yeşil partisi vardı.Partinin orijinal ismi “AGALEV”‘di; bu kelimenin kökeni “faklı yaşamaya başlamak” anlamına gelen ” Anders Gaan Leven” ifadesinden geliyordu. Bu grubun kurucusu Katolik bir papazdı… Luc Versteylen…Onun felsefesi “doğayı korumak”tan çok daha derindi. O, daha 70’lerde, “tarihi sokak ve binaların korunması”yla ilgili kaygılar taşıyordu ve gençler için “cinsellik hakkında devrim teorisi” nde çalıştığı gibi, “toplu taşıma ve trafik problemleri” üzerine de çalışıyordu. Kendisi , aynı zamanda yeşil rengini “zayıf ve baskı altındaki insanları kurtarmak” anlamında kullanan ilk kişiydi.

16 Yaşındayken onunla karşılaştığım için çok mutluydum. Kanserden ölen bir arkadaşımın cenazesinde hizmet veriyordu.

O zamanlardan itibaren orijinal yeşil harekette aktif olarak yer almaya başladım.

Bu sosyal hareketin esas değerleri, “sakinlik” (quiet), “dayanışma” (solidarity) ve “ağırbaşlılık”tı. (soberness) Politikada bu kavramlar, ” barışseverlik” (pacifism), ” dayanışma” (solidarity) ve “ekolojizm” kavramlarına dönüştü…Bu üç değer, benim için hala yeşil politikanın temeli. Bence, her karar bu üç konu üzerinden değerlendirilmeli.

19 Yaşındayken, kasabamdaki yerel ekoloji partisi’ ne seçildim. Fakat, yerimi, bir arkadaşıma verdim. O, hala orada aktif olarak çalışıyor.

8 yıl önce, bu Belçika partisindeki üyeliğimi bıraktım….
Uzun süre boyunca iktidardaki hükümetin bir parçasıydılar, kimi uzlaşmalara varabilmek için ödünler vererek kesinlikle “yeşil” olmayan bir çok şey yaptılar.

Benim için ” yeşil” ya da “ekoloji” sadece “doğayı korumak” anlamına gelmiyor. Benim için yeşil, “bütüncül” bir ideoloji. Dünyadaki her şey, herşeyle bağlantı içerisinde. Ve ekoloji bu tüm hikayeyi görmeye çalışıyor…

Aslında Komünizm (Marksizim) ve kapitalizm, aynı hatayı yapıyor. İkisi de, ekonomiyi dünyadaki en önemli konu haline getiriyor. Bu doğru değil. Eğer toplumu ve dünyayı değiştirmek istiyorsanız… Birçok farklı konu aynı değerlere sahip ve aynı dikkat ve enerjiye ihtiyaç duyuyor : Sosyal, eğitsel, kültürel, ekonomik ve hatta dinsel pratiklerle ilgili uygulamaların hepsi, dünyamızın bir parçası…

Hıristiyan İncil ve Kur’an çok ekolojik yazılar :) Bilmediğim bir çok başka din de muhtemelen , insanlar, hayvanlar ve doğa hakkında aynı bakış açısına sahip.

Eğer yeşil olmak istiyorsanız, öncelikle işe, evinizi iyi izole etmekle başlamanız lazım. Aksi halde enerjiyi boşa harcamış ve nükleer santralleri desteklemiş olursunuz. Banyodaki ve mutfaktaki bütün su sızdıran muslukları tamir etmeniz lazım. Afrika’daki insanlar, su kıtlığı yüzünden ölüyor…
Farklı kültürlere açık olmalısınız..Üçüncü dünya ekonomisini, bu ülkelerin ürünlerini alarak desteklemelisiniz. Yerel tarıma destek vermelisiniz. Her türlü şiddete ve orduya karşı olmalısınız. Kahvenizi Starbucks’da içmek zorunda değilsiniz. Eğer gerçekten et yemek istiyorsanız, BurgerKill veya FuckDonalds yerine, yerel bir kebapçıda yiyebilirsiniz.

Evet, gerçek bir yeşil hayat sürdürmek, oldukça zor…

Ve tabi ben de sadece deniyorum. Kimse mükemmel değil….

Böylelikle hala bir “yabancı” mıyım?

 

Niçin bu ülkeyi seçtin? Ne kadar zamandır buradasın? “Açık sanat stüdyosu – ÜsküdArt” fikrini nasıl yarattın ve ÜsküdArt nedir?

İlk olarak, 5 yıl önce İstanbul’a geldim. İki nedenden ötürü.

Birincisi, Belçika’da Mesut Arslan tarafından organize edilen 0090 festivalimiz vardı. (www.0090.be) Festival, (İstanbul’dan) müzik, tiyatro, dans, resim, heykel hakındaki çağdaş sanatları Belçika seyircisi ile buluşturuyordu. Bu festivalde gönüllü olarak çalıştım. Böylelikle orda birçok İstanbullu sanatçı ve arkadaşımla buluşma olanağım oldu.

İkincisi bir dans atölyesinde bir dans eğitmeni öğrencileri 1 saat “döndürdü”. Bu beden deneyimini gerçekten çok sevdim. Ardından evde ve atölyede dönmeye başladım. O zamanlar Mevlana ve Şems veya sufizm hakkında hiç bir şey bilmiyordum. Ve televizyonda geleneksel semayı gördüm. Böylelikle bunun Turkiye’den ve İslam’dan bir şey olduğunu öğrendim. Fakat ben, sadece dönüyordum.

Bu iki sebep beni ilk olarak 2006 yılında türkiye’ye getirdi. Amacım sanatçı arkadaşlarımı görmek ve gerçek sema için bir okul ya da eğitmen bulmaktı.
Çatı-dans, kargart, galataperform, istanbul modern, istanbulimpro, garajistanbul ve hatırlayamadığım İstanbulun bütün sanat sahnelerini keşfettim. Ve oruç güvenç gibi açık fikirli bir hoca buldum. (www.tumata.com)

 

O zamandan beri 8 kez istanbula geldim.

2007 yılında İstanbul’da bir Belçika gösterisi sergiledim; “PREY / AV”. Erkek vücudu ve kimlik hakkında.
2009’da bir İstanbul performansımız vardı.”GenderWish” (güzel bir İstanbul dansçıcı Sinem Beykurt’la). Bu performans, “cinsiyet”, “kadın & erkek vücudu ve kimlik” hakkındaydı. Orada ilişkiler, anne/kız iletişimi, boşanma, cinsellik, samimiyet, rekabet, büyük anne- babalar hakkında çok açık bir şekilde konuştuk. Kadın ve erkek olmakla ilgili hayal edebileceğiniz her konu üzerine konuştuk. Ama performansta sadece “sema” yı kullandık. Ve folk müzikten reggae ve house müziğe kadar her türlü pop müziği kullandık. Ben, kültürlerin ve farklı sanat biçimlerinin bu karışımını seviyorum.

