Fenerbahçeli futbolcu Emre Belözoğlu şike soruşturması kapsamında ifade vermek için İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne geldi. Spor yorumcusu Sinan Engin de İstanbul Adliyesi’nde ifade veriyor.
Ramazanda Caz
Geçen yıl büyük ilgi gören “Ramazanda Caz”, yine müthiş konserleriyle iftar sonrası serin saray bahçelerinde… Hakan Erdoğan Productions’ın, Ramazan vesilesiyle ikinci kez gerçekleştirdiği festival, bu yıl da toplumsal barışın, her şeyden önce aynı kültür ürünlerini paylaşmakla kurulduğunu ve bu idealin gerçekleşebildiğini hatırlatacak.
“Ramazanda Caz”, barış ayı Ramazanda dünyanın en önemli caz ustalarını ağırlıyor ve sofraların yanı sıra kültürün de paylaşılmasını öneriyor. Bu önerisiyle geçen yıl yoğun izleyici ve medya ilgisi gören festival, 16 – 23 Ağustos tarihleri arasında Topkapı Sarayı I. Avlu ve Yıldız Sarayı Has Bahçe’de gerçekleşecek.
Festival açılışını, usta sanatçı Tunuslu Anouar Brahem, topluluğuyla birlikte yapacak. Geçen yılki festivali çok beğenen ve etkinliğe bu yıl da katılmayı talep eden ünlü piyano üstadı Ahmad Jamal de yine Topkapı Sarayı I. Avluda sıcak Ramazan akşamını serinletecek.
Ahmad Jamal’ın yanı sıra, tüm zamanların en önemli piyanistlerinden efsanevi McCoy Tyner da “Ramazanda Caz” sahnesinde olacak. McCoy Tyner Trio’ya yine kendi alanın en önemli isimlerinden, dünyaca ünlü saksofonist Gary Bartz eşlik edecek….
Dünyada ilk kez Ramazan ve cazı bir araya getiren, geçen yıl Le Monde, CNN International ve New York Times’ a haber olan “Ramazan Caz” festivali, İstanbul’un en görkemli açıkhava mekânlarında, saray bahçelerinde izleyicisini ağırlayacak. Bu yıl geçen yıldan farklı olarak Topkapı Sarayı’nın yanı sıra Yıldız Sarayı Has Bahçe de konser mekânı haline gelecek.
Kevin Spacey, III. Richard’la Ekim’de İstanbul’da
ABD’li oyuncu Kevin Spacey ve ünlü yönetmen Sam Mendes, 2009 yapımı “Amerikan Güzeli” filminden yıllar sonra William Shakespeare’in “3. Richard” adlı oyununda bir araya geldi. Mendes’in yönettiği oyunda 3. Richard’ı canlandıran Spacey, performansıyla eleştirmenlerden tam not aldı. Amerika ve İngiltere’deki temsillerinde biletleri tükenen oyun, yakında Türkiye’de tiyatro seyircileriyle de buluşacak. Spacey’nin yanı sıra Maureen Anderman, Haydn Gwynne, Chuk Iwuji, Gemma Jones ve Chandler Williams’ın rol aldığı, 3 saat 15 dakikalık oyun, Ekim ayında İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın düzenleyeceği İstanbul Tiyatro Festivali’nde beş özel gösteri sahneleyecek.
Dünya prömiyerini 29 Haziran’da Londra’da yapan ve büyük ses getiren III. Richard, 5 Ekim Çarşamba, 6 Ekim Perşembe, 7 Ekim Cuma, 8 Ekim Cumartesi ve 9 Ekim Pazar akşamları saat 20.30’da Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde sahnelenecek.
