Ana Sayfa Blog Sayfa 5095

Londra 2011: “Güpegündüz Yağma” – Naomi Klein

Londra’daki olaylarla, Avrupa kentlerinde çıkan isyanların (Atina’da zarar verilen dükkanlar ve kırılan camlar, Paris’te yakılan otomobiller, vs.) karşılaştırılmasıyla oluşturulan analizler sürekli kulağıma çalınıyor. Olaylar arasında benzerlikler kurmak elbette mümkün; olayları başlatan kıvılcım olarak polis şiddeti ve kendini unutulmuş hisseden bir kuşak göze çarpan ortak özellikler.

Diğer Avrupa ülkelerindeki olaylar temel olarak, kitlelerin yol açtığı geniş yıkım ve şiddetle karakterize olmuştu, yağma olayları ise nadiren ortaya çıkmıştı. Yine de, bu olaylar (ve Londra’dakiler) haricinde, yakın zamanda gerçekleşen pek çok geniş çaplı yağma mevcut, sanırım biraz da onlardan bahsetmeliyiz. Amerikan işgali ertesindeki Bağdat’ın durumu bu bağlamda ele alınabilir; kentteki yağma dalgası kütüphanelerin ve müzelerin talan edilmesine ve pek çok binanın kundaklanmasına yol açmıştı. Bu dalgadan fabrikalar da nasibini aldı. 2004 yılında, geçmişte buzdolabı üretimi yapılsn bir fabrikayı ziyaret etme fırsatı buldum. Fabrikanın işçileri, binada maddi değeri olan herşeyi beraberlerinde götürmüş ve binayı adamakıllı kundaklamışlardı. Geriye yalnızca fabrikanın deforme olmuş metal iskeleti kalmıştı.

Geçmişte haber kanalları, yağma olaylarını son derece politik eylemler olarak değerlendirirlerdi. Yağma olaylarının yaşanmasının ön koşulunun, insanların gözünde rejimin meşruluğunu yitirmesi olduğunu aktarırlardı. Saddam Hüseyin ve oğullarının istedikleri her şeyi elde edişine uzun yıllar boyunca şahitlik ettikten sonra, sıradan Iraklılar kendileri için de bir şeyler elde etme hakkını kendilerinde bulmuşlardı. Fakat ne Londra’nın Bağdat’la, ne de David Cameron’ın Saddam Hüseyin’le hiçbir şekilde benzeşmediği aşikardır. O halde bu örnekten alacağımız hiçbir ders bulunmamakta.

Bir önceki Irak örneği yerine demokratik yönetimin benimsendiği bir ülkeyi ele alalım. 2001 yılı dolaylarındaki Arjantin’in durumunu değerlendirelim. Ekonomi tam bir serbest düşüş halindeydi ve varoşlarda (Varoşlar neoliberal dönem öncesinde gelişmekte olan imalat sanayi bölgeleriydiler) yaşayan binlerce kişi yabancı sermayedarların sahip olduğu alışveriş merkezlerine saldırıyordu. Artık alım güçlerinin yetmediği ürünlerle (giyim, elektronik, et, vs.) doldurdukları alışveriş arabalarıyla dükkanları terkediyorlardı. Hükümetin sıkıyönetim ilan etmesi gecikmedi. Durumdan hoşlanmayan halkın cevabı ise hükümeti devirmek oldu.

Arjantindeki kitlesel yağmaya “el saqueo”, yani “talan” adı verildi. Olaylara bu ismin verilmesi siyasal olarak dikkate değerdir, zira ülke geçmişinde aynı isimle anılan sosyal bir fenomen halihazırda mevcuttu: Ulusal elitler, ülkenin ulusal iktisadi varlıklarını yolsuzluk içerdiği kamuoyunca bilinen özelleştirme ihaleleriyle satmış, buradan gelen kaynakları offshore bankalarına (kıyı bankaları) aktarılmış, bu işlemlerden doğan maliyet ise vahşi kemer sıkma politikaları adı altında halka yüklemişlerdi. “El saqueo”, yani “talan” tanımı, ilkin işte bu süreç için kullanılmıştı. Arjantinliler, 2001’de alışveriş merkezlerinin yağmalandığı olayların, asıl “talan” (El saqueo) yaşanmadığı takdirde gerçekleşmemiş olacağını, gerçek soyguncuların ise iktidar sahipleri olduğunu hatırlatıyorlar. Her şeye rağmen, İngiltere’de yaşananlar, Arjantin’de tecrübelenenlerle alakasızdır. Sıklıkla işittiğimiz üzere, isyanlar siyasi olaylar olmaktan uzaktır. Olan biten yalnızca, kanun tanımaz bir avuç çapulcunun durumdan fayda sağlayıp kendilerine ait olmayana el koyma çabasından ibarettir. İngiliz toplumu, Başbakan Cameron’ın belirttiği üzere, bu tip davranışlardan tiksinti duymaktadır.

Tam bir ciddiyet içerisinde ifade edilen işte budur. Devasa banka kurtarmaları yaşanmamış ve bunu izleyen süreçte bankalar küstahça, karlılıklarının rekor düzeye eriştiğini ilan etmemişler gibi. Bu olanlar karşısında acil gündemle toplanan G8 ve G20 toplantılarında tüm liderlerin vardığı konsensus, ne bankacılık sektörüne herhangi bir yaptırım uygulanmasını, ne de benzer krizlerin yeniden yaşanmasını engelleyici önlemler alınmasını içeriyordu. Bunun yerine, liderler ülkelerine döndüler ve ekonomik olarak en savunmasız olan toplumsal grupların fedarkalıkta bulunması gerektiğini salık verdiler. Bu fedakarlık, kamu çalışanlarının işlerinden olması, öğretmenlerin günah keçisi ilan edilmesi, kütüphane kapılarına kilit vurulması, öğrenim harçlarına zam yapılması, toplu sözleşmelerin askıya alınması, alelacele gerçekleştirilen özelleştirmeler ve emeklilik fonlarının tırpanlanması yoluyla gerçekleşmeliydi (kendi yaşadığınız ülkeye göre yukarıdakilerden bir karışım oluşturabilirsiniz). Peki televizyon kanallarında “kazanılmış haklardan” feragat edilmesini öğütleyenler kimlerdi? Elbette bankacılar ve hedge-fon yöneticileri.

