Ana Sayfa Blog Sayfa 5198

Seçim 2011: ÖDP sokaktaydı

Yüksek Seçim kurulu tarafından seçime girilmesine izin verilmeyen ÖDP üyeleri başkentte eylem yaptı. Polis biber gazıyla müdahale etti.

İstanbul

ÖDP üyeleri YSK’nin partilerine dönük veto kararını eylemlerle protesto etti. Saat 19.00’da Taksim Tramvay Durağı’nda buluşan ÖDP’liler Galatasaray Lisesi önüne kadar yürüdü. “Ferman YSK’nin sokaklar bizimdir” yazılı pankart açan ÖDP üyelerine ESP, EHP ve TKP yöneticileri de destek verdi.

YSK’nin veto kararına öfkeli olan grup yol boyunca “Hırsız YSK hırsız AKP”, “YSK seçimi al başına çal”, “Susma sustukça sıra sana gelecek” sloganları attı.

Galatasaray Lisesi önünde basına açıklama yapan ÖDP İstanbul İl Başkanı Hüseyin Atalay, partilerinin seçim dışı bırakılmasının kabul edilemez olduğunu belirterek “Partimizin ve BDP’nin bağımsız adaylarına ilişkin yaşanan süreç hukukun teferruat haline geldiğini göstermektedir” dedi.

Atalay, vetoya gerekçe olan belgeleri tamamlamalarına rağmen YSK’nin “zamanı geçti” diyerek veto kararında ısrarcı olduğunu söyledi. Atalay şöyle devam etti; “ÖDP’nin seçimlerde olmasının anlamı devrim ve sosyalizm iddiasının bu sürece taşınmasıydı. Seçimlere girme hakkımız ortadan kaldırılmış olsa da bu iddiamızı sürdüreceğiz. Yüzde 10 seçim barajı, bürokratik engellerle ve açık baskıyla devrimcilerin sesini kısarak sömürücü ve işbirlikçi düzenlerini sürdürmek isteyenler karşısında seçim sürecinde de mücadelemizden geri durmayacağız.
“Bugün AKP-cemaat Koalisyonu eliyle kurulan yeni Mübarek rejimine karşı emekçilerin, gençlerin, kadınların, işçilerin mücadelesini güçlendirerek direnmeye devam edeceğiz. Ve geleceği birlikte sokaktan kuracağız.”

1 Mayıs’ta halkı sokağa çıkmaya çağıran ÖDP üyeleri Galatasaray Lisesi önünde yarım saatlik oturma eylemi yaptı.

Ankara

YSK’nin ÖDP’nin seçimlere girmesini veto etmesi üzerine Ankara İl Örgütü bugün (22 Nisan) Yüksel Caddesi’nde bir araya geldi. “Ferman YSK’nın, sokaklar bizimdir” pankartı ve “AKP’den hesabı devrimciler soracak”, “AKP mezara halk iktidara” sloganlarıyla yürüyen ÖDP’liler YSK önünde bir açıklama gerçekleştirdi. Yapılan açıklamada YSK’nin eksik belgeleri ve teslim tarihini gerekçe göstererek veto kararı verdiği, ancak BDP tarafından desteklenen bağımsız adaylara ilişkin olumlu inisiyatifin ÖDP için kullanılmadığı belirtildi.

Açıklamanın ardından yapılan konuşmalarda YSK’nin “kadın adaylardan askerlik belgesi istediği” belirtildi. Bunun üzerine askeri üniforma giymiş bir kadın, üniformayı çıkartarak YSK önüne bırakmak istedi. Polisin izin vermemesi ve gruba biber gazıyla saldırması üzerine ÖDP üyeleri de polise yumurta atarak karşılık verdi.

Gerginliğin sona ermesinin ardından ÖDP üyeleri yeniden Yüksel Caddesi’ne yürüyerek eylemini sonlandırdı.

Antalya

ÖDP Antalya İl Örgütü önünde toplanan yüzlerce kişi Attolos Heykeli’ne kadar yürüyerek YSK’nın veto kararını protesto etti.

ÖDP’ye destek vermek için gelen dernek, sendika, parti temsilcilerinin de aralarında bulunduğu yüzlerce kişi, Atatürk caddesi Uçar İşhanı önünde toplanarak taşıdıkları “Ferman YSK’nın sokaklar bizimdir” pankartı ile Attalos Heykeline kadar yürüdüler..

