Ana Sayfa Blog Sayfa 5096

Yorum: TFF ligi Play-Off ile küme düşürdü bile!

Bir hikaye vardır, çocuklukta anlatılan. Altın yumurtlayan tavuğun kesildiği hani. Tavuğun sahibi olan çiftçi, altın yumurtlayan tavuğu, daha fazla altına bir anda ulaşmak için keser. Tabii ki, tavuğun içi altın dolu değildir, tavuk ölür, ileride gelecek altınlar da gider…

Türkiye Süper Ligi, bir altın yumurtlayan tavuk değil. Başka ligleri izleme fırsatı olanlar için gümüş ya da bronz bile sayılmaz. Bir kere sahada oynananı bir kenara bıraksak bile çekilmez maçlara sahne olan, “kaç takımın kendine ait bir tezahuratı var?”,sadece  bizim olduğu için izlediğimiz bir lig TSL. Fakat bir şey yumurtluyor işte bu lig, öyle ya da böyle, bir değer üretiyor. Bunun sebebi de yayın hakları dediğimiz olgu ve karşılığında ne aldığına bakmadan takımına sahip çıkan taraftarlar. Avrupa Kupaları’nda başarısızlığı gelenek hale getirmiş takımlarımızın kombinelerine bakalım mesela. En zengin takımlar ike yarışıyor. Karşılıksız bir servet istiyorlar taraftarlardan. Ya da yayın hakları sıralamasında çok yukarılarda olan TSL, başka hiçbir konuda o sıralara ulaşamıyor bile.  Öyle ki, lokomotif olan üç takımın kendi aralarında oynadıkları maçlar bile Türkiye dışında yayın bulamıyor. Fakat, biz Türkiye’de, İngiltere 2. Ligi’nden (Championship) bir maçı, örneğin Leeds United ile Nottingham Forest,  yayınlansa bir, televizyonun karşısına geçebiliz. Kısacası, “bizim olduğu için” sevdiğimiz, tuttuğumuz takım orada olduğu için takip ettiğimiz, bunun dışında da aradığımız güzelliklerin çok azını bize verebilen bir lig burası. Tek batıya yakın yanı da, belirttiğim gibi yayın haklarının ederinin yüksekliği.

Şimdi Temmuz ayının başından beri takımlar ve federasyon, el birliğiyle bu tavuğu da kesiyorlar. Takımlar daha önceden kesmeye başlamışlar bile. Sanıyorlar, tavuğun içerisinden altın çıkacak ama yanılıyorlar, tavuğu öldürüyorlar. Futbol, şike operasyonu ve bu operasyonun devamında gelişen olaylar nedeniyle zaten can çekişiyordu. Şike operasyonu ile her şey büyük büyük ortaya serildi, daha sonrasında bazı manşetlerin aslında gerçek olmadığı ortaya çıktı. Şimdi öyle bir duruma gelindi ki, alınacak bir karar, mutlaka birilerini mutsuz edecek. Kimse de ne o karara, ne de o kararı verene güvenecek. Daha önce dediğim gibi, “El altından alınan ve doğruluğu her zaman şüpheli olan bilgilerle konuşan ya da 7 gün 24 saat ekranlarda bağıran şovmenlerle olacak iş değil bu! Haber yazarken ya da bilgi edinirken şike yapanların futbolda şikeye karşı olması komik“. Bakın o şovmenlere. Her yazdıkları, her bağıra çağıra savundukları yalan çıktı neredeyse. Sonunda onlar gibiler yüzünden ligin temizlenme imkanı da kaçacak elimizden. Meydan onlara kaldı çünkü. Onların da yolu, doğrudan, dürüstlükten geçmiyor…

Tüm bu olayların sonucudur işte Play Off ve Play Out uygulaması.  Bir kere bu Play Off/Out uygulamasının gündeme gelişi yöntem olarak yanlış. Tam bir ben yaptım oldu tavrı! Bahaneler çok. Futbol konuşulsun, dekoder satılsın, ligin değeri yükselsin, heyecan artsın falan filan.  Belki bunları ilk başta yakalayabilecekler bile, fakat sonrası tavuğun ölümü gibi olacak. Çünkü amaç farklı ve sonuç yanlış! Ne kadar bahane ortaya atılırsa atılsın, çok net ki, bu uygulamanın şike operasyonuyla doğrudan bağlantısı var. Bunun için fazla delile gerek yok. Bu lig 6 Ağustos tarihinde başlayacaktı, eğer Temmuz başı soruşturmaları olmasaydı. Play Off uygulaması ne zaman devreye girdi? 23 Ağustos! 6-13-20 Ağustos! Lige başlasaydık, üçüncü hafta maçlarını yorumluyor, dördüncüleri tahmin ediyor olacaktık. Madem böyle parlak bir fikir vardı Mehmet Ali Aydınlar ve yönetiminin aklında, Türkiye Futbol Federasyonu‘nun seçimlerinde aday olurken açıklaması gerekmez miydi bunu? Açıklamadı, çünkü aklında böyle bir fikir yoktu. Bu kadarı da olamazdı zaten.