Belçika’daki Derviş performanslarımdan biri “farklı dinler arasındaki savaş ve barış” hakkındaydı.

3 yıldan beri insanlar bana hep, İstanbul’un “2010 Avrupa Kültür başkenti” olacağını söylediler. Bu, benim için süper bir fikirdi: Türkiye henüz Avrupa’nın bir parçası değil ama çoktan bir “Kültürel Başkent” olmuş durumda. İşte bu ruh! (That’s the spirit !)

Böylelikle bütün bir yıl burada olmak istedim. Birçok Türk arkadaşım “İstanbul 2010’dan nefret ediyorum ” dedi. Özellikle genç sanatçılar… “Neden?” diye sordum. “Sanatçılar için bir şey yapmıyorlar, sadece büyük müze ve tiyatrolar yapıyorlar.” diye cevap verdiler.

Evet, doğru… Aynı problemi biz Belçika’da da yaşıyoruz. Bu Avrupa Başkenti çoğunlukla, yalnızca, turizm ve şehir yönetimiyle ilgili. Fakat, diğer bir taraftan bu tarihi binaların yenilenmesi de önemli. Turistler bu güzelliği keşfediyorlar.

Böylelikle benim tepkim şu şekilde oldu: “Neden biz, kendimiz bir şeyler yapmıyoruz? Boş binalarda, sokaklarda…Bu şekilde, yıl boyunca extra turisti buraya çekerek, avantaj sağlayabiliriz.”

Bu düşünceyle birlikte boş bir depo kiralamaya karar verdim… Burası, bütün genç sanatçılara açık olcaktı, burada çalışmak serbest olcaktı ve farklı kültürler buluşacaktı. Mekanda 1 piyano, bir batteri (drum-kit), 5 tane tiyatro ışığı, 1 mikrofon, birkaç boya ve kağıt ve hatta kıyafetleri dikmek için bir dikiş makinemiz vardı.

Bu şekilde, sanatın bütün biçimleri uygulanabilir ve bir araya getirilebilirdi.

 

Mevlevi dervişleriyle aranda nasıl bir yakınlık kuruyorsun? Bu konuda birşeyler söyler misin?

Ben sadece dönmeyi seviyorum:) Ve benim için vücudumu extrem formlara sokmak, enteresan.
Ve tabi. Belçika’da, çok ırkçılık ve milliyetçilik var. Böylelikle, göçmenlerin kendi ülkelerinden gelen bir sanat formunu kullanmaları otomatik olarak, politik bir ifade biçimi haline geliyor.
Aynı zamanda, yıllar sonra Mevlana ve Sufizm hakkında okumaya da başladım. Bu ilham veriyor. Fakat ben, çok uç bir şekilde bunu derinleştirmiş değilim.

Ben, özellikle, Şems’i beğeniyorum… O yeşildi ! Evet, o kesinlikle yeşildi :)

 

İMF karşıtı gösteride “Gül güçtür”, “Open your imagination” yazılı pankart kullanmıştın. Bu deyimle ne ifade etmek istedin ve gördüğün karşılıkla Türkiye polisine söylemek istediğin bir şey var mıdır? :)

IMF karşıtı gösteriyi kısıtlı bir zaman zamanda gerçekleştirmek istemiştim.(2 gün sonra performansımızın galası vardı )

Ve ben, şiddete ve monotof kokteylerinin bir parçası olmak istememiştim. Sadece “Fuck the police” diye bağırmak pek bir şey ifade etmiyor. Onlar, sadece işlerini yapıyorlar…

Bense yaratıcı bir slogan kullanmak istedim. 68 kuşağı öğrencileri “Hayallerini güçlendir!” (Power to the imagination) sloganını kullanmışlardı. Bu sloganı seviyorum. Ama bunu Türkçe’ye çevirmek çok zordu. Bir gece öncesinden arkadaşlarıma “Power to the Rose Türkçe’de ne demek?” diye sordum. “Flower power” gibi. (çiçeğin gücü)

Böylelikle, beyaz bir adam olmaya ve insanlara ve polise gül dağıtmaya karar verdim.Ve evet, “Gül, güçtür ” çok şiirsel. ..Aynı zamanda başka bir anlamı daha var: “Gülümsemek”. (smile)
Ve hatta içinde bir espri daha vardı…Türkiye’de bu isimde bir politikacı var…


Bomboşken Taksim’in ortasında sema yapmak…Görüntüm tüm televizyon kanallarında çıktı.Ve, evet, görüyosunuz, gösteri sonuç verdi. Politikada sanatı kullanarak… Hem de şiddetten ve molotof kokteylinden çok daha etkili bir şekilde sonuç verdi, çünkü insanlar bunu komik ve sevimli buldu…Ve eğer benim sanatım hoşlarına gittiyse, bu, benim fikirlerimi beğenmelerinden çok daha kolay….

İlginç olan…Tek eleştri diğer aktivistler tarafından geldi, internette yayınlandı. Beni “turist aktivist” olmakla suçladılar: “Dalga geçiyorsun, senin için kolay, sen Belçika’ya geri döneceksin! Biz, Türk insanları olarak her gün bu durumla birlikte yaşıyoruz.”
Üzgünüm. Emperyalist bir aktivist olmak istememiştim.

 

1 yıl için buraya geldiğim için mutluyum….Aynı zamanda hem Anti-Nükleer karşıtı buluşmada, hem Türkçe olarak ifade edersem “1 Mayıs”’ta ve Köprü karşıtı buluşmada sema dansı yapmaktan da mutluyum.

Tekrar söylemek gerekirse. Emperyalist olmak istemem. Fakat izin verin bir tavsiyede bulunayım. Avrupa’daki yeşiller ile aynı hatayı yapmayın. Onlar sadece dünyayı korumaya odaklandılar. Fakat bu bir yeşil için sadece normal. Eğitim ve okul sistemine odaklanmak çok daha ilgi çekici. Sosyal güvenliğe, kaliteli sağlık hizmetine, savaş karşıtlığına…

Bu konularla çok daha fazla insana ulaşabilirsiniz.

 

Doğrudan “doğa” konularıyla, hippilere, vejeteryanlara ve greenpeace gönüllülerinin oyunu alabilirsiniz  fakat onlar zaten ikna edilmiş durumda. Her halükarda yeşiller.

Muhammed ve Fatima ile iletişim çok daha önemli. ve… herkes çocukları için iyi bir eğitim ve oyun oynayabilecekleri sağlıklı bir şehir ister.