III. Richard’ı canlandıran, Old Vic Tiyatrosu Sanat Yönetmeni Kevin Spacey, 12 yıl aradan sonra tekrar bir araya geldiği Sam Mendes ile ilgili olarak “Sam çalıştığım en iyi yönetmenlerden birisi ve onunla tekrar çalışabilme fırsatını yakalamak en büyük hayallerimin ötesinde bir mutluluk. Sam’in bir role bakışını ve aktörü yönlendirip, şekil vermesini seviyorum. Böylesine kayda değer bir insanla çalışmak bana bunun hatırlanmaya değer bir iş olacağı izlenimini veriyor. Öyle ümit ediyorum ki 2011 yılı boyunca yapacağımız turneler sırasında gideceğimiz büyük şehirlerde yaşayan tiyatroları görmek, bizimle beraber bu turnede yer alan yeni yetişen oyuncular için kapsamlı bir eğitim programı olacaktır.” diyor.
İngiliz basınından seçmeler:
“Spacey’nin büyük başarısı. III. Richard’a beş yıldız.” The Times *****
“Spacey’nin III. Richard’ı heyecan verici” The Daily Telegraph ****
“Mendes’in yeni, günümüz kıyafetleriyle uyarladığı III. Richard, beklediğimize değdiğini gösteriyor” The Independent ****
“Spacey tek kelimeyle harika” The Guardian ****
“Spacey lanet bir kötü adam olarak karşımızda, mükemmel bir başrol oyunculuğu” The Sunday Times
İstanbul’da tiyatro sahnesine çıkmaya hazırlanan Kevin Spacey, 2008 yılında da Altın Portakal Film Festivali’nin konuğu olarak Antalya’ya gelmişti.
HES’in önünü açan yargı kararı ‘endişelendiriyor’
Derelerin Kardeşliği Platformu Dönem Sözcüsü Ömer Şan, Ordu İdare Mahkemesinin, daha önce Ordu ve Giresun’daki hidroelektrik santral (HES) projeleri için verilen ”yürütmeyi durdurma” kararlarını, üyelerin değişmesinin ardından hiçbir gerekçe göstermeden reddettiğini savunarak, ”Bizim temel endişemiz budur” ifadesini kullandı. Şan, yaptığı yazılı açıklamada, bölgede yapılan ve yapılması planlanan HES’lerle mücadelenin 5 yıldır yoğun şekilde sürdürüldüğünü anlatarak, köylülerin ve bölgede yaşayan insanların suyuna, toprağına, tarihi ve kültürel değerlerine sahip çıkmak adına önemli kazanımlar elde edildiğini belirtti.
Platform olarak bağımsız yargıyı ve hukukun üstünlüğünü hiçbir zaman hedef almadıklarını, HES’lere karşı sürdürülen mücadelenin en önemli ayağının hukuk mücadelesi olduğunu vurgulayan Şan, ancak bazı endişeleri olduğunu ifade etti.
Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun yaptığı son atamaların ardından Ordu İdare Mahkemesinde yaşanan gelişmelerin, endişelerinin ne kadar haklı olduğunu ortaya koymakta olduğunu belirten Şan, “Ordu İdare Mahkemesi, daha önce Ordu ve Giresun’daki HES projeleri için verilen ‘yürütmeyi durdurma’ kararlarını, üyelerin değişmesinin ardından hiçbir gerekçe göstermeden reddetmiştir. Bizim temel endişemiz budur. Yargı, bağımsız olmalıdır. Anayasa, yasa ve yönetmelikler dışında uluslararası anlaşmalar, bilimsel raporlar, yaşamsal değerler ve yargının bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü ilkelerini gözeterek kararlar almalı ve çalışmalarına yön vermelidir” şeklinde konuştu.