Bu değişiklik, yerlerde sürünen bir ligin, onu tamamen bitirecek, değerini sıfırlayacak şekilde ayağa kaldırılma çabasıdır. Sahadakine inancı kalmayan taraftarların karşısına saf rekabeti çıkartarak, onların tekrar futbola döndürme çabasıdır. İnancını yitirmiş bir taraftar, lanet okuyan bir futbolsever en büyük rakipleri ile oluşabilecek dörtlü bir ligi takip edeceği için bunu yapıyorlar. Fakat, ligin zaten düşen değerini, bir senelik dekoder pahasına satıyorlar. İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya, Portekiz… Bu liglerin hangisinde Play Off sistemi var? Bazı ülkelerde var tabii bu sistem! Fakat onların hepsi ikinci, üçüncü sınıf futbol ülkeler! İspanya bilmiyor mu Barcelona, Real Madrid, Valencia ve Sevilla takımlarını ligin bitiminde dörtlü bir lige almayı? Demek ki onlar bu kadar büyük düşünemiyorlar! Futbolu öğrettiğimiz gibi, lig statüsünü de öğreteceğiz bu ülkelere!

Sonuç olarak, TFF ve takımlar dekoder satalım, daha çok büyük maç oynansın ki gelirimiz artsın diyerek futbol adına çok olumsuz bir karara imza attılar. Aynı, başarı kazanalım diyerek, illegal yollara sapmak gibi bir şey bu. Kısa yoldan köşeyi dönme isteği içe işlemiş bir kere! Zaten, takımlar adına yapılan açıklamada da dekoder ve forma vurgusu her şeyin arkasındaki bize gösteriyor: Para! Yöneticiler daha berbat yönetsinler diye, taraftardan daha fazla para istiyorlar! Altın yumurtlayan tavuğu kesiyorlar haberleri yok! Fakat bakınca şu bir buçuk aydır olanlara, belki de bu tavuğu artık kesilme zamanı da gelmiştir. Her şeye sıfırdan başlamak için…

[Son Dakika] Karargahı düştü, kendisi direniyor

Libyalı muhalif güçler, ‘Trablus savaşı’nın 3. gününde Kaddafi’nin karargahını ele geçirdiler. Kaddafi’nin nerede olduğu hala meçhul, fakat direneceğini ve son dakikaya Libya’da kalacağını ifade ediyor.

Libya’nın başkenti Trablus’ta, ‘Kaddafi devrinin sonu’ olarak yorumlanabilecek gelişmeler yaşanıyor.

Pazar günü itibariyle Trablus’taki kontrolü ele geçiren muhahlifler, Kaddafi’nin karargahına girdiler. Gelen görüntülerde Kaddafi’nin isyanın ilk günlerinde önünde açıklama yaptığı heykelin muhalifler ile çevrili olduğu görülüyor.

Babül Aziziye’deki karargahtan gelen ilk görüntüler, muhaliflerin yağmalamalara başladığını gösterdi.

Kaddafi güçleriyle NATO destekli muhalif güçler arasında 6 aydır süren çatışmalar sonunda, muhalifler Pazar günü Trablus’a girmiş ve kentin büyük bölümünde kontrolü ele geçirdiklerini duyurmuşlardı.

Kaddafi güçlerinin direnç gösterdiği hem muhalifler hem de uluslararası yetkililer tarafından sık sık dile getirilirken, son gelişme, muhalif güçlerin Kaddafi’nin Babül Aziziye’deki karargahına girmesi oldu.

Muhaliflerin Pazar günü itibariyle girdikleri Trablus’ta, Kaddafi’nin üç oğlunu teslim aldıkları duyurulmuş ancak daha sonra halef olarak görülen Seyfülislam Kaddafi’nin Trablus sokaklarındaki görüntüsü ortaya çıkmıştı.

Seyfülislam, ailesinin durumunun iyi olduğunu ve mücadeleye devam edeceklerini söylerken, ABD’nin, Libya’dan çıktığı yönünde bir bilginin bulunmadığını duyurduğu Kaddafi’den ise bugün bir açıklama gelmişti.

Rus yetkililerin ulaştığı Kaddafi, “hayattayım ve savaşacağım” mesajı vermişti.

Pentagon, muhaliflerin Kaddafi’nin karargahına girmesinin hemen ardından, iki gündür yaptığı açıklamayı tekrarladı: “Kaddafi’nin hala Libya’da olduğuna inanıyoruz…”

Türkiye-İran-Suriye üçgenindeki PKK – Mete Çubukçu

Türkiye,  Silvan saldırısı ile başlayarak devam eden yeni bir terör/çatışma dönemine girdi.  
 