Yol boyunca ”Yaşasın Devrimci Dayanışma” “Faşizme Karşı Omuz Omuza” “Yaşasın Halkların Kardeşliği” “Baskılar Bizi Yıldıramaz” sloganları atan eylemciler adına, ÖDP Antalya İl Başkanı Zeynel Ergen bir basın açıklaması yaptı.

Açıklamasına Akdeniz Üniversitesinde sekiz öğrencinin gözaltına alınmasını kınayarak başlayan Zeynel Ergen, “Diyarbakır’ın Bismil İlçesi’nde İbrahim Oruç’un öldürülmesini ve çıkan olayları protesto eden Akdeniz Üniversitesindeki gençlerimiz saldırıya uğramış ve sekizi göz altına alınmıştır. Rektör AKP’nin direktörü olmuştur. Rektör çocuklarımıza polis terörü uygulamaktadır. Bu uygulamasından derhal vazgeçmelidir” dedi.

Seçimlere girme hakkını kazanmış ÖDP’nin ‘eksik evrak’, ‘süre doldu’ gibi gerekçelerle seçim dışı bırakılmansının kabul edilemez olduğunu söyleyen Ergen, “ÖDP’nin seçimlerde olmasının anlamı; devrim ve sosyalizm iddiasının bu sürece taşınmasıydı. Seçimlere girme hakkımız ortadan kaldırılmış olsa da bu iddiamızı sürdüreceğiz. Yüzde 10 seçim barajı, bürokratik engeller ve açık baskıyla devrimcilerin sesini kısarak sömürücü ve işbirlikçi düzenlerini sürdürmek isteyenler karşısında seçim sürecinde de mücadelemizden geri durmayacağız” şeklinde konuştu.

Sanatçılar “İnsanlığı” korumaya aldı

Başbakan Erdoğan’ın ‘ucube’ diye nitelendirdiği ve kaldırılmasına karar verilen insanlık anıtı önünde toplanan sanatçılar, yıkım kararını protesto ettiler. Heykeltıraş Mehmet Aksoy, sanatın onurunu korumak için biraraya geldiklerini söyledi.

İstanbul’dan bir grup sanatçı, kaldırılması için hazırlıklara başlanan İnsanlık Anıtı önünde basın açıklaması yapmak üzere uçakla Kars’a geldi. Edip Akbayram, Tarık Akan, Suavi, Rutkay Aziz, Onur Akın, Menderes Samancılar gibi sanatçıların yeraldığı kafilede Erzincan eski Cumhuriyet Başsavcısı ve CHP Denizli Milletvekili adayı İlhan Cihaner, Heykeltraş Mehmet Aksoy, Avukat Turgut Kazan, Kars eski Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu da yeraldı. Yaklaşık 2 bin kişilik grup kent merkezinden Sukapı Mahallesinde bulunan İnsanlık Anıtına otobüs, minibüs ve otomobillerle gitti.

İnsanlığa barış getirmesi dileğiyle İnsanlık anıtını yaptıran dönemin belediye başkanı ve CHP Kars Milletvekili adayı Naif Alibeyoğlu, anıtın değil yüreklerin yıkılacağını belirtti. Soykırım anıtlarına karşı insanlık anıtını yaptırdıklarını anlatan Alibeyoğlu, “Tek amacımız dünyaya barışı duyurmaktı. 7 yıldan beri bu anıtı niye yaptığımızı anlattık” diye konuştu.

İnsanlık anıtı önünde düzenlenen mitingde konuşan heykeltıraş Mehmet Aksoy’un avukatı Turgut Kazan, yıkımla ilgili hukuksal anlamda bir çözüm kalmadığını belirtti. Kazan, 12 Haziran seçimlerinde bunun hesabının sorulmasını istedi. Sanatçılara destek için Kars’a gelen Erzincan eski Cumhuriyet Başsavcısı ve CHP Denizli Milletvekili adayı İlhan Cihaner, heykele sahip çıkarak 12 Hazirand’a iktidarı yıkacaklarını ileri sürdü. Cihaner konuşurken, anıt önünde toplananlar ’Seni yargılayanlar yargılanacaktır’ sloganı attı.