Şan, doğal yaşam alanlarına geri dönüşümsüz zararlar verdiği bilimsel raporlar ve yargı kararlarıyla ortaya konulmuş HES’lere karşı mücadelelerinden asla ödün vermeyeceklerini de sözlerine ekledi. (Birgün)
Yiğit Bulut’tan Türkçe dışındaki dillere engelleme

Sahneye “Tek dilde yetmez, 10 dilde merhaba” sloganıyla çıktığını hatırlatan Züleyha, “Benim en üzüldüğüm nokta, özellikle Aynur’a yapılanengellemeden sonra böyle sansürlerin daha çok artmasıydı. Çünkü ben çıktığım bütün televizyon programlarında, ATV, TV8, CNN, NTV ‘de Kürtçe söyledim. Hem Kürt sorunundan besleniyorlar, hem de Kürtçe’ye sansür uyguluyorlar. Ben bunu kabul edemiyorum. Bütün kanallar, bütün gazeteler Kürt sorunu üzerinden reyting yapıyorlar, avantaj sağlıyorlar. Bu tam bir çifte standart. Yiğit Bulut’u buradan kınıyorum. Kendilerini gazeteci olarak, aydın olarak gösterenler daha beyinlerinde bu sansürü aşmamışsa daha aşılacak çok mesafe var demektir” dedi.
(Yeşil Gazete, Birgün)
Jeotermal katliam
Çanakkale Ayvacık İlçesi’nin Tuzla Köyü’nden geçen Tuzla Çayı’nda balık katliamı yaşandı. İki gün önce kurbağa ölümleri gözlenen dere yatağında, bu ölümlerin ardından binlerce balık ölüsünün görülmesi şüpheleri Tuzla Köyü’nde faaliyet gösteren jeotermal enerji üretim santraline çevirdi.
Enda Enerji Holding bünyesinde faaliyet gösteren Tuzla Jeotermal Enerji Santrali (JES) geçen yıldan beri faaliyet gösteriyor. Tuzla JES 7,5 MWe kurulu gücünde ve yıllık ortalama 51.000.000 kWh enerji üretim kapasitesine sahip.
Olayın boyutu karşısında öfkesini gizlemeyen köylüler böyle bir çevre felaketini ilk kez gördüklerini söylüyorlar. Felakete JES bünyesinde borulardaki kükürt atıklarını temizlemek için kimyasalların arıtılmadan dereye verilmesinin neden olmuş olabileceğini iddia ediyorlar.
Köylüler boruların her ay düzenli olarak temizlendiğini ve atıkların toprağa deşarj edildiğini, ancak 30 Temmuz günü yapılan temizlik atıklarının süregiden kanal inşaatı nedeniyle doğrudan Tuzla çayına yapılmış olabileceğini belirtiyorlar. Balık ölümleri de bu temizliğin akabinde gözlemlenmeye başlanmış.
Ege denizine yaklaşık 8km uzaklıktaki derede binlerce balıkla beraber kurbağa ve yılan balıklarının da ölmesi durumun ciddiyetini artırıyor. Uzmanlara görekarada da yaşama kabiliyetine sahip kurbağa ve yılan balıklarının da ölmesi ani bir atık deşarjının sonucu olabilir.
(Yeşil Gazete)
Doğadan mı, sanayiden mi korkmalıyız?
Bu yazı Yüksel Selek tarafından 24 Temmuz 2011 tarihinde Bodrum Gümüşlük Akademisi’nde yapılan “Doğadan mı, Sanayiden mi Korkmalıyız” konulu toplantının açış konuşmasının metnidir.
Düşüncelerimiz mi dilimizi, dilimiz mi düşüncelerimizi belirliyor? Doğru cevap, tabii ki, ikisi bir birini belirliyor. Düşüncelerimizi, arzularımızı sözcüklerle, terimler ve kavramlarla, yani anlam yüklenmiş sembollerle, belirli kodlarla ifade ediyoruz. O halde dilimiz neyse, biz de oyuz, diyebiliriz.
Şimdi, Gümüşlük Akademisi’nin bu 15 dönümlük bahçesi üzerinden insan – doğa ilişkisine dair küçük bir dil bilgisi sorgulaması yapalım.
Akademiye ait bu doğal cennet bahçesinde hayat var; bizden başka hayvanlar, kelebekler, böcekler, balıklar, ördekler, kurbağalar, yılanlar, kuşlar, kediler, sinekler… çoğu yabanıl, bir kısmı ise evcilleştirilmiş bitkiler, çiçekler, ağaçlar. Bir de yapay gölümüz var.