Polis hakkında?
Bırakalım işlerini yapsınlar!
Fakat işleri, halkı korumak ve böylelikle aktivistlerin de korunması lazım.

5 yıl önce, polis birçok kez beni yakaladı çünkü sokak performansı sergiliyordum ya da sokak müziği yapıyordum. Tabi polisler çok garip bir ırkçı duruş sergilediler… “Ovv, siz, Belçikalı bir turistsiniz, üzgünüz…” Fakat diğer bir taraftan bu sırada, çingeneler hapiste yatıyordu.

IMF karşıtı gösterideki gaz saldırısından sonra boş Taksim’e geri yürüdüm. Ve orada molotof kokteyllerini gördüm. Ve aynı zamanda orada çok agresif aktivistler gördüm. Sadece bu agresifliği bırakmak lazım. Böylece polis de değişebilir. Evet, o zaman ben de (bile) sivil polisler tarafından dövüldüm. Fakat bütün insanlar, polislerden nefret etti ama beni sevdiler.

Yani, eğer aktivizmde sanat, müzik veya dansı kullanırsanız çok daha güçlü olur.

Direnistanbul örneğindeki gibi… Orda samba müzik çalıyorlardı. 20 “palyaço”yla polisin önünde duruyorlardı. Polis bir palyaçoyu dövemez. Çünkü bu mantıkdışı olur ve eğer polis bunu yaparsa kimse o polisi sevmez…
Vize problemlerinden dolayı bu yıl, 3 gece Taksim karakolunda kalmak zorunda kaldım. Burada polisler bana çok sıcak davrandılar ve hiç şiddet uygulamadılar. Sadece bana değil… Aynı zamanda çingenelere, alkoliklere ve travestilere de aynı şekilde davrandılar… Ben de heralde “polis eğitimi değişiyor” diye düşündüm.

Fakat Yabancılar Şube… Burada bütün yasal olmayan kişiler ve mülteciler sınır dışı edilmek üzere toplanmıştı. (bir gece oradaydım.) Oradaki polisler çok saygısızdı. Resmen, İngilizce derslerine ve sosyal davranış eğitimine ihtiyaçları vardı. :)

Bana kalırsa, daha da önemlisi ordu.
Lütfen, alternatif sosyal ve kültürel hizmetlere sahip olmak için gerekli olanakları organize edin! Aptal bir militer sistemdeki aptal egzersizleri yaptırmaktansa farklı sosyal çalışmalar yürüterek ülkenize çok daha iyi hizmet edebilirsiniz.

Haydi NATO’ya dur diyelim ve bütün orduları ortadan kaldıracak bir başlangıç yapalım…

Evet… Ben hala hayal ediyorum…

İmf karşıtı gösteride “Ya Allah ya Selam” diye slogan atıyordun. Bu söz senin için ne ifade ediyor?

Bu 6 farklı dilde söylenen bir barış şarkısı ve ben o şarkıyı söylüyordum. O gün çok fazla şiddet vardı ve ben de o şarkıyı söylemeye başladım. Bana göre İmf karşıtı olmak öncelikle şiddete karşı olmak demek. Fiziksel şiddet, sosyal şiddet, ekonomik şiddet…

Herşeyden önce; bir barış aktivisti olduğumu düşünüyorum.

 

Bir sanatçı olarak 2010 Avrupa kültür başkenti projesini eleştirdiğin görülüyor. Bu proje hakkında ne düşünüyorsun?

Haha. Açıkçası hoşuma gitti. Tabi, bu çok büyük bir iş sektörü. Avrupa’ya daha yakın olmak için kültürel bir yolu seçmek, çok daha kuvvetli.

Ve evet, her şey çok daha demokratik bir şekilde organize edilebilirdi. Bu, her sanatçı veya proje, finansal desteğe sahip olabilir demek değil. (Bu arada, ben “ÜsküdART 2010” için hiç yardım talebinde bulunmadım ve hatta fotokopiler bile ücretsiz değildi.) Fakat Brüksel Kültürel Başkenti’nin farklı olduğunu mu düşünüyorsunuz? Hayır. Kesinlikle, orada da öyleydi.

Daha da önemlisi, gençlerin eleştiride pasif kalmaması… Hayır. Sokaklara gidin! Duvarları boyayın! İstiklal Caddesi’nde dans edin! Boş binalarda, fikirleriniz ve yaratıcılığınızı sergileyin!..

Bana kalırsa, İstanbul’un daha çok yeraltına ihtiyacı var. Daha çok “avangard”a…


Seni “İki Milyon İstanbullu” kampanyasında da İstanbul’da yaşayan biri gibi protestocular arasında gördük. Kampanya ve köprü projesi hakkındaki düşünceni merak ediyorum.

 

Haha. Bir ekolojist için bu çok kolay… Daha çok köprü, daha çok sokak ve beton… Bunlar sadece daha çok araba getirir… Tek çözüm var: Daha az araba.Yani bu, şu demek ki: Daha çok toplu taşıma aracı, ucuz toplu taşıma. Ve evet. Petrol fiyatlarını yüksek tutun… Benim için problem değil.
Belki ileride otobüsler, dolmuş ve taksiler gazla ya da elektrikler çalışabilir. Elektrik de güneş enerjisiyle ve bir de tabi rüzgar enerjisiyle üretilebilir.
Ülkenizde büyük bir güneş potansiyeline sahipsiniz… Bunu kullanın!

Biliyorsunuz bir çok, farklı ve kolay çözüm yolları var.
Herkes, gençlik etkinliklerinin alkol markaları tarafından sponsor edilmesini yasaklayan yasaya karşı çıktı.Neden?
Bu yasayı daha yeşil yapın!
Sigara reklamlarına son verin! Çünkü, onlar sağlık için kötü…
Alkol reklamlarına son verin! Alkol, ağır bir uyuşturucu…
Ve… Araba reklamlarına son verin! Onlar, insanları öldürüyor…

ÜsküdArt’ta bir kapanış sergisi var. Sergi ne hakkında, biraz bilgi verir misin?


1 yılın sonunda projeyi sonlandırıyoruz. Bu iş, daha çok benim kişisel birikimim ve enerjimle yapıldı. Ve bir yılın sonunda, tamamıyla sona eriyor. Zaten benim planım da, bu işi 1 yıl yürütmekti. Ben enerjimi, sanat için  harcamayı seviyorum, binaları yönetmek için değil…


İlk ay boyunca her pazar, çocuk atölyesi düzenledik. Ayn zamanda sergide, çocukların bu çalışmalarını da sunacağız.
Büyük olasılıkla, 9 Nisan günü birkaç müzisyen de sahne alacak.