PKK’nın güvenlik güçlerine yönelik saldırıları neredeyse unutulmuşken sanki bir ya da birkaç merkezden düğmeye basılarak çatışma süreci başlatıldı. Bu noktada yanıtlanmaya muhtaç soruların başında eylemlerin neden şimdi arttığı geliyor.  Bu sorunun tek bir yanıtı olabileceği gibi resme daha geniş çerçeveden baktığımızda olayın aktörleri, hareket tarzları, zamanlaması da göz önüne alınarak birden fazla yanıtı olabileceği aşikâr.  
 

Genel anlamda sorunu bugünkü can yakıcı durumundan soyutlayarak biraz daha soğukkanlı yaklaşımla sadece terör ya da sadece Kürt meselesi parantezine sıkıştırmamak gerekiyor. İkisini birbirinden ayırarak sonucu gitmek mümkün değil. Son 30 yıl bunun olamayacağını gösterdi. 
 

Ancak son günlerde yaşananlar iki boyutu var: Birincisi, Türkiye’nin iç dinamiklerinden, büyük bölümü kendine has bir sorun olan Kürt meselesi ve bu bağlamda PKK’dan kaynaklanan bir durum. Diğer yanıyla Ortadoğu’daki Arap ayaklanmaları ve bu ayaklanmaların yarattığı rahatsızlığın Suriye-İran ekseninde  Türkiye’nin uyguladığı politikaya karşı kullanılması.  
 

PKK’nın Ortadoğu gibi bir kaygan ve kaypak bir zeminde 30 yıldır varlığını sürdürmesi bir vaka. PKK 30 yıldır zaman zaman zayıflasa askeri olarak darbe almasına rağmen varlığını sürdürüyor. Örgütün dinamiğini Türkiyeli Kürtler oluştursa da bir yapının farklı ülkelerle gevşek ya da güçlü bağlantısı olamadan ayakta kalması kolay değildir. Bu bağlamda İran-Irak-Suriye-Türkiye ekseninde varlığını sürdüren PKK’nın asıl dinamiğini Türkiye oluştur ama kuruluşundan bu yana Suriye ile ilişkileri İran’la inişli çıkışlı temasını unutmamak gerekir.
 

Bu noktada PKK’nın uzun süredir devam ettirdiği “eylemsizlik” kararını bozması ve Suriye’deki ayaklanmanın patlak vermesi ile Türkiye’nin Suriye’ye yönelik sert tavrının aynı zamanlara denk gelmesi doğrudan bir bağlantılı olmasa bile ilişkili. En azından varoluşunu bu coğrafyada sürdüren PKK farklı ülkelerle ilişkilere açık, geçmişte de açıktı. Burada PKK’nın kendi dinamiği olmadığı sadece farklı ülkeler tarafından kullanıldığı kolaycılığına kaçmamak gerek. Ancak PKK’yla bu ülkeler arasında konjoktürel ilişkiler söz konusu.  Bu konjonktürel durum son dönemdeki gelişimlerle yeniden canlandırılmış gibi. 
 

PKK’nın eylemsizliğini bozması Türkiye’deki seçimin ardında geldi. BDP’li milletvekillerinin parlamento boykotunu gereksiz bir biçimde uzatması, Abdullah Öcalan’ın uzun süredir görüştüğünü iddia ettiği “devlet görevlileri” ile PKK tarafından taşeron olarak kullanıldığını iddia ederek, görüşme sürecinden çekildiğini açıklaması ile düğmeye basılmış gibi oldu.

TESADÜF MÜ?

Suriye’deki ayaklanma karşısında Türkiye’nin Şam’a karşı sertleşmesi Esad yönetimini harekete geçirdi. Şam yönetiminin yıllarca PKK’yı destekledikten sonra tüm ilişkilerini kesmiş olması, Öcalan Suriye’den çıktıktan sonra Suriye muhaberatının PKK ile bağının kestiği anlamına gelmiyor. Ortadoğu’daki eski siyasi sistem mantığı da bunu doğrular. Suriye yönetimi ayaklanmalarla birlikte ülkede yaşanacak bir iç savaşın ülkedeki Kürtleri de etkileyebileceğini söylerken bu “tehdit” aslında Türkiye’yi hedefliyor. Çünkü PKK’nın Suriye’deki Kürt nüfus üzerinde ciddi etkisi var.  Fakat şu anda bölgede oluşan hava ve Batı’yla Türkiye’nin Suriye’ye yönelik politikası Suriye’yi  PKK konusunda eski pozisyonuna yaklaştırabilir. 
 

Şam Konferansı’nda “Türkiye dışarıya müdahale edeceğine önce kendi içindeki sorunlarla ilgilensin, kendi Kürt meselesini çözsün yaklaşımı” söz konusuydu. 
 

