Ana Sayfa Blog Sayfa 5128

Bayramiç’te Tohum Takas Şenliği

 

Çanakkale’ye bağlı Bayramiç belediyesinin düzenlediği 17. İda Kültür ve Sanat festival kapsamında düzenlenen Köylü Pazarı ve Tohum Takas Şenliği 30 Temmuz cumartesi günü gerçekleşecek.

Kazdağlarının kuzey yamacında yer alan Bayramiç son yıllarda bir yandan gönüllü kuruluşlar tarafından düzenlenen permakültür buluşmalaraına ve alternatif tarım uygulamalarına sahne olurken madenceilik faaliyetlerinin tehdidini yakından hisseden bir kasaba.

Geleneksel tohumculuğun endüstriyel tohumculuk ve patent yasasının baskısıyla yok olma sürecine girdiği bir dönemde üreticilerin geleneksel tohumlarını  takas yoluyla değiştirmeleri bir şenlik havasında kutlanıyor.

Bahar aylarında İzmir Seferihisar’da “ Onların patent yasası varsa bizim de tohum takas şenliğimiz var “ şiarıyla gerçekleşen festivalin ardından bu kez de üreticilerin Bayramiç’te buluşarak sadece tohumlarını değil fakat aynı zamanda bilgi ve tecrübelerini de paylaşmaları bekleniyor.

Tohum takas Şenliğinin çevre bilinci, gıda güvenliği ve biyoçeşitlilik için önemli bir çaba olduğunu belirten düzenleyiciler “buluşmamız, yerel tohumlarımız ve köy ürünlerimiz için umuttur, sevinçtir. “ diyorlar.

Şenliğin amaç ve kapsamı da şöyle açıklanmış:

“ Bu topraklarda emek veren köylümüzün ıslah ettiği yerel tohumlar fidelenerek her yıl yeniden boy veriyor. Bölgemize ait yerel tahıllar, farklı yağış rejimlerine karşın daha dayanıklı, sağlığımız açısından daha besleyici. Ninelerimizin, dedelerimizin yıllarca odun ateşinde pişirdiği salçayı, pekmezi, meyve reçellerini unutmak istemiyoruz. Her bir köyümüzün kendi reçetesiyle hazırladığı tarhanamızı, turşumuzu, ekmeğimizi bereketli sofralarımız yanında, meyve ve sebzelerimizi sattığımız pazar tezgahlarına taşımak istiyoruz.

Özel zarflar içinde, üzerine gerekli bilgileri ekleyerek şenlik kapsamında yerel tohumlarımızı takas edeceğiz. Tohumlarımızın tılsımı elden ele paylaşılacak. Köylümüz, kendi köyünde ürettiği ürünleri şenlik günü tezgahlarda satabilecek.”

11 00 – 16 00 saatleri arasında gerçekleşecek şenlik kapsamında ayrıca bir panel de düzenlenecek. Panelin konuşmacıları :

-Prof. Dr. Tayfun Özkaya, Ege Üniversitesi – İzmir

-Dr. Füsun Tezcan, “Börtü Böcek” kitabı, EÜ Zirai Mücadele Araştırma Enst. – İzmir

-Zerrin Çelik, Tarım İl Müdürlüğü – İzmir

-Feray Karapınar, Karaot Tohum Derneği – Torbalı, İzmir

-Sevinç Özkaya, Çiftçi – Bayramiç, Çanakkale

-Cem Birder, Toprakana Platformu – Bayramiç, Çanakkale

Yeşil Gazete Haber Merkezi

Finlandiya’da Gübre Bombası Alarmı

Finlandiya polisinin Polonya’dan 10 kilo suni gübre sipariş eden 18 yaşındaki bir genci tutukladığı bildirildi. Polis olayın Norveç’te yaşananlarla bir ilgisii olmadığını belirtti. Tutuklanan gencin evinde yapılan aramalarda bomba yapımında kullanılan materyallerin de bulunduğu bilgisi alındı.

Norveç’te aşırı miliiyetçi Andres Behring Breivik’in Norveç’in başkenti Oslo’da eş zamanlı olarak gerçekleştirdiği saldırılar sonrasında dünya çapında suni gübre alım satımları mercek altına alınmıştı. Breivik, tarımsal faaliyetler için aldığını ifade ettiği suni gübreleri bomba yapımında kullanmış, bomba patladığı anda da  İşçi Partisi gençlik kampının sürmekte olduğu Oslo yakınlarındaki Utoya adasında katliam gerçekleştirmişti. Olay günü 76 kişi hayatını kaybetmişti.

Sansür vakaları Siyahbant’ta

Türkiye’de sanata uygulanan sansürü belgeleyecek Siyah Bant platformu kuruldu.

Siyah Bant platformu, Web sitesi aracılığıyla, Sanata uygulanan sansür vakalarının araştırıldığı, belgelendiği ve tartışıldığı ifade özgürlüğünün savunulduğu bir ağ vazifesi görecek.

Yeşil Gazete olarak bir kaç hafta önce Pelin Başaran’la PARC hakkında yaptığımız röportajda da bahsedilen platform, sansür kavramını sadece yasalarla değil, farklı aktörlerle uygulanan çeşitli sansür yöntemlerinin hepsini kapsayan biçiminde inceleyeceğini belirtiyor.

Sansür uygulayıcılarına örnek olarak devlet kurumları, politik gruplar, partiler, devletin çıkarını gözeten bireyler, mahalle örgütlenmeleri, kültür-sanat kurumları, küratörler, meslek örgütleri, sektör  temsilcileri,  fon veren kuruluşları verilmiş.

Siyah Bant Haziran 2011-Şubat 2012  arasında  gerçekleşecek ve 2000’den günümüze güzel sanatlar, görsel sanatlar, sinema, müzik, dans ve  tiyatro alanlarında  cezalandırma, yasaklama, hedef gösterme, tehdit etme, korkutma, aşağılama,engelleme, saldırı, gayrimeşrulaştırma, ötekileştirme gibi yöntemlerle uygulanan sansür vakaları araştıracak.