Sanatçılar olarak bu tür mücadelelerin içine göğüslerini gererek girdiklerini belirten Tarık Akan ise heykelle ilgili bu aşamaya gelinmesinden üzüntü duyduklarını bildirdi. Türkiye’nin dört bir yanından gelen sanatçılara teşekkür eden heykeltıraş Mehmet Aksoy, “Yorgunsunuz ama umut saçıyorsunuz. Ressam, müzisyen, şarkıcı, aktrist arkadaşlarım, yazar dostlarım, sanatsever arkadaşlar hepinizi candan kucaklıyorum. Sanatımızın onurunu korumak için buradayız” dedi.

Sanatın ruhu temizlediğini, kafaları ucubelerden, putlardan koruduğunu savunan Mehmet Aksoy, “Sanat yenmez ama ’ekmek, su kadar gereklidir’ demek için burdayız. Düşmanlıklar, savaşlar son bulsun, insanlığa uzanan el tutulsun diye o eli tutmak için burdayız. Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı 23 Nisan’a ve Cumhuriyetimize sahip çıkmak, böyle bir günde heykelin yıkımını başlatmamak için burdayız. Tek doğru benim doğrum, tek hukuk benim hukukum diyenlere, taammüden cinayetlere, yargısız infazlara, güzeli çirkin, kötüyü iyi, haklıyı haksız, şerefsizi şerefli, gösterenlere karşı burdayız” diye konuştu.

İnsanlık anıtı önünde toplanan yaklaşık 2 bin kişi ’anıtı yıkınlar, memleketi satanlar’, ’Boyun eğme saltanata dur de’ diye slogan attılar. Basın açıklamasına katılan çeşitli kültür sanat derneklerinin başkanları yıkım kararına tepki gösterdiler.

Turgay İpek, Dinçer Aktemur

23 Nisan Bakanı daha “gerçek” çıktı

Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun makamına oturan İnci Çetin, ‘YGS’deki şifre iddiasından en çok öğrenciler etkilenmiştir. Öncelikle onların ikna olması gerekmektedir. Bir de önlerinde LYS var. Sisteme olan güvenleri sağlanmalıdır’ dedi.

Bakan Çubukçu, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı dolayısıyla Ankara Valisi Alaaddin Yüksel başkanlığındaki İl Kutlama Komitesi ile öğrencileri makamında kabul etti.

Çubukçu, burada yaptığı konuşmada, “Bugün özel bir gün, Mustafa Kemal Atatürk’ün sizlere armağan ettiği bir gün, dolayısıyla sizin konuştuğunuz, bizim sustuğumuz bir gün. Dolayısıyla bugün ben burada Milli Eğitim Bakanı olarak hitap etmeyeceğim, görevimi ve makamımı bugünün Milli Eğitim Bakanı olan İnci Çetin’e bırakıyorum” dedi.

Çubukçu’nun makamını devralan Elvankent Hasan Şükran Saruhan İlköğretim Okulu 5. sınıf öğrencisi İnci Çetin (11), konuşmasında çocuklara verilen değerin göstergesi olarak makamda olmaktan mutluluk duyduğunu söyledi. Makamını kendisine devreden Bakan Çubukçu’ya teşekkür eden Çetin, şöyle konuştu:

“Atatürk’ün yeni nesillere bıraktığı en önemli miras bağımsız ve demokratik bir Türkiye. Atatürk’ün tüm dünyaya örnek olan bu armağanını, bayramımızı yıllardır dünya çocuklarıyla kutluyoruz. Dünya çocuklarının da büyük bir mutlulukla katıldığı kutlamaları gördükçe kendimize hatırlatmalıyız ki bu kalpler bu yaşta barış ve kardeşlik içinde atabiliyorsa, bundan 50-100 sene sonra atmaması için hiçbir neden yoktur. Yeter ki biz bugün evimizde, ülkemizde konuk olan dünya çocuklarının kalbine sevgi ve barış tohumları ekelim.”

SINIF MEVCUTLARI EN FAZLA 20-25 KİŞİ OLMALI
Çetin, konuşmasının ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı. Çetin, bir gazetecinin YGS’deki kopya iddialarının hatırlatarak, “Sınav iptal edilmeli?” diye sorması üzerine, “YGS’deki şifre iddiasından en çok öğrenciler etkilenmiştir. Öncelikle onların ikna olması gerekmektedir. Bir de önlerinde LYS var. O yüzden kaldırılmamalı ama sisteme olan güvenleri ve motivasyonları tam olarak sağlanmalıdır” diye konuştu.

Bunun üzerine, Bakan Çubukçu, İnci Çetin’in çok güzel bir cevap verdiğini ama iptal kararını verecek kişinin Milli Eğitim Bakanı olmadığını ifade etti.