İran ise bölgede Suriye’nin en önemli müttefiki, “ağabeyi”. Esad rejimini sonun kadar destekleyeceği, yaşaması için elinden geleni yapacağı biliniyor. Zaten bu resmi açıklamalara da yansıyor. Bu açıdan Suriye konusunda Türkiye ile İran karşı karşıya geldiğini söyleyebiliriz. . İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsünün “Suriye’nin iç içlerini karışılmamalı” sözleri doğrudan Türkiye’yi hedef alıyor. Bu noktada farklı bir netlik gerekiyor. Türkiye-İran ikili ilişkilerinin iyi olması, ticaret hacminin giderek artması, Türkiye’nin İran’ı belli konularda savunması ile iki ülkenin tarihsel kökenleri de olan bölgesel rekabetini farklı değerlendirmek gerekir. Şu söylenebilir: Türkiye ile İran’ın birbirine güveni kontrolü, konjonktüreldir. Hele Ortadoğu siyasetini, bölgedeki siyasi “oyunları” Türkiye’den iyi bilen, bu konuda Türkiye’den tecrübeli olan İran, Suriye konusunda tüm kozlarını kullanmakta kararlı görünüyor. Kürt meselesiyle ilgili her üç ülkenin ortak paydası ortak tavrı var gibi görünse bu dönemde çıkarlar giderek farklılaş gibi. Her ülkenin dış tehdit algılaması şu sıralar diğeriyle örtüşmüyor. 

İRAN RESMİN NERESİNDE?

Resmi tamamlamaya devam edelim: PKK’nın İran kolu olarak bilenen PJAK’a karşı Tahran yönetiminin başlattığı operasyon yanlış okumaların kurbanı oldu. İran’ın PJAK’a darbe vurması Türkiye ile birlikte hareket ediyor gibi görünse bile alt okuması ve daha sonraki gelişmeler durum pek öyle olmadığını ortaya koyuyor. PJAK ciddi darbe alınca PKK, PJAK’ı kendi bölgesine çekerek İran sınırını kendisinin kontrol edeceği açıkladı.  İşte, “Murat Karayılan’ın yakalandığı” yönündeki dezenformasyon da tam bu sırada gerçekleşti. İran, bu konuda çelişkiler açıklamalar yaparak aslında şunu söylemek istiyor gibiydi:  “Karayılan elimizde olabilir ya da olmayabilir. Ama Örgütün lider kadrosunu yakalama kapasitemiz var”.  Durum bir diğer okuması ise “PKK’ya gerektiği zaman darbe vurabilir ama aynı zamanda harekete geçirebilme gücünü sahibiz.” Türkiye kamuoyuna yönelik mesaj ise PJAK karşısında başarılı bir İran ile PKK karşısında “başarısız”  bir Türkiye imajı yaratmak. Ancak son kertede İran Türkiye’nin dikkatini dışarıdan içeriye yönelmesini, Suriye yerine PKK ve Kürt meselesine odaklanmasını uygun buluyor. Üstelik örgütün liderlerinden İran’a yakın olanların da bulunduğu bir sır değil.  
 

PKK’yı iddia ettiği Devrimci Halk Savaşı denilen yönteme sürükleyerek Türkiye’de yeniden kanlı bir süreci başlatarak meşgul etmek İran ve Suriye’nin amaçlayabileceği bir süreç olabilir. 

 

PKK ESKİ PARADİGMA İLE HAREKET EDİYOR

PKK cephesindeki anlayış ise soğuk savaş dönemine denk düşüyor.  Bu düşünce biçimi de duruma göre farklı konum alma, farklı ülkelerle dostluk/düşmanlık ilişkilerini somut olaylara göre ayarlamayı gerektiriyor. PKK’nın yürürlüğe koymayı iddia ettiği Devrimci Halk savaşı da bu paradigmanın ürünü. Ama en önemlisi, bölgede ve dünyadaki değişimi takip etmesine rağmen muhtemelen kavramak istemeyen/kavrayamayan PKK yönetici kadrosu, Suriye gibi bir ülkede Kürtlerin özgürleşmesi yerine halkına ordusuyla saldıran Şam rejimi ile birlikte olarak tarihsel bir yanlış yapmakta.  Ne yazık ki Ortadoğu’da belli konularda bu değerler dizisi işleyebiliyor.  
 

İran-Suriye-Türkiye üçgenindeki PKK, var olan koşullarda eylemlerini arttırıp Türkiye’yi yeni bir güvenlik konseptine yöneltmek, 1990’lı yıllara döndürmek, açılım yerine daha sert politikaları tercihe zorlamaya çalışıyor; zaman zaman başarılı olduğu da söylenebilir. Bu durum, Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik enerjisini azaltıp dikkatleri içeri çekeceği gibi, kamuoyundan da içeriye odaklanmak talebinin yükselmesi muhtemel gözükmektedir. İran ve Suriye için bundan daha iyi bir atmosfer de düşünülmez. 
 