Yaşanan küresel “talan”dır (El saqueo), devr-i işgaldir. Haklara ilişkin hastalıklı bir anlayışla desteklenen bu yağma, saklayacak hiçbir şey yokmuşçasına güpegündüz gerçekleşmektedir. Elbette belli belirsiz ufak homurdanmalar yok değildir; Temmuz ayı başında Wall Street Journal’da bir anket çalışmasından bahsediliyordu. Çalışmaya göre milyonerlerin yüzde 94’ü “sokaktaki şiddet”ten tedirginlik duyuyordu. Görünen o ki bu endişelerinde haklıymışlar.

Şüphesiz ki, Londra isyanları siyasi bir eylem değildir. Fakat, gece vakti sokaklarda hırsızlıkla uğraşanlar bal gibi bilmektedir ki, ülkelerinin ulusal elitleri benzer hırsızlıkları güpegündüz gerçekleştirmektedirler. “Yağmacılık” bulaşıcı bir fenomendir. İsyanların maddi kesintilerle doğrudan ilişkilendirilemeyeceğini belirten muhafazakarlar elbette haklıdırlar. İsyanlar kesintilerin kendisiyle değil, kesintilerin temsil ettiği şeyle alakadır: hayattan topyekün kesilip atılmak. Durmadan genişleyen ve önceden vadedilen sayılı kaçış yollarını da (sendikal koruma altında istihdam, iyi ve karşılanabilir bir eğitim, vs.) yitiren altsınıflar, hızla kuşatma altına alınmaktadır. Kesintiler açık bir mesaj ihtiva ediyor. Toplumun tüm katmanlarına denmektedir ki; “her neredeyseniz orada sıkışıp kaldığınızın farkında olun, tıpkı mültecileri ve göçmenleri dışarıda tutan, her geçen gün daha da kuvvetlenen ulusal sınırlarımızın farkında olduğunuz gibi, olduğunuz yerde kalmanızı sağlayacak toplumsal sınırların da ayırdına varın.”

Başbakan Cameron’ın isyanlara verdiği tepki, yukarıda bahsedilen toplumsal kuşatmanın ete kemiğe büründürülmesidir. Kamu lojmanlarında yaşayanların tahliye edilmesi, iletişim kanallarında sınırlandırmaya gidilebileceğine yönelik tehditler, absürd hukuki uygulamalar ve tutukluluk süreleri (Çalınmış giyim eşyası bulundurduğu tespit edilen bir kadına 5 ay hapis cezası verilmesi) gibi uygulamalara imza atılmaktadır. Kamuoyuna oldukça açık ve sert bir mesaj iletilmektedir: Derhal ortadan kaybolun ve bunu sessizce yapın.

Geçtiğimiz yıl Toronto’da düzenlenen G20 “kemer sıkma zirvesi” çeşitli eylemler ve birkaç polis aracının yakılmasıyla nihayete ermişti. Londra 2011 kıyaslandığında devede kulak kalacak olan olaylar, Kanada kamuoyunu dehşete sürüklemeyi başarmıştı. O günün tartışma konusu, hükümetin toplantının “güvenliği” için ayırdığı 675 milyon dolara karşı yaşananlardı (olayların üzerinden geçen süreye rağmen hala tam bir kontrol sağlanabildiği söylenemez). O tarihte işaret ettiğimiz şey ise, polisin elde ettiği pahalı mühimmatın (tazyikli su ve ses silahları, göz yaşartıcı bombalar ve plastik mermiler) hedefinde yalnızca sokaktaki göstericilerin olmadığıydı. Uzun vadeli hedef, yeni “kemer sıkma” döneminde elinde kaybedek hiçbir şeyi kalmayan düşük gelir gruplarının disiplin altına alınmasıydı.

Cameron’ın anlamadığı şey şu, ekonominin her alanında kesintilere giderken polis bütçesini azaltamazsınız. Zira herkesten fazla hakettiği üç kuruşu muhafaza etmeye çalışanların cebine elinizi daldırdığınızda, karşılığında gelecek organize protestolar veya spontane bir yağma hareketi biçimindeki her türlü direnişe hazırlıklı olmalısınız. Siyasi bir hareketten değil, fizik kanunlarından söz ediyorum.

• Yazının farklı şekilde düzenlenmiş bir hali ilk olarak The Nation’da basılmıştır.

Türkçe’ye Çeviren: Doğu Eroğlu

AA çalışanlarına iktidar karşıtı haber yasağı!

Eski Başbakanlık Sözcüsü Kemal Öztürk, genel müdür olarak göreve getirildiği Anadolu Ajansı‘nın çalışanlarına iktidar karşıtı haber yapılmaması için talimat verdi.

Toplam 52 kişinin görev yerlerinin değiştirildiği, 70’e yakın personele de emeklilik baskısı yapıldığı Anadolu Ajansı’nda (AA) “sansür” dönemi başladı.