Sansür uygulacıları ve  mağdurlarıyla görüşülecek

Bu  süre  içerisinde, web sitesinde belgelenmesi için vakalar araştırılacak. Belirlenen kentlerde saha araştırmaları yürütülecek. Bu ziyaretlerde sanatçılar, kültür ve sanat kurumları, STK’lar, sansürü uygulayanlar ve mağdurlarla birebir görüşmeler ve odak grup toplantıları düzenlenecek ve Siyah Bant – Sanatta İfade Özgürlüğü kitabı yayınlanacak.

Siyah Bant PARC (Uluslararası Performans Sanatları Araştırma ve Üretim Derneği) tarafından yürütülmekte, Hollanda Konsolosluğu ve Açık Toplum Vakfı tarafından desteklenmekte.

PARC İstanbul merkezli, performans sanatları alanında araştırma ve üretim odaklı destek ve danışmanlık hizmeti sağlayarak sanatsal gelişime katkıda bulunmayı amaçlayan, kar amacı gütmeyen bir sanat kurumu.

Platformun sitesi: www.siyahbant.org

Bianet – Radikal – Yeşil Gazete

Soframızdaki karbon izleri

Ecologist.org web sitesinde yayınlanan bir araştırmaya göre  kuzu ve dana eti ve somon gibi çiftlik balıkları mercimek, pirinç, domates gibi sebze ve tahıllara göre çok daha fazla oranda sera gazı salınımına yol açıyor.

Metan gazı üreten geviş getiren evcil hayvanlar arasında koyun ve ineklerin en ön sıralarda olduğu belirtiliyor.

EWG ( Çevresel Çalışma Grubu – Environmental Working Group ) ‘nun yaptığı araştırmada hayvan yemi için kullanılan gübreden, etin işlenmesi ve pişirilmesine kadar her aşamadaki karbon salınımı değerlendirmeye alındı.

Tüketilen her kg kuzu eti için 39 kg CO2 ve eşdeğerde diğer sera gazları tüketildiğini ortaya koyan araştırmaya göre dana eti için tüketilen sera gazı bunun yarısı kadar. Hayvansal besinlerden peynir de 3.lüğü alıyor. Kanada, Norveç ve Şili gibi ülkelerde çiftliklerde üretilen somonlar da balık yemleri üretimi  için kullanılan enerji yüzünden önemli bir sera gazı salınım nedeni.

Ortaya çıkan sera gazının  dana eti için %90, domuz için %69 ve somon için %72 oranı üretim sırasında oluşuyor. Dana eti ve süt ürünleri için hayvanların geviş getirmeleri ve tezekleri yüzünden ortaya çıkan metan gazının yanında hayvan yemi üretimi de önemli bir sera gazı nedeni. Tahıl üretimi için kullanılan gübre, sulama, zirai mücadele ilaçları ve hasat için kullanılan akaryakıt hayvanların sera gazı nedenleri arasında sayılıyor.

Tavuk üretimi esnasında neredeyse hiç metan gazı çıkmıyor, ve aynı oranda et için çok daha az yem gerekiyor. Bununla birlikte hayvan sağlığı gibi konular da tavukçuluğa dikkatle yaklaşmayı zorunlu kılıyor.

Bu araştırmanın Amerika’da yapıldığını belirten uzmanlar benzer sonuçların İngiltere için yapılan bir araştırma ile benzerlik gösterdiğini belirtiyorlar.

Araştırma organik hayvan yetiştiriciliği ile bir karşılaştırma yapmamış, geleneksel hayvancılık yoluyla yeti,şen hayvanların daha fazla gaz çıkarma olasılıklarına rağmen beslenmeleri için yem kullanılmaması bu etkiyi bertaraf edeceği söylenebilir.

Uzmanlar daha az kırmız et ve peynir tüketerek hem sağlıklı bir hayat sürebileceğimizi, hem de iklim değişikliği konusunda olumlu adımlar atacağımızı hatırlatıyorlar.

Yeşi Gazete HaberMerkezi – www.ecologist.org

Rock-A Festivalinde yer değişikliği

Yaşayan muhalif gençlik müzik festivallerinin en güzel örneği Rock-A’da festivalin gerçekleşeceği alan değişti. Yaklaşık bir hafta kalan etkinlik için yeni afiş basılmayacağı duyuruldu. Katılmak isteyenlerin özellikle sosyal medya üzerinden birbirlerini bilgilendirmesi bekleniyor.

Festivalin gerçekleşeceği yeni alan:  People Camping, Foça \ İzmir

People Camping daha önce de bazı gençlik müzik festivallerinin gerçekleştiği kendine has küçük bir koy.

Duyurular bugüne kadar Selçuk-Pamucak Sahili olarak yapılmıştı. Organizasyon, festival yaklaşırken sorun çıkaran işletmeden şikayetçi. İşletmenin sahibinin Emep’e bağlı olduğunu ve mekan sahiplerinin festivalin gerçekleşmesini istemediklerini söylemişler. Sonuç olarak fiyatta anlaşılamamış.

People Camping, Rock-A Festivali’nin son iki yıldır gerçekleştiği Rainbow koyuna benzediği de belirtilebilir.

 

Ayrıntılı bilgi için: www.rock-a.org

 

Festival Habercisi – Yeşil Gazete

 

“Biliyorsun, Benden Bir Halt Olmaz…” -Füsun Çiçekoğlu

Amy Winehouse’un “You Know I’m No Good” şarkısının Türkçe mealine en uygun düşeni bu cümle sanki.

Şarkı şedit. Aşk, kıskançlık, şiddet, ihanet, pişmanlık, kendini kandırma, “benden bir halt olmaz” duygusu.

