Dış Köşe

Sevgiyle – Müge İplikçi

0

Bu haftasonu İstanbul’da uluslararası bir toplantı yapıldı: Barışı Kurmak. Bu toplantının Cumartesi günkü oturumunun açılış konuşmasını Rakel Dink yaptı. Konuşmasının sonuna doğru çok önemli bir kavrama, sevgiye vurgu yaptı. Şu ezik, büzük toz pembe hayallerin tel örgüsüyle çevrilmiş, sanki gerçekdışıymış gibi dışardan, birer yabancı gibi izlemek durumunda bırakıldığımız o duyguya. Sanki sadece alışveriş mekanlarının ya da reklam şirketlerinin kullanımına haizmiş gibi kanıksadığımız ve bu surette anlamını unutmak durumunda bırakıldığımız o insani hisse. Baştan sona farklı ama hemen hepimizin ihtiyacı olana son derece önemli, zamanlaması kıymetli, yerinde bir vurguydu bu.

‘Cenazeden sonra, senden öfkeli, nefret dolu, kızgın bir dil bekliyorduk, dediler.’ Bu sözcükleri, sözcüklerin gerçek darasını hisseden biri olarak yutkunarak güçlükle telaffuz ederken bile bunun arkasından acıya dolanmış ama aynı zamanda şefkatle yoğrulmuş bir başka paragrafın biz salondakileri bulacağını hemen hepimiz biliyorduk: ‘Bunu yapanların istediği dil bu dedim: Nefret, öfke, kızgınlık. Bunlara sarılırsam benim onlardan ne farkım kalır? Yolumuzu sevgi yoluna nasıl dönüştürebiliriz, esas olan budur. Barışı sağlamak.’

Barışı yaşamın içine katarak dağlar tepeler aştığı zamanlardan bir zamanda yolu Dersim’e düşmüş Rakel Dink’in. Etrafın ağaçsızlığı ilgisini çekmiş. ‘Nereden bakarsanız bakın yüzlerce yıllık yerleşim yeri Dersim. Neden hiç eski, köklü bir ağaç yok?’ diye soruvermiş. Bunu bizlerle paylaşırken ‘bakın’ diyor ‘ben öyle çok politik bir insan değilim, gerçekten ilgimi çekti bu ağaçsızlık.’ Bu ağaçsızlığın nedeniyse dağların yakılmasıymış! Sürgün veren her ağacın ömrüne son veren bir kıvılcımmış.

Bu kıvılcımın nedenini hemen hepimiz biliyoruz. Bu kıvılcımın, kimimizin yok saydığı, kimimizin farklı gerekçelere tutunup ‘hayır efendim aslında öyle değil, böyle’ diye bertaraf etmeye çalıştığı ‘tek renk-tek ses bir toprak bütünlüğü’ne duyulan otoriter bir saygıdan kaynaklı olduğunu bir biçimde, hepimiz… Tabii buradaki soru toprak bütünlüğünü korumanın arazide yangın çıkarmakla ne ilgisi olduğu. Bunun için de geçmişte yakılan köylere, bu köylerle birlikte yok edilen ağaçlara, koparılan yaşamlara ve şimdilerde bu köylerin boş alanlarında gezinmekte olan hayaletlere kulak vermekte yarar var. Sahi insan yaşamının anlamı ve amacı, yaşamı yok ederek mi kendi varlığını sürdürmektir?

‘Toprak’ diyor Rakel Dink, ‘tüm bunlara rağmen bonkör, vermeye devam ediyor. Her taraf yemyeşil.’ Sanki bu sözleriyle, içimize ve vicdanımıza sesleniyor. Rahibe Teresa’nın sözlerine yer verirken de böyle. ‘Ne yaptığınız değil, yaptıklarınıza sevgiden ne kattığınızdır önemli olan.’ Bir yanda devletin katı göçmen politikaları, bu politikaların içinde tutunmaya çalışan yıkık hayatlar, bir diğer tarafta katı bir milliyetçiliğin pekiştirilmeye çalışılması. Bir diğer yanda sürekli geciktirilen davalar. Göz yummalar. İşine geldiği zaman katili hemen bulmalar. İşine gelmediği zaman suçu meşru kılacak tavırlar, yok saymalar.

‘Adalet kendiliğinden gelmez’ diyor kürsüdeki yorgun bakışlı ama zinde sözcüklere tutunan o metanetli kadın. ‘Geciktirilen cezalar suçu ve suçluyu teşvik etmekten başka bir şey değildir.’

Rakel Dink’in sözleri bizlere, yaşamı eylem ve içtenlikle sevmemiz gerektiğini, bu bereketin yaratacağı ivmeyle başkalarının yaşamlarına bakabileceğimizi ve bir ihtimal anlayabileceğimizi, bilfiil FARK yaratmanın aslında bu olduğunu hatırlatıyor.

Vatan

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.