Yeni Genel Müdür Kemal Öztürk’ün altındaki yöneticilere “ekonomiyi kötü gösterecek nitelikte haber yapılmaması” talimatı verdiği öğrenildi. Görevine başlar başlamaz, muhabirler üzerinde baskı kuran eski Başbakanlık Sözcüsü Kemal Öztürk’ün tartışmalı uygulamalarına her gün bir yenisi ekleniyor. Cumhuriyet’in edindiği bilgilere göre, göreve geldikten sonra birim yöneticileriyle sabah toplantıları düzenleyen Öztürk, göreve başladıktan sonra eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner’in istifa sürecinde yaşanan karmaşanın faturasını bir muhabire kesti. Haber toplantısında ajansın gelişmeyi önce “istifa” sonra “emekliliği isteme” olarak duyurduğunu anımsatan Öztürk, söz konusu haberi yapan muhabirin alanının değiştirilmesi talimatını verdi. Öztürk haberle ilgili tüm isimlerden de savunma istedi.

Öztürk, bir diğer toplantıda da birim şeflerinden “ekonomiyi kötü olarak gösterecek nitelikte haber yapılmamasını” istedi. Hata yapan ya da haberine açıklama gelen muhabirin “bir süre dinlendirilmesi” ya da “alanının değiştirilmesi” önerisini getiren Öztürk, bir başka toplantıda da müdürlere “İzmir, ramazan haberi, iftar haberi yaptı mı?” diye sordu.

(Cumhuriyet)

Koşaner’in “kocakulağa” takılan sözleri

Yüksek Askeri Şura öncesi emekliliğini isteyen eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner‘in, terörle mücadele konusunu görüştüğü bazı subaylarla yaptığı toplantının ses kaydı internete düştü. Koşaner ses kaydında 30 yıllık savaşa ilişkin görüşlerini anlatıyor.

Ses kaydı, kamuoyunun yakından bildiği ve çok sayıda şehidin verildiği bazı baskınlarla ilgili değerlendirmeleri yansıtıyor. Hürriyet’in haberine göre; eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in söyledikleri özetle şöyle:

‘Kontrolsüz mayın döşedik’

– Huduttakinin bile işareti yoktur. Adam gidiyor basıyor bilmem ne yapıyor. Haberimiz yoktu ekip gönderdik. Ankara’dan da geldiler. Sırayla bitirdiler. Bilmiyorum bitti mi daha devam ediyor mu? Bunlar çok tehlikeli şeyler, bunları kim döşemiş, biz. Şimdi ben desem ki yetkililere ‘Yav bizimkiler mayın döşemişlerdi. 10 -20 sene evvel. Başıboş bırakıp gitmişler.’ Ne derler. Döşerken aklınız neredeydi derler. Maalesef döşeyen yine biziz değil mi?

‘Emir komuta birliği bazen yok’

– Bizi sıkıntaya sokan konulardan bir tanesi emir komuta birliğini bazen sağlayamıyoruz. Nerede bir operasyon, bir harekât, bir baskın vs ne varsa sorumlusu mutlaka bir komutanlık olacak. O bölgenin sorumlusu. İHA’dan (insansız hava aracı) görüntü almak gibi büyük bir nimet var. Olayın olduğu yere süratle bir İHA’yı getirip ekrandan adım adım görebiliyoruz öyle mi? Görebiliyoruz. İHA’dan görüntü gören komutan mutlaka operasyona müdahale edip, sevk idare etmeli. Neden bunu söylüyorum önümüzde örneği var. Bir daha o hataya düşmeyelim. İşte bu Hantepe mantepe olayında operasyon yapan komutan daha doğrusu sorumlu komutan Birinci Tugay Komanda Tugay Komutanı idi ve kendisi arazideydi. Ama ekrana bakan komutanlık civardaki komutanlığımız ona müdahale yetkisi yoktu. Böylece bir koordinesizlik oldu zamanında müdahale edemedik.

‘Tim komutanım mevziden kaçarsa’

– İkinci önemli konu arkadaşlar. Küçük birlik seviyesinde sevk ve idarede çok zayıfız. Jandarma, JÖH’ü filan ayrı tutuyorum. Onlar hakikaten çok tecrübeli profesyonel olmuşlar artık. Sözüm onlara pek değil, daha ziyade bizimkilere. Küçük bir birlik seviyesindeki tim komutanı, kol komutanı eğer o adamına sahip olup da sevk idare edemezse, iş buradan kopar. Hani derler ya bir nal bir at kurtarır. Bir at bir ordu kurtarır, süvari kurtarır süvari bilmem neyi kurtarır. Neticede memleket kurtulur. İşte biz o nal, o nal bizim komando kolumuz. Komando timimiz her neyse motorlu kolumuz orada eğer sağlam duramazsa tutamazsak birliğimizi görevinin başında gerisi çorap söküğü gibi gider. Niye bunu söylüyorum. Benim tim komutanım, unsur komutanı diye koyduğum arkadaşım önce mevzide silahını bırakıp da kaçarsa biz bu işi yürütemeyiz. Biz bu eğitimi yapmamışız yetiştirememişiz demektir.

Rütbesi de var kolunda, o orada silahını bırakıp da mevzisini kaçarsa tabii ki mevzimiz çöker, tabii ki zayiat veririz. 2 tane adam geliyor karşıdan. 30 kişiyi kaçırıyor geri gidiyoruz yav rezalet. Olacak şey değil. Neden, sevk idare edemediğimiz için timimizi. Tim komutanı ve unsur komutanı her ikisi de kendi personelinin göreceği yerde bulunur. Sesle varsa telsiziyle timinin adamlarını tek tek sevk idare eder. Zamanı geldiği zaman da ateş açtırır yerinden kıpırdama der, kaçma der, ben burdayım der. Sevk idare eder. Öyle oluyor mu, nadiren böyle oluyor. Çoğu yerde çat pat dediğin zaman o oraya bu buraya, birkaç gözü kara arkadaş dayanıyor.