Bu cümleyi yazmak da o kadar kolay değil. Zira bilgisayar yazılımı anında fırçayı atıyor: “Argo ya da kaba sözcük” diye.

Dilin yeraltı örgütüne sığınmadan, onların deyimiyle “argo ya da kaba sözcük” kullanmadan yaşanamayan hayatları görmezden gelmenin en kolay yolu bu uyarıyı dikkate almak…

Uyarıyı dikkate almayıp, şarkıya ve Amy’ye kulak vermekte ısrar etmek lazım oysa…

Başka olanın niye bu kadar korkutucu olduğunu, başka olana karşı nefret etme hakkını kendinde bulanların niye çoğunluk olduğunu anlamak için gerekli bu ısrar.

Israrın vardığı yer bir şiir, bir adlandırma olunca marifetli bilgisayar yazılımı dikiliyor karşımıza yine… Kendilerini şarkının içinden kopup geldiği hayatların, kendilerinden başka olanın tehdidi altında hisseden kurbağa pisliklerini adlı adınca anmak isteyince de uygun sözcüğün altına tırtıklı yeşil çizgiyi attırıveriyor o yazılım.

Amy gibiler çabuk çekip gidiyorlarsa, sebebi bu topraklarda bolca yetişen, altına tırtıklı çizgi atılası adlarıyla Yonca ve Cenk ve Hıncal gibilerin dünyada da çoğunlukta olmasındandır biraz da.

O kara çoğunluk, o kurbağa pislikleri, renkleri giderek koyulaşan, yan yana, omuz omuza bitişe bitişe kötülüğe çoğalanlar için bir şiir yazmıştı Cemal Süreya. “Onlar için Minibüs Şarkıları”nı yazdıktan yıllar sonra bir nilüferi, Amy’yi ölümünden sonra bile rahat bırakmadan karara karara çoğalacaklarını bilmiş gibi onların…

Dibe çökerler devinim evrelerinde

Durgun dönemlerdeyse kurbağa pislikleri gibi

Yan yana omuz omuza bitişe bitişe

Suyun yüzüne yükselirler

Giderek renkleri koyulaşır

Avukattırlar

Günoğludurlar

Nilüferleri kararta kararta

Kalırlar orda.

Amy için TYT’den (TheYoungTurks) youtubelanan yorumlar Cenk Uygur isimli, bugünlerde Obama-MSNBC bağlamındaki haberlerde adından demokrasi havarisi gibi sıkça bahsedilen bir medyatöre ait.

Ölüm nedeninin açıklanmasını beklemeye gerek duymamış, kararını vermiş savaşkan isimli muhterem: Ölümü ilaç bağımlılığındanmış Amy’nin!

Hükmünü vermek için kanaatiyle yetinen o çok Türk görünümlü, o çok Amerikalı olmaya çabalayan kellesini bilmiş bilmiş sallayarak Amy’nin ölümü üzerinden haklı çıkmış olmanın gururunu yaşıyor TYT programında. Ağzını yaya yaya, ilaç bağımlılığından ölmüş olmanın aptallık olduğunu söylüyor. Bütün aptallar gibi kendinden ve haklılığından emin!

Aynı Defne Joy Foster’in ölümüyle ilgili su’lu, testi’li, yol’lu cümle kuran karanlık kafalı, ismiyle müsemma Hıncal Uluç’a benziyor tepkisi, tepkisini dile getirirken kurduğu cümlelerde kullandığı kekre, ekşi cinsiyetçi dil.

Kadın olsa ne fark eder… “Bandır bandır ye beni” şarkısını söyleyen o saçma ağzından Amy için Hıncal’ın, Cenk’in dilini kullanarak cümleler kuran sözde hayvan sever.

Ne demişti onlar için Cemal Süreya şiirinde?

İçlerindeki sevgi insanları atlayarak hayvanlara yönelmiştir

Özellikle kedilere ve köpeklere karşı iyice duygusaldırlar

iki gözleri iki çeşme,

Öldürmemektir felsefeleri bir karıncayı bile, ama yaşatmayı

 

İyi ki çekip gitti, kendini daha fazla kandırmadı bu berbat hayatta Amy. Bu kara kalabalıktan uzaklaştı, beceremediği hayatı hayatın ve ölümün beceriklilerine, yaşatmayı bilmeyen çokbilmişlere bırakıp gitti iyi ki.

Layık olduğu yerde, yıldızlarda şarkı söylüyordur şimdi.

Füsun Çiçekoğlu – Bianet.org

Aliağa’da termik santrale karşı eylem

İzmir’in Aliağa ilçesi, Çakmaklı köyünde yapılması planlanan termik santrale karşı bin kişilik insan zinciri oluşturuldu. Termik santarl inşaatina karşı açılan 15 ayrı davanın mahkeme bilirkişi incelemesinin yapılacağı bugün İzmir’den çevre ilçelerden gelen yaklaşık 1000 kişi santralin yapılacağı alanın etrafında sessiz bir biçimde toplanarak insan zinciri oluşturdu.

Termik santrallere karşı mücadele sürdüren Foça Çevre ve Kültür Platformunun ( FOÇEP) eylemden önce yayınladığı çağrıda şöyle deniliyordu:

      Bölgemizde hemen hemen öldürücü nitelikte her türlü endüstri tesisi ve işletme maalesef yıllardır  merkezi ve yerel yönetimlerin ihmali ile kurulmuş ve de fütursuzca kurulmaya devam etmektedir.   Nemrut sanayi bölgesi adeta bir ölüm bölgesi olmuştur. Bölge de 2080 Mw. kurulu güçte doğal gazlı  termik santral mevcutken yetmez gibi 4ü kömürlü olmak üzere 7 tane termik santral daha kurulması   için kirli oyunlar oynanmaktadır. Kömürlü termik santral başta insan olmak üzere doğal hayatı  tamamı ile bitirecektir.