Ama bu bahçenin sahibi, hakimi, efendisi biziz. Bu bitkilere, hayvanlara, bu doğaya egemeniz. Başka türlü söylersek, biz özneyiz, bu bahçe de bizim arzularımızın nesnesi. Öyle ya, Ahmet Filmer bir özne olarak burayı seçti, aldı, çitle çevirdi ve Latife Tekin ile birlikte kısmen de olsa evcilleştirdiler.
Peki, ya buraya kadarki cümlelerim, bu dil bilgisi baştan ayağa yanlışsa! Ya bu akıl yürütmeler, bu mantık zinciri biz insanlara hizmet eden bir kibirden ibaretse!
Mesela, Latife’nin Kayseri’den getirip diktiği şu çiçek, şu ağaç, türünü yaymak için Latife’yi kullanmış olamaz mı?
Öte yandan şu yaban arısı, elma ağacının çiçeklerine konarak nektarını emerken, bedenine bulanan polenleri taşıyarak elma ağacının tohumlarını yaymasına hizmet etmiyor mu?
Peki, Ahmet ile Latife yaban arısından farklı bir şey mi yapıyorlar? İkisi de bir takım türlerin taşınmasına hizmet etmiyorlar mı?
Elma ağacı, arıyı kendine çekmek için ürettiği nektar ile polenlerini taşıtmak için arıyı kullanmış olmuyor mu? Şimdi arı mı özne, elma mı? Sonuçta, ikisi de karşılıklı birbirini kullanarak arzu ve ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Yaban arısı ile elmanın yaptıkları birlikte evrimsel bir alışveriş. Karşılıklı yardımlaşma. Bireysel çıkarlarını geliştirmek adına birbirlerini kullanıyor, birbirlerini etkiliyorlar.
Elma ile arının bu yaptıklarının bilinçle bir ilgisi yok tabii. Onlar için özne ile nesne arasındaki ayrım da bir anlam taşımıyor.
Her ikisi de hem özne hem nesne.
***
Hani, “Bir kitap okudum hayatım değişti,” denir ya, ben de “Arzunun Botaniği” adlı bir kitap okudum, doğaya bakışımda bir aydınlanma oldu. Eğer bu kitabı okumamış olsaydım, buraya kadar yaptığım akıl yürütmeyi yapamazdım.
Arzunun Botaniği’ni Amerikalı Gazeteci-Botanikçi Michael Pollan yazmış. Harika anlatımı var. Sevin Okyay da olağanüstü güzel bir Türkçeyle çevirmiş. (Yayımlanma tarihi Nisan 2011) Arzunun Botaniği’ni hepinize tavsiye ederim. Bir romandan daha heyecanla okunuyor.
İzninizle, Kitaptan küçük bir paragraf okumak istiyorum:
“O Mayıs öğleden sonrasında bahçe aniden önümde yepyeni bir ışığın altında belirdi; göze, burna ve dile sunduğu pek çok çeşitli keyifler artık o kadar masum değil. Hep arzumun nesnesi gözüyle baktığım tüm bu bitkiler, anladım ki, aynı zamanda beni etkileyen, onlar için kendilerinin yapamadığı şeyleri yaptıran öznelermiş meğer.”
Yaa.. demek ki insanın, tüketilecek sınırsız kaynak, egemen olunacak nesneler olarak gördüğü doğa “kendinde bir şey” değil, aynı zamanda “kendisi için bir şey,” bir özneymiş.
Şimdi, acaba kendisi için bir varlık olan insanın bir takım hakları varken; bu haklar yasalar, anayasalar, uluslararası sözleşmeler tarafından koruma altına alınmışken, “kendisi için bir varlık” olan doğanın hakları da yasalarla, anayasalarla korunamaz mı?