‘Kendi erimizi alnından vurduk’

– Lider pozisyonunda olanlar piyasada yoklar. En acısı da silahını da bırakıp gidenler. Roj TV silahın numarasını da beraber gösteriyor. Ben olsam o rütbelinin yerine insan içine çıkmam. Ama utanmıyor adam. Bunlarla iş yapamayız. Yoksa canı sıkılan çeker gider. Ondan sonra mevzimize de girilir, bir sürü de şehit veririz. Artık herşey milletin önünde açık arkadaşlar. Bakın yine örnek dilimin ucuna geliyor söylemek istemiyorum. Böyle timi mimi sahip olmazsa, orada bir tane karaltı görür tak diye ateş eder. Başlar sesi duyan herkes ateş eder basıldık diye. Arkadaşımızı, bir erimizi alnından vururuz. Vurduk mu, haberiniz var mı, var değil mi? Olayı takip ediyorsunuz. Herkesin cebinde artık telsiz var, eskisi gibi de değil. Bak ben ateş ediyorum. Herkes sussun diyeceksin. Herkes duyacak, kimse birşey yapmayacak. Bir kişi edecek bunu gayet kolay yapmak ama eğitimle bunu yaparsanız olur. Bırakırsanız keyfine adam ateş et der. Vay basıldık diye herkes silaha sarılır. Bir masum erimizi alnından pat diye vururuz. Kabahatli biziz.

‘Karakollar hatalı Hantepe de öyle’

– Arkadaşlar bir üssü, bir tepeyi, bir kritik araziyi korurken esas mevzi kazıp gömülmektir. Tabii kayalık sert yerlerdeyiz ve tabii kazıp gömülmek mümkün olmuyor çoğu zaman. Ne yapıyoruz o zaman? Kum torbası bol. Kum torbasını üst üste koya koya kulübemsi karakolların etrafında nöbet kulübesi gibi böyle kulübeler meydana getiriyoruz. Bir de delik açıyoruz önünde buradan gelecekler bakacağız diye. Böyle bir koca hedef oluyor. Arkadaşlar karanlıkta gece görüş aleti olmasa bile ben RPG-7 ile 200 metreden onu tak diye vururum. Bak bu yaşımda vururum. İsterseniz deneyelim. Böyle kulübe yapıyorsunuz ona mevzi diyor bazıları. Mevziye girdik deyince o kulübenin içine giriyorlar. Ondan sonra ilk rokette orası vuruluyor. Öyle oldu değil mi Hantepe’de. Üsteğmenimiz de orada gitti. Koşuştular hepsi peşinden mevziye giriyoruz diye. Ondan sonra roket de oraya geldi. Öyle mevzi mi olur? Nerede görülmüş şey.

‘Halimiz tam bir kepazelik’

Çatışmaya gireceğimiz için ateş mevzii lazım. İşte Hantepe’de İHA’nın görüntüsünde bile belli. Koştular içine girdiler değil mi? Seyreden var mı? Vardır herhalde. Adam da geldi el bombasını üzerlerine atıyor, şey atar gibi. Tam bir kepazelik halimiz. Neden işte lider yok ortalıkta. Lider yok bu hale geldik. Bakın bunları söylememe gerek bile yok. Hepimiz askeriz bunun için komutanız ya. Çok zayıfız bu konuda.

‘Komutan harekatı İHA’yı sevk edecek’

– Kuvvet komutanımızla beraber Hava Kuvvetleri Komutanımızla beraber bu İHA’ların gönderilişini, görüntü aktarmasını yerlerinde bir daha inceledik. Şunu gördük ki, eğer zamanında uygun şekilde İHA’ları kullanabilsek bize çok çok büyük imkan kazandırıyor. Ama bunu yerinde zamanında görüntüyü izleyen komutan hakikaten o görüntüde gördüğü operasyona müdahale edebilecek bilgide ve tecrübede olması gerekir. Oradaki nöbetçi subayın yapacağı bir iş değil o.

Demek ki önce ilgili komutan fırlayıp bu işin başına gelmesi süratle durumu değerlendirmesi topçu mu attıracak, uçak mı isteyecek, helikopterleri mi gönderttirecek ne talep edecekse etmesi ve alttaki birlik komutanıyla direkt temasta olup helikopteri yönetmesi lazım. Topçuyu tanzim ettirmesi lazım. İHA’nın nereyi takip etmesi gerektiğini söylemesi lazım. Ekranın başında olup da harekâtı sevk edecek komutan İHA’yı da sevk edecek.

‘Herkes işine sahip olacak’

– Bundan sonra ben dediğimde İHA geç geldi, sağa git dedim, sola gittiydi falan filan yok arkadaşlar, yok. Herkes işine sahip olacak. Ona göre İHA’yı kullanacak. Ona göre de helikopter mi getirecek, işte gerekli işlemi yapacak. Buna dikkat edelim. Şimdi tabii terör örgütünün önümüzdeki dönemde ne yapacağı biraz siyasi. Artık tamamen örgüt siyasi alana angaje oldu. Biliyorsunuz seçime kadar eylemsizlik diye bir karar aldılar. Bu da hakikaten eylemlerini yani kırsal kesimdeki eylemlerini azalttılar. Bu karar tabii kesinlikle bizi bağlamaz.

‘Eylemsizlik falan söz konusu değil’

– Bu son dönemde o kadar herşey serbest dendi ki, halkımıza işte herkes istediğini söyleyebilir, istediğini talep ediyor, istediğini bilmem ne yapıyor. Saçmasapan şeyler. Tabii çoğunun bunu düşünmesi bile mümkün değil. Onun için size diyorum ki arkadaşlar. Lütfen bulunduğunuz yerde nabız tutun. Bakın halkın içinde olun. Kışladan lojmana lojmandan kışlaya dediğiniz zaman bunu anlayamıyoruz. Nabız tutmamız lazım. Polisle, itle mitle bilmem neyle yakın temasta olmamız lazım. Hakikaten bu söylenenler oluyor mu, halk buna ne diyor? Ne kadar destekliyor. Ne kadar desteklemiyor. Saçma mı buluyor, ne nasıl oluyor? Yani bunları kimlerden öğreneceğiz? Sizden öğreneceğiz. Öncelikle jandarmadan öğreneceğiz. Buna ihtiyacımız var. Biz hiçbir zaman eylemsizlik falan filan öyle birşeyi ağzımıza almadık. Bizim için eylemsizlik söz konusu değil arkadaşlar.