Yeni Foça, Gencelli ve çevredeki köyler, Aliağa’nın yanı sıra İzmir’in çeşitli yerlerinden gelen yaklaşık bin vatandaş sabahın erken saatlerinden itibaren   toplanmaya başladı. Vatandaşların eylemine bazı milletvekilleri ve bölge belediye başkanları da katılarak destek verdiler.

Keşfin ardından açıklama yapan Avukat Arif Ali Cangı, bilirkişi tarafından cevaplanması amacıyla 15 soru hazırladıklarını ve soruları bilirkişiye verdiklerini, Aliağa’nın mevcut ağır sanayi tesislerini kaldıramayacak halde olduğunu, termik santral yapıldıktan sonra ilçenin yaşanamayacak bir yer olacağını dile getirerek, ?Aliağa’daki kirlilik had safhaya ulaştı. Toprak, su, hava yaşamı etkileyecek boyutlarda. Yapılacak olan iki termik santral canlı yaşamını tehdit edecek. Zira termik santralin yarattığı asit yağmurları, hava kirliliği yaşanacak. Aliağa Bölgesi’nin bir diğer özelliği İzmir’i etkileyen hakim rüzgarların bu yönden esmesi. İzmir’in hava kalitesi bu yüzden bozuluyor. Termik santraller de yapılınca iyice bozulacak. Ayrıca termik santrali soğutmak amacıyla denizden su alınacak o da deniz suyunda ısınmaya neden olacak. Ayrıca bölgedeki zeytincilik olumsuz etkilenecekö diye konuştu. Danıştay’ın 20 yıl önce bölgeye termik santral yapılmasına izin veren Bakanlar Kurulu Kararı’nı iptal ettiğini, aradan 20 yıl geçtikten sonra bölgedeki tesis sayısında ve kirlilik oranında artış yaşandığını sözlerine ekleyen Cangı, “O zaman iptal edildiyse bugün bakılmadan iptal edilmesi gerekiyor” dedi.

20 yıl önce Turgut Özal’ın isteğiyle aynı yere yapılmak istenen termik santral Türkiye’de yeşil hareketin doğmasına neden olmuş, İzmir Konak Meydanından Aliağa’ya kadar 80 kilometrelik insan zinciri oluşturulmuştu. Bu eylemlerin ardından mahkeme iptal kararı vermişti.

FOÇEP bugünkü insan zinciri eyleminden ayrı olarak önümüzdeki cumartesi günü saat 17’de Eski Foça Demokrasi Meydanında bir miting yapılacağını duyurdu.

Hürriyet,  Yeşil Gazete Haber Merkezi

Engelliye Liverpool maçına gitmek haram

28 Temmuz 2011 Perşembe günü saat 21:00’de Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena’da Galatasaray SK ve Liverpool FC kulüpleri bir hazırlık maçı için karşı karşıya gelecekler. Maç ile ilgili Galatasaray.org sitesinde yayınlanan maç biletlerinin temini hakkındaki duyuru öteden beri bu tür maçlara gitmek isteyen ama bunda bir türlü başarılı olmayan engellilerin bir kez daha kafalarının karışmasının dışında bir sonuç sağlayamadı.

İlgili duyuruda maçta bulunmak isteyen engelliler için “Sınırlı sayıda Engelli bileti maç günü, geçerli engelli kartı ve refakatçi kartı gösterilmek sureti ile stad gişelerinden temin edilebilir.” ibaresi konmuş fakat bu sınırlı sayının kaç olduğu ya da refakatçi kartının nasıl temin edileceği konusunda bir bilgi bulunmuyor.

Biz de bu soruların yanıtlarını alabiliriz umudu ile  Galatasaray Kulubü ile Galatasaray Dergisine telefon açtık. Her iki kurumdan da tatmin edici bir yanıt almak mümkün olmadı. Galatasaray Dergisi sınırlı sayının Biletix’den öğrenilebileceğini belirtirken, Beyoğlu Hasnun Galip Sokağında bulunan Galatasaray Kulübündeki yetkili ise gerekli açıklamanın resmi internet sitesinde bulunduğu bilgisini vermekten öteye geçemedi.

Bilinmeyen sayıdaki sınırlı bilet için nasıl temin edileceği konusunda hiç kimsenin fikir sahibi olmadığı refakatçi kartlarını da yanlarında bulundurarak Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena’ya gelecek olan engelliler ile refakatçileri ise hala şu soruların yanıtlarını bekliyor

  • Sayısı belli olmayan “sınırlı” sayıdaki bilet tükendikten sonra ilgili gişeye ulaşan engelliler ne yapacak?
  • Bir engellinin engel durumu, ulaşım zorluğu, İstanbul trafiği vsr gibi temel kriterler “biletler sadece stad gişelerinden temin edilebilir” gibi açıklama yapan yetkililerce göz önüne alınıyor mu?
  • Türk Telekom Arena gibi 15 dakikada gidilip maç sonrası yaşanan izdiham nedeniyle bazen 150 dakikada bile dönülemeyen bir stadın mevcudiyeti bilinirken dahi “sınırlı sayıda engelli bileti var” ve “onu da ancak stadın önüne gelince alabilirsin” şeklindeki aymaz açıklamaların arkasında kim ya da kimler var?

Başak Acar ve “Televizyonunu öldür”

 

 

Ankaralı sanatçı Başak Acar’la bir röportaj gerçekleştirdik. Türkiye’de medya üzerinde giderek büyüyen iktidar savaşlarına uzun süreden beri hiç yabancı değiliz. Bu süreçte sanatsal üretimlerini özellikle televizyon karşıtlığı üzerinde yoğunlaştırmış Başak Acar ve çalışmalarını Yeşil Gazete olarak hem daha yakından tanımak ve hem de okurlarımıza tanıtmanın anlamlı olacağını düşündük.