16 Nisan cumartesi günü ise, sergimiz ve projemiz bir partiyle sona erecek…


Gelirken, yanınıza içkilerinizi alın…
MP3’lerinizi alın…
Arkadaşlarınızı ve dans ayakkabılarınızı da unutmayın…


Hoşgeldiniz.

 

******

Üsküdart 2010 Stüdyo Kapanış Sergisi

2010 İstanbul sanatçılarının gözünden… Rezidansımızda!

Görsel Çalışmalar:

Tuba Olgun (Türkiye)
Nihal Koparan (Türkiye)
Henrik Hedinge (İsveç)
Luk Sips (Belçika)
Anne Weyler ( Danimarka)
Martina Janssen (Danimarka)
Özgür Kulaksiz (Türkiye)
Levent Duran (Türkiye)

Müzik performansı:

Çağdaş Tanik (TR): piano / guitar
Levent Duran (TR): strings / vocals
Gökçe Kölüsüz (TR): drums / percussion
Utku Öğüt (TR): guitar / violin / vocals
Luk Sips (BE): harmonica / bagpipes

Başlama tarihi: 09/04/2011 : Cumartesi, KOKTAİL saat 18.00

Bitiş tarihi: 16/04/2011 : Cumartesi,  PARTİ saat 20.00

“İstanbul Avrupa Kültür Başkenti” sırasında, 1 yıl boyunca Üsküdar’da yürüttüğümüz  “Açık Sanat Atölyesi” projesini sonlandırıyoruz.

Birçok uluslararası sanatçının, dansçının, ressamın, müzisyenin, oyuncunun, yazarın yolu “üsküdART” a düştü ve birlikte çalışmaları oldu.

Şimdi, mekan yeniden boşalacak…Fakat bu sanatsal enerjinin müthiş izleriyle…

Bütün arkadaşlarımızı ve gönüllüleri bir araya getirmek için, tekrar, son bir  “soup & show” düzenliyoruz.

Ve ” 2010’nun İstanbul yeraltı Mekanı” nı henüz ziyaret etme fırsatı bulamamış insanlara: Bu son şansınız !!!

Hoşgeldiniz

 

Etkinliğin facebook linki için tıklayınız.

 

Sevgiyle – Müge İplikçi

Bu haftasonu İstanbul’da uluslararası bir toplantı yapıldı: Barışı Kurmak. Bu toplantının Cumartesi günkü oturumunun açılış konuşmasını Rakel Dink yaptı. Konuşmasının sonuna doğru çok önemli bir kavrama, sevgiye vurgu yaptı. Şu ezik, büzük toz pembe hayallerin tel örgüsüyle çevrilmiş, sanki gerçekdışıymış gibi dışardan, birer yabancı gibi izlemek durumunda bırakıldığımız o duyguya. Sanki sadece alışveriş mekanlarının ya da reklam şirketlerinin kullanımına haizmiş gibi kanıksadığımız ve bu surette anlamını unutmak durumunda bırakıldığımız o insani hisse. Baştan sona farklı ama hemen hepimizin ihtiyacı olana son derece önemli, zamanlaması kıymetli, yerinde bir vurguydu bu.

‘Cenazeden sonra, senden öfkeli, nefret dolu, kızgın bir dil bekliyorduk, dediler.’ Bu sözcükleri, sözcüklerin gerçek darasını hisseden biri olarak yutkunarak güçlükle telaffuz ederken bile bunun arkasından acıya dolanmış ama aynı zamanda şefkatle yoğrulmuş bir başka paragrafın biz salondakileri bulacağını hemen hepimiz biliyorduk: ‘Bunu yapanların istediği dil bu dedim: Nefret, öfke, kızgınlık. Bunlara sarılırsam benim onlardan ne farkım kalır? Yolumuzu sevgi yoluna nasıl dönüştürebiliriz, esas olan budur. Barışı sağlamak.’

Barışı yaşamın içine katarak dağlar tepeler aştığı zamanlardan bir zamanda yolu Dersim’e düşmüş Rakel Dink’in. Etrafın ağaçsızlığı ilgisini çekmiş. ‘Nereden bakarsanız bakın yüzlerce yıllık yerleşim yeri Dersim. Neden hiç eski, köklü bir ağaç yok?’ diye soruvermiş. Bunu bizlerle paylaşırken ‘bakın’ diyor ‘ben öyle çok politik bir insan değilim, gerçekten ilgimi çekti bu ağaçsızlık.’ Bu ağaçsızlığın nedeniyse dağların yakılmasıymış! Sürgün veren her ağacın ömrüne son veren bir kıvılcımmış.

Bu kıvılcımın nedenini hemen hepimiz biliyoruz. Bu kıvılcımın, kimimizin yok saydığı, kimimizin farklı gerekçelere tutunup ‘hayır efendim aslında öyle değil, böyle’ diye bertaraf etmeye çalıştığı ‘tek renk-tek ses bir toprak bütünlüğü’ne duyulan otoriter bir saygıdan kaynaklı olduğunu bir biçimde, hepimiz… Tabii buradaki soru toprak bütünlüğünü korumanın arazide yangın çıkarmakla ne ilgisi olduğu. Bunun için de geçmişte yakılan köylere, bu köylerle birlikte yok edilen ağaçlara, koparılan yaşamlara ve şimdilerde bu köylerin boş alanlarında gezinmekte olan hayaletlere kulak vermekte yarar var. Sahi insan yaşamının anlamı ve amacı, yaşamı yok ederek mi kendi varlığını sürdürmektir?

‘Toprak’ diyor Rakel Dink, ‘tüm bunlara rağmen bonkör, vermeye devam ediyor. Her taraf yemyeşil.’ Sanki bu sözleriyle, içimize ve vicdanımıza sesleniyor. Rahibe Teresa’nın sözlerine yer verirken de böyle. ‘Ne yaptığınız değil, yaptıklarınıza sevgiden ne kattığınızdır önemli olan.’ Bir yanda devletin katı göçmen politikaları, bu politikaların içinde tutunmaya çalışan yıkık hayatlar, bir diğer tarafta katı bir milliyetçiliğin pekiştirilmeye çalışılması. Bir diğer yanda sürekli geciktirilen davalar. Göz yummalar. İşine geldiği zaman katili hemen bulmalar. İşine gelmediği zaman suçu meşru kılacak tavırlar, yok saymalar.

‘Adalet kendiliğinden gelmez’ diyor kürsüdeki yorgun bakışlı ama zinde sözcüklere tutunan o metanetli kadın. ‘Geciktirilen cezalar suçu ve suçluyu teşvik etmekten başka bir şey değildir.’

Rakel Dink’in sözleri bizlere, yaşamı eylem ve içtenlikle sevmemiz gerektiğini, bu bereketin yaratacağı ivmeyle başkalarının yaşamlarına bakabileceğimizi ve bir ihtimal anlayabileceğimizi, bilfiil FARK yaratmanın aslında bu olduğunu hatırlatıyor.