‘1 yıldır daha mantıklı operasyon’

– Bizim hiç kimsenin talimatına falan da ihtiyacımız yok. Tabii ki mücadelemiz devam edecektir. Kimse de bunu durdur diyemez. Dese bile bunu kabul etmeyiz. Bir kere bunu hiç unutmayınız. Kesinlikle yok hareketi azalt, operasyonu azalt, ne bizim ne diğer komutanlarımızın ağzından çıkar. Biz her zaman olduğu gibi teröre karşı mücadelede bir adım bile geri duramayız. Ancak geçen seneden beri biraz daha mantıklı olarak bu işi yapmaya karar verdik. Eskiden büyük bölgeleri aramak için taburlar, hadi araziye diziliyorduk. Hadi arıyorduk tarıyorduk bu arada. 10 kişi mayına basıyordu.

‘Ne oldu, bitti mi bu adamlar?’

– 5 kişi bilmem ne oluyordu. Düşüyordu kalkıyordu yaralanıyordu. Neticede de hiçbir şey bulamıyorduk. Verdiğimiz zaiyatla kalıyorduk. Onun için dedik ki istihbarata dayalı gerçek duyuma dayalı birşey elde ettiğimiz zaman operasyon yapalım. Artık bunu jandarma mı yapar, beraber mi yaparız. Yani boşu boşuna birlikleri sevk etmektense bir bilgi alıp bir istihbarat alıp ona yönelmek, ha o da boş çıkabilir. Ama yeterli kuvvetle bunu yapmak zorundayız. Bütün herşey bana geliyor. Bazı yerlerde hareket yok. Ne oldu, bitti mi bu adamlar?

Sınır birlikleri için eğitim

– Şimdi sınır birliklerimizin biraz daha profesyonel olması için yani profesyonel asker falan demiyorum. Bir sınır eğitim merkezi teşkil ettik, biliyorsunuz herhalde? Şey olan eğitim birliklerimizi erlerimizi oraya gönderiyoruz.

‘Artık herkesin gözü üzerimizde’

– Bunlara rahat vermememiz lazım. Öyle bir hava varsa eğer kafanızdan lütfen çıkartın. Öyle şey yok. Çok dikkat edin herkesin gözü üzerimizde. Bir ufacık hata yapılırsa basına taşınıyor. Manşetlere taşınıyor. Onun için herşeyi yasal bazda yapmak durumundayız. Bizim yasalarımız hani bazen kızıyoruz mızıyoruz ama bize gerekli yetkiyi veriyor. Dikkatli incelersek kullanırsak işte valiyle konuşmak suretiyle falan bize gerekli yetkiyi veriyor. Tabii önce jandarmamız yapıyor. Biz de onların peşinden ona destek olarak yapacağız.

Biraz evvel söz ettim. EMASYA Protokolü kalktığı için iller arasındaki harekette biraz sıkıntımız olacak gibi geliyordu. Ama arkadaşlarımız söylediler. Valiler gene anlaştı falan diye. Biz bunu yeni bir protokolle yasal baza oturtmaya çalışıyoruz. Onu da hazırlar hazırlamaz size tekrar göndereceğiz. O konulara da sahip olacaksınız ve daha rahat edeceksiniz. Neyimiz varsa kullanın. İşte havada bilmem ne helikopteri hazır bulundururuz. Bilmem ne çağırırız geraekirse. Bulundurun çağırın şimdi rahatız.

‘Temas’ta kaçırmak yok

– Yani sıkışık durumda değiliz. Her türlü imkanınızı kullanın. Bakın her türlü imkanımızı kullanın diyorum. Ama teması da kurduktan sonra. İşte ben bunu kaçırdım. Gittiler gece karanlığında kayboldular. Bizde herşey var. Gece de görüyoruz gündüz de görüyoruz. Her türlü imkanımız var. Bunu kaçırmayacağız ona göre tedbir alacağız. Marifet kaçırdım demek değil. Temas kurunca kaçırmak yok. İnatla cesaretle üzerine gidip sonucu almamız lazım. Elimizdeki aracımızı, gerecimizi, dürbünümüzü, teçhizatımızı işte ne varsa iyi bilin silahımızın kabiliyetlerini iyi bilmeliyiz ki, onu ona göre kullanmalıyız.

(Cumhuriyet)

Seferihisar’da yangın kontrol altına alındı

İzmir‘in Seferihisar ilçesindeki orman yangınının büyük ölçüde kontrol altına alındığı, belirli bölgelerde söndürme çalışmasının sürdürüldüğü bildirildi.

İzmir Orman Bölge Müdürlüğü yetkilileri, Seferihisar’daki yangınla ilgili tehlikenin ortadan kalktığını belirtti.Yer ekiplerinin yangın bölgesinde olduğunu kaydeden yetkililer, ”Sabah itibarıyla 11 helikopter, 5 amfibi uçak çalışmalara başladı. Tehlike kalmadı, soğutma çalışmaları yapılıyor” dedi.

Ürkmez’de göçmen konutları güvenlik gerekçesiyle boşaltıldı.

AKP’nin Libya politikası: Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Muammer Kaddafi’nin kalesi Trablus düşerken Libya’ya kritik bir ziyaret gerçekleştirdi. “Libya Temas Grubu Dönem Başkanı” görevini de sürdüren Davutoğlu, Etiyopya’dan Bingazi’ye yola çıkmadan önce aralarında ABD’li Hillary Clinton’ın da bulunduğu 11 dışişleri bakanı ile telefonla görüştü.