PKK bir vaka; kendi dinamiği söz konusu, gücünü de buradan alıyor.  Ancak şu an yaşadıklarımızın ışığında bölgedeki ilişkileri kendi lehine kullandığını, bölge ülkelerini de PKK’yı “yönlendirebileceğini” unutmamak gerek.

Mete Çubukçu- www.t24.com

“Kadın cinayetleri durdurulsun!”

0

Diyarbakır‘daki kadın örgütleri, son günlerde artan kadın cinayetlerine karşı toplumdaki refleksin yetersiz olmasının düşündürücü olduğuna dikkat çekti. Kadın örgütleri temsilcileri, bu sorunun sadece kadın örgütlerinin mücadelesiyle aşılamayacağını kaydederek, kadın konusunda toplumsal bilinçaltının yenilenmesine ihtiyaç duyulduğunu, bunun için merkezinde sivil toplum örgütlerinin de bulunacağı sosyal destek kurumlarının oluşturulması gerektiğini belirtti.

‘Elektronik buton ve kolyelerle bu sorun çözülmez’

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kadın ve Aile Şube Müdürü Türkan Turan, kadın cinayetlerine karşı toplumda yaşanan sessizliğe dikkat çekerek, “Bu sessizlik ‘hak etti’ düşüncesinin toplumsal bir bilinçaltına dönüştürülmesinden kaynaklanıyor. Bunun için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in çok ciddi çalışma yürütmesi lazım. En son Fatma Şahin’in biz elektronik buton ve kolyelerle bu sistemin önüne geçeceğiz açıklaması çok düşündürücüdür.” diyerek sistemin nasıl işler hale getirileceğinin açıklanmasını istedi.

Turan, “Kadın intiharları aslında bir isyanın sesidir. Ancak toplumda bu böyle algılanmıyor. İntiharlar için ‘Allah bilir ne yapmıştır da hak etti’ mantığıyla yaklaşılıyor. Biz de intiharlardan çıkan seslere gerçekten kulaklarımızı tıkamış durumdayız. Vicdanlarımızı sorgulamıyoruz” şeklinde konuştu. Turan, kadın cinayeti ve teşebbüsüne karşı hükümetin bir an önce caydırıcı yasal düzenlemeler yapması gerektiğini belirterek, televizyon programlarının yarattığı tahribatın önüne geçilmesi gerektiğini kaydetti. Kadını en fazla yaralayan konulardan olan erken yaşta evlilik ve dini nikâhların önlenmesi gerektiğini belirten Turan, bu konuda özellikle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile medyaya fazla iş düştüğünü söyledi.

‘Sadece kadın kurumlarının mücadelesiyle sorunun üstesinden gelemeyiz’

Kardelen Kadın Evi Koordinatörü Mukaddes Alataş, kadın katliamlarında çeşitli bahanelerin ileri sürüldüğünü belirterek, kadını yok sayan ve “mal” olarak gören bir zihniyetin var olduğunu söyledi. Yürüttükleri kampanyalarla buna dikkat çektiklerini aktaran Alataş, kadın katliamlarını magazinel haberler olarak veren yaygın medyayı eleştirdi. Toplumda gelişen duyarsızlığı da yaygın medyanın kullandığı eril dile bağlayan Alataş, bu şekilde kadının can güvenliğinin tehlikeye düştüğünü ve yaşam hakkının elinden alındığını, yargının ise buna göz yumduğunu belirtti. Türkiye’de önemli bir güvenlik sisteminin olduğunu belirten Alataş, devletin kadını korumada yetersiz kaldığını ifade ederek, “Devletin kadına karşı işlenen suçlarda caydırıcı yasal düzenleme yapması lazım. Sosyal destek kurumlarının artması lazım. Bu sosyal destek kurumları sadece kadın mücadelesiyle değil bütün karma yapıların çalışmalarıyla olması gerekiyor.” şeklinde konuştu.

SELİS Kadın Derneği Koordinatörü Ruşen Seydaoğlu ise, aile, devlet ve toplum tarafından var olan eril baskının kadınları intihara sürüklediğini belirtti. Seydaoğlu, ” Devlet sosyal hizmet politikalarıyla erkek ve kadınları beraber bu hayata katmak zorundadır. Ancak bu gerçekleşmiyor. Çünkü devletin böyle bir politikası yok. Kadının korunmasına dair hiçbir politika üretilmedi. Buna biz çözüm olabiliriz diye ‘Kadın kırımına hayır’ olan 3. kampanyamızı başlattık. Ancak yaptıklarımız medyada yer bulmuyor. Güçlü bir ses çıkarılması için kadın kurumlarının bir araya gelmesi ve ortak plan, program çıkarması lazım.”

Yeşil Gazete (Kaynak, Yüksekova Haber)

İki bin asker sivil araçla sınıra gönderildi

Kuzey Irak’a yapılan hava harekatının ardından sınırda hareketlilik yaşanıyor. Yaklaşık 2 bin asker sivil araçlarla Şırnak’a gönderildi.