***
Yeşiller Partisi olarak, yeni Anayasa çalışmaları bağlamında, doğanın haklarını Anayasaya nasıl yazdırabiliriz, diye birlikte kafa yormak için konunun uzmanlarını, emektarlarını, siyasi parti temsilcilerini, akademisyen, yazar, doğa korumacı, ekolojist dostları davet ederek bir toplantı yaptık. Konuyu enine boyuna tartıştık.
“Ekolojik Anayasa Girişimi’ adıyla, toplantıya katılanlar ve sonradan imza verenlerle 40 kişinin adıyla bir çağrı metni çıkardık ve yaydık. Girişim olarak biz, henüz az da olsa dünyada örnekleri de olan ekolojik bir anayasa yapılabileceğine inanıyoruz.
Gelgelelim Anayasa hukukçuları, hayır diyorlar, doğa bir hak öznesi olamaz! Neden diyoruz, “doğanın bilinçli seçme yetisi, iradesi yoktur; mahkemelere başvurup hakkını araması söz konusu olamaz”, diyorlar. Doğaya en saygılı olanları ise, şimdi doğayı insanın hukuk sistemine taşımanın ne alemi var, diyerek, güya doğayı yüceltip işin içinden çıkıyorlar.
***
Nihai tahlilde, Aydınlanmanın ürünü, pozitivist düşüncenin koşulladığı, aklı determinizm ile kalıplanmış insan ve onun uygarlığı, insanın iyiliğini, refahını yalnızca ekonomik büyümede, sanayileşmede, kentleşmede, sınırsız tüketimde görmeyi sürdürüyor.
Oysa, acı bir şekilde görüyoruz ki, doğa hakkını arıyor, hem de cezamızı kendi yasalarına göre keserek! Küresel iklim değişikliğiyle, amansız yağmurlarla, sellerle, yangınlarla, kum fırtınalarıyla, buzulları eriterek, kuraklıkla insanlığın cezasını kesiyor. Parmağı yok ki gözümüze soksun.
Ve biz onun gazabından korkuyoruz. Korkmalıyız! Ancak korkunun ecele faydası yok!
Neticede doğanın gazabı bir sonuç. Biz asıl nedenlere bakmalıyız. Doğanın döngülerini, dengelerini alt üst eden nedenlere, buna yol açan egemen sisteme bakmalıyız. Böyle devam edemiyeceğimize göre!
Aslında bu felaketlere yol açan sistem de böyle gitmeyeceğini bildiği için, anlamış görünüyor; “sürdürülebilirlik” diye bir kavramı çılgınca büyümenin kılıfı yapıyor. Ürünlerine Yeşil badana vurup ekolojik ürün, diye satıyor. Yani felaketi de kara dönüştürmenin yolunu buluyor.
Bu dünyanın efendisi ulusötesi şirketler de, onların kontrol ettiği hükümetler ve uluslar arası örgütleri de her şeyin farkındalar, ama işlerine gelmiyor.
Sürdürülebilir büyüme adına doğal dengeleri, ekosistemleri alt üst eden çılgın projelerden korkmalıyız.! Aksi halde doğanın gazabından kaçış yok! O edilgen bir nesne değil aynı zamanda bir öznedir. Bana kalırsa, hakkını arayan doğadan korkmalıyız!
Ordu Tahrir’e girdi
Mısır’ın başkenti Kahire’de güvenlik güçleri Tahrir meydanında sürmekte olan protestolara müdahale ediyor.
Görgü tanıklarının sosyal medya ve basın yoluyla paylaştığı bilgilere göre Hüsnü Mübarek’in istifasının ardından yönetimi eline alan ordu güçleri bugün Tahrir meydanında protestocuların kurduğu çadırlara müdahale etti. Önce protestocuları tehdit eden askerler ardından çadırları yıkmaya, direnen protestocuları dövmeye ve çadırları yıkmaya başladı.
Görgü tanıklarından biri çoğu göstericinin uyarıların ardından meydandan ayrıldığını, ancak güvenlik güçlerine mukavemet etmeden pasif olarak direnen göstericilerin dövüldüğünü aktardı.