Vatan

Kürdün enternasyonalizm ve yurtseverlikle imtihanı – Şeyhmus Diken

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) 12 Haziran genel seçimlerine bağımsız adaylarla girme kararından sonra destekleyeceği bağımsız adayları da açıkladı.

Doğrusu aday listesine baktığımda iki açıdan beklentilerimin büyük ölçüde gerçekleşmiş olmasından memnuniyetimi dile getirmenin yerinde olacağını dillendireyim.

Birkaç hafta önce yazdığım “Parlamentoda Nitelikli Kürt Temsiliyeti İçin” başlıklı yazımda dile getirmiştim:

“Kürtlerin kendi içlerindeki birlikteliği daha da güçlü kılabilmek için bir şekilde bugüne kadar tercihlerini Kürt siyasal hareketi dışında kalmak şeklinde kullananlara da ‘birliktelik’ manasında bir fırsat vermeye ihtiyaç var.”

Devamında ise;

“Seslere ses katmak ve sesleri ‘sınıf intiharından’ geçirerek, emeğin ve yoksulların ortak Kürt ve demokrat sesi olarak seçim meydanlarında dillendirmek için hep birlikte güçlü bir varoluşa evriltmek gerek.

“Batıda, Osman Kavala gibi, Sırrı Süreyya Önder gibi, Ertuğrul Kürkçü gibi, Ayşegül Deveciğlu gibi, Murathan Mungan gibi meclisin ezberini bozacak ve referanslarını soldan alan ilkeli tutarlı şahsiyetlerin adaylığına ihtiyaç var. Mesela soyu kıt’ale uğramış olanların sesi olsun diye Mıgırdiç Margosyan’ı Diyarbakır’dan bir Ermeni vekil olarak Ankara’ya göndermeye ihtiyaç var.”

Demiştim.

İşin açıkçası sol ve demokrat kesimden ve Kürt cenahından da bu birliktelik içinde yer alamayanların olması bir “burukluk” yaratmış olsa da, görünen o ki; çok renkli ve güçlü bir seçim dönemi yaşayacağımız gün gibi aşikâr…

Kürdün siyaseten iki şeyi seçim öncesi süreçte başardığını şimdiden söylemek için müneccim olmaya gerek yok. Sıradan bir öngörü yeter de artar bile. Kürt Özgürlük Hareketi kanımca iki buçuk olgunluğu becermiştir.

Biri Kürt siyasal hareketi dışında kalan kimi Kürt kesimlerini üstün bir özveriyle Kürt açık alan siyasetinin içine dâhil etmiştir. Bu büyük bir yurtseverlik örneğidir. Tarihe geçecek ve kayıt altına alınacak bir siyasal özveridir.

İkincisi, nerdeyse 40 yıldır (1965 Türkiye İşçi Partisi deneyimi) Türk parlamentosunda adı, sözü ve sesi unutulan hatta kısılan / kısıtlanan geçtiğimiz dönem yetersiz sesle duyulan “Sosyalizm”in sesinin 12 Mart ve 12 Eylül “Komünarları”nın sesinden bir kez daha duyulacak olmasının heyecanı…

Üçüncüsü diyecektim buçuk kaldı. O da şu; Erol Dora’yı Hasip Kaplan’la Beyoğlu’nda paylaştıkları avukatlık bürosunda sonra da Mezopotamya Kültür ve Dayanışma Derneği (MEZO-DER) isimli Süryani derneklerinde tanımıştım. İyi bir seçim oldu Süryani Halkı adına. Keşke buçuğu üçe tamamlamak için bir de Ermeni adayımız olsaydı…

Ve unutulmaması gereken bir vefa örneği de Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) davasından yargılananların da altı adayla bağımsız adaylar arasında yer alması…

Parlamentonun yeni dönemi için henüz konuşmak erken.

Ama geçmişteki sol geleneğimizden biliyoruz ki; her seçim aynı zamanda yeni örgütlülükler, yeni birliktelikler ve yeni gür sesleri meydanlara taşımanın da gerekçesidir.

Bu vesileyle Sırrı Süreyya Önder, Ertuğrul Kürkçü gibi referanslarını soldan alan entelektüellerin, Hatip Dicle ve Leyla Zana gibi Kürt siyasetinde duruşları ve varoluşları ile isim ve karizma olmuş şahsiyetlerin, Ferhat Tunç gibi sanatçı ve aydın kişiliğiyle rüştünü ispatlamış kimliklerin, Şerafettin Elçi gibi 12 Eylül öncesinde, zor zamanlarda bakanken Kürtlüğünü dillendirmiş kişiliklerin çok farklı ve örnek bir Kürt ve Demokrat iktidar paylaşımcılığının ipuçlarını vereceklerinin beklentisi içinde olacağımızı şimdiden söylemek mümkün…

Haydi hayırlısı…

BİANET

Galata Kulesi’nden Erdoğan’a mesaj: Nükleeri Durdur!

0

Greenpeace, Galata Kulesi’ne yansıttığı gerçek zamanlı animasyonda Japonya’da yaşanan nükleer facianın boyutlarını gözler önüne sererken, Başbakan Erdoğan’ın felaket sonrası tutumunu eleştirdi.

11 Nisan 2011- İstanbul- Greenpeace bugün, Türkiye’de ilk kez gerçekleştirilen bir eylemle, Galata Kulesi’nin üzerine projeksiyonla gerçek zamanlı bir animasyon yansıttı. Japonya’da 11 Mart 2011’de gerçekleşen depremin birinci ayı nedeniyle bu eylemi düzenleyen Greenpeace, Japonca ve Türkçe olarak “Kalbimiz Seninle” mesajı verdikten sonra Nerdworking Kolektifi’nden Gökhan Okur’un çizdiği animasyonla Japonya’da yaşanan nükleer facianın boyutlarını resmetti ve Başbakan Erdoğan’ın felaket sonrası yaptığı açıklamaları eleştirdi.

Animasyonda, eğer hükmet nükleer planlarına devam ederse sadece Sinop ve Mersin’in değil, tüm Türkiye’nin bir mezarlığa dönüşeceği vurgulandı. Kulenin üzerine “Erdoğan’ı Durdur, Nükleeri Durdur” mesajını yansıtan Greenpeace eylemcileri, Hükümet’ten Japonya’da yaşananların ciddiyetinin farkına varmasını ve Türkiye’deki nükleer santral planlarına bir an önce son vermesini talep etti.