Yeşil Gazete okurlarına biraz kendini tanıtır mısın?

Ben Başak Acar. Ankara doğumluyum. İkinci üniversitemi okumaktayım. İlki Mersin üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi heykel bölümüydü. Şimdi Gazi güzel sanatlar fakültesinde, resim okuyorum. Resim ve heykel dışında fotoğraf ve video çalışmaları da yapıyorum.

“Televizyonunu öldür” üzerine odaklandığın görülüyor…

Tabiî ki her sanatçı gibi benimde seçtiğim bazı konular var ve her konuya ilgi duymuyorum. Bunların en başında kill your tv’yi sayabiliriz. Ben tüm tv’ler ölmeli gibi bir düşünceyle işe başladığımda, bunu yurtdışında yapanlar olduğunu bilmiyordum. O nedenle başladığım harekete bir isim vermemiştim. Sonra böyle bir şey olduğunu ve “kill your tv” adında olduğunu öğrendim, henüz Türkiye’de yoktu. İlk yapan benim. Biz buna “televizyonunu öldür” diyebiliriz.Yaşamın olmadığı, renklerin çekilerek hakim bir tek renkliliğe dönüştürüldüğü yerde, çeşitlilik sözlüklerde kalmış, gündelik hayatta bir karşılığı olmayan bir sözcüğe, geri dönüşü olanaksız nostaljik bir tanıma dönüşür. Hayatın özerkliğinin ve çeşitliliğin devamı açısından tüm tv’ler kırılmalı, tüm vericiler yıkılmalı, tüm stüdyolar da yakılmalıdır.

Bu bağlamda, bireysel olarak tercihim, verilen estetik değerlerin reddi, kavramsal olarak sembolik bile olsa bu dayatma estetizasyonunun parçalanmasına atfettiğim önemden dolayı resim- fotoğraf ve video alanlarında tv’nin parçalanması konusunu işlemektir.

Peki okurlarımızın daha yakından tanıması için politik motivasyonundan bahseder misin? Aktif olarak çalıştığın, önem verdiğin örgütlenmeler ve konular nelerdir?

Bunları yaparken bulunduğum bir taraf elbette var. Örgütlü olmasam da kimseyle, fikirsel birlik içinde olduğum aynı düşünden insanlar var. Kendimi tanımlamak için anarşist sözcüğünü kullanabilirim. Uygarlık karşıtı bir tavrım da var. Savaş karşıtlarını, feministleri, eşcinselleri, hayvan özgürlükçülerini yine bu tarafta sayabiliriz. Kısaca tüm sınıf, tür,cins,ırk ayrımcılığına karşı olanlarla. Devlet ve dayatmalarının olmadığı bir dünyada mutlu yaşayacağımızı düşünüyorum. Haberleri ben arkadaşlarımdan alıyorum. Birkaç tane de izlediğim site ve düzen medyası olmayan gazete, fanzin türü yayınlardan elde ediyorum. Bu anlamda Yeşil Gazete de önemli bir haber kaynağımdır.

Çalışmalarının şiddet içerdiğini düşünüyor musun?

Bana sıklıkla gelen eleştirilerden birisi. Sen şiddet uyguluyorsun ve bununla nasıl barışı isteyebiliyorsun. Benim burada tv’ye uyguladığım ve uygulamanızı salık verdiğim şiddet (çünkü izlemeyin değil, öldürün diyorum) sağaltıcı bir şiddet biçimidir. Sizi ketleyen bir engeli yok ettiğinizde otantik kişiliğinizin çıkacağını düşünüyorum. Ayrıca bunun nesneye yönlendirilmiş şiddet olduğunu da unutmamak gerekir. Tv nin içindekileri öldürmedim ben, tv’yi öldürdüm. Haa ancak amacım kafanızdaki tv’leri ve size yüklediği doneleri de öldürmekti. O medyatik kişilerin kafanızda da ölmesi, kişilere yönelik evet sanal da olsa bir şiddettir. Devrim için yapılacak şiddetle, bulunduğumuz noktadan daha sığ bir yere gitmek için uygulanan şiddet arasında fark vardır. Reklamlar bu mesajlarla dolu, bizi akılsızca orada öylece oturan, uyuşmuş bir halde neyi tüketeceğini şaşıran kişiler yapmak istiyorlar. İşte asıl şiddet budur. Çünkü tüketim arzusu bizi terörize eder.  Benim yaptığım devrimci bir hareket olmayabilir şu an için. Eğer bir gün herkes tv’lerini kırarsa, o gün devrim olabilir. Çünkü devrim televizyondan yayınlanmayacak. Kırmak: Tavlada karşı oyuncunun pulunu oyun dışında bırakmak. Onu oyun dışı bırakalım. Sen izlemezsen gösteri olmaz, izleme gösteriyi!

Peki hiç tv izlemiyorsun ama çalışmalarında, bir şekilde medyayı takip ettiğin görülüyor. Örneğin Beat Kuşağı Antolojisi veya vicdani red konusunda Volkan Sevinç’in tablosunu yapıyorsun. Nasıl haber alıyorsun, gündemi nasıl takip ediyorsun? Bir tv karşıtının bu konudaki çözümü nasıldır?