Davutoğlu, kendisini havaalanında karşılayan Libya Ulusal Geçiş Konseyi Başkanı Mustafa Abdülcelil ile görüşmesi sonrası ortak basın toplantısında özetle şunları söyledi: “Son askeri başarılardan sonra Libya devriminin başarıya ulaşacağına herkes kanaat getirdi. İç çatışma gibi bir kaygımız yok. Türkiye tüm imkânlarıyla Abdülcelil’in yanındadır. Ramazan ayında Türk halkının kalplerinin bir yarısı Somali diğer yarısı ise Libya için atıyor.”

Türkiye, Libya’ya 100 milyon doları hibe, 100 milyon doları nakit kredi, 100 milyon doları proje desteği olmak üzere toplam 300 milyon dolar yardım yapıyor. Nakit yardımın şimdiye kadar uçaklarla bavullar içinde gönderildiği öğrenildi. Davutoğlu, bu konuda “Türkiye olarak kendi yöntemlerimizi gerçekleştirdik. Bu yöntemleri kullanmaya devam ederiz” diyerek ayrıntıya girmedi. Davutoğlu, nakit ihtiyacının “en uygun usullerle” karşılandığını anlattı.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu Bingazi ziyaretinde, Libya’nın önündeki yol haritasını şöyle çizdi:

*Demokratik, özgür bir Libya inşa edilmeli.

* Toprak bütünlüğü çok önemli. Güvenlik ve istikrar kaybedilmemeli.

*Birlik ve beraberlik korunmalı.

*Bir bütün olarak yeniden inşa edilmeli.

*Libya’nın dondurulmuş finans kaynakları serbest bırakılmalı.

*Zengin yeraltı kaynakları ile dünyada yükselen bir yıldız olmalı.

Konya’da ekolojik pazar

Konya‘nın Meram ilçesi de %100 ekolojik bir pazara kavuşuyor.

Meram Belediyesi’nce gerçekleştirilecek %100 Ekolojik Pazar, Buğday Derneği destek ve danışmanlığında, %100 Ekolojik Pazar standartlarına uygun olarak kurulacak, denetlenecek, yönetilecek.

Projenin Konya’nın üç merkez belediyesine de hitap edecek şekilde reklam tanıtımı yapılarak nüfusu bir milyonu aşan Konya halkına ulaşılmaya çalışılacak. Pazarın kurulacağı semt de bu amaca uygun olarak seçildi.

Pazarın kurulacağı ilk bir yıl Meram Belediyesi herhangi bir işgaliye bedeli almamayı kabul etti.

Pazara Konya ve komşu illerdeki üreticilerin maksimum çeşitlilikle katılımını sağlamak amacıyla 17 Eylül’de açılması planlanıyor.

Japonya’da Fukuşima sonrası enerji tasarrufu kampanyaları hızla artıyor – Suvendrini Kakuchi

On yıllar boyunca Tokyo’daki evlerinde kullanılmayan odalarda elektriğin kapalı olup olmadığını önemsemeden yaşayan Masayoshi Sakurai ve çocukları şimdi buna özenle dikkat ediyor.

Şirket çalışanı Sakuri bu durumu “Karım elektriği kapatmak konusunda başımızın etini yerdi çünkü yüksek elektrik faturalarından endişelenirdi. Şimdi hepimiz klima kullanımını azaltarak, bilgisayarları kapatarak enerji tasarrufu yapmaya başladık” şeklinde açıkladı.

Sakuri, Japonya’da medya kampanyaları ile başlayan ve hızla büyüyen setsuden (Japonca’da enerji tasarrufu) hareketinin bir parçası. Bu hareket elektrik tüketiminin azalmasına destek vermeyi amaçlıyor.

Yenilenebilir enerjilerin kullanımını arttırmak için lobi yapan bir örgüt olan Soft Energy Project’ten Kazuko Sato’ya göre “Setsuden için kamu desteği oldukça güçlü çünkü insanlar Fukuşima nükleer felaketinin yarattığı gibi elektrik kesintilerinden endişe duyuyorlar”.

Sato, Inter Press Service (IPS)’e yaptığı açıklamada ülkede artan enerji tasarrufu halinin, milli politikanın desteklediği nükleer enerjinin yerine temiz enerjinin geçmesi için bir şans oluşturan yeni bir trend olduğunu söyledi. Ayrıca yeşil aktivistlerin mücadelesinin enerji tasarrufunu, nükleer enerjinin yasaklanmasına bağlamak olduğunu da ekledi. “Yenilenebilir ve güvenli enerjiyi ön plana çıkarıp, Japonya’nın nükleer enerjiye bağımlılığını azaltmak için, şuan ki enerji tasarrufu halini korumak oldukça önemli. Kamu desteğinin geçici olması konusunda endişeliyim” dedi.

Rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynakları Japonya’nın toplam enerji tüketiminin yüzde 2’sinden azını karşılıyor.

Neon ışıklarıyla ünlü ve hareketli başkentlerden Tokyo şimdi daha yavaş trenlerin çalıştığı ve karanlık binaların olduğu bir şehre dönüştü. Greenpeace Japonya’daki enerji uzmanlarından Hisayo Takada, bu tür gelişmelerin önemli olduğunu ancak halkın kızgınlığını nükleer enerjiye karşı dönüştürmek konusunda yeterli olmadığını dile getiriyor: “Enerji tasarrufu konusundaki duyarlılık tamamen semboliktir. Sıkıntı zamanlarında herkes bir dayanışma göstergesi olarak sürüye uyuyor. Daha önemli olan tehlikeli nükleer enerjiye karşı daha derin bir cephe oluşturmaktır”.

11 Mart’ta yaşanan büyük deprem ve tsunaminin Japonya’nın en büyük nükleer santrali olan Fukuşima’daki santrali tahrip etmesi devleti, ulusal ihtiyacın yüzde 30’unu karşılayan nükleer enerji konusunda politikalarını değiştirmeye zorladı.