Son dönemde art arda yaşanan saldırılarının ardından Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’ta başlattığı hava harekatı aralıklarla devam ediyor.

Habertürk Gazetesi’nin haberine göre; Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı’ndan 2 bin komando, 120 sivil minibüsle ile Mardin yolu üzerinde Şırnak’a sevk edildi.

Sevkıyat sırasında karayolunda üst düzey güvenlik önlemleri de alındı.

Konvoyun başında zırhlı panzer, orta ve sonlarında ise sinyal kesici Jammer araçlar bulunuyor.

Taş ocaklarına radyasyonlu atık mı dökülüyor?

Kocaeli, Körfez Yukarı Hereke mevkiinde bulunan Küçükkaya Maden Şirketi’ne ait taş ocağında açılan dev çukura, bir süre önce kamyonlarla koyu renkli atıklar dökülmeye başlandı. Maden şirketinin, ağır metal içeren bu cürufun içine bertaraf edemediği radyasyon içeren elektrik ark tozu karıştırıp toprağa döktüğü ihbarı üzerine Kocaeli İl Çevre Müdürlüğü ve Jandarma taşocağı bölgesine baskın yaptı. Halen işler durumda bulunan taşocağına giriş ve çıkışlar tutuldu. Valilik, dökülen atıkların zehirli olup olmadığı yönünde inceleme başlattı.

Jandarma ve İl Çevre Müdürlüğü, taşocağı bölgesinde aldıkları önlemlerin ardından dökülen atıkların radyasyon içerip içermediğini ölçmek istedi ancak yanlarında radyasyon ölçme cihazı olmadığı için ölçüm yapmadan bölgeden ayrıldı. Valilik, Radyasyon cihazı bulunan TÜBİTAK ve  İZAYDAŞ ile irtibata geçti. İl Çevre Müdürlüğü`nde radyasyon cihazının bulunmamasının büyük bir eksiklik olduğunu söyleyen Hereke Çevre Derneği Başkanı Hayri Altınok, cürufların dökülmesinin derhal durdurulması çağrısında bulundu.

Altınok, “Tespitlerimize göre, mevcut ocak sahasına kapsam dışı faaliyet olarak bir atık dökülmüş. Dökülen atık, demir üretiminden artan cüruf. Ayrıca elektrik ark ocaklarında oluşan ağır metal içeren tozların cürufa karıştırılarak bu sahalara gönderildiği yönünde iddialar var. İhbarımız üzerine bölgeye gelen İlçe Çevre Müdürlüğü`nde radyasyon cihazının bulunmaması bir ayıptır. Yetkililer dökülen cürufa sadece baktılar ve bölgeden ayrıldılar” dedi.

Dökülen atıklarla ilgili bir açıklama yapan Kocaeli Valisi Ercan Topaca ise, iddialarla ilgili olarak araştırma başlattıklarını söyledi. Vali Topaca, “Maalesef bu tür tesislerden çıkan cüruf ve benzeri atıklar sadece bizde değil tüm dünya ülkelerinde sorun. Yapılan bir araştırmada Amerika başta olmak üzere bazı ülkelerde bu maddenin karayollarında asfaltın altına destek malzemesi olarak dökülüyor” diye konuştu.

Topaca, açıklamasına şöyle devam etti: “Amerika`da yapılan bu işlem Türkiye`de kabul edilmemiş. Öğrendiğimize göre firma, cüruf döktüğü alanı satın almış. Fabrikasında çıkan atıkları buraya döküyor. İhbarlar üzerine çevre müdürlüğü ekiplerini gönderdik. Burada radyasyon ölçümü yapılması için de TÜBİTAK`a başvurduk. Hemen sonuç alınmaz, tahlil sonuçlarını bekleyeceğiz. Sonuçlar, kötü çıkarsa gerekli yasal ve cezai bütün işlemleri başlatacağız.”

(Bizim Kocaeli)

İzmir tenise hazırlanıyor

0

Türkiye’deki iki ATP Challenger organizasyonundan biri olan Türk Telekom İzmir Cup, 19-25 Eylül tarihleri arasında UTEM tesislerinde düzenlenecek. Türkiye Tenis Federasyonu Başkanı Ayda Uluç, İzmir’in geçen yıl düzenlenen organizasyondaki başarısını bu yıl da devam ettirmesini umduklarını belirtti.

TT İzmir Cup 2011 ile ilgili İzmir Hilton Oteli’nde düzenlenen basın toplantısında konuşan Uluç, Türkiye’de İstanbul ve İzmir olmak üzere iki ATP organizasyonunun düzenlendiğini, İstanbul organizasyonunun 100 bin dolar, İzmir’in ise 75 bin dolarlık olduğunu ifade etti.