200 bin kişi kanser riskiyle karşı karşıya

Greenpeace Akdeniz İklim ve Enerji Kampanyası Sorumlusu Pınar Aksoğan, “Yaşanan nükleer felaketin birinci ayında gelinen noktada durum hala ciddiyetini koruyor ve 200 bin kişi radyasyon yüzünden kanser riski altında. Başbakan Erdoğan ise riskin büyüklüğünü hafife alan açıklamalar yapıyor. Hükümet nükleer enerji tercihini yaparken bu riskleri tüp gaz patlaması ve bekarlıkla orantısızca karşılaştırmakta ve bu tercihin bedelini ödeyecek insanların zekasını küçümsemektedir. Hükümetlerin ürettiği politikalar ve alınan kararlar nükleer santraller ile ilişkili ise toplumun her kesimini etkiler ve geniş kitlelerle diyalog ortamında alınmalıdır. Başbakan Erdoğan ve Enerji Bakanı Taner Yıldız artık yaşanan felaketi görmezden gelmemeli, bir an önce nükleer enerji tercihinden vazgeçerek yenilenebilir enerji enerjilere yatırım yapılmalıdır” dedi.

Etkinliği izlemek için: http://vimeo.com/greenpeaceturkey/durdur-su-nukleeri

Yeşil Gazete

Seçim 2011: ÖDP listesini açıkladı

Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Genel Başkan Yardımcısı Önder İşleyen, ÖDP’nin seçimlere 81 ilde 85 seçim bölgesinde 550 adayı ile katılacağını açıkladı.

İşleyen, seçimler için “işçilerin, emekçilerin, gençlerin, kadınların, devrim ve sosyalizmin kürsüsünü” oluşturduklarını belirterek, listede Bursa, Eskişehir ve Kilis’de tamamı kadın olmak üzere yüzde 30 kadın; yüzde 32 işçi; yüzde 15 genç adayın yer aldığını belirtti.

ÖDP Genel Başkanı Alper Taş İstanbul 1. bölge’den, Genel Başkan Yardımcıları Sema Solaklı İstanbul 2. bölge, Haydar İlker ile Önder İşleyen de Ankara 2. bölgeden milletvekili adayı olacak.

(Yeşil Gazete)

Seçim 2011: CHP İzmir listesi kesinleşti

İki seçim bölgesi olan İzmir’de birinci bölgede ilk sıraya Güldal Mumcu otururken, ikinci bölgenin ilk sırasında Alaattin Yüksel yer aldı.

CHP kulislerinden edinilen bilgiye göre, İzmir listesi şu isimlerden oluştu:

BİRİNCİ BÖLGE

Güldal Mumcu, Rıza Türmen, Oğuz Oyan, Musa Çam, Hülya Güven, Erdal Aksünger, Aydın Özcan, Turgay Bozoğlu, Adnan Erdil, Atilla Sertel, Nazik Işık, Ebru Okay, Şener Akdemir.

İKİNCİ BÖLGE

Alaattin Yüksel, Mustafa Balbay, Mehmet Ali Susam, Rahmi Aşkın Türeli, Aytun Çıray, Birgül Aymaz, Mustafa Moroğlu, Levent Eyipişiren, Elfin Tataroğlu, Levent Piriştina, Özcan Kurtçu, Hüseyin Sezer, Coşkun Çiftlik

(Yeşil Gazete)

(Interview) a “strange” activist: Luk Sips

We know him from the meeting that happened 2 years before against IMF which was full of violence. He was giving roses to people and to policemen. He was dancing inside the gas bombs and water spray. Turkish media showed him as a stranger. And of course he had beaten by police. Probably, everybody that see the shows, will remember him. His name is Luk Sips…

 

Furthermore, he was showing derwish performance with costumes in the declamatory meeting on 1 May 2010. He was again a stranger on Turkish media. He was also performing at the “2 Milyon İstanbullu” meeting against to 3th bridge project, that organized by Türkish Green Party at 2 October 2010 on coast side of bosphorus.

 

Luk Sips is a performance artist. He is a green. He has created an alternative art center, ÜsküdArt 2010, at the same time of “2010 Cultural Capital of Istanbul” project. In ÜsküdArt 2010, many artists from outside or inside of Turkey have come together. In these days the project getting finish with a finish exhibition. We, Yeşil Gazete (Green Newspaper) wanted to talk with him about exhibition and especially to know him closer. Adding to remind; there is a party at the end of the exhibition, on saturday.

 

We know you from Turkish media as “the stranger”. Could you inform us yourself.

 

My name is Luk. And I am from Belgium. I studied “social work” and worked for more than 10 years with young people in Belgium. Also with immigrant boys from Turkish and Moroccan origin.
Later I started an extra master at Brussels University in Art Education.
After i finished that, i decided to stop having a “normal job” and to follow my teen-age dream: making theatre…
But this time: without any school. I just started to make performances and to follow workshops and trainings.

Already at the age of 13 years old i knew “later i will vote for the Belgian green party. Because i did not like war, and i did not want children in Afrika having hunger…
My part of the country, Flanders, has one of the first green partys in the world, the first in Europe. And the first in the world to have people voted in the parliement.
The name of the party was originally “AGALEV” from “Anders Gaan Leven” wich means: “to start living differently”. The founding father of this group was a Katholic priest… Luc Versteylen…
His filosophy was much more deep than only “saving the nature”. It was already in the ’70’s concerning “saving historical streets & buildings” , working on “public transport and traffic problems” as well as a revolutionary theory about sexuality for young people…
He is also the one that first used the colour green in the meaning : “to protect the weak and supressed people”…
I was very happy to meet him at the age of 16… He was making the service of the funeral of a friend of me that died from cancer…
So from that time i was active in the original green movement.

Core values of this social movement were quiet, solidarity and soberness. In the political translation this became Pacifism, solidarity and ecologism…
For me this 3 values are still the basics of green politics.
Iİn my opinion every decision must be checked on this 3 topics.

When I was 19, I was elected in my village for the local ecologic party. But I gave my “seat” to a friend. He is still active there.

8 years ago i finished my membership of this Belgian political party…
During the times they were part of the ruling government, they made to many compromises that were absolutely not ‘green’…

For me ‘green’ or ecology does not only mean “saving the nature”. For me green is a ‘holistic’ ideology. Everything is connected with everything in this world. And ecology is trying to see the whole story…
Actualy communism (Marxism) and kapitalism are making the same mistake… They both make economy the most important issue in the world.
This is not true. If you want to change society, change the world… many different topics have the same value and need same attention and energy: the social, the educational, the cultural, the economical, and even religeous practices are part of our world…
The Christian bible as well as the Koran are very ecological writings :) The other religions i don’t know that much, but probably they all tell about the same respect for people, animals and nature…

So if you want to be green, you have to start to make a good isolation in your house… Otherwise you spoil energy and support nuclear centrals.
You have to repair all your leaking taps in bathroom and kitchen… Otherwise you spoil water. And in Africa people die because of lack of water…
You have to be open to other cultures.
You have to support 3th world economy by buying products from these countries.
As well as support local agriculture.
You have to be against the army and any kind of violence…
You don’t have your coffee at Starbucks.
and if you really want to eat meat, take a lokal kebab in stead of BurgerKill of FuckDonalds.