Japonya şuan 15’i çalışan 54 nükleer reaktöre sahip, bunların bazılarına Fukuşima felaketinden sonra önlem olarak zorlama testleri uygulanıyor.

Federation of Electric Power Companies’e göre sonuç olarak; Temmuz ayında on temel kuruluştan sağlanan toplam elektrik 2010 ile kıyaslandığında yaklaşık yüzde 9 ya da 83 bilyon kilowatt saat azaldı.

Ünlü Japon yazar Kazutoshi Hanto bir Japon televizyonuyla yaptığı röportajda, şuandaki enerji tasarrufu çabalarını 1945’te insanların ülkeyi yeniden kurmak için gösterdiği savaş sonrası çabalara bağladı ve “Enerji tasarrufundaki ulusal birlik, savaşın hemen ardından ülkeyi yeniden inşa etmek için tek bir bilinçle çalışan Japonların çabalarını yansıtıyor. Japonya’da en kötü nükleer felaketten sonra yeni fikirler ve çabalar var” dedi.

Başbakan Naoto Kan ülkenin enerji ihtiyacının yüzde 20’sini rüzgar ve güneş gibi alternatif enerji kaynaklarından sağlamak için ulusal bir amaç ortaya koydu. Japonya, kamu birimlerinin bu kaynaklardan elde edilmiş elektriği devlet tarafından belirlenmiş fiyatlarla alınmasını sağlayacak bir yasa çıkaracak.

Çevrecilere göre; bunlar oldukça geç kalmış adımlar. Ayrıca, araç gereç üreticileri arasında enerji tasarrufu sağlayan ürünler üretmek gibi artan bir ilgi var. Toshiba Corp ve Mitsubishi Electric Corp gibi önde gelen şirketler geçen ay, enerji tasarrufu yapmak için kullanılan bilgisayar sistemleri ve güneş panelleri kullanacak gelecek nesil evlerin yapılması için işbirliği yaptı.

Fukuşima felaketinden sonra radyasyonun geniş alanlara yayılması korkusu Japonya’da nükleer enerjiye karşı yükselen bir tepki oluşturdu. İşletmeci Tokyo Electric Power Company yüksek tazminatlarla mücadele ediyor.

Sato “Bugünlerde yaşadığımız zor zamanlar bize kaçırmamamız gereken bir şans sunuyor. Felaket sonrası Japonya değişmek zorunda ve bu ancak daha güvenli bir Japonya yaratmak için uzun süreli bir yaklaşım oluşturarak gerçekleştirebiliriz” dedi.

Suvendrini Kakuchi – Tokyo IPS (Inter Press Service)

Eski IMF başkanına açılan tecavüz davası düştü

0

Amerika Birleşik Devletleri’nde savcılık, Batı Afrikalı bir otel temizlikçisine tecavüze yeltendiği öne sürülen eski IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn hakkında açılan davanın düşürülmesine karar verdi.

Savcılar, bu taleple ilgili başvurularında Nafissatou Diallo‘nun ifadelerinin sürekli değişmesi nedeniyle Strauss-Kahn’ın suçlu olduğuna inanmadıklarını belirtmişlerdi.

Davaya bakan Manhattan Mahkemesi, savcıların başvurusuyla ilgili kararını bugün öğleden sonra yapılan duruşmada verdi ve dava düşürüldü.

Gineli 32 yaşındaki Nafissatou Diallo’nun şikayeti üzerine Mayıs ayında hapse atıldıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan 62 yaşındaki Dominique Strauss-Kahn, IMF başkanlığından istifa etmişti.

Davanın düşürülürmesiyle, eski IMF Başkanı Fransa’ya dönebilecek.

Strauss-Kahn’ın yakın çevresi kendisinin Fransız Sosyalist Partisi’nden siyasete girebileceği yorumlarında bulunuyorlar.

Diallo’nun avukatı Kenneth Thompson, adaletin yerine gelmesinin engellendiğini, “savcıların sadece masum bir kurbana değil, kanıtlara da sırtlarını döndüğünü” söyledi.

Avukatları, başından beri Dominique Strauss-Kahn’ın masum olduğunu savunuyordu.

Tristane Banon adlı bir Fransız yazar da 2003’te bir mülakat sırasında Dominique Strauss-Kahn’ın kendisine tecavüz etmeye çalıştığını söyleyerek şikayetçi olmuştu. Ancak bu iddiayla ilgili olarak dava açılıp açılmayacağına henüz karar verilmedi.

Diallo, 14 Mayıs’ta polise giderek, New York’ta çalıştığı Sofitel Otel’de çıplak karşılaştığı Strauss-Kahn’ın kendisini oral sekse zorladığını söylemişti.

Strauss-Kahn, bu başvuru üzerine Air France uçağından indirilerek elleri kelepçeli olarak polis karakoluna getirilmişti.

New Yorklu yetkililer, DNA örneklerinin oda temizlikçisinin iddialarını doğrular nitelikte olduğunu açıklamışlardı. Avukatları, kadının Strauss-Kahn’la isteyerek ilişkiye girdiğini öne sürdüler.

Dominique Straus-Kahn Fransa’da gelecek yıl yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Nicolas Sarkozy’nin en güçlü rakibi olarak görülüyordu.

Ancak Fransa’da Temmuz’da yapılan bir kamuoyu yoklaması halkın üçte kisinin Strauss-Kahn’ın seçimlerde aday olmasını istemediğine işaret ediyor.

Eski IMF Başkanı’nın gözaltına alınmasından birkaç hafta sonra Diallo’nun ifadelerinde tutarsızlıklar olduğu öne sürüldü ve davayla ilgili şüpheler belirdi.