Bu yıl turnuva ile aynı zamanda 10 Yaş Turnuvası ve Türkiye 3. Ligi maçlarını da yapacaklarını, turnuvanın bir şenlik havasında geçmesini istediklerini ifade eden Uluç, İzmir’de Türkiye şampiyonu çıkarmış kulüplerin bulunduğunu, İzmirliler’in geçen yıl düzenlenen organizasyona gösterdiği ilginin memnuniyet verici olduğunu, bu yıl da aynı ilgiyi beklediklerini dile getirdi.

Bu tür turnuvaları almanın ve devam ettirmenin çok zor olduğunu, ATP’nin yeteri ilgi olmaması veya organizasyon eksiklikleri olması halinde turnuvayı geri çekebileceğini ifade eden Uluç, İzmirli sponsorların desteğini artırması gerektiğini belirtti.

”Bu turnuva İzmir’de kalmalı, bu İzmir’in turnuvasıdır” diyen Uluç, bu organizasyonda gösterilecek başarının gelecekte ATP Masters Series turnuvasını da İzmir’e çekebileceğini bildirdi.

Uluç, Türk tenisçi Marsel İlhan’ın Cincinati Tenis Turnuvası’nda dünya sıralamasında ilk 100’e girme başarısını gösterdiğini de belirterek, ”Marsel’in ilk 100’e girmesi Olimpiyat şansımızı artırdı” dedi.

Daha iyi bir ana tablo
Toplantıda turnuvayla ilgili bilgi veren İzmir Cup Turnuva Direktörü Hamdi Büyükaltıntaş, turnuvaya tek ve çiftlerde mücadele etmek üzere 75 uluslararası raketin katılacağını, İzmir Cup’ın geçen sene elde ettiği başarılarla ününün arttığını, bu nedenle bu yıl oyuncu kalitesinin daha yüksek olmasını beklediklerini kaydetti.

Oyuncu listelerinin organizasyondan 15 gün önce belli olduğunu belirten Büyükaltıntaş, ana tablo maçları 19-25 Eylül tarihleri arasında yapılacak turnuvanın eleme maçlarının 17-18 Eylül tarihlerinde oynanacağını dile getirdi.

TTF Yönetim Kurulu Üyesi Cem Tınaz ise İzmir ve İstanbul’daki turnuvaların arka arkaya planlandığını, oyunculara tek bir ülkede iki turnuvaya katılma avantajı sunduklarını belirterek, şöyle konuştu:

”İstanbul’daki turnuvaya dünya ilk 100’ünden iddialı isimlerin başvurduğu duyumlarını aldık. İstanbul’da geçen seneye göre daha iyi bir liste bekliyoruz. Bu oyuncuların İzmir’e de geleceğini tahmin ediyoruz. Türkiye’deki turnuvalara ağırlıklı olarak dünya ilk 50’si ile 100’ü arasından oyuncuların gelmesini bekliyoruz. Marsel İlhan da turnuvaya katılacak. Bunun dışında sürpriz isimler yer alabilir”

Bu yıl da geçen yıl olduğu gibi İzmir Cup turnuvası kapsamındaki maçların ücretsiz olarak izlenebileceği, turnuvanın yapılacağı UTEM tesislerine kentin çeşitli merkezlerinden servisler konulacağı belirtildi.

Bu yıl turnuvanın ilginç bir açılış organizasyonunun farklı bir yerde yapılması için de çalışma yapılıyor. Bu kapsamda kazı çalışmaları devam eden İzmir Agora’da açılış organizasyonu yapılması için izin istendiği, onay gelmesi halinde kentin tanıtımına katkı sağlayacak bir organizasyon yapılmasının planlandığı belirtildi.

Dünya curling’i Erzurum’da oynayacak

0

25. Dünya Üniversiteler Kış Oyunları’na ev sahipliği yapan Erzurum’da, 2012 Dünya Karışık Çiftler Curling Şampiyonası düzenlenecek.

Dünya Curling Federasyonu’ndan yapılan açıklamaya göre şampiyona 23-29 Nisan 2012 tarihleri arasında Erzurum’da düzenlenecek. 1000 kişi kapasiteli Milli Piyango Curling Salonu’nun ev sahipliği yapacağı organizasyonun Türkiye’ye verileceğini duyuran Dünya Curling Federasyonu Başkanı Kate Caithness “Henüz iki sene önce bünyemize dahil olan Türkiye’de curlinge olan ilgi şaşırtıcı. 2011’de çok güzel bir organizasyona imza attılar. Bu organizasyonun da başarılı olacağına eminim” dedi.

Türkiye Buz Pateni Federasyonu Başkanı Fahrettin Kandemir ise konuyla ilgili yaptığı açıklamada “Organizasyonu aldığımız için çok gururluyuz. Sadece iki yıldır Türkiye’de curling oynanıyor. Böyle etkinliklerin ülkede kış sporlarına olan ilgiyi arttıracağını düşünüyoruz” şeklinde konuştu.