Medya tabiî ki sadece tv değildir. Gazeteler, reklam panoları, cep telefonları, süpermarketler hep onun uzantılarıdır. İnterneti de bunun içinde sayabiliriz. Ancak internet televizyon kadar düşük güvenirlikli değildir. Kendi hayatımda cep telefonu ve tv kullanmıyorum ama ben de internet kullanıyorum. Onda kişilere özel bloglar sayfalar bulabilir. Hatta tv de asla gösterilmeyecek haberlere ulaşabiliriz. Yinede onun da olmamasını isterdim. Bazıları internetin tv’nin yerini aldığını söylüyorlar oysa tv izleme oranı ve obezite her geçen yıl artış gösteriyor. Ve hiçbir medya aracı tv kadar anti-interaktif değildir. O sizi atıl bir konumda hep izleyen tutar. İnternette siz de oyuna katılabilir ve bazen bozabilirsiniz de, belli oranda oyunu. Kimse televizyonu üreten fabrikalar olmasa evinde oturup tv üretmeye kalkmaz. O tamamen insanları manüple etmek için yaratılmıştır. Bu anlamda tv’yi medyadan ayrı zararsız bir icat olarak görmüyorum. İnternetle işte bu noktada ayrılıyorlar. Tv ye bir soru sorarsınız ve size yanıt vermez. İnternet size, eh hadi yine cevap verebilir.

Beat kuşağı antololijisiyle ilgili olayları bilmek için medyaya gerek yok. 6.45 okuru olmak yeterli. Volkan Sevinç ise eski bir arkadaşımdır. Ahali gazetesini internetten ya da basılı okumakta yine onlarla ilgili bilgi almaya yetiyor.

Vicdanlar Tutsak alınamaz

Çalışmalarımı erotik ya da pornografik bulanlar var. Bense sadece bunlardan öğeler kullanıyorum. Asıl fetiş ve porno yaratan, eril tv akıldır. Onun elinden bu özelliği alıp, kendime geçirip, kendimi seyredilen ve bir yandan da kendimi, oyunu bozan oyuncu, aktif  konuma getiriyorum. Onu, onun silahıyla vurmak gibi. Onu kırarken bir sadistik haz da aldığımı saklayacak değilim. Öldürdükten sonra üzerine koyduğum ayağım, eril tv aklın üzerine koyduğum ayağımdır. Neden tv erildir, oysaki hep kadını meta yapar derler. Doğrudur kadın metadır ama onu kullanan kadın değil eril zihniyettir. Tv erildir.

Tv karşıtı tavrın ne zaman başladı? Örneğin seni etkileyen ilk olay nedir?

Ben 77 doğumlu birisi olarak siyah beyaz ekranlı bir dünyaya doğdum. Çocukken tv’nin ne yalancı bi şey olduğunu bilinç düzeyinde anlayamasam da, hücresel olarak hissediyor olacağım ki, ilk televizyonumu  5 yaşımda yaktım. Annem ve babam çalışıyorlardı. Ben eğer anaokuluna gitmiyorsam evde olur onların gelişini beklerdim. Bu çok sıkıcı bir durumdu benim için. 9. kattaki evimizde, her yer beton ve aradığınız sevgiyi, ilgiyi göremiyorsanız, içten içe oyunlarınız zarar vermeye başlıyor etrafa. Televizyonun açma düğmesine basıp sonra hemen kapıyordum ki o arada çıkan ışıkları görmek öyle zevkli oluyordu. Tabi bunu çok yaparsanız yanıyor alet. Daha sonraları bunun pek de zararlı değil, yararlı bir davranış olduğunu keşfedecektim. İlerleyen zamanlarda izlediğim Körfez Savaşı görüntüleri, uzaylı otopsisi, evlilik programları, çocuk bezi reklamları bana bunu kanıtladı. Ona bilinçli tepkilerim şöyle başladı; “hıı hıı tabi tabi” diyerek izlemek, sesini kısıp gece lambası yapmak, yada görüntüsünü izlemesem de açık bırakmak, izlemeyi tamamen kesmek, 2009’da bahçeye indirip parçalamak, Kurtuluş köprüsünden atmak, başka bir arkadaşıma patlattırıp videosunu çekmek, öldürmek isteyenleri teşvik etmek. Bu konuda her tür bilgiyi yaymak. Resimler, fotoğraflar, videolar çalışmak.

Televizyona geçersek; bize biraz kendi baktığın çerçeveden televizyonu anlatır mısın?

Gölge oyunu

Televizyon elektromanyetik dalga halinde yayınlanan görüntü ve seslerin ekranlı ve hoparlörlü elektronik alıcılar sayesinde görüntü ve sese çevrilmesini sağlayan bir haber iletme yani propaganda aracıdır. Tv ve medya ayrı değildir birbirinden. O nedenle ben medya karşıtıyım demekle tv karşıtıyım arasında bir fark yoktur. Kimse tv yi medya olmazsa izlemez. Bir ekran alır ona dvd player veya bilgisayar bağlar, istediğini izler. Kitleleri manüple , hipnotize etmek için geliştirilmiş en düşük güvenilirlikli makinadır. Çok acı bir savaş görüntüsünün ardından, çocukların öldürüldüğünü izlettikten sonra (biz kahvaltı ederken) hemen ünlü pop starlarımızın özel hayatına geçiş yapabilir. Bu hızlı akış sayesinde bizde ne izlersek izleyelim yabancılaşırız ve kanıksarız her olayı. Çocukken ailece oturup uzaylı otopsisi izlediğimizi hatırlıyorum, hiç şaşırmamamız aslında bir rastlantı değildi. Neil Armstrong’un aya inişini de aynı normallikle izledik.Bugün, eğer söylendiği gibi ay yüzeyinde bir atmosfer yoksa rüzgarda olmaması gerekir, eğer öyleyse resimlerde gördüğümüz Amerikan bayrağı nasıl oluyor da sürekli dalgalanıyor gibi sorular var karşımızda. İkiz kulelere yapılan saldırıyı Amerika’nın kendisinin tasarladığı söylentisini duymayan kaldı mı? İşte 1984’ün günümüz versiyonu. “Bu dünyada hilekarlar bile aldanır” Guy Debord.

Hala farkında değil misiniz?