Diallo’nun hapisteki bir arkadaşıyla eski IMF Başkanı’nın serveti üzerine yaptığı konuşmanın kayda alınması iddiaların para sızdırmak için orta atıldığı şüphesini doğurdu.

Savcılar ayrıca, Diallo’nun vergi belgeleri ve iltica başvurusunda yalan beyanda bulunduğunu belirttiler. Diallo, iltica başvurusunda Gine’de toplu tecavüze uğradığını söylemişti. (BBC)

Donald Trump: Libya’nın petrolü savaş ganimetimiz

0

NATO destekli Libya‘daki muhalifler Kaddafi’nin başkent Trablus‘taki karargâhını ele geçirmesiyle birlikte isyanın arkasındaki ülkeler arasında Libya’nın petrolü rekabeti başladı. ABD’li emlak kralı Donald Trump da “Libya’nın petrolü savaş ganimetimiz. Almazsak asiler bizden daha zengin olacak” diyerek ülkesinin görüşünü dile getirdi.

Muhaliflerin Trablus’a girmesinin ardından Batılı ülkeler arasında petrol rekabeti başladı. Libya’nın petrol üretimi küresel petrol talebinin yaklaşık yüzde 2’sini karşılamasına rağmen Libya petrolünün kalitesi batılı ülkelerin iştahını kabartıyor. Sülfür oranının düşüklüğü nedeniyle ‘tatlı’ olarak nitelenen Libya petrolü, kolay ve ucuza rafine ediliyor.

Avrupa’daki rafinerilerin çoğu sadece bu ham petrolü rafine edebildiği için İtalya başta olmak üzere Avrupa ve ABD’den şimdiden Libya’nın petrolü için sesler yükselmeye başladı. Batılı ülkeler özellikle de NATO ülkeleri, muhaliflere sağladıkları destek karşılığında, Libya petrolünün ülkelerindeki önemli petrol şirketleri tarafından çıkarılması konusunda kendilerine garanti verilmesini istiyor.

Libya’nın petrolüyle ilgili en çarpıcı açıklama ise Amerikalı ünlü emlak kralı Donald Trump’tan geldi. Trump ‘Libya’nın petrolü savaş ganimetimiz, asilere bırakmayalım’ dedi.

Emlak kralı ve Cumhuriyetçi partinin ateşli üyesi Trump, Fox TV’nin sabah programına telefonla bağlanarak “Bütün yükün altına biz giriyoruz, NATO’yu ekonomik ve askeri olarak biz destekliyoruz, ülkemiz iflas ediyor, neden Libya’nın petrolünü biz almıyoruz. Biz Libya’nın petrolünü almazsak, Libyalı isyancılar bizden daha zengin olacak” ifadelerini kullandı.

Libya ile ilgili açıklamalarıyla gündeme oturan Trump, “Biliyorsunuz eski zamanlarda ne zaman bir savaş kazandığınızda, muzaffer olan ganimeti alır. Petrolü ellerine geçirecek olan Libya’daki tüm bu isyancılar, Amerikalılar’dan daha zengin olacak” diye konuştu.

Trump, bu yılın başında da Irak’la ilgili benzer açıklamada bulunarak “Orada kalmalıyız ve petrol almalıyız, şayet almazsak, askerlerimiz boşa ölmüş olacak” demişti.

Libya’daki petrolün en büyük talibi İtalya’da ise sesler yükselmeye başladı. İtalya Dışişleri Bakanı Franco Frattini, İtalyan petrol şirketlerinin gelecekte Libya’da bir numaralı rolü üsteleneceğini söyledi.

İtalya’nın, eski sömürgesi Libya’da, petrol sahalarından, savunma ve inşaat sektörlerindeki milyarlarca dolarlık sözleşmelere kadar çok geniş bir alana yayılmış çıkarları bulunuyor.

Bu arada Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız “Libya’da güvenlik sağlanabiliyorsa, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) Libya’daki çalışmalara yeniden başlamasını istiyoruz” ifadelerini kullandı.

(ANF, Yeşil Gazete)

İş başa düştü Lois, Superman yok artık !

Kanada ile Amerika Birleşik Devletleri arasında yapılması planlanan ve Kanada’dan çıkartılacak Tar Sands (katran kumu) maddesini Meksika körfezine taşıyacak KeyStoneXL petrol boru hattını protesto etmek için Beyaz Saray önündeki oturma eylemine katılan TarSandsAction eylemcilerinden  Superman’in kız arkadaşı Lois Lane (Margot Kidder) tutuklandı. Ne de olsa onu koruyacak ve kollayacak Superman yok artık.

1978 tarihli unutulmaz Holywood yapımı  Superman‘de  Clark’ın iş arkadaşı, Superman’in de sevgilisi Lois Lane karakterini canlandıran Margot Kidder 20 Ağustos Cumartesi Beyaz Saray önünde başlayan ve 2 hafta sürmesi planlanan  sivil itaatsizlik (sit in) eylemine katılanlardan biri. Kanada Yellowknife doğumlu 62 yaşındaki aktrist Kidder halen ABD’nin Montana eyaletinde yaşıyor.

Tutuklanmasından hemen önce “Boru hattının geçeceği ilk durak benim yaşadığım yer” şeklinde konuşan ve gösteriye kendisi ile birlikte katılan 2 arkadaşı ile birlikte kendilerini “Montanalı Büyükanneler” olarak tanımlayan Margaret Kidder petrol boru hattından sızıntının engellenmesinin mümkün olmadığını, eğer bu boru hattı inşa edilirse artık güvenli bir şekilde yaşamalarının imkansız olduğunu sözlerine ekledi.

Montanalı Büyükannelerin tutuklanan diğer arkadaşları ile birlikte birkaç gün içerisinde serbest bırakılması bekleniyor

Yeşil Gazetede konu hakkında yapılan diğer haber

Lois Lane ve Clark Kent

Lois Lane ve Superman

(Yeşil Gazete)