Yeşil mücadele Cennet Koy’u kurtardı

Muğla‘nın Bodrum İlçesi, Göltürkbükü Beldesi’nde, dört yıl öncesine kadar, balık çiftliklerinin kurulmasının ardından hızla kirlenerek neredeyse çöplüğe dönüştüğü için mavi yolculuk rotasından çıkarılan Cennet Koy, güzelliğine ve temizliğine kavuştu.

Balık çiftliklerinden sonuncusunun 2007 yılında kaldırılmasının ardından harekete geçen belediye ve çevreciler, Cennet Koy’u eski haline getirip, bu yılın başından itibaren de yeniden mavi yolculuk rotasına alınmasını sağladı.

Göltürkbükü Beldesi’ndeki, 1985 yılında uluslararası turizm ve yat dergileri tarafından mavi yolculuğun en önemli duraklarından biri olarak gösterilen ve 1’inci Derece Doğal SİT Alanı olan Cennet Koy, 14 balık çiftliğinin, 1990 yılından itibaren bir bir kurulmasıyla birlikte yavaş yavaş kirlenmeye başladı. Çevrecilerle turizmcilerin tüm eylemlerine karşın kirlenmenin önüne geçilemedi. Denize girmenin imkansız hale geldiği Cennet Koy, 2000’li yılların başından itibaren de mavi yolculuk rotasından çıkarıldı.

2007 yılında, son balık çiftliğinin faaliyetine son vermesinin ardından Göltürkbükülüler ve çevreciler eylem yapıp, Yeşiller Partisi eski Eş sözcüsü Bilge Contepe‘nin de girişimiyle temizlik kampanyası başlattı. Cennet Koy’da bırakılan barakalar, ahşap eski havuzlar, çürümüş balık ağları, çöp ve yem bidonları, çürüyen tekne kalıntıları Göltürkbükü Belediyesi, Mavi Yol Girişimi ve çevrecilerin yoğun çabalarıyla tamamen temizlendi. 2011 yılının başından itibaren de yeniden mavi yolculuk rotasına alınan Cennet Koy, turizm sezonuyla birlikte dört yıl önceki hareketliliğine kavuştu.

Verdikleri mücadele sonunda balık çiftliklerinin Cennet Koy’dan taşınmasını sağladıklarını, ardından da düzenlenen kampanyalarla temizleme işine başladıklarını belirten Bilge Contepe, “Cennet Koy’u insanlar kirletti, yine insanlar temizledi. İstenirse cennet korunabiliyormuş. Bir koyu kurtardık sırada diğerleri var” diye konuştu. (Ajanslar)

Antalya Devlet Tiyatrosu’ndan 5 yeni oyun

Antalya Devlet Tiyatrosu (ADT), 1 Ekim’de perdelerini Hans Fallada‘nın romanından uyarlanan “Küçük Adam Ne Oldu Sana” isimli kabareyle açacak. Sezon boyunca 10 eseri sahneye koyacak Antalya Devlet Tiyatrosu, 5 yeni oyunla seyirci karşısında olacak.

Antalya Devlet Tiyatrosu Müdürü Selim Gürata, yaptığı açıklamada, 2011-2012 repertuvarını belirlediklerini söyledi.

Selim Gürata, Antalyalı sanatseverlerin karşısına bu yıl 10 oyunla çıkacaklarını, bunlardan 5’inin yeni oyun olduğunu belirtti.

Gürata, “Antalya Devlet Tiyatrosu, 1 Ekim’de perdesini Hans Fallada’nın romanından Yılmaz Onay tarafından tiyatroya uyarlanan ‘Küçük Adam Ne Oldu Sana’ isimli kabareyle açacak” dedi.

Selim Gürata, ADT’nin bu sezon, Leonard Wibberley’in romanından uyarlanan “Kükreyen Fare” adlı çocuk oyununu, Haldun Taner’in yazdığı “Eşeğin Gölgesi” adlı komediyi, Yaşar Kemal’ın “Teneke” adlı eserini ve Türkiye’de ilk defa sahnelenecek Hristo Boyçev’in “Yeraltılı” adlı eserini sanatseverlerle buluşturacağını kaydetti.

Gürata, geçen sezonun sevilen eserlerinden “Hadi Aldat Bakalım”, “Yedi Kadın”, “Sırça Kümes”, çocuk oyunları “Pinokyo” ile “Don Kişot”un da sahneye konulacağını bildirdi.

“Küçük Adam Ne Oldu Sana” isimli kabarenin yönetmeni Barış Erdenk de oyunun müzikli, danslı kabare olduğunu, oyunda 5 müzisyen ve 15 oyuncunun sahne alacağını söyledi.

Oyunun 2. Dünya Savaşı’na giden dönemde Almanya’yı anlattığını belirten Erdenk, “Oyun, insanların küçük düşündüğünde gelişen süreçlere itiraz etmeyip, eleştiri hakkını kullanmayıp, her şeye göz yumduğunda dışarıdaki sistemin bütün dünyayı tehdit etmesini anlatıyor” diye konuştu. (Ajanslar)