Çetin, başka bir soruyu yanıtlarken, ilk talimatının öğrencilerin burs imkanlarının artırılması olacağını söyledi.

Çetin, “Milli Eğitim sisteminde en büyük sorunu ne olarak görüyorsunuz?” sorusuna da “Ben en büyük sorunu sınıf mevcutlarının çok fazla olmasında görüyorum. Sınıf mevcutları bana kalırsa en fazla 20-25 kişi olmalı ve öğretmenlerin yaşam standartları artırılmalı ki bunun yolunu herkes biliyor. Bu şekilde en azından en büyük sorunlar ortadan kalkacaktır” yanıtını verdi.

Bakan Çubukçu da bu önemli günde koltuğunu bir kız çocuğuna devretmekten büyük mutluluk duyduğunu kaydetti.

Çubukçu, daha sonra İnci Çetin’e günün anısına adına bastırılan kartvizitleri ve not kağıtlarını hediye etti.

Komitedeki diğer öğrencilere de hediyeler veren Çubukçu, çocuklarla fotoğraf da çektirdi. (Ajanslar)

Rondo’dan 20 asist

0

Celtics’te Paul Pierce ile Ray Allen’ın toplam 70 sayıya ulaştığı maçta, Rondo da bir rekora imza atarak 20 asist yaptı ve Celtics, Knicks karşısında 3’üncü maçı da kazandı.

New York Knicks, Madison Square Garden’da 19 bin 763 taraftarı önünde Boston Celtics’i konuk etti. 2 saat 25 dakika süren maçta Celtics’in ağır silahları ev sahibine hiç şans tanımadı. Celtics, 113-96 ile play-off serisindeki 3’üncü maçı da kazanarak bir üst tura çıkmaya çok yaklaştı.

Paul Pierce 38 sayıyla en skorer isim olurken, Ray Allen da 32 sayıyla yıldızlaştı. Celtics’te öyle bir isim vardı ki kaydettiği 15 sayıyla değil ama yaptığı 20 asistle geceye damga vurdu. Rondo, 20 asist vererek Celtics’in play-off asist rekorunu kırmayı başardı. Rondo aynı zamanda 11 de ribaund aldı. Rondo 15 sayı, 20 asist ve 11 ribaundla Celtics’te triple-doubla’a imza atan isimdi.

Serinin dördüncü maçı pazar günü oynanacak ve bu maçı da Celtics kazanırsa play-off serisinde bir üst tura çıkacak.

Knicks’te Carmelo Anthony 16’da 4 ile oynarken maçı 15 sayı 11 ribaundla tamamladı.

Dizindeki sakatlık sebebiyle kenarda kalan Chauncey Billups’ın yokluğunda Amare Stoudemire da sırtındaki spazmlarla çıktığı maçta 7 sayıda kaldı. Knicks’te Mason 17, Douglas 15, Jeffries de 12 sayıyla maçı tamamladı

Foto Galeri: Nükleer karşıtları Ankara’da yürüdü, şenlik yaptı

Aralarında Yeşiller Partisi, KEG, Greenpeace ve DSİP’in bulunduğu nükleer karşıtları Tunalı Hilmi Caddesi’nde yürüdü, Kuğulu Park’ta anti-nükleer şenlik gerçekleştirdi.

(Ayrıntılar geliyor…)

Haklara ve halklara düşman bir hukuk – Oya Baydar

Yüksek Seçim Kurulu, BDP’nin desteklediği bağımsız adaylardan önemli bölümünün başvurularını reddederek bir minidarbe gerçekleştirdi. Anayasa mahkemesinin ünlü 367 oy kararının ve onu izleyen bir dizi hukuk komplosunun ardından kamuoyunda yüksek yargıya duyulan güvensizlik, o yargı kurumlarının içinden çıkmış YSK’nın son kararıyla biraz daha pekişti. Vesayetçi bürokratik elitin pes etmediği, vuruşa vuruşa çekileceği, vuruşurken ne ülkenin istikrarsızlaşmasını, ne çatışmaları, ne kendi evlatlarımızın kanının akmasını umursadığı bir kez daha görüldü. Dün (Pazartesi) öğle üzeri, ressam Bedri Baykam ve yanındaki arkadaşının, Mehmet Aksoy’un İnsanlık Anıtı’nın yıkılmasını protesto için yapılan toplantıdan çıkışta bıçaklanmaları olayıyla öncü sarsıntıyı yaşayan Türkiye, akşam saatlerinde depremle sarsıldı. Baykam’a yöneltilen saldırıyı “Seçimlere Doğru İlk Provokasyon” başlığıyla yazmaya hazırlanırken, sen provokasyon neymiş gör bakalım dercesine YSK kararı patladı.