Yes, it is quite difficult to live a green life…

And of course… İ am only trying.
Nobody is perfect.

So. Am I still a “yabancı” (Strange) now ?

 

 

Why did you choose this country? How long have you been there? How did you find the idea to start the project “Open art studio – üsküdart”, in Istanbul? What is Üsküdart?

 

5 years ago I came to Istanbul for the first time.
2 reasons.
First. İn Belgium we have 0090- festival, organised by my friend Mesut Arslan. (www.0090.be) This festival brings contempory arts: music, theatre, dance, painting, sculpture, film,… to a Belgian audience.
In this festival i used to work as a volunteer. So I met many artists and friends from Istanbul.
Second. In a dance workshop the teacher made the students “turn” for 1 hour.
I really likes this body-experience. So I started whirling at home and in the studio.
Without knowing anything about sufism or Mevlana & Shams.
Yes. I saw the traditional sema on television. So I knew it was “something from Turkey” and “something with Islam”.
But I was just turning.

These 2 reasons brought me in İstanbul a first time in 2006. Visiting my artist friends, and finding a school or teacher for the real sema.

I discovered the whole Istanbul art scene: çatı-dans, kargART, Galataperform, İstanbul Modern, İstanbulİmpro, Garajİstanbul, and many many galleries and concerts…
And I found a very open minded teacher in Oruç Güvenc (www.tumata.com)

Since that time i visited İstanbul 8 times.

In 2007, I presented a Belgian performance in İstanbul. “PREY / AV” . About male body & identity.
İn 2009 I made an İstanbul performance: “GenderWish”, together with Sinem Beykurt, a beautiful İstanbul dancing lady. This performance is about “gender”, male & female body & identity. We talked and worked very open about relations, mother/daughter, communication, divorce, intimacy, sexuality, jalousy, grand-parents, … Every topic you can imagine about being man and woman. But in the performance we only used… sema…
And we used pop music. From folk to reggae and house …
I like this mix of cultures and different art forms.
One of my dervish performances in Belgium was about “war & peace between different religions”.

Already 3 years ago people told me İstanbul would be “Cultural Capital of Europe” in 2010.
For me this was a super idea: Turkey is not yet member of Europe, but already the Cultural Capital.
That’s the spirit !
So I wanted to be here the full year.
But many of my Turkish friends said: “I hate İstanbul 2010”. Especially young artists.
“Why?” I asked.
“They do nothing for the artists… only for the big museums and theatres.”
OK. That’s true. Same problem we had in Belgium. This European Capital is mostly about tourism and city-management.
On the other hand, it is important that historic buildings get renovation. And that tourists discover this beauty.
So my reaction was: “Why not do something ourselves ? In empty buildings, or the streets… And this way take our profit of the extra tourists during this year.”

Like this I came to the decision to rent an empty depot…
and make it open to all youg artists, to be free to work and meet other cultures.
We had a piano, a drum-kit, 5 theatre-lights, 1 microphone with a street – speaker, some bruches – paint and paper… and even a sewing machine to make clothes.

This way all kinds of art could be practiced and come together.

 

Would you like to tell something about swirling derwishes and you.

 

Ya. Just I like turning :)
And for me it is interesting to put my body in extreme conditions.

Of course. In Belgium there is a lot of racism and nationalism.
So, using an art-form coming from the country of our “immigrants” is automatically a political statement too.
After the years I also start to read more about Mevlana & sufism. It is inspiring. But İ not extremely deep into it.
Especially I love Shams… he was green! He was defenitely green :)

 

You wrote : “Rose is power” “open your imagination” What did you mean with this expression? And would you like to tell something to Turkish police :P  :)


In the anti-IMF demontrration I wanted to participate with my limited time (2 days later there was premiere of our performance)
And I did not want to participate in the violence, the molotov-cocktails.
Only screaming “Fuck the police” is of no use. These guys are just doing their jobs…

So I wanted to use a slogan about Creativity… In ’68 the students used: “Power to the Imagination”.
I like this slogan. But the translation in Turkish was too difficult.
So I asked the night befor to my friends. “What is Power to the Rose” in Turkish? like in Flower Power.
Because I already decided I would be white man and give roses to people around and to police.
And yes. “Gül Güçtür” is super poetic. It has a double meaning because also means “smile”.
And there was a joke in it… because you have a politician with this name…

By doing semah in the middle of this empty gaz Taksim.
And by resisting the water kanon…
My image went around on all the television news.
And. Yes. You see. İt works. Using ART in politics. And it works much better than violence and molotov’s, because all the people find it funny, charming, … And if they like my act, it is more easy that they like my ideas…

Interesting… the only critics came later on the internet by other activists. They blamed me to be “a tourist activist”. You take it easy. You go back to Belgium later. But we, Turkish people live with this situations every day.
I am sorry. I don’t want to be an imperialist activist.
So I was happy to come back for 1 year.
And also dance sema in Anti Nuclear meeting. In you Turkish “bir mayis”. And in anti-Köprü meeting…

 

Again. I don’t want to be imperialistic. But please allow me 1 advice.
Don’t make the same mistake as “the greens” in Europe…
They focussed only on “save the earth”.
But this is just normal for green.
It is much more interesting to focus on education and school-system.
Social security.
Good health care…
Anti-militarism.

With this topics you can reach much more people.

With strict “nature” topics. You reach the hippies, the vegetarians and the greenpeace people.
But they are already convonced. They vote green anyway.

It is much more important to communicate with Mohamed and Fatima…
And… everybody is interested in a good education for the children and in a healthy city where children can play…

 

About polis ?
Let them do their jobs.
But their job is: to protect the citizens.
So also the activists must be protected.