 

Sürekli izleyen olmak ve ne verilirse ona razı olmak, bu kadar atıl kalmak pasifleştirmişti bizi. Artık ne verirlerse almak zorundaydık. Yani nesne özneyi kırılmaya uğratmıştı. Kendi doğru formlarını sinsice sunmaya başladı. Öyleki imge dünyasının gerçekliği silme tehlikesiyle karşı karşıyaydık. Gerçek gökyüzündeki kuşlardı biz onları belgesellerden izledik. Savaş dibimizdeydi, biz Afrikalı çocuklara acıdık. Cinsellik en yakınımızdaki kişideydi, biz film yıldızlarında aradık. Biz hep güzeldik, büyük sermayelerse bize nasıl sözde güzel olunacağını anlattı, ne yememiz gerektiğini nasıl davranmamız, ne tip bir eş bulmamız, nasıl giyineceğimizi …ekranları ve perdeleri çoğalan yanılsamalar dünyasında kaybolduk. Bu sanal dünya matrix gibi hiper gerçek oldu. Ancak bu noktada yaratıcılık yoktur, çünkü baskı devam etmektedir. Gerçek artık gerçeküstü olmuştur. Bu durumda kırılması gereken televizyonun ta kendisidir. Baudrillard’ın da dediği gibi “eksiltmek gücü getirir, güç yokluktan doğar.”

25. kareler, sübliminal mesajlarla görsel, işitsel ileti gönderebilmenin tüm olanaklarıyla gündelik hayatlarımıza saldıran tüketim çıldırtıcısı,terörist, bölücü, sınıf, cins, tür ayrımcısı bu aygıt, popüler tabirle aptal kutusu dense dahi, izleyicileri yöneten sınıfların elindeki kumandadır. İzleyenlerse istenilen görüntülerin aksettirildiği ekranlara dönüştürülmektedir. Yoksa siz kumandanın sizde olduğunu mu sanıyorsunuz?

Subliminal mesaj?

Kalbinin sesini dinle

Subliminal telkin yöntemi bilinçüstünü devredışı bırakarak direk bilinçaltına mesaj gönderme yöntemidir. Subliminal telkin yöntemleriyle inanılmaz şeyler yapılabilmektedir. Bu teknikte, kaydedilen ses, insan kulağının duyamayacağı bir frekansa çıkarılmıştır. Siz duyamasanız da bilinçaltı ortamdaki sesi algılar. Kulaklık gerekmemektedir. Bu tekniği Amerikan Savunma Bakanlığı’nın Körfez Savaşı sırasında Irak askerlerine karşı kullandığı bilinmektedir. Gücü öylesine yüksektir ki duyma özürlülerin de bu teknikle mesajları algıladığı bilimsel çalışmalarda kanıtlanmıştır. Iraklılara “ direnmenizin faydası yok” mesajı gönderilmişti.

Bizim şu kanalı ya da bu kanalı, şu markayı ya da bu markayı almak, aslında farkı olmayan c partisi ya da p partisi dışında bir seçim hakkımız kalmadığında, 1 saniyelik izlediğimiz bir reklam bile bize davranış biçimi olarak yansıdığında, aşk dediğimizde artık elimizi cüzdanımıza attığımızda, çok uluslu şirketlerin kazanması için sabah akşam bir işe girip çalıştığımızda, fast food zincirleri alıp başını gittiğinde (ki sağlık uzmanları ıssız bi adada kalsanız bile fast food yemeyin diyor), GDO’dan başka artık yiyecek hiçbir şey kalmadığında ve sen bunu izlediğinde artık ölüsün, yaşamıyorsun! … John Zerzan’ında dediği gibi;” Makine hissetmez, asla acıkmaz. Asla susamaz ve asla uykusu gelmez, Asla korkmaz, mutlu olmaz yada üzülmez. Tanıma göre makine ölüdür ve makineler üzerine kurulu bir toplum da zombi toplumdur.” … Ve sonra şunlar terörist, bunlar bölücü derler. Ben bundan öte bir terörizm göremiyorum.

Boş vakit istiyorum, gün içinde ne istersem onunla ilgilenmek, sade ve dolu bir hayat, ne alsam ne tüketsem diye düşünmeden yaşamak, güzel olduğumu düşünerek, peynir almakla silah almak arasında bir farkın olduğu bir hayat istiyorum. Bence herkes bunun özlemini çekiyor. Ama öylece oturup kokuşmuş bir halde tv izliyor, cep telefonuyla hava atıyor, hangi marka ayakkabısı olduğunu kendine güvenmekten daha çok önemsiyor. Çünkü tüm tv izleyenlerin içinde küçük küçücük, kendini sevme yeteneğinden yoksun, kuruntular, kıskançlıklar, sinir dolu, düşünceleri salt cinsellik etrafında dönen, buna rağmen doğru dürüst sevişmesini beceremeyen insancıklar yarattılar. Biz bu halle ancak untermensch oluruz. Dinlediğimiz haberlere değil, kendimize inanmalıyız. Kilo verme programları izlerler ama kıçlarını kaldırıp bir bahçeye inip oturmak istemezler. En son ne için delice tutkuyla çalıştınız! Yaşamdan mutluluk istiyorsanız güvende olmayı aramaktansa onun içinizde olduğunu duyumsamalısınız artık. Bize sürekli sex empoze ediyorlar ama cinselliğimizi özgürce yaşamamıza engel oluyorlar. İşte bu yüzden adım atacak halimiz yok, boğuluyoruz, içimizdeki yumruk her geçen gün büyüyor. Çünkü biz pis düşüncelerle dolmuş sefil yaratıklarız, suçlu ve pisiz, bize söylenen bu. Hayır değiliz. Biz koca bir enerji mıknatısının üzerinde duran ve enerji bulmak için sağa sola bakınan, et yersem bolca enerjik olurum sanan, daha çok enerji üretimi için nehirleri kurutan varlıklarız. Bu gerçekten çok komik. İşte tüm bunları anlayabilmek için ve bu kanlı oyundan  uzaklaşabilmek adına haydi sende bir yerinden başla ve öldür televizyonunu!