Lafı döndürüp dolaştırmaya gerek yok. Yasal, hukuksal gerekçeler ne olursa olsun YSK’nın BDP’nin desteklediği bağımsız adayları veto etmesi bir süredir beslenen barış ve istikrar umutlarına beklenmedik bir darbe oldu. O kuruldaki çok ciddi, çok deneyimli, görmüş geçirmiş beyler böyle bir kararın ne anlama geldiğini ve ne gibi sonuçlara yol açacağını hepimizden iyi bilirler. Yani karar, sehven değil taammüden alınmış, siyasal bir karardır. Hukuktan, yasalardan bahsedilecek, gerekli belgeler tarafımıza ibraz edilmedi, vb. denecek, bu karar hukuk sularında yıkanmak istenecektir. Ama bu ülkede yaşayanlar mevcut yasalarla tahkim edilmiş hukuk sularının ne kadar bulanık olduğunu artık görmektedirler. Adalete susamış insanların susuzluğunu gideremeyecek, içildi mi hasta eden, toplumun gelişmesine ve değişim talebine asla cevap veremeyecek bir hukuk sistemi ve yapısıyla karşı karşıyayız. Son olay bunun altını bir kez daha çizmiştir. Hukuğun hakka ve halka karşı olduğu bu miadını doldurmuş sistem, kökünden sarsılıp yıkılmak zorundadır.

Yasalar ve yargı, hakka ve adalete karşı olduğunda önce kamu vicdanında meşruiyetini yitirir, bir avuç egemenin arkasına sığındığı paravan haline gelir. Meşruiyetini yitirmiş, toplumun gerisinde kalmış, yolları açacak yerde tıkayan bir hukuk sisteminin üzerine kurulacak bütün yapılar bir süre sonra toplumun üstüne çöker, enkazın altında kalır boğuluruz.

BDP’yi Değil Türkiye’yi Vuruyorsunuz

Bu ülkede barış istemeyenler var. Barışın yolunun savaş ve çatışmadan geçebileceğini sananlar var. Kürt halkının haklı taleplerini ve Türkiye’ye sundukları siyasal çözümleri duymazlıktan gelerek kendi Kürtlerini yaratıp iktidarlarını pekiştirmek isteyenler var. YSK’nın kararı, devletin derinlikleriyle o derinliklere nüfuz etme çabasındakileri buluşturdu. Birlikte, Kürt hareketini vuruyoruz sanırken Türkiye’yi ve demokrasi umutlarını acımasızca vurdular.

Önceki gün kararı televizyonda ilk dinlediğimde içimden taşan büyük bir isyan ve utançtı. Yıllardır; silahı bırakın, “ovaya inin”, sivil siyasete katılın telkinleriyle bombardıman ettiğimiz Kürtler, önlerine çıkarılan her türlü engele: KCK davalarına, ateşkese rağmen sürdürülen operasyonlara, bugüne kadar kurdukları partilerin (hatırladığım kadarıyla 5 parti) ard arda kapatılmasına rağmen kendi içlerindeki engelleri de aşmaya çalışarak işte ovaya indiler. Normalleşme yolunda, diyalog ve uzlaşma yolunda bir umut ışığı doğuyor sandık. Ve işte yine belirsizlik, yine kaos… (Görülmekte olan darbe teşebbüsü davalarında “kaos” adlı bir plan da var mıydı acaba?)

YSK’nın kararı Kürt hareketine ve Kürt halkına “Sizin bu parlamentoda yeriniz yok, sizin sivil siyasette yeriniz yok. Siz dağlara aitsiniz” demektir. Bölücülük, ayrımcılık yapmaktır. Kürt halkına ve Kürt siyasetine yönelen her baskı, her tehdit bu aşamada Türkiye’nin bütünlüğüne, iç barışa ve demokrasiye yönelmiştir. Bunu hemen kavramazsak ve gerekeni yapmazsak hayat bize acılar pahasına öğretecektir, inanın. Bu kararı verenlere, destekleyenlere, bu karardan siyasal çıkar sağlayabileceklerini umanlara sesleniyorum: Kürt hareketini değil, Kürt halkını değil, BDP’yi değil Türküyle, Kürdüyle bu ülkeyi vuruyorsunuz. Çocuklarımızı, geleceğimizi vuruyorsunuz.