Mısır’da Hüsnü Mübarek’in iktidardan devrilmesini sağlayan gösterilerin merkezi olan Tahrir meydanı ordunun değişim konusunda yavaş davranmasını protesto eden göstericiler tarafından 8 Temmuz günü doldurulmaya başlanmıştı. Gösteriler meydanda kurulan çadırlar ve protesto eylemleriyle sürüyordu. (CNN, Al Jazeera)
Madencilerin iş bırakma eylemi 19. gününde
Zonguldak’ta taşeron firmada galeri açma işini yürüten madenciler, 18 gün önce başlattıkları iş bırakma eylemini ramazanda da sürdürüyor.
Türkiye Taşkömürü Kurumu Üzülmez Müessese Müdürlüğüne ait maden ocağında galeri açma ve taban sürme gibi hazırlık işleri yapan taşeron firmada çalışan 175 maden işçisinden yaklaşık 50’si şantiyeleri önünde toplanarak ücretlerinin zamanında ve düzenli ödenmediği, haklarının gasp edildiği gerekçesiyle işvereni çalışmaktan nasır tutan avuçlarını göstererek protesto etti.
Şirkette operatör olarak çalışan 4 çocuk babası Muhittin Kocabıyık, gazetecilere yaptığı açıklamada, maaşlarının ortalama 750 lira olduğunu, bunun artırılmasının yanı sıra 700 ile 2 bin lira arasındaki alacaklarının ödenmesini istediklerini söyledi.
Maaşlarının asgari ücret tutarındaki kısmının bankaya yatırıldığını, kalanının da kendilerine elden ödendiğini anlatan Kocabıyık, ”İş yeri sahibi bizimle uzlaşmak yerine tehdit ediyor. Ramazan ayı geldi arkadaşlarımız evlerine ekmek götüremiyor. Bazıların faturalarını ödeyemediğinden elektrikleri bile kesildi. Yetkililer bu işe çare bulmalılar. Eylemimize duyarsız kalınıyor” dedi.
Madencilerden Sami Yıldız, işverenin yarına kadar alacakları ve zam konusunda olumlu adım atmaması durumunda yargı sürecini başlatacaklarını, asgari ücretle yer altında çalışmanın mümkün olmadığını kaydetti.
İsmail Erkan ve Erkan Karal da madende çalışmaktan avuç içlerinin nasır tuttuğunu, hak ettikleri paranın ödenmesi için mücadele ettiklerini bildirdi.
Madenciler, iş yeri önünde yürüyüş yaparak işvereni alkışlarla protesto etmelerinin ardından dağıldılar.
Anoreksiya 5 yaşa kadar indi
İngiltere’de çocuklarda görülen yeme bozuklukları ürkütücü bir artış gösteriyor. Son rakamlara göre; 5 ile 7 yaşındaki 98 çocuk anoreksiya hastası…
İngiliz The Sun gazetesinin haberine göre, İngiltere’de 5 ile 7 yaşındaki 98 çocuk yeme bozukluğu yaşıyor. Bu rakam 8 ve 9 yaşında ise 99 çocuğa çıkıyor. 10 ile 12 yaş arasında ise yeme bozukluğu yaşayan çocuk sayısı 400.
Rakamlar yaşla orantılı bir şekilde artıyor. 13 ile 15 yaş arasında anoreksiya hastası çocuk sayısı 1500 dolaylarında.
Uzmanlar ‘sıfır beden’ kampanyalarının hastalığın yayılmasında etkili olduğunu savunuyor. Uzmanlara göre, aşırı ince modeller ve televizyondaki ünlüler çocuklar için idol oluyor. Bu sebeple, ünlülere benzemeye çalışan çocuklarda anoreksiya, bulimia veya benzer hastalıklar başgösteriyor.
Hastalığa yakalanan çocukların tedaviyi reddettiği ve tedavi sürecinin zor olduğu da belirtiliyor.