Bana hep aynı şeyi anlatıyorsun diyorlar. Onlara şu karşılığı veriyorum, aynı şeyi dinlemekten sıkılsaydınız, bunu bana değil düzenin medyasına söylerdiniz. İnsanlar medyayı takip ettiği sürece, ben de onu eleştirmeye devam edeceğim. Bulunduğum yerden şu anda bunu en iyi sanat çalışmalarımla yapıyorum. Bunu yapmayı ne kadar ilerletebilirsem, o kadar götüreceğim.

 

Başak Acar ve çalışmalarını blogundan takip edebilirsiniz.

Röportaj: Ramazan Kaya \ Yeşil Gazete – Sanat

Vicdanınız yerel mi, küresel mi? – Mehmet Altan

Somali’den de korkunç haberler alıyoruz. Ailelerin, çocuklarının gözlerinin önünde birer birer ölmelerini çaresizlik içinde izlediklerini duyuyoruz.

Geçenlerde bir kadın üç hafta yürüdükten sonra Mogadişu’nun 140 km güneyindeki BM kampına ulaşmış. Halime Ömer isimli bu kadın aslında hali vakti yerinde bir ailedenmiş.

Üç yıl süren kuraklıktan sonra Halime, bugün zar zor hayatta kalmayı başarabiliyor.

Altı çocuğundan dördü ölmüş.

Halime çektiklerini anlatırken, ‘yemek bulamadığınız için çocuğunuzun gözlerinizin önünde ölüp gittiğini izlemekten daha korkunç bir şey yok. Artık umudumu kaybediyorum’ diyor.”

Bunları anlatan kim?

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon.

***

Dünyanın en yoksul kıtasında, Somali, Etiyopya, Kenya, Sudan, Uganda ve Cibuti’nin bulunduğu ‘Afrika Boynuzu’ olarak adlandırılan bölge, son 60 yılın en büyük kuraklığının ve bunun sonucu oluşan kıtlığın pençesinde.

Birleşmiş Milletler önceki gün Roma’da, Somali ve komşu ülkelerde 12 milyondan fazla kişinin hayatını tehdit eden kıtlığa çözüm bulmak amacıyla bir toplantı düzenledi.

Yaşanan büyük kıtlık felaketiyle başa çıkmak için yıl sonuna kadar acil 1,6 milyar dolar gerekiyor…

***

Dün sabah nemden bunalmış, kan ter içinde üniversiteye giderken, tam Boğaz Köprüsü üzerinde, Almanya’nın Sesi Radyosu’nu açıyorum…

Şerife Şeyh ile tanışıyorum… Somali’nin başkenti Mogadişu’da bombalanmış binaların arasındaki küçük bir meydanda, dört büyük kazanda pişirilen pilav ve et kuyruğunda, sabırlı bir şekilde sırasının gelmesini bekliyor.

Radyo, ‘etli yemeğin bulunduğu bir öğünün, Şerife Şeyh için ödül gibi’ olduğunu vurguluyor…

Çünkü Şerife’nin 12 yaşındaki oğlu İbrahim, bir süre önce Bakol Bölgesi’ndeki evlerinde açlıktan yaşamını yitirince, Şerife çareyi iki kızını da yanına alarak Mogadişu’ya gelmekte bulmuş.

Şerife, ‘o günden beri dileniyoruz. Ama dilendiklerimiz de fazla bir şey değil ki… Son günlerde sadece çayla yaşamımızı sürdürüyoruz’ diyor.

Dağılıyorum…

Somali’de en az 3 milyon 700 bin kişinin ülkedeki kuraklık ve kıtlıktan etkilendiği, şu ana kadar çoğunluğu çocuk, on binlerce kişinin yeterli beslenemediği için yaşamını yitirdiği ifade ediliyor. Dünya Gıda Programı Başkanı Sheeran, ‘gördüğümüz çocuklardan bazıları o kadar zayıf ki dördüncü düzey açlıkla mücadele ediyorlar. Bu düzeydeki çocuklardan ancak yüzde 40’ını kurtarabiliyoruz. Somali’deki kıtlıktan kaçıp Kenya’ya gelen bazı annelerin yolda zayıf bebeklerini bırakıp, güçlüyü koruma gibi seçimler yapmak zorunda kaldığını öğrendik’ diyor.

***

En az gelişmiş ülkelerin dünya nüfusunun yüzde 13’ünü oluşturmasına rağmen, dünya ekonomisinden aldığı pay ancak yüzde 1. Üstelik 1971 yılında 25 en az gelişmiş ülke varken, bugün rakam 48’e çıkmış vaziyette…

Türk-İş’in Temmuz ayında dört kişilik bir ailenin açlık sınırını 873 bin, yoksulluk sınırını ise 2 bin 843 TL olarak hesapladığını biliyorum. Pide fiyatlarının ‘ne olacağı’ konusunun da belki çok büyük yığınlar için günün en önemli haberi olduğunun da farkındayım…

19 milyondan düşmüş olsa da Türkiye’de de 12 milyon yoksulun olduğunun da bilincindeyim…

Ama aklım Somali’de…

BM’nin, Somali ve komşu ülkelerde 12 milyondan fazla kişinin hayatını tehdit eden kıtlığa çözüm bulmak amacıyla bir önceki gün yaptığı toplantıda, yaşanan büyük kıtlık felaketiyle başa çıkmak için yıl sonuna kadar acil bulmaya çalıştığı 1,6 milyar dolar da…

***

‘Küresel vicdan’; ‘din, ırk, mezhep’ ve de ‘yerellik’ ayrımı yapmıyor…

Yerkürenin tümünde devriye

geziyor…

Mehmet Altan – Star