5 years ago polis took me several times because i was making street-performans or streetmusic.
And of course they are in a strange way racistic… “Ow… you are Belgian tourist. Sorry”… But the gipsies stay in prison…

On the other hand.
After the gaz attack in IMF I walked back to the empty Taksim…
And there I found Molotov-cocktails…
So there are also very agressive activists.
Just stop this agression. And polis will change.
OK Also İ was beaten by civil polis. But all the people hated this polis man and they liked me.
So activism is more powerfull if you use art, or music, or dance.
Like Direnistanbuş… They were playing samba music. They were standing with 20 “clowns” in front of police.
Police can not beat a clown… this is ridiculous and nobody will like this police…

Because of visa problem I had to stay for 3 nights in Taksim police station this year. And this police men where very friendly and non violent.
Not only for me. Also for the gipsies, and the alcoholists, and the travestites…
So I think poice education is changing…
But the Yabancılar Police… where all the illegals and refugees are collected for deportation (i was there 1 night). They have no respect. They need education … English lessons … and social behaviour – training :)

I think more important is the army.
Please.
Organise the possibility to have alternative, social or cultural service.
You can serve your country in a much better way by social work than by stupid exercices in a stupid militaristic system.
Let’s just STOP the NATO. en start to shut down all the armies…

Yes… I am still dreaming…

 

 

You were shouting as “ya Allah ya Selam” on anti-imf meeting. What does it mean to you?

This is a song that sings about peace in 6 different languages.
There was so much violence that day.
So I started singing about peace.
Being against IMF means for me in the first place: being agains violence. Physical violence, social violence, economical violence…
In the first place I am a peace activist I think.

 

As an artist, you are critisizing the european capital of culture project. What do you think about İstanbul European capital of Culture ?

Haha.
Actualy I like it.
Of course it is full of big business.
But it is super powerful to choose the cultural way to come more close to Europe.

And Yes. Things can be organised more democratic. And not every artist or project can have financial support. (I got no help at all for my “üsküdART 2010”, even not free fotokopies)
But do you really think Brussels Cultural Capital was different ? Nope. Exactly the same.

More important is for young people not to stay in passif criticism. No. Go on the streets. Paint the walls. Dance in the İstiklal.
Perform your ideas and creativity in empty buildings…

Istanbul needs more underground i think. More “avant-garde”.

 

 

You joined the remonstrance of 3th Bridge campaign ” 2 million people from Istanbul”  as a person who live in Istanbul. I was wondering your opinions about this campaign, and the bridge project.

 

Haha. For an ecologist this is very easy…
More bridges and more streets and beton… only will bring more cars…
The only way is: less cars.
This means: more public transport. Cheap public transport. And yes. Keep the petrol price high. No problem for me.
Maybe the busses, dolmuş and taxi’s can drive on gaz or electrcity in the future
Electricity coming from sun-energy. And wind – energy of course…
You have so much sun in your country.
Use it.

And you know. There are very easy solutions.
Everybody was against the law that wants no more sponsoring by alcohol companies for youth-events.
Why ?
Make this law more green:
No more reklam for sigarets. They are bad for healt…
No more reklam for alcohol. İt ia a hard drug…
And… no more reklam for cars… they kill people…

 

 

And there is an end exhibition in üsküdart? What is it about? Could you give some information..

 

After 1 year we close this project.
It was made with only my personal money and energy.
And this is completely finished after 1year.
But also it was my plan: 1year.
I like to put my energy in art. not in managing a building…

But many (mostly international) artists worked in the studio.

They left many paintings, installations and sculptures.
We will present a selection of this workd.

During the first months we had also children atelier every sunday.
We will also show work of the children.
And probably some musicians will play during the opening on 09/04

On saturday 16/04 we will finish the exhibition and the project with a party…
Bring your own drinks…
Bring your own MP3’s…
Bring your friends and dancing shoes…

Hoşgeldiniz.

 

The Program of the exhibition:


“Open Studio Closed”
Overview of all the works by our artists in residence during İstunbul 2010.

 

Visual artists:

Tuba Olgun (TR / Türkiye)
Nihal Koparan (TR / Türkiye)
Henrik Hedinge (SWE / İsveç)
Luk Sips (BE / Belçika)
Anne Weyler (DE / Almanya)
Martina Janssen (DE / Almanya)
Özgür Kulaksiz (TR / Türkiye)
Levent Duran (TR / Türkiye)
Jan Rijmenants (BE / Belçika)
Pisteffo (BE / Belçika)
Hakken Beuken & Christoffel Hendricks (BE)

 

Musicians:

Çağdaş Tanik (TR): piano / guitar
Levent Duran (TR): strings / vocals
Gökçe Kölüsüz (TR): drums / percussion
Utku Öğüt (TR): guitar / violin / vocals
Luk Sips (BE): harmonica / bagpipes

 

Opening: Saturday 09/04/2011 : Cocktail at: 18.00

End: Saturday 16/04/2011 : PARTY at: 20.00

 

After 1 year open arts studio in Üsküdar, during the İstanbul 2010, European Capital of Culture,

We close the project.

Many international artists, dansers, painters, musicians, actors, writers,… found their way to “üsküdART 2010” and worked together.
Now the space is empty again… but…
full of traces of this artistic energy…
We organise a last “soup & show” to bring all the friends and volunteers together again.
And for those people that could not find the time to visit yet
“The İstanbul Underground Space of 2010” :
Take your last chance !

Welcome / Hoşgeldiniz

Click for the exhibitions facebook link.

Seçim 2011: ESP, Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’ndan çekildi

Ezilenlerin Sosyalist Partisi, 12 Haziran seçimleri için Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’ndan çekildiğini duyurdu. ESP, seçimlere bağımsız adaylar ile girecek, aday gösterilmeyen yerlerde ise BDP’nin adayları desteklenecek.

ESP, bloktan çekilme nedenlerini şöyle açıkladı:

“Seçim ittifakı kapsamında, ittifak ilişkileri yürütülmesi başından itibaren sorunlu bir seyir izlemiştir. Cephe çalışması seçim çalışmasına, seçim çalışması da adaylar tartışmasına dönüşmüştür. Muhataplık ilişkileri doğru bir zeminde kurulamamış, blok ve iradesi şekilsel hale gelmiştir. ‘Seçilebilir yerler’ dışında kalan yerlerde blokun adayları ve hazırlığı son aşamaya kadar gündeme bile gelmemiş, blokun böyle bir gündemi olmamıştır. ‘Seçilebilir yerler’ tartışması ise esas olarak ikili görüşmeler zemininde sürdürülmüş, blok seyirci konumuna düşürülmüştür. Blok içerisinde bugüne kadar yer almayan partiler bir anda bloka dahil olmuş, adaylar da bu çerçevede şekillenmiştir. Blok toplantılarında adı gündeme bile gelmemiş, adaylıklarına dair bilginin dahi verilmediği adaylar, ‘blok adayı’ olarak kararlaştırılmıştır.”

 

Seçim 2011: TKP listesini açıkladı

Türkiye Komünist Partisi, 12 Haziran Genel Seçimleri için aday listesini açıkladı.

Partiden yapılan açıklamaya göre, TKP, 85 seçim bölgesinde 550 milletvekilliği için de seçime giriyor. Bu 550 adayın ise %41’i kadın, %32’si ise işçi.

(Yeşil Gazete)