Barış Girişimi’nin Çağrısı

Söylemek istediklerimi daha iyi ve derli toplu özetlediği için Barış Girişimi’nin çağrısını sizlerle paylaşmak istiyorum:

“Yasalar, yurttaşların hakkaniyet duygusunu ve vicdanları zedelediği zaman meşruiyetini yitirir. Yüksek Seçim Kurulu’nun, BDP’nin desteklediği bağımsız adayların önemli bölümünü son anda veto etmesi barışa, adalete, halkların birlikte yaşama iradesine ve demokrasiye karşı bir devlet darbesidir. Hangi yasal gerekçeye dayanırsa dayansın  bu karar savunulamaz. İktidar partisi,  sorumluluğu YSK’ya  yükleyerek kendini  temize çıkartamaz.

Kürt halkının siyasal tercihinin Meclis’e yansımasını engelleyen yüzde 10 barajı yetmiyormuş gibi, BDP’nin barışa, çözüme, sivilleşmeye doğru önemli bir adım olan bağımsız adaylarla parlamentoda yer alma girişimini baltalayacak ya da güçsüzleştirecek her karar ve uygulama ülkede barış ve demokrasinin tesisine indirilmiş bilinçli bir darbedir. YSK kararı, bu koşullarda yapılacak bir seçimin toplumsal meşruiyeti kadar, seçimler sonrasında yapılacağı umut edilen yeni anayasanın meşruiyetini de tartışmalı kılacaktır.

Kürt siyasal hareketini siyaset zeminininden ve bu ülkenin parlamentosundan uzaklaştırma çabalarını ancak demokratik direnişle engelleyebiliriz. Hangi siyasal kesimden, hangi görüşten olursa olsun kendine demokrat, barışçı, özgürlükçü diyen herkesi YSK kararını etkin şekilde protestoya çağırırken; AKP ve CHP’nin Meclis’i derhal toplayarak gerekli yasal, anayasal değişiklikleri acilen gerçekleştirmelerini talep ediyoruz.”

T24.com.tr

 

Demokrasinin teminatı Kürt meselesinin çözümüdür – Cengiz Aktar

‘Güneş Kral’ olarak da anılan Fransa Kralı 14. Lui Avrupa tarihinde saltanatı en uzun sürmüş hükümdardır: Resmen 72 fiilen ise 54 sene! Başa geçtiğinde çocuk olduğundan krallığı bir müddet kral naibi Colbert yönetir. Kral Lui uzun saltanatı esnasında pek çok önemli iş yapmış yaptırmış bir hükümdardır. Ona atfedilen ‘L’Etat C’est Moi’ (Devlet Ben’im) sözünü edip etmediği konusunda tarihçiler anlaşamaz ama deyim siyaset lügatçesinde mutlakıyeti tarif eder.

Başbakan’ın ikide birde, birey ve toplum hayatını ilgilendiren herhangi bir sorunda ‘teminatı benim’ diyerek böyle bir sorunun olmadığını iddia etmesi veya sorunun çözümünün sahibi olduğunu ima etmesi bana her defasında Kral Lui’nin deyişini hatırlatıyor. Strazburg Avrupa Konseyi konuşmasında başka dinlerden olanların din ve vicdan özgürlüğü sorusuna verdiği cevap gibi bir aralar tertip ettirdiği ‘Dolmabahçe Toplantıları’nda verdiği teminatlar bu kadir-i mutlak duruşun sayısız tezahüründen birkaçı. Başkanlık sistemi hayali de cabası.

Bu devirde Türkiye gibi bir ülkede, demokrasisi güdük olsa da sorunların çözümü için tek yetki ve tek sorumluluk bir başbakanın ya da bir tekadamın tasarrufunda olabilir mi? Felsefî ve hukukî anlamda olsa dahi bedenen bu mümkün mü? Sorunlar ve çözümlerinin tek teminatının başbakan olamayacağını, onun sorunlarla ilgili kanaatlerinin de kâfi olmadığını her defasında yaşamıyor muyuz?

Pazartesi sabahı AKP adaylarının tanıtımı dolayısıyla yaptığı konuşmada Başbakan ‘Bu ülkede Kürt meselesi artık yoktur. Kürt kardeşlerimin meseleleri vardır. Kürt kardeşlerimi istismar edenler de vardır’ dedi. Aynı günün akşamı Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Kürt meselesini doğrudan ilgilendiren bir siyasî kararla memleketi birbirine kattı. Başbakan’ın Kürt kardeşlerini yüksek yargı istismar ediyor olmasın sakın.

Nitekim YSK kararının yarattığı ve eğer düzeltilmeseydi ilerde yaratacağı kargaşa ortamı zihinleri ve kalemleri o kadar meşgul etti ki muhtemelen aynı yaklaşımın parçası olan KCK davasında iddianamenin ilgili mahkemelerde ardı ardına kabul edilmesi tamamen gözden kaçtı.

Yaklaşım açık: Devlet Kürt siyasetine siyasetten el çektirmeye çalışıyor. Siyaset ve toplum ise direniyor. Doğal olarak MHP’nin dışında kalan bütün siyasî aktörler YSK kararını kınamakla kalmayıp inisiyatif aldılar, çözüm arayışına girdiler, ellerini taşın altına koydular. Bu gibi durumlarda devletçi reflekse dönen CHP bu defa bir anlamda ‘yeter’ dedi. Bakanlar, meclis başkanı dâhil siyaset ve toplum bu yaklaşımın siyasete, seçime, bölgeye, yeni anayasaya, hâsıl-ı kelâm memleketin bekasına hayır getirmeyeceğini gördü.

Dolayısıyla Kürt meselesi hiç olmadığı kadar ve Başbakan’ın kanaatinin tam aksine varlığını sürdürüyor. Hatta öyle sürdürüyor ki eğer YSK kararı düzeltilmeseydi Kürt meselesi önümüzdeki dönemin biricik konusu haline dahi gelebilir, Türkiye’nin tüm enerjisini, bugüne kadar hasrettiğinden de fazlasını alıp götürebilirdi.

İlk karar sonrasında oluşan siyasî ve toplumsal tepki ve mutabakat Kürt meselesi ve meselenin çözümünün demokrasinin teminatı olduğunu bir kez daha ortaya çıkarmış bulunuyor. Kürt meselesi kalıcı bir çözüm yoluna sokulabilirse işte o zaman müstakbel demokrasinin teminatı olma özelliğini yerine getirecektir. Her hal ve kârda ‘teminat’ tekadamda değil, toplum ve siyasette.

Nitekim Başbakan’ın kanaatinin aksine AKP’nin seçim beyannamesinde şöyle yazıyor: ‘Kürt meselesini, kardeşliğimizi pekiştirecek şekilde, tamamen özgürlükler ve demokrasi zemininde çözüme kavuşturacağız ve bunu hiçbir çekinceye fırsat vermeden sürdüreceğiz. Böylece Türkiye’nin ilerlemesi, kalkınması noktasında bir pranga olan bu sorun, artık geri dönmemek üzere tarihe havale edilecektir.’

VATAN

Festus Okey’e zaman aşımı riski

Festus Okey davasında 13. celse 26 Nisan’da açılıyor… Davada zaman aşımı riski var.

Nijerya uyruklu Festus Okey sığınma amacıyla Türkiye’ye gelip Birleşmiş  Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne ve İçişleri Bakanlığı’na sığınma talebini iletti. Sığınma başvurusu her iki kurum tarafından incelenmekteyken 20 Ağustos 2007 tarihinde polis tarafından “şüpheli” sıfatıyla gözaltına alınarak Beyoğlu Polis Karakoluna götürüldü. Karakol binasında, görevli polis memurunun silahından çıkan kurşunla hayatını kaybetti. Yaklaşık 4 yıl önce meydana gelen olayla ilgili bir polis memurunun “taksirle adam öldürme” suçunu işlediği iddiasıyla dava süreci başladı.

Beyoğlu 4. Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden davada 13. celse 26 Nisan 2011 tarihinde saat 14.00’da başlayacak. Olayın üzerinden 4 yıl geçmiş olmasına, davada 12 duruşma geride kalmasına rağmen maktul Festus Okey’in nüfus kaydına resmi yollarla ulaşılmadığı için halen yargılamaya başlanmadı. Davada zaman aşımı riski var.

27.01.2011 tarihinde görülen 12. celsede de Adalet Bakanlığı aracılığıyla Dışişleri Bakanlığı’na yazılan yazının cevabı gelmediği için yargılamaya geçilmedi ve duruşma yine ertelendi. Davaya katılan çok sayıda avukat ve Festus için adalet isteyen aktivist katıldı. İnsan Hakları Derneği adına davaya müdahil olmak isteyen İHD MYK üyesi Av. Emrah Öner’in ve Çağdaş Hukukçular Derneği yöneticilerinin de aralarında olduğu çok sayıda kişinin müdahillik talepleri mahkeme heyetince reddedildi.

Ayrıca mahkeme heyeti aralarında avukatların da olduğu tüm müdahillik talebi sahiplerine “davaya katılma hakları bulunmadığı halde mahkeme heyetini etkilemeye yönelik sözlü ve yazılı beyanları” nedeni ile TCK 125 ve 288 maddelerine muhalefet ettikleri iddiasıyla haklarında Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi.

Mahkeme heyetinin suç duyurusu üzerine soruşturma başlatıldı. Geçtiğimiz günlerde Göçmen Dayanışma Ağı aktivistleri ve avukatlar adreslerinin bağlı bulunduğu polis karakollarına çağrılarak ifadeleri alınmaya başlandı.

27.01.2011 tarihli duruşmada Uluslararası Af Örgütü Türkiye Masası  sorumlusu Andrew Gardner ve bir grup Uluslararası Af Örgütü  Türkiye Şubesi üyesi de hazır bulunarak davayı izledi. 26 Nisan 2011 tarihinde saat 14:00 da görülecek 13. duruşmaya da çok sayıda insan hakları örgütü temsilcisi ve aktivistin katılması bekleniyor.

Her çocuğa bayram yok

Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi üyelerinin de aralarında bulunduğu insan hakları aktivistleri 23 Nisan Cumartesi günü saat 15:00’te Ankara’da, Ulusal Egemenlik Parkı’nda toplanacak ve mevcut çocuk adaleti sisteminin uluslararası insan hakları standartlarına ve Türkiye’nin iç mevzuatına uygun bir şekilde işletilmesini garanti altına almaları için çağrıda bulunuyor.

Çocukların, sadece gösterilere katıldıkları iddiasıyla terörle mücadele yasaları altında yargılanmalarını engellemeye yönelik yapılan yasal değişikliklerden 10 ay sonra, çocuk hakları ihlal edilmeye devam ediliyor.

Çocuk adalet sisteminde, çocuk hakları ihlal edilmeye devam ediyor.

 

NEREDE: Ankara – TBMM yanındaki Ulusal Egemenlik Parkı

NE ZAMAN: 23 Nisan 2011 Cumartesi, saat:15:00

 

 

Ayrıntılı bilgi için Uluslararası Af Örgütü Kampanya Koordinatörü ile iletişime geçebilirsiniz:

 

Burcu Türkay [email protected] 0212.361.62.17-18 – 0533 297 15 31  www.amnesty.org.tr

Abdülhakhamid Cd. No. 30, D:5 Talimhane Taksim / İstanbul

Uluslararası Af Örgütü 150’den fazla ülkede faaliyet gösteren, 2.2 milyon üyesiyle insan hakları için mücadele eden küresel bir harekettir.

Amacı, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile garanti altına alınan insan haklarının her insan için geçerli olmasını sağlamaktır.

Uluslararası Af Örgütü, tüm hükümetlerden, politik görüşlerden, ekonomik çıkar ve inançlardan bağımsızdır. Sadece üyeleri tarafından ve şeffaf bağışlarla desteklenir.

Seçim 2011: Tatlıses adaylıktan çekildi

AKP’den aday adayı olan ancak aday gösterilmeyince, Urfa’da bağımsız milletvekili adayı olan sanatçı İbrahim Tatlıses, sağlık sorunlarını gerekçe göstererek adaylıktan çekildiğini açıkladı.

Urfa’da bağımsız aday olan İbrahim Tatlıses adaylığını geri çekti. Tatlıses’in avukatı Ahmet Türkmen, “İbrahim Bey, sağlık sorunlarından dolayı adaylıktan çekildi” derken, Tatlıses ise adaylıktan vazgeçme gerekçesini “Kamuoyuna duyuru” başlığıyla bir internet sitesi aracılığı ile duyurdu. Tatlıses, “Sağlık nedenlerimden dolayı ülkeme ve memleketime milletvekili olarak gerekli hizmeti verebileceğimden emin olmadığımdan dolayı milletvekili adaylığımdan geri çekiliyorum” diye